On İkinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member
On İkinci Lem’a


Refet Beyin iki cüz’î suali münasebetiyle, iki nükte-i Kur’âniyenin beyanına dairdir.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

blank.gif
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلٰى اِخْوَانِكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
3

Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,

Senin, bu müsaadesiz zamanımda suallerin, beni müşkül bir mevkide bulunduruyor. Bu defaki iki sualin çendan cüz’îdir, fakat iki nükte-i Kur’âniyeye münasebettar olduklarından ve küre-i arza dair sualiniz coğrafya ve kozmoğrafyanın yedi kat zemin ve yedi tabaka semâvâta tenkitlerine temas ettiğinden, bana ehemmiyetli geldi. Onun için, sualin cüz’iyetine bakmayarak, ilmî ve küllî bir surette, iki âyet-i kerimeye dair İki Nükte icmâlen beyan edilecek. Sen de cüz’î sualine karşı ondan hisse alırsın.

BİRİNCİ NÜKTE

İki Noktadır.

BİRİNCİ NOKTA:

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ
blank.gif
4

اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
blank.gif
5


[NOT]Dipnot-1
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3 Selâm, Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin ve kardeşlerinizin üzerine olsun.

Dipnot-4 “Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlı vardır. Onları da sizi de rızıklandıran Allahtır.” Ankebut Sûresi, 29:60.

Dipnot-5 “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan, ancak Allah’tır.” Zâriyat Sûresi, 51:58.

[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Refet Bey: (bk. bilgiler – Refet Barutçu)</TD><TD>aziz: çok değerli</TD></TR><TR><TD>beyan: açıklama, anlatım</TD><TD>cüz’î: ferdî, küçük</TD></TR><TR><TD>dair: ilgili, ait</TD><TD>ehemmiyetli: önemli</TD></TR><TR><TD>icmâlen: kısaca</TD><TD>ilmî: bilimsel</TD></TR><TR><TD>kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi</TD><TD>küllî: geniş kapsamlı</TD></TR><TR><TD>küre-i arz: yer küre, dünya</TD><TD>lem’a: parıltı</TD></TR><TR><TD>mevki: yer, konum</TD><TD>münasebetiyle: dolayısıyla</TD></TR><TR><TD>münasebettar: ilgili, bağlantılı</TD><TD>müsaadesiz: uygunsuz, izin vermeyen</TD></TR><TR><TD>müşkül: zor</TD><TD>nükte: derin anlamlı söz</TD></TR><TR><TD>nükte-i Kur’âniye: Kur’ân’daki çok ince ve zarif mânâ</TD><TD>semâvât: gökler</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sıddık: çok doğru ve sadık</TD></TR><TR><TD>tenkit: eleştiri</TD><TD>zemin: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>âyet-i kerime: Kur’ân’ın herbir cümlesi</TD><TD>çendan: gerçi</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 121

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>âyetlerinin sırrınca, rızık doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâlin elindedir ve hazine-i rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı taahhüd-ü Rabbânîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek olmamak lâzım gelir. Halbuki, zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatin ve şu sırrın halli şudur ki:

Taahhüd-ü Rabbânî hakikattir; rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünkü o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hattâ bedenin her hücresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hücrenin bir köşesinde iddihar eder; istikbalde, hariçten rızık gelmediği zaman sarf edilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur. İşte, bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüt eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş’et eden bir marazla ölüyorlar.

Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hattâ bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hattâ bir adam, şedit bir inat yüzünden, Londra mahpushanesinde yetmiş gün, sıhhat ve selâmetle, hiçbir şey yemeden hayatı devam ettiğini on üç (şimdi otuz dokuz)
blank.gif
1
sene evvel gazeteler yazmışlar.


Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor. Ve madem Rezzak ismi, gayet geniş bir surette rû-yi zeminde cilvesi görünüyor. Ve madem hiç ümit edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, başgösteriyor. Eğer pür-şer beşer sû-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, herhalde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyleyse, açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir. Belki terkü’l-âdât mine’l-mühlikât
blank.gif
2
sırrıyla, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş’et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyleyse, açlıktan ölmek olmaz, denilebilir.




[NOT]Dipnot-1 1934 yılında.
Dipnot-2 Âdetlerin terki helakete götüren sebeplerdendir.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyi hikmetle yapan Allah</TD><TD>Kadîr-i Zülcelâl: kudreti her şeyi kuşatan, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>Rezzak: bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah</TD><TD>cilve: görünme, yansıma</TD></TR><TR><TD>evvel: önce</TD><TD>hadd-i vasat: orta çizgi, orta yol</TD></TR><TR><TD>hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet</TD><TD>hariçten: dışarıdan</TD></TR><TR><TD>hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi</TD><TD>iddihar etmek: depolamak</TD></TR><TR><TD>ihtiyat: önlem, tedbir</TD><TD>illet: hastalık, belâ</TD></TR><TR><TD>istikbal: gelecek</TD><TD>istiğrak-ı ruhanî: tasavvufta Allah aşkından dolayı ruhen kendinden geçme hali</TD></TR><TR><TD>kat’iyen: kesin olarak</TD><TD>mahpushane: hapishane</TD></TR><TR><TD>maraz: hastalık</TD><TD>mükemmelen: eksiksiz olarak</TD></TR><TR><TD>neş’et eden: kaynaklanan</TD><TD>pür-şer beşer: çok günahkâr insanlık</TD></TR><TR><TD>rû-yi zemin: yeryüzü</TD><TD>rızk-ı fıtrî: yaratılışla birlikte verilen rızık</TD></TR><TR><TD>sarf edilmek: harcanmak</TD><TD>selâmet: tehlike ve sıkıntılardan uzak olma, esenlik</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma</TD></TR><TR><TD>sır: gizli gerçek</TD><TD>taahhüd-ü Rabbânî: bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın taahhüdü, garantisi</TD></TR><TR><TD>terk-i âdet: alışkanlıkların terki</TD><TD>tevellüt eden: doğan, kaynaklanan</TD></TR><TR><TD>zahîre: azık</TD><TD>zâhiren: dış görünüş itibariyle</TD></TR><TR><TD>zîhayat: canlı, hayat sahibi</TD><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR><TR><TD>şahm: etler arasında bulunan yağ, iç yağı</TD><TD>şedit: şiddetli</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 122

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Evet, bilmüşahede görünüyor ki, rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Meselâ, daha dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı mâderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor.

Sonra, dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en mugaddî ve hazmı en kolay ve en lâtif bir surette ve en acip bir fıtratta, memeler musluğundan ağzına veriliyor.

Sonra, iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peydâ ettikçe, o kolay ve güzel rızık, bir derece çocuğa karşı nazlanmaya başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı rızkı takip etmeye müsait olmadığı için, Rezzâk-ı Kerîm, peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı gönderiyor.

Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder; o vakit rızkı ona koşmaz ve koşturulmaz. Rızık yerinde durur, der: “Gel, beni ara ve bul ve al.”

Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Hattâ çok risalelerde beyan etmişiz ki, en ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar.

İKİNCİ NOKTA: İmkânın envâı var. İmkân-ı aklî, imkân-ı örfî, imkân-ı âdî gibi kısımları vardır. Bir hadise, eğer imkân-ı aklî dairesinde olmazsa reddedilir; imkân-ı örfî dairesinde olmazsa dahi mu’cize olur, fakat kolayca keramet olamaz. Eğer örfen ve kaideten nazîri bulunmazsa, şuhud derecesinde bir burhan-ı kat’î ile ancak kabul edilir.

İşte, bu sırra binaen, kırk gün ekmek yemeyen Seyyid Ahmed-i Bedevî’nin harikulâde halleri imkân-ı örfî dairesindedir. Hem keramet olur, hem harikulâde bir âdeti de olabilir. Evet, Seyyid Ahmed-i Bedevî’nin (k.s.) acip ve istiğrakkârâne hallerde bulunduğu, tevatür derecesinde naklediliyor. Kırk günde bir defa yemek yemesi vâki olmuştur. Fakat her vakit öyle değil; keramet nev’inden bazı


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Rezzâk-ı Kerîm: bütün varlıkların rızıklarını veren ve sonsuz cömertlik sahibi olan Allah</TD><TD>Seyyid Ahmed-i Bedevî: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>acip: hayret verici</TD><TD>alâka peydâ etmek: ilgi duymak</TD></TR><TR><TD>beyan etmek: açıklamak</TD><TD>bilkuvve: potansiyel olarak</TD></TR><TR><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD><TD>binaen: dayanarak</TD></TR><TR><TD>burhan-ı kat’î: kesin delil</TD><TD>envâ: türler, çeşitler</TD></TR><TR><TD>evvel: önce</TD><TD>fıtrat: yaratılış</TD></TR><TR><TD>harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici</TD><TD>hazım: sindirme</TD></TR><TR><TD>ihtiyar: seçme, tercih etme</TD><TD>iktidar: güç, kuvvet</TD></TR><TR><TD>imkân: olabilirlik</TD><TD>imkân-ı adî: her zaman olabilen, olmasına alışılan şeyler</TD></TR><TR><TD>imkân-ı aklî: aklen mümkün olma</TD><TD>imkân-ı örfî: bir şeyin olabilirliğinin genel kabul görmesi</TD></TR><TR><TD>istidad: kabiliyet</TD><TD>istiğrakkârâne: manevî âlemlere dalıp kendinden geçer şekilde</TD></TR><TR><TD>kaideten: kural gereği</TD><TD>keramet: Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik</TD></TR><TR><TD>lâtif: güzel, hoş</TD><TD>merhamet: acıma, şefkat</TD></TR><TR><TD>mugaddî: gıdalı, besleyici</TD><TD>mu’cize: şaşkınlık ve hayranlık uyandıran olağanüstü olay</TD></TR><TR><TD>mâkûsen mütenasip: ters orantılı</TD><TD>nazîr: benzer, eş</TD></TR><TR><TD>nev’: çeşit</TD><TD>peder: baba</TD></TR><TR><TD>rahm-ı mâder: ana rahmi</TD><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden herbiri</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>tekemmül etmek: ilerlemek, olgunlaşmak</TD></TR><TR><TD>tevatür: yalanda birleşmeleri imkânsız olan toplulukların bir haberi veya bir hadisi aktarması</TD><TD>valide: anne</TD></TR><TR><TD>vâki olmak: meydana gelmek</TD><TD>âdet: alışkanlık</TD></TR><TR><TD>örfen: örf olarak bilinen ve uygulanan</TD><TD>şuhud: görme, şahid olma</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 123

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>defa olmuştur. Bir ihtimal var ki, hâlet-i istiğrakiyesi yemeye ihtiyaç görmediği için, ona nisbeten âdet hükmüne girmiştir. Seyyid Ahmed-i Bedevî nev’inden çok evliyalardan bu tarz harikalar mevsukan rivayet edilmiş. Madem Birinci Noktada ispat ettiğimiz gibi, müddehar rızık kırk günden fazla devam eder ve o miktar yememek âdeten mümkündür ve mevsukan harika adamlardan o hâl rivayet edilmiştir; elbette inkâr edilmeyecektir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif




İkinci sual münasebetiyle iki mesele-i mühimme beyan edilecek.


Çünkü coğrafya ve kozmoğrafya fenlerinin kısacık kanunlarıyla ve daracık düsturlarıyla ve küçücük mizanlarıyla Kur’ân’ın semâvâtına çıkamadıklarından ve âyâtın yıldızlarındaki yedi kat mânâları keşfedemediklerinden, âyeti tenkit, belki inkârına divanecesine çalışmışlar.


BİRİNCİ MESELE-İ MÜHİMME: Semâvât gibi arzın da yedi tabaka olmasına dairdir. Şu mesele, yeni zamanın feylesoflarına hakikatsiz görünüyor; onların arza ve semâvâta dair olan fenleri kabul etmiyor. Bunu vasıta ederek bazı hakaik-i Kur’âniyeye itiraz ediyorlar. Buna dair muhtasaran birkaç işaret yazacağız.

Birincisi: Evvelâ, âyetin mânâsı ayrıdır ve o mânâların efradı ve mâsadakları ayrıdır. İşte o küllî mânânın müteaddit efradından bir ferdi bulunmazsa, o mânâ inkâr edilmez. Semâvâtın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dair mânâ-yı küllîsinin çok efradından yedi mâsadak zâhiren görünüyor.

Saniyen, âyetin sarahatinde “yedi kat arz” dememiş.

اَللهُ الَّذِى خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ اْلاَرْضِ مِثْلَهُنَّ
blank.gif
1

ilâ âhir. Âyetin zâhiri diyor ki: “Arzı da, o seb’a semâvât gibi halk etmiş ve mahlûkatına mesken ittihaz etmiş.” Yedi tabaka olarak halk ettim, demiyor. Misliyet ise, mahlûkiyet ve mahlûkata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.



[NOT]Dipnot-1 “O Allah ki, yedi göğü yarattı ve yeryüzünü de onlar gibi yarattı.” Talâk Sûresi, 65:12.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Seyyid Ahmed-i Bedevî: (bk. bilgiler)</TD><TD>arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>beyan etmek: açıklamak</TD><TD>cihet: yön, taraf</TD></TR><TR><TD>dair: ilgili, ait</TD><TD>divanece: akılsızca</TD></TR><TR><TD>düstur: kâide, kural</TD><TD>efrad: fertler, bireyler</TD></TR><TR><TD>evliya: Allah dostları</TD><TD>evvelâ: ilk olarak</TD></TR><TR><TD>feylesof: filozof, felsefeci</TD><TD>hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri, gerçekleri</TD></TR><TR><TD>hakikatsiz: bir gerçeğe dayanmayan</TD><TD>halk etmek: yaratmak</TD></TR><TR><TD>hâlet-i istiğrakiye: kendinden geçip dünyayı unutma hâli</TD><TD>ilâ âhir: sonuna kadar</TD></TR><TR><TD>ittihaz etmek: edinmek, kabullenmek</TD><TD>kanun: tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide</TD></TR><TR><TD>keşfetmek: gizli şeyleri açığa çıkarmak</TD><TD>kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi</TD></TR><TR><TD>küllî: geniş ve kapsamlı</TD><TD>mahlûkat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mahlûkiyet: yaratılmış olma</TD><TD>mesele-i mühimme: önemli mesele</TD></TR><TR><TD>meskeniyet: barınak özelliği olma</TD><TD>mevsukan: güvenilir ve sağlam şekilde, yazılı olarak kaydedilmiş</TD></TR><TR><TD>misliyet: benzerlik</TD><TD>mizan: ölçü, terazi</TD></TR><TR><TD>muhtasaran: özet olarak</TD><TD>mânâ: anlam</TD></TR><TR><TD>mânâ-yı küllî: geniş ve kapsamlı mânâ</TD><TD>mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı</TD></TR><TR><TD>müddehar: depolanmış, saklanmış</TD><TD>münasebetiyle: dolayısıyla</TD></TR><TR><TD>müteaddit: bir çok, çeşitli</TD><TD>nisbeten: kıyasla</TD></TR><TR><TD>rivayet etmek: bir sözü nakletmek</TD><TD>saniyen: ikinci olarak</TD></TR><TR><TD>sarahat: açıklık</TD><TD>seb’a: yedi</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler, yücelikler</TD><TD>tabaka: kat, katman</TD></TR><TR><TD>tenkit: eleştiri</TD><TD>teşbih: benzetme</TD></TR><TR><TD>vasıta: araç</TD><TD>zâhir: açık, görünen</TD></TR><TR><TD>zâhiren: dış görünüş itibariyle</TD><TD>âdeten: örf ve âdet gereği</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD><TD>âyât: âyetler</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 124

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} .listlevel1WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:disc;clear:left} .listlevel2WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:bullet;clear:left} .listlevel3WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:square;clear:left} .listlevel4WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:disc;clear:left} .listlevel5WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:bullet;clear:left} .listlevel6WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:square;clear:left} .listlevel7WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:disc;clear:left} .listlevel8WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:bullet;clear:left} .listlevel9WW8Num1 {margin-top:0;margin-bottom:0;list-style-type:square;clear:left} </STYLE>İkincisi: Küre-i arz her ne kadar semâvâta nisbeten çok küçüktür; fakat hadsiz masnuat-ı İlâhiyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan, kalb cesede mukabil geldiği gibi, küre-i arz dahi koca, hadsiz semâvâta karşı bir kalb ve mânevî bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için,

  • zeminin küçük mikyasta eskiden beri yedi HAŞİYE-1 iklimi,
  • hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, iki Asya, iki Amerika namlarıyla mâruf yedi kıt’ası,
  • hem denizle beraber Şark, Garp, Şimal, Cenup, bu yüzdeki ve Yeni Dünya yüzündeki malûm yedi kıt’ası,
  • hem merkezinden tâ kışr-ı zâhirîye kadar hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvi yedi tabakası,
  • hem zîhayat için medar-ı hayat olmuş yetmiş basit ve cüz’î unsurları tazammun edip ve “yedi kat” tabir edilen meşhur yedi nevi küllî unsuru,
  • hem “dört unsur” denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber, “mevâlid-i selâse” denilen maâdin, nebâtat ve hayvânâtın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri,
  • hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlûkların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşif ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri,
  • hem küre-i arzımıza benzeyen yedi küre-i uhrâ dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına işareten yedi tabaka, yani, yedi küre-i arziye bulunmasına işareten küre-i arz dahi, yedi tabaka, âyât-ı Kur’âniyeden fehmedilmiştir.

[NOT]Haşiye-1 Seb’a ile beraber, yedi kelimesi yedi kere tevafuku pek güzel düşmüş.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Afrika: (bk. bilgiler)</TD><TD>Amerika: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Asya: (bk. bilgiler)</TD><TD>Avrupa: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Okyanusya: (bk. bilgiler)</TD><TD>Yeni Dünya: (bk. bilgiler – Amerika)</TD></TR><TR><TD>arz: dünya</TD><TD>ashab-ı şuhud: görülmeyen âlemlerdeki hakikatleri gözlemleyebilen kişiler</TD></TR><TR><TD>cenup: güney</TD><TD>cüz’î: küçük</TD></TR><TR><TD>ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar</TD><TD>fehmedilmek: anlaşılmak</TD></TR><TR><TD>fennen: bilimsel olarak</TD><TD>garp: batı</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>hayvânât: hayvanlar</TD></TR><TR><TD>haşiye: dipnot</TD><TD>hikmeten: hikmet gereği; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması gereği</TD></TR><TR><TD>ifrit: cinlerden bir tür</TD><TD>kesretli: çok sayıda</TD></TR><TR><TD>küllî: geniş, kapsamlı</TD><TD>küre-i arz: yerküre, dünya</TD></TR><TR><TD>küre-i uhrâ: diğer küre</TD><TD>kıt’a: dünyanın kara paçalarından her biri</TD></TR><TR><TD>kışr-ı zâhirî: dış kabuk</TD><TD>mahlûk: yaratılmış</TD></TR><TR><TD>mahşer: toplanma yeri</TD><TD>makarr: kalınacak yer, merkez</TD></TR><TR><TD>malûm: bilinen</TD><TD>masnuat-ı İlâhiye: Allah’ın sanatla yarattığı varlıklar</TD></TR><TR><TD>mazhar: yansıma ve görünme yeri</TD><TD>maâdin: madenler</TD></TR><TR><TD>medar-ı hayat: hayatın kaynağı</TD><TD>mesken: ev, mekan</TD></TR><TR><TD>mevâlid-i selâse: üç çocuk; dört unsurun (su, hava, toprak, güneş) birleşiminden meydana gelen madenler, bitkiler ve hayvanlar</TD><TD>meşher: sergi yeri</TD></TR><TR><TD>mikyas: ölçü</TD><TD>muhtelif: çeşitli</TD></TR><TR><TD>mukabil: karşılık</TD><TD>muttasıl: yapışık, bitişik</TD></TR><TR><TD>mânevî: maddî olmayan</TD><TD>mâruf: bilinen</TD></TR><TR><TD>mütenevvi: çeşit çeşit</TD><TD>nam: ad, isim</TD></TR><TR><TD>nar: ateş</TD><TD>nebâtat: bitkiler</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit, tür</TD><TD>nisbeten: kıyasla</TD></TR><TR><TD>seb’a: yedi</TD><TD>semâvât: gökler</TD></TR><TR><TD>tabaka: katman</TD><TD>tabir edilen: adlandırılan, anılan</TD></TR><TR><TD>tazammun etmek: içine almak, kapsamak</TD><TD>tevafuk: uygunluk</TD></TR><TR><TD>türab: toprak</TD><TD>unsur: madde, parça</TD></TR><TR><TD>zemin: yeryüzü</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli</TD><TD>âlem: dünya</TD></TR><TR><TD>âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân ayetleri</TD><TD>şark: doğu</TD></TR><TR><TD>şehadet: şahidlik</TD><TD>şimal: kuzey</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 125

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İşte, yedi nevi ile yedi tarzda arzın yedi tabakası mevcut olduğu tahakkuk ediyor. Sekizincisi olan âhirki mânâ başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir; o yedide dahil değildir.

Üçüncüsü: Madem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor. Ve madem mahlûkatın vücutları zîşuur içindir ve zîşuurla kemâlini bulur ve zîşuurla şenlenir ve zîşuurla abesiyetten kurtulur. Ve madem bilmüşahede o Hakîm-i Mutlak, o Kadîr-i Zülcelâl, hava unsurunu, su âlemini, toprak tabakasını hadsiz zîhayatlarla şenlendiriyor. Ve madem hava ve su hayvânâtın cevelânına mâni olmadığı gibi, toprak, taş gibi kesif maddeler elektrik ve röntgen gibi maddelerin seyrine mâni olmuyorlar. Elbette o Hakîm-i Zülkemal, o Sâni-i Bîzevâl, küre-i arzımızın merkezinden tut, tâ meskenimiz ve merkezimiz olan bu kışr-ı zâhirîye kadar birbirine muttasıl yedi küllî tabakayı ve geniş meydanlarını ve âlemlerini ve mağaralarını boş ve hâli bırakmaz. Elbette onları şenlendirmiş, o âlemlerin şenlenmesine münasip ve muvafık zîşuur mahlûkları halk edip orada iskân etmiştir. O zîşuur mahlûklar, madem ki melâike ecnâsından ve ruhanî envâlarından olmak lâzım gelir. Elbette en kesif ve en sert tabaka, onlara nisbeten, balığa nisbeten deniz ve kuşa nisbeten hava gibidir. Hattâ zeminin merkezindeki müthiş ateş dahi o zîşuur mahlûklara nisbeti, bizlere nisbeten güneşin harareti gibi olmak iktiza eder. O zîşuur ruhanîler nurdan oldukları için, nâr onlara nur gibi olur.

Dördüncüsü: On Sekizinci Mektupta tabakat-ı arzın acaibine dair ehl-i keşfin tavr-ı akıl haricinde beyan ettikleri tasvirata dair bir temsil zikredilmiştir. Hülâsası şudur ki:

Küre-i arz, âlem-i şehadette bir çekirdektir; âlem-i misaliye ve berzahiyede bir




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hakîm-i Mutlak: her şeyi hikmetle yapan, sınırsız hikmet sahibi Allah</TD><TD>Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi olan ve her şeyi hikmetle yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>Kadîr-i Zülcelâl: kudreti her şeyi kuşatan, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah</TD><TD>Sâni-i Bizevâl: sonu olmayan, her şeyi san’atla yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>abes: boş ve faydasız</TD><TD>abesiyet: faydasız ve gayesiz oluş</TD></TR><TR><TD>acaib: şaşırtıcı ve garip şeyler</TD><TD>arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>beyan etmek: açıklamak</TD><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD></TR><TR><TD>cevelân: dolaşma</TD><TD>dair: ilgili, ait</TD></TR><TR><TD>ecnâs: cinsler, türler</TD><TD>ehemmiyetli: değerli, önemli</TD></TR><TR><TD>ehl-i keşf: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar</TD><TD>envâ: türler, çeşitler</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>halk etme: yaratma</TD></TR><TR><TD>hararet: ısı</TD><TD>haricinde: dışında</TD></TR><TR><TD>hayvânât: hayvanlar</TD><TD>hâli: boş, ıssız</TD></TR><TR><TD>hülâsa: özet</TD><TD>iktiza etmek: gerektirmek</TD></TR><TR><TD>iskân etme: yerleştirme, ev ve yurt sahibi yapma</TD><TD>kemâl: kusursuzluk, mükemmellik</TD></TR><TR><TD>kesif: katı, yoğun</TD><TD>küllî: geniş ve kapsamlı</TD></TR><TR><TD>küre-i arz: yerküre, dünya</TD><TD>kışr-ı zâhirî: dış kabuk</TD></TR><TR><TD>mahlûk: yaratılmış, varlık</TD><TD>mahlûkat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>melâike: melekler</TD><TD>mesken: ev, mekan</TD></TR><TR><TD>mevcut olmak: var olmak</TD><TD>muttasıl: yapışık, bitişik</TD></TR><TR><TD>muvafık: uygun</TD><TD>mâni: engel</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>münasip: uygun</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit, tür</TD><TD>nisbeten: kıyasla</TD></TR><TR><TD>nokta-i nazar: bakış açısı</TD><TD>nur: aydınlık</TD></TR><TR><TD>nâr: ateş</TD><TD>ruhanî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık</TD></TR><TR><TD>tabaka: kat, katman</TD><TD>tabakat-ı arz: yeryüzünü oluşturan tabakalar</TD></TR><TR><TD>tahakkuk etmek: gerçekleşmek</TD><TD>tasvirat: tasvirler, sözlü tanımlar</TD></TR><TR><TD>tavr-ı akıl: aklın kabul edebileceği durum</TD><TD>temsil: analoji, bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak açıklama</TD></TR><TR><TD>unsur: madde, parça</TD><TD>vücut: varlık</TD></TR><TR><TD>zemin: yeryüzü</TD><TD>zikredilmek: anılmak, belirtilmek</TD></TR><TR><TD>zîhayat: canlı</TD><TD>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli</TD></TR><TR><TD>âhir: son</TD><TD>âlem: dünya</TD></TR><TR><TD>âlem-i berzahiye: öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları manevî âlem</TD><TD>âlem-i misaliye: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem</TD></TR><TR><TD>âlem-i şehadet: gözle görülebilen âlem</TD><TD>şen: sevinç, neşe</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 126

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>büyük ağaç gibi, semâvâta omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin küre-i arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şehadete ait küre-i arzın çekirdeğinde değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve tabakalarının tezahürüdür. Madem küre-i arzın zâhiren ehemmiyetsiz bir tabakasının böyle başka âlemde azametli tezahürâtı var; elbette yedi kat semâvâta mukabil yedi kat denilebilir. Ve mezkûr noktaları ihtar için, îcâz ile i’câzkârâne bir tarzda âyât-ı Kur’âniye, semâvâtın yedi tabakasına karşı bu küçücük arzı mukabil göstermekle işaret ediyor.

İKİNCİ MESELE-İ MÜHİMMEDİR:

ilâ âhir. تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ
blank.gif
1

ثُمَّ اسْتَوٰۤى اِلَى السَّمَاۤءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ
blank.gif
2

Şu âyet-i kerime gibi müteaddit âyetler, semâvâtı yedi semâ olarak beyan ediyor. İşârâtü’l-İ’câz tefsirinde, eski Harb-i Umumînin birinci senesinde cephe-i harpte ihtisar mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz o meselenin yalnız bir hülâsasını yazmak münasiptir. Şöyle ki:

Eski hikmet, semâvâtı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer’îde Arş ve Kürs’ü yedi semâvât ile beraber kabul edip acip bir suretle semâvâtı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhi hükemasının şâşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hattâ, çok ehl-i tefsir, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmışlar. O suretle Kur’ân-ı Hakîmin i’câzına bir derece perde çekilmişti.


[NOT]Dipnot-1 “Yedi gök ve yer ve içindekiler Onu tesbih eder.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-2 “Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Arş ve Kürs: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği iki yer</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>acip: acaip, hayret verici</TD><TD>azamet: büyüklük</TD></TR><TR><TD>beyan: açıklama, anlatım</TD><TD>cephe-i harp: muharebe bölgesi</TD></TR><TR><TD>dâhi: son derece zeki, dehâ sahibi</TD><TD>ehl-i keşf: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar</TD></TR><TR><TD>ehl-i tefsir: Kur’ân’ı tefsir eden alimler</TD><TD>eski Harb-i Umumî: Birinci Dünya Savaşı</TD></TR><TR><TD>eski hikmet: ilk dönem İslâm filozoflarının yorumları</TD><TD>hükema: filozoflar</TD></TR><TR><TD>hülâsa: özet</TD><TD>ifrit: cinlerden bir tür</TD></TR><TR><TD>ihtar: hatırlatma, uyarı</TD><TD>ihtisar: kısaltma, özetleme</TD></TR><TR><TD>ilâ âhir: sonuna kadar</TD><TD>i’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma</TD></TR><TR><TD>i’câzkârâne: mu’cizeli bir şekilde, benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde</TD><TD>küre-i arz: yerküre, dünya</TD></TR><TR><TD>lisan-ı şer’î: İslâm literatürü</TD><TD>mecburiyet: zorunluluk</TD></TR><TR><TD>mesele-i mühimme: önemli mesele</TD><TD>mezheb: yol, usül</TD></TR><TR><TD>mezkûr: adı geçen</TD><TD>mukabil: karşılık</TD></TR><TR><TD>mücmel: kısa, öz</TD><TD>müteaddit: bir çok, çeşitli</TD></TR><TR><TD>nev-i beşer: insanlık</TD><TD>semâ: gökyüzü</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>tahakküm: baskı altında tutma</TD><TD>tasavvur: düşünme, hayal etme</TD></TR><TR><TD>tasvir etmek: anlatmak</TD><TD>tefsir: Kur’an ayetlerinin yorumlandığı eser</TD></TR><TR><TD>tevfik etme: bağdaştırma</TD><TD>tezahür: belirme, görünme</TD></TR><TR><TD>tezahürât: görünümler</TD><TD>zâhir: açık, görünürde olan</TD></TR><TR><TD>zâhiren: dış görünüş itibariyle</TD><TD>âlem-i misalî: görüntüler âlemi; bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem</TD></TR><TR><TD>âlem-i şehadet: görünen alem</TD><TD>âyet/âyet-i kerime: Kur’ân’ın herbir cümlesi</TD></TR><TR><TD>âyât: âyetler</TD><TD>âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân ayetleri</TD></TR><TR><TD>îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma</TD><TD>İşârâtü’l-İ’câz: Risale-i Nur külliyatında yer alan eserlerden biri</TD></TR><TR><TD>şâşaalı: gösterişli, göz alıcı</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 127

Ve hikmet-i cedide namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur ve ubûra ve hark ve iltiyâma kabil olmayan, semâvât hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semâvâtın vücudunu adeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip, hakikati tamamıyla gösterememişler.

Kur’ân-ı Hakîmin hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp, hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni-i Zülcelâl yedi kat semâvâtı halk etmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi semâ içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadiste
blank.gif
1
اَلسَّمَاۤءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ denilmiş. Yani, “Semâ, emvâcı karardâde olmuş bir denizdir.” İşte bu hakikat-i Kur’âniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mânâ ile gayet muhtasar bir surette ispat edeceğiz.

Birinci kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki, bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki “esir” dedikleri madde ile doludur.

İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde mevcuttur.

Üçüncüsü: Madde-i esiriye, esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, madde-i esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.

Dördüncüsü: Ecrâm-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki, o ulvî âlemlerin tabakatında



[NOT]Dipnot-1 Tirmizî, 58. Sûrenin tefsiri: 1; Müsned, 2:370; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 3352; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:132.[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD><TD>Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>aklen: akıl bakımından</TD><TD>câmid: katı</TD></TR><TR><TD>câzibe: çekim gücü</TD><TD>dâfia: itme gücü</TD></TR><TR><TD>ecrâm-ı ulviye: gök cisimleri</TD><TD>emvâc: dalgalar</TD></TR><TR><TD>esir/madde-i esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde</TD><TD>evvel: önce</TD></TR><TR><TD>fennen: bilimsel olarak</TD><TD>feza: uzay</TD></TR><TR><TD>feza-yı âlem: uzay</TD><TD>hadd-i vasat: orta çizgi, orta yol</TD></TR><TR><TD>hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD><TD>hakikat: gerçek, doğru</TD></TR><TR><TD>hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın ifade ettiği hakikat</TD><TD>halk etme: yaratma</TD></TR><TR><TD>hararet: ısı, sıcaklık</TD><TD>hark ve iltiyâm: delinme ve deliğin kapanması</TD></TR><TR><TD>havâî: gaz halinde</TD><TD>hikmet-i cedide: yeni felsefe, fen bilimleri</TD></TR><TR><TD>hikmet-i kudsiye: mukaddes, kusursuz ve eksiksiz hikmet</TD><TD>hikmeten: ilim ve fen itibariyle</TD></TR><TR><TD>ifrat: bir şeyde aşırıya gitme</TD><TD>ihtiyar etme: seçme, tercih etme</TD></TR><TR><TD>kabil olmayan: mümkün olmayan</TD><TD>kaide: kural, prensip</TD></TR><TR><TD>kanun: tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide</TD><TD>karardâde olmak: olgunlaşmak, belli bir şekilde karar kılmak</TD></TR><TR><TD>medar: dayanak noktası, kaynak</TD><TD>mevcut: var</TD></TR><TR><TD>muhtasar: kısa, özet</TD><TD>muhtelif: çeşitli</TD></TR><TR><TD>mukabil: karşılık</TD><TD>mâni-i aklî: aklen oluşan engel</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>mâyi: sıvı</TD></TR><TR><TD>mürur ve ubûr: geçiş ve gelip geçme</TD><TD>müşahedeten: gözlemle</TD></TR><TR><TD>nam: ad, isim</TD><TD>nev: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nihayetsiz: sonsuz</TD><TD>nâkil: nakleden, aktaran</TD></TR><TR><TD>nâşir: neşreden, yazıp yayan</TD><TD>rabıta: bağlantı</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>semâ: gökyüzü</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>tefrit: bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalma</TD><TD>tesbih etme: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma</TD></TR><TR><TD>teşekkülât: oluşumlar</TD><TD>ulvî: yüce</TD></TR><TR><TD>vecih: yön</TD><TD>vücud: varlık</TD></TR><TR><TD>ziya: ışık</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 128

muhalefet var. Meselâ, Nehrüssemâ ve Kehkeşan namıyla maruf, Türkçe Samanyolu tabir olunan, bulut şeklindeki daire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi yetişmiş, ermişler. Ve o Kehkeşandaki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar. Tabaka-i sevâbit dahi, sadık bir hads ile, manzume-i şemsiyenin tabakasına muhalefeti görünüyor. Ve hâkezâ, yedi manzumat ve yedi tabaka birbirine muhalif bulunması, his ve hads ile derk olunur.

Beşincisi: Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki, bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnuat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve şekillerde olur. Meselâ, elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem ramad, yani hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüt ediyor. Hem meselâ ateş teşekküle başladığı vakit, hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ müvellidülmâ, müvellidülhumuza ile mezc edildiği vakit, o mezcden hem su, hem buz, hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Demek anlaşılıyor ki, bir madde-i vâhidde teşkilât düşse, tabakata ayrılıyor. Öyleyse, madde-i esiriyede kudret-i fâtıra teşkilâta başladığı için, elbette ayrı ayrı tabaka olarak فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ
blank.gif
1
sırrıyla yedi nevi semâvâtı ondan halk etmiştir.


Altıncısı: Şu mezkûr emâreler, bizzarure, semâvâtın hem vücuduna, hem taaddüdüne delâlet ederler. Madem kat’iyen semâvat müteaddittir. Ve Muhbir-i Sadık, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın lisanıyla yedidir der. Elbette yedidir.

Yedincisi: Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabirat, üslûb-u Arabîde kesreti ifade ettiği için, o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakaları hâvi olabilir.



[NOT]Dipnot-1 “Gökleri yedi kat olarak tanzim etti.” Bakara Sûresi, 2:29.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kehkeşan: (bk. bilgiler – Samanyolu)</TD><TD>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Muhbir-i Sadık: doğruluğunda şüphe bulunmayan haberleri veren Peygamber Efendimiz (a.s.m.)</TD><TD>Nehrüssemâ: (bk. bilgiler – Samanyolu)</TD></TR><TR><TD>Samanyolu: (bk. bilgiler)</TD><TD>bizzarure: kaçınılmaz şekilde</TD></TR><TR><TD>daire-i azîme: büyük daire</TD><TD>delâlet: delil olma, işaret etme</TD></TR><TR><TD>derk olunmak: anlaşılmak, algılanmak</TD><TD>emâre: belirti, işaret</TD></TR><TR><TD>hads: güçlü sezgi, seziş</TD><TD>hadsen: güçlü bir sezgiyle ortaya çıkarak</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>halk etmek: yaratmak</TD></TR><TR><TD>hâkezâ: bunun gibi</TD><TD>hâvi: ihtiva eden, içine alan</TD></TR><TR><TD>istikrâen: eldeki verilerden hareketle genel bir hüküm verme şeklinde</TD><TD>kat’iyen: kesin olarak</TD></TR><TR><TD>kesret: çokluk</TD><TD>kudret-i fâtıra: herşeyin yaratıcısı olan Allah’ın kudreti</TD></TR><TR><TD>küllî: geniş, kapsamlı</TD><TD>madde-i esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde</TD></TR><TR><TD>madde-i vâhid: tek bir madde</TD><TD>manzumat: düzenlemeler, sıralamalar</TD></TR><TR><TD>manzume-i şemsiye: güneş sistemi</TD><TD>maruf: bilinen</TD></TR><TR><TD>masnuat: san’at eseri varlıklar</TD><TD>mezc: karışma, bütünleşme</TD></TR><TR><TD>mezkûr: adı geçen</TD><TD>muhalif: aykırılık gösteren, farklı</TD></TR><TR><TD>muhtelif: çeşitli, farklı</TD><TD>müteaddit: bir çok</TD></TR><TR><TD>müvellidülhumuza: oksijen</TD><TD>müvellidülmâ: hidrojen</TD></TR><TR><TD>nam: ad, isim</TD><TD>nevi: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>ramad: ateş külü</TD><TD>sadık: doğru</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>sevâbit: bulunduğu yerde hep sâbit olarak görülen yıldızlar</TD></TR><TR><TD>taaddüd: çokluk, birden fazla olma</TD><TD>tabaka: kat, katman</TD></TR><TR><TD>tabaka-i sevâbit: yerlerinde sabit olarak duran yıldızlar tabakası</TD><TD>tabakat: katlar, mertebeler</TD></TR><TR><TD>tabir olunan: ifade edilen</TD><TD>tabirat: tabirler, ifadeler</TD></TR><TR><TD>tanzim: düzenleme, düzene koyma</TD><TD>tecrübeten: deneyimle</TD></TR><TR><TD>tevellüt etmek: ortaya çıkmak, doğmak</TD><TD>teşekkül: ortaya çıkma, şekillenme</TD></TR><TR><TD>teşkil/teşkilât: düzenleme ve ıslak etmeye ait çalışma, faaliyet. Teşkilin çoğulu teşkilâttır.</TD><TD>vücud: varlık</TD></TR><TR><TD>üslûb-u Arabî: Arapça ifade biçimi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 129

Elhasıl: Kadîr-i Zülcelâl, esir maddesinden yedi kat semâvâtı halk edip tesviye ederek, gayet dakik ve acip bir nizamla tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer’ edip ekmiştir. Madem Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan umum ins ve cinnin umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin herbir tabakası, herbir âyât-ı Kur’âniyeden hissesini alacak ve âyât-ı Kur’âniye, her tabakanın fehmini tatmin edecek surette, ayrı ayrı ve müteaddit mânâları zımnen ve işareten bulunacaktır.

Evet, hitâbât-ı Kur’âniyenin vüs’ati ve maânî ve işârâtındaki genişliği ve en âmî bir avamdan en has bir havassa kadar derecât-ı fehimlerini mürâât ve mümâşât etmesi gösterir ki, herbir âyetin herbir tabakaya bir veçhi var, bakıyor. İşte bu sırra binaen, “yedi semâvât” mânâ-yı küllîsinde yedi tabaka-i beşeriye, muhtelif yedi kat mânâyı fehmetmişler. Şöyle ki:

فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ
blank.gif
1
âyetinde, kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, havâ-yı nesîmînin tabakatını fehmeder.


Ve kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi, elsine-i enâmda “seb’a-i seyyare” ile meşhur yıldızları ve medarlarını fehmeder.
Daha bir kısım insanlar, küremize benzer zevilhayatın makarrı olmuş semâvî yedi küre-i âharı fehmeder.
blank.gif
2


Diğer bir taife-i beşeriye, manzume-i şemsiyenin yedi tabakaya ayrılmasını, hem manzume-i şemsiyemizle beraber yedi manzumât-ı şümusiyeyi fehmeder.

Daha diğer bir taife-i beşeriye, madde-i esiriyenin teşekkülâtı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder.



[NOT]Dipnot-1 “Gökleri yedi kat olarak tanzim etti.” Bakara Sûresi, 2:29.

Dipnot-2 bk. el-Hâkim, el-Müstedrek: 2:535; et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 28:153-154.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kadîr-i Zülcelâl: kudreti her şeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah</TD><TD>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>acip: hayret verici</TD><TD>avam: halk, sıradan insanlar</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>dakik: ince, derin</TD></TR><TR><TD>derecât-ı fehim: anlayış dereceleri</TD><TD>elhasıl: özet olarak</TD></TR><TR><TD>elsine-i enâm: canlı varlıkların dilleri</TD><TD>esir/madde-i esiriye: kâinatı kapladığına inanılan ince madde</TD></TR><TR><TD>fehm: anlayış, kavrayış</TD><TD>halk etmek: yaratmak</TD></TR><TR><TD>havass: seçkin insanlar</TD><TD>havâ-yı nesîm: atmosfer</TD></TR><TR><TD>hitâbât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın bütün insanlara yönelik hitapları</TD><TD>hutbe-i ezeliye: Allah’ın bütün varlıklara yönelik konuşması</TD></TR><TR><TD>ins ve cin: insanlar ve cinler</TD><TD>işârât: işaretler, belirtiler</TD></TR><TR><TD>kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi</TD><TD>küre: dünya, yerküre</TD></TR><TR><TD>küre-i âhar: başka gezegen</TD><TD>makarr: kalınacak yer, merkez</TD></TR><TR><TD>manzume-i şemsiye: güneş sistemi</TD><TD>manzumât-ı şümusiye: güneşlerin sistemleri</TD></TR><TR><TD>maânî: mânâlar, anlamlar</TD><TD>medar: dayanak noktası, kaynak</TD></TR><TR><TD>muhtelif: çeşitli</TD><TD>mânâ: anlam</TD></TR><TR><TD>mânâ-yı küllî: geniş kapsamlı mânâ</TD><TD>mümâşât etmek: uygun hareket etmek</TD></TR><TR><TD>mürâât etmek: gözetmek, dikkate almak</TD><TD>müteaddit: bir çok, çeşitli</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış, görüş</TD><TD>nev-i beşer: insanlık</TD></TR><TR><TD>nizam: düzen</TD><TD>seb’a-i seyyare: yedi gezegen</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>semâvî: gökyüzünde (uzayda) bulunan</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sır: ince hakikat</TD></TR><TR><TD>tabaka: kat, sınıf</TD><TD>tabaka-i beşer: insanların ayrıldığı sınıfların her biri</TD></TR><TR><TD>tabaka-i insaniye: insan tabakası</TD><TD>taife-i beşeriye: insanlardan oluşan topluluk</TD></TR><TR><TD>tanzim etmek: düzenlemek</TD><TD>tesviye etmek: belli bir şekil vermek</TD></TR><TR><TD>teşekkülât: oluşumlar</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>vecih: yön</TD><TD>vüs’at: genişlik</TD></TR><TR><TD>zer’ etmek: ekmek, dikmek</TD><TD>zevilhayat: canlılar</TD></TR><TR><TD>zımnen: gizlice, dolaylı olarak</TD><TD>âmî: cahil, tahsil görmemiş</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD><TD>âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 130

Daha geniş fikirli bir tabaka-i beşeriye, yıldızlarla yaldızlanıp bütün görünen gökleri bir semâ sayıp, onu bu dünyanın semâsıdır diyerek, bundan başka altı tabaka-i semâvat var olduğunu fehmeder.
Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise, semâvât-ı seb’ayı âlem-i şehadete münhasır görmüyor; belki avâlim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misaliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semâvâtın var olduğunu fehmeder.

Ve hâkezâ, bu âyetin külliyetinde, mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat mânâları gibi daha çok cüz’î mânâları vardır. Herkes fehmine göre hissesini alır ve o mâide-i semâviyeden herkes rızkını bulur.
Madem o âyetin böyle pek çok sadık mâsadakları var. Şimdiki akılsız feylesofların ve serseri kozmoğrafyalarının, inkâr-ı semâvât bahanesiyle böyle âyete taarruz etmesi, haylâz ahmak çocukların semâvâttaki yıldızlara bir yıldızı düşürmek niyetiyle taş atmasına benzer. Çünkü âyetin mânâ-yı küllîsinden birtek mâsadak sadıksa, o küllî mânâ sadık ve hak olur. Hattâ vâkide bulunmayan, fakat umumun lisanında mütedâvil bulunan bir ferdi, umumun efkârını mürâât için o küllîde dahil olabilir. Halbuki, hak ve hakikî çok efradını gördük. Ve şimdi bu insafsız ve haksız coğrafyaya ve sersem ve sermest ve sarhoş kozmoğrafyaya bak: Nasıl bu iki fen hata ederek, hak ve hakikat ve sadık olan küllî mânâdan gözlerini yumup ve çok sadık olan mâsadakları görmeyerek hayalî bir acip ferdi, mânâ-yı âyet tevehhüm ederek âyete taş attılar, kendi başlarını kırdılar, imanlarını uçurdular!

Elhasıl: Kıraat-ı seb’a,
blank.gif
1
vücuh-u seb’a ve mucizât-ı seb’a ve hakaik-i seb’a ve erkân-ı seb’a üzerine nâzil olan Kur’ân semâsının o yedişer tabakalarına cin ve




[NOT]Dipnot-1 bk. Buhârî, Fezâilü’l-Kurân: 5, 27, Tevhîd: 53; Müslim, Salâtü’l-misâfirîn: 270; Tirmizî, Kırâat: 2.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>acip: hayret verici</TD><TD>ahmak: akılsız</TD></TR><TR><TD>avâlim-i dünyeviye: dünyadaki âlemler</TD><TD>avâlim-i gaybiye: bilinmeyen ve görünmeyen âlemler</TD></TR><TR><TD>avâlim-i misaliye: bütün varlıkların yansımasının bulunduğu âlemler</TD><TD>avâlim-i uhreviye: âhiret âlemleri</TD></TR><TR><TD>cüz’î: ferdî, küçük, dar kapsamlı</TD><TD>efkâr: fikirler, düşünceler</TD></TR><TR><TD>efrad: fertler, bireyler</TD><TD>elhasıl: kısaca, özetle</TD></TR><TR><TD>erkân-ı seb’a: yedi temel</TD><TD>fehm: anlayış, kavrayış</TD></TR><TR><TD>filozof: felsefeci</TD><TD>hak: doğru gerçek</TD></TR><TR><TD>hakaik-i seb’a: yedi hakikat</TD><TD>hayalî: hayale dayalı</TD></TR><TR><TD>haylâz: yaramaz</TD><TD>hâkezâ: bunun gibi</TD></TR><TR><TD>ihata: içine alma, kapsama</TD><TD>inkâr-ı semâvât: gökyüzündeki tabakaları kabul etmeme</TD></TR><TR><TD>kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi</TD><TD>külliyet: kapsamlılık, genellik</TD></TR><TR><TD>kıraat-ı seb’a: Kur’ân’ın yedi türlü okunuş şekli</TD><TD>lisan: dil</TD></TR><TR><TD>mezkûr: adı geçen</TD><TD>mucizât-ı seb’a: yedi mucize</TD></TR><TR><TD>muhit: herşeyi içine alan, kuşatan</TD><TD>mâide-i semâviye: Allah tarafından kullarına sunulan mânevî sofra</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>mânâ-yı küllî: geniş kapsamlı mânâ</TD></TR><TR><TD>mânâ-yı âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesinin ifade ettiği anlam</TD><TD>mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı</TD></TR><TR><TD>münhasır: sınırlı</TD><TD>mürâât: gözetme, dikkate alma</TD></TR><TR><TD>mütedâvil: dilden dile dolaşan</TD><TD>nev-i beşer: insanlık</TD></TR><TR><TD>nâzil olan: inen</TD><TD>sadık: doğru</TD></TR><TR><TD>sakf: çatı, tavan</TD><TD>semâ: gökyüzü</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>semâvât-ı seb’a: yedi kat gök</TD></TR><TR><TD>sermest: başı dönmüş, kendinden geçmiş</TD><TD>taarruz etmek: karşı çıkmak</TD></TR><TR><TD>tabaka: kat, sınıf</TD><TD>tabaka-i beşeriye: insanların ayrıldığı sınıfların her biri</TD></TR><TR><TD>tabaka-i semâvât: gökyüzü tabakaları</TD><TD>taife: grup, topluluk</TD></TR><TR><TD>tevehhüm etme: sanma, kuruntuya kapılma</TD><TD>umum: genel</TD></TR><TR><TD>vâki: gerçekleşmiş</TD><TD>vücuh-u seb’a: yedi vecih; Kur’ân’ın yedi türlü okunuş şekli</TD></TR><TR><TD>âlem-i şehadet: gözle gördüğümüz âlem</TD><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On İkinci Lem'a - Sayfa 131

şeyâtîn hükmündeki itikadsız maddî fikirler çıkamadıklarından, âyâtın nücumunda ne var, ne yok bilmeyip, yalan ve yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o âyâtın nücumundan mezkûr tahkikat gibi şahaplar inerler ve onları yakarlar.

Evet, cin fikirli feylesofların felsefesiyle o semâvât-ı Kur’âniyeye çıkılmaz. Belki, âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin miracıyla ve iman ve İslâmiyetin kanatlarıyla çıkılabilir.


اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى شَمْسِ سَمَاۤءِ الرِّسَالَةِ وَقَمَرِ فَلَكِ النُّبُوَّةِ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ نُجُومِ الْهُدٰى لِمَنِ اهْتَدٰى
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2


اَللّٰهُمَّ يَارَبَّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ زَيِّنْ قُلُوبَ كَاتِبِ هٰذِهِ
الرِّسَالَةِ وَرُفَقَائِهِ بِنُجوُمِ حَقَائِقِ الْقُرْاٰنِ وَاْلاِيمَانِ اٰمِينَ
blank.gif
3




endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1 Allahım! Risalet semâsının güneşi ve nübüvvet feleğinin ayı olan zât ile, doğru yola erişenlerin hidayet yıldızları olan âl ve ashabına salât et.
Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3 Ey göklerin ve yerin Rabbi olan Allahım! Bu risalenin kâtibi ile arkadaşlarının kalblerini Kur’ân hakikatlerinin yıldızlarıyla süslendir. Âmin.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>feylesof: filozof, felsefeci</TD><TD>hikmet-i hakikiye: felsefenin karşısında Kur’ân’ın koyduğu gerçek hikmet</TD></TR><TR><TD>itikadsız: inançsız</TD><TD>maddî: maddeyle alâkalı</TD></TR><TR><TD>mezkûr: adı geçen</TD><TD>miraç: yükseliş</TD></TR><TR><TD>nücum: yıldızlar</TD><TD>semâvât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın yüce makam ve dereceleri</TD></TR><TR><TD>tahkikat: araştırmalar</TD><TD>âyât: âyetler</TD></TR><TR><TD>şahap: göktaşı, meteor</TD><TD>şeyâtin: şeytanlar</TD></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst