On Birinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member
On Birinci Lem’a

Mirkatü’s-Sünne ve Tiryaku Marazı’l-Bid’a

besmele.jpg

لَقَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ
blank.gif
1

Şu âyetin birinci makamı Minhâcü’s-Sünnet, ikinci makamı Mirkatü’s-Sünnettir.

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
blank.gif
2

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ
blank.gif
3

Bu iki âyet-i azîmenin yüzer nüktesinden on bir nüktesi icmâlen beyan edilecek.

BİRİNCİ NÜKTE

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ
blank.gif
4

Yani, “Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”



[NOT]
Dipnot-1 “Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” Tevbe Sûresi, 9:128.

Dipnot-2 “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.

Dipnot-3 “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

Dipnot-4
İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi’l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:282.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Minhâcü’s-Sünnet: Peygamberimizin sünnetine uyma metodu, sünnetin yolu</TD></TR><TR><TD>Mirkatü’s-Sünne: sünnetin merdiveni; sünnetin dereceleri</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Tiryaku Marazı’l-Bid’a: İslâmiyetin aslında olmayıp sonradan dine sokulan, Kur’ân’a ve Sünnete muhalif manevî hastalıkların ilâcı, panzehiri</TD><TD>beyan etme: açıklama</TD></TR><TR><TD>ecir: sevap</TD><TD>ferman etmek: buyurmak</TD></TR><TR><TD>fesâd-ı ümmet: İslâm ümmetinin bozulup iyi özelliklerini kaybetmesi</TD><TD>icmâlen: kısaca, özetle</TD></TR><TR><TD>makam: bölüm, derece</TD><TD>nükte: ince mânâlı söz</TD></TR><TR><TD>sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>temessük etmek: sıkıca sarılmak</TD></TR><TR><TD>âyet-i azîme: büyük ve yüce âyet</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 102

Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid’aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhi hâtırasına inkılâp eder. Hattâ en küçük bir muamelede, hattâ yemek,
blank.gif
1
içmek
blank.gif
2
ve yatmak
blank.gif
3
âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.


İşte, bu sırra binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.

İKİNCİ NÜKTE

İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (r.a.) demiş ki: “Ben seyr-i ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli, en letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakâtın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.”
blank.gif
4





[NOT]Dipnot-1 bk. Tirmizî, Et’ime: 47; Ebû Dâvud, Eşribe: 15; İbni Mâce, Et’ime: 7; Müsned: 6:143, 207, 265.
Dipnot-2 bk. Buhârî, Eşribe: 26; Müslim; Eşribe: 122-123; Tirmizî, Eşribe: 14.

Dipnot-3 bk. Buhârî, Deavât: 8; Tirmizî, Deavât: 29; Ebû Dâvud, Edeb: 177.

Dipnot-4 bk. İmam-ı Rabbânî, el-Mektûbât: 1:240 (260. Mektup)

[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>amel: iş, davranış</TD><TD>bid’a: sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan dine zarar verici şey</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>edeb: terbiye, güzel ahlâk</TD></TR><TR><TD>ehemmiyetli: önemli</TD><TD>emniyetli: güvenli</TD></TR><TR><TD>esas-ı tarikat: tarikatın temeli, kökü</TD><TD>evliya: Allah dostları</TD></TR><TR><TD>fesâd-ı ümmet: İslâm ümmetinin bozulup iyi özelliklerini kaybetmesi</TD><TD>fıtrî: Allah’ın yaratılışa ait koyduğu kanunlar</TD></TR><TR><TD>has: özel, seçkin</TD><TD>haşmetli: büyük, görkemli</TD></TR><TR><TD>hususan: özellikle</TD><TD>huzur-u İlâhi: kulun kendisini Allah’ın huzurunda hissetmesi</TD></TR><TR><TD>ihsas etmek: hissettirmek</TD><TD>ihtar: hatırlatma</TD></TR><TR><TD>inkılâp etme: değişme, dönüşme</TD><TD>istilâ: işgal altına alma</TD></TR><TR><TD>ittibâ: uyma</TD><TD>ittibâ etme: tâbi olma, bağlanma</TD></TR><TR><TD>ittihaz etmek: edinmek, kabullenmek</TD><TD>kat-ı merâtip: manevî derece ve mertebelere yükselme</TD></TR><TR><TD>kıymettar: değerli</TD><TD>letâfetli: güzel, hoş</TD></TR><TR><TD>muamele: davranış, uygulama</TD><TD>muhteşem: ihtişamlı, görkemli</TD></TR><TR><TD>mürâât etmek: uymak, uygulamak</TD><TD>müteveccih olmak: yönelmek</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit, tür</TD><TD>nükte: ince mânâlı söz</TD></TR><TR><TD>sair: başka</TD><TD>semeredar: meyveli, verimli</TD></TR><TR><TD>sevabdar: sevaplı </TD><TD>seyr-i ruhanî: manevî ve rûhânî makamlarda seyahat</TD></TR><TR><TD>tabakat-ı evliyâ: velilerin sınıfları, derceleri</TD><TD>tabakât: dereceler</TD></TR><TR><TD>takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak</TD><TD>tasavvur etmek: düşünmek, hayal etmek</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok</TD><TD>âdet: alışkanlık</TD></TR><TR><TD>âdi: sıradan</TD><TD>âdâb: davranış kuralları</TD></TR><TR><TD>âdât: âdetler, alışkanlıklar</TD><TD>âmi: halktan biri</TD></TR><TR><TD>İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî: (bk. bilgiler – İmâm-ı Rabbânî)</TD><TD>Şâri-i Hakikî: şeriatın kurucusu ve gerçek sahibi olan Allah (c.c.)</TD></TR><TR><TD>şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet; İlâhî kanun, İslâmiyet</TD><TD>şer’î: dinin emri olan</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 103

Evet, Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî hak söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan, Habibullahın zılli altında makam-ı mahbubiyete mazhardır.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gayet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyya’dan serâya, kâh serâdan Süreyya’ya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.

İşte, o zaman müşahede ettim ki, Sünnet-i Seniyyenin meseleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-i ruhiyede, çok tazyikat altında, gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle, tereddütlerden ve vesveselerden, yani, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum. İşte o zamanlarımda İmam-ı Rabbânînin hükmünü bilmüşahede tasdik ettim.


DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Bir zaman rabıta-i mevtten ve 1 اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenâsından gelen bir hâlet-i ruhiyeden, kendimi acip bir âlemde




[NOT]Dipnot-1 “Ölüm gerçektir.” bk. Ahmed b. Muhammed, Kitâbü Usûli’d-Dîn 1:213; el-Kınnevcî, Katfü’s-semer fî Beyânî Akîdeti Ehli’l-eser: 1:121.
[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Habibullah: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Müceddid-i Elf-i Sâni: aslına uygun şekilde zamanın şartlarına göre dini yeniden yorumlayan hicrî ikinci bin yılının âlimi</TD></TR><TR><TD>Said/Eski Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>Süreyya: Ülker yıldızı</TD><TD>acip: tuhaf</TD></TR><TR><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD><TD>esas: temel, asıl</TD></TR><TR><TD>fenâ: yok olma</TD><TD>hadsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>hak: doğru, gerçek</TD><TD>hakaik: hakikatler, gerçekler</TD></TR><TR><TD>hatt-ı hareket: takip edilecek yol</TD><TD>hiffet: hafiflik</TD></TR><TR><TD>hâlet: durum, hal</TD><TD>hâlet-i ruhiye: insanın ruh hâli, psikolojik durumu</TD></TR><TR><TD>ittibâ etmek: uymak</TD><TD>kaziye: hüküm, önerme</TD></TR><TR><TD>kâh: bazan</TD><TD>makam-ı mahbubiyet: Allah’ın sevgisini kazanma makamı</TD></TR><TR><TD>maslahat: fayda, yarar</TD><TD>mazhar olma: erişme, elde etme</TD></TR><TR><TD>mânevî: mânâya ait, maddî olmayan</TD><TD>müşahede etmek: görmek, gözlemlemek</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış açısı</TD><TD>nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu</TD></TR><TR><TD>nükte: ince mânâlı söz</TD><TD>rabıta-i mevt: ölümü ve dünyanın fânî olduğunu düşünerek nefsin aldatmacalarından kurtulma yöntemi</TD></TR><TR><TD>selâmet: esenlik, güven</TD><TD>serâ: yer, dünya</TD></TR><TR><TD>seyahat-i ruhiye: ruhla yapılan manevî yolculuk</TD><TD>sukut: düşme</TD></TR><TR><TD>suud: yükselme</TD><TD>tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak</TD></TR><TR><TD>tazyikat: baskılar, sıkıntılar</TD><TD>tereddüt: şüphe</TD></TR><TR><TD>teslimiyet: bağlılık, kendini Allah’ın iradesine bırakma</TD><TD>vesvese: şüphe, asılsız kuruntu</TD></TR><TR><TD>zeval: kaybolma</TD><TD>zulümat: karanlıklar</TD></TR><TR><TD>zıll: gölge</TD><TD>âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen</TD></TR><TR><TD>âdâb: davranış kuralları</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR><TR><TD>İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)</TD></TR></TBODY></TABLE><TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 104

gördüm. Baktım ki, ben bir cenazeyim, üç mühim büyük cenazenin başında duruyorum.

Birisi: Benim hayatımla alâkadar ve mazi kabrine giren zîhayat mahlûkatın heyet-i mecmuasının cenaze-i mâneviyesi başında bir mezar taşı hükmündeyim.

İkincisi: Küre-i arz mezaristanında, nev-i beşerin hayatıyla alâkadar envâ-ı zîhayatın heyet-i mecmuasının mazi mezarına defnedilen azîm cenazenin başında bulunan, mezar taşı olan bu asrın yüzünde çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek bir karıncayım.

Üçüncüsü: Şu kâinatın kıyamet vaktinde ölmesi, muhakkaku’l-vuku olduğu için, nazarımda vâki hükmüne geçti. O azîm cenazenin sekeratından dehşet ve vefatından beht ve hayret içinde kendimi görmekle beraber, istikbalde de muhakkaku’l-vuku olan vefatım o zaman vuku buluyor gibi göründü ve 1 فَاِنْ تَوَلَّوْا
blank.gif
ilh. sırrıyla, bütün mevcudat, bütün mahbubat, benim vefatımla bana arkalarını çevirip beni terk ettiler, yalnız bıraktılar. Hadsiz bir deniz suretini alan ebed tarafındaki istikbale ruhum sevk ediliyordu. O denize ister istemez atılmak lâzım geliyordu.


İşte, o pek acip ve çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’ân’dan gelen bir medetle,
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
blank.gif
2
âyeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemâl-i emniyetle ve sürurla o âyetin içine girdi.

Evet, anladım ki, âyetin mânâ-yı sarihinden başka bir mânâ-yı işarîsi beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekînet verdi.

Evet, nasıl ki mânâ-yı sarihi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma der: “Eğer ehl-i dalâlet arka verip senin şeriat ve sünnetinden i’raz edip Kur’ân’ı


[NOT]Dipnot-1 “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa.” Tevbe Sûresi, 9:129.
Dipnot-2 “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.

[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>acip: tuhaf, şaşkınlık veren</TD><TD>alâkadar: ilgili</TD></TR><TR><TD>azîm: büyük, yüce</TD><TD>beht: şaşkınlık</TD></TR><TR><TD>cenaze-i mâneviye: manevi cenaze</TD><TD>defnetmek: gömmek</TD></TR><TR><TD>ebed: sonsuzluk</TD><TD>ehemmiyetli: önemli</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>envâ-ı zîhayat: canlı türleri</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sayısız</TD><TD>heyet-i mecmua: genel yapı, bütün</TD></TR><TR><TD>hâlet: durum, hal</TD><TD>istikbal: gelecek zaman</TD></TR><TR><TD>i’raz: yüz çevirme</TD><TD>kemâl-i emniyet: tam anlamıyla güven veren</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>küre-i arz: yeryüzü, dünya</TD></TR><TR><TD>kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması</TD><TD>mahbubat: sevilen şeyler</TD></TR><TR><TD>mahlûkat: varlıklar</TD><TD>mazi: geçmiş zaman</TD></TR><TR><TD>medet: yardım</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>muhakkaku’l-vuku: gerçekleşmesi kesin olan</TD><TD>mânâ-yı işarî: işaretlerle ifade edilen mânâ</TD></TR><TR><TD>mânâ-yı sarih: açık mânâ</TD><TD>nev-i beşer: insanlar, insanlık</TD></TR><TR><TD>sekerat: can çekişme anı</TD><TD>sekînet verme: sakinleştirme</TD></TR><TR><TD>selâmetli: güvenli</TD><TD>sevk edilmek: gönderilmek</TD></TR><TR><TD>sükûnet bulmak: sakinleşmek</TD><TD>sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>sürur: mutluluk, sevinç</TD><TD>vuku bulmak: gerçekleşmek, meydana gelmek</TD></TR><TR><TD>vâki: meydana gelen</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle</TD><TD>şeriat: Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 105

dinlemeseler, merak etme. Ve de ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize, ittibâ edecekleri yetiştirir. Taht-ı saltanatı herşeyi muhittir; ne âsiler hududundan kaçabilirler ve ne de istimdat edenler medetsiz kalırlar.”

Öyle de, mânâ-yı işarîsiyle der ki: “Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden mufarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terk edip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme. De ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, herşey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. Onun başka memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm Sahibi, nihayetsiz cünud ve askerinden, başkalarını gönderir. Ve mezaristana girenler mahvolmadılar; başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka vazifedarları gönderir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarik-i hakkı takip edecek muti kullarını gönderebilir. Madem öyledir; O herşeye bedeldir, bütün eşya birtek teveccühüne bedel olamaz” der.

İşte, şu mânâ-yı işarî vasıtasıyla, bana dehşet veren üç müthiş cenaze, başka şekil aldılar. Yani, hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil, hem Kadîr bir Zât-ı Zülcelâlin taht-ı tedbir ve rububiyetinde ve hikmet ve rahmeti içinde hikmetnümâ bir seyeran, ibretnümâ bir cevelân, vazifedârâne bir seyahat suretinde bir seyrüseferdir, bir terhis ve tavziftir ki, böylece kâinat çalkalanıyor, gidiyor, geliyor.

BEŞİNCİ NÜKTE

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ
blank.gif
1
âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet



[NOT]Dipnot-1
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Arş-ı Azîm: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer</TD><TD>Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah</TD></TR><TR><TD>Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah</TD><TD>Rahîm: her bir varlığa ayrı ayrı rahmet ve şefkatini gösteren Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve büyüklük sahibi ve şanı yüce Allah</TD><TD>adem: hiçlik, yokluk</TD></TR><TR><TD>bedel: karşılık</TD><TD>cevelân: dolaşma</TD></TR><TR><TD>cünud: askerler</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar</TD><TD>fenâ: geçip gitme, yok olma</TD></TR><TR><TD>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması</TD><TD>hikmetnümâ: hikmetli, anlamlı</TD></TR><TR><TD>hudud: sınır</TD><TD>ibretnümâ: ibret ve ders verici</TD></TR><TR><TD>istimdat: yardım dileme</TD><TD>ittibâ etmek: uymak, tabi olmak</TD></TR><TR><TD>ittibâ-ı sünnet: Peygamberimizin sünnetine tabi olma</TD><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD></TR><TR><TD>medet: yardım</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mufarakat: ayrılık</TD><TD>muhit: herşeyi içine alan, kuşatan</TD></TR><TR><TD>muti: itaat eden</TD><TD>mânâ-yı işarî: asıl anlamın dışında, işaret edilen diğer anlam</TD></TR><TR><TD>mürşid: doğru yol gösteren</TD><TD>nihayetsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>nükte: ince anlamlı söz</TD><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>rububiyet: Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması</TD><TD>seyeran: seyahat, gezi</TD></TR><TR><TD>seyrüsefer: gezip dolaşma</TD><TD>taht-ı saltanat: saltanat ve hakimiyet altında tutulan yerler</TD></TR><TR><TD>taht-ı tedbir: yönetim ve idaresi altında tutulan alan</TD><TD>tarik-i hak: hak ve hakikat yolu</TD></TR><TR><TD>tavzif: görevlendirme</TD><TD>terhis: göreve son verme</TD></TR><TR><TD>teveccüh: ilgi, yönelme</TD><TD>tevekkül etmek: Allah’a dayanmak ve güvenmek</TD></TR><TR><TD>vazifedar: görevli</TD><TD>vazifedârâne: vazifeli bir şekilde</TD></TR><TR><TD>zulümat: karanlıklar</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>Âdil: adaletle iş gören, sonsuz adalet sahibi Allah</TD><TD>âlem: dünya</TD></TR><TR><TD>âsi: isyan eden</TD><TD>âyet-i azîme: büyük ve yüce âyet</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 106

ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat’î bir kıyasıdır. Şöyle ki:

Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: “Eğer güneş çıksa gündüz olacak.” Müsbet netice için denilir: “Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür.” Menfi netice için deniliyor: “Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış.” Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice kat’îdirler.

Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.

Evet, Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.

Evet, bu kâinatı bu derece in’âmât ile dolduran Zât-ı Kerîm-i Zülcemâl, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mucizât-ı san’atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette, bilbedâhe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini Kendine muhatap ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecelliyât-ı cemal ve kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemîl-i Zülkemal, elbette, bilbedâhe, sevdiği ve izharını istediği cemal ve kemal ve esmâ ve san’atının en câmi ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, herhalde en ekmel bir vaziyet‑i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine nümune-i imtisal edip herkesi onun ittibâına sevk edecek. Tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Habibullah: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>Zât-ı Cemîl-i Zülkemal: sonsuz mükemmellik ve güzellik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve büyüklük sahibi olan ve her şeyi hikmetle yaratan Allah</TD><TD>Zât-ı Kerîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve cömertlik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>bedihî: açık, aşikâr</TD><TD>bilbedâhe: açık bir şekilde </TD></TR><TR><TD>bilâşüphe: hiç şüphesiz, kuşkusuz</TD><TD>cemâl: güzellik</TD></TR><TR><TD>câmi: kapsamlı</TD><TD>ekmel: en mükemmel</TD></TR><TR><TD>esmâ: Allah’ın isimleri</TD><TD>had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak</TD></TR><TR><TD>ibâd: kullar</TD><TD>intaç etmek: sonuç vermek</TD></TR><TR><TD>in’âmât: nimetler</TD><TD>itaat etme: emre uyma</TD></TR><TR><TD>ittibâ etmek: uymak, tabi olmak</TD><TD>izhar eden: gösteren</TD></TR><TR><TD>kat’î: kesin olarak</TD><TD>kemâl: mükemmellik</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>kıyas: karşılaştırma yöntemi</TD></TR><TR><TD>kıyas-ı istisnâî: neticesi veya tersi bizzat kendi içerisinde zikredilen kıyas şekli</TD><TD>kıyâsât-ı mantıkıye: mantık ilminde kullanılan kıyas yöntemleri</TD></TR><TR><TD>makbul: kabul edilen</TD><TD>mazhar eden: kavuşturan</TD></TR><TR><TD>medar: eksen, kaynak</TD><TD>menfi: olumsuz, negatif</TD></TR><TR><TD>mikyas: ölçü</TD><TD>mucizât-ı san’at: sanat mucizeleri</TD></TR><TR><TD>muhabbet: sevgi</TD><TD>muhabbetullah: Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi</TD></TR><TR><TD>muhatap: hitap edilen</TD><TD>mübelliğ: tebliğ eden, bildiren</TD></TR><TR><TD>mümtaz: seçkin, üstün</TD><TD>müsbet: olumlu, pozitif</TD></TR><TR><TD>müstakim: dosdoğru olan</TD><TD>nümune-i imtisal: örnek alınacak model</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>sevk etme: gönderme</TD></TR><TR><TD>tecelliyât-ı cemal ve kemâlât: İlâhî mükemmelliklerin ve güzelliklerin yansımaları</TD><TD>tezyin eden: süsleyen</TD></TR><TR><TD>vaziyet: durum, hal</TD><TD>vaziyet-i ubudiyet: kulluk vaziyeti</TD></TR><TR><TD>zarurî: zorunlu, gerekli</TD><TD>zât: kişi</TD></TR><TR><TD>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli</TD><TD>âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 107

Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor.

ALTINCI NÜKTE

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ
blank.gif
1
Yani,
blank.gif
2
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrıyla, kavaid-i Şeriat-ı Garrâ ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir.


Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var.
blank.gif
3
Bir kısmı vâciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevâfil nev’indendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır:


Bir kısmı, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı, “âdâb” tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid’a denilmez; fakat âdâb-ı Nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edepten istifade etmemektir. Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede Resul-i



[NOT]Dipnot-1 “Her bid’at dalâlettir ve her dalâlet Cehennem ateşindedir.” Müslim, Cum’a: 43; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Nesâî, Î’deyn: 22; İbn-i Mâce, Mukaddime: 6, 7; Dârimî, Mukaddime: 16, 23; Müsned, 3:310, 371, 4:126, 127.
Dipnot-2 “Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim.” Mâide Sûresi, 5:3.

Dipnot-3 bk. Dârimî, Mukaddime: 49; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat: 4:215; ed-Deylemî, el-Müsned: 2:345.

[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Muhabbetullah: Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Siyer-i Seniyye: Hz. Peygamber’in (a.s.m.) yüksek ahlâk ve vasıflarına dair yazılan kitap</TD></TR><TR><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>beyan: açıklama</TD></TR><TR><TD>bid’a/bid’at: dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey</TD><TD>cihet: şekil, yön</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>desâtir-i Sünnet-i Seniyye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünnetiyle ilgili prensipler</TD></TR><TR><TD>düstur: kural, prensip</TD><TD>edep: terbiye, güzel ahlâk</TD></TR><TR><TD>elhasıl: sonuç olarak</TD><TD>ferman etmek: buyurmak</TD></TR><TR><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD><TD>hâşâ ve kellâ: asla, kesinlikle öyle değil</TD></TR><TR><TD>icad: var etme, ortaya çıkarma</TD><TD>intaç etme: sonuç verme</TD></TR><TR><TD>istifade etmek: faydalanmak, yararlanmak</TD><TD>istilzam etme: gerekli görme</TD></TR><TR><TD>ittibâ: uyma, tabi olma</TD><TD>kavaid-i Şeriat-ı Garrâ: parlak ve nurlu olan İslam şeriatının kuralları</TD></TR><TR><TD>kemâl: kusursuzluk, mükemmellik</TD><TD>merâtib: mertebeler, dereceler</TD></TR><TR><TD>muamelât-ı fıtriye: doğuştan gelen, fıtrî olan davranışlar, işler</TD><TD>muhalefet etmek: aykırı davranmak</TD></TR><TR><TD>muhkemat: kesin hükümler içeren emir ve yasaklar</TD><TD>nev: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nevâfil: nafileler, farz ve vacip ibadetlerin dışında kalan ibadetler</TD><TD>nâkıs: eksik, noksan</TD></TR><TR><TD>nükte: ince anlamlı söz</TD><TD>tabir edilme: adlandırılma</TD></TR><TR><TD>tafsilât: ayrıntılar</TD><TD>takdir etmek: bir şeye gerekli değeri göstermek</TD></TR><TR><TD>tağyir: değiştirme</TD><TD>tebeddül etmek: değişmek</TD></TR><TR><TD>tâbi: bağlı</TD><TD>vaziyet: durum, hal</TD></TR><TR><TD>veyl: yazık</TD><TD>vâcip: dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok</TD><TD>âdâb: edep ve görgü kuralları</TD></TR><TR><TD>âdâb-ı Nebevîye: Hz. Peygamberin (a.s.m.) göstermiş olduğu hal, davranış ve ahlâk kâideleri</TD><TD>âdât: âdetler, gelenekler</TD></TR><TR><TD>Şeriat-ı Garrâ: parlak ve nurlu İslâm şeriatı</TD><TD>şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 108

Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle malûm olan harekâtına ittibâ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere “âdâb” tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.

Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.

YEDİNCİ NÜKTE

Sünnet-i Seniyye edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
blank.gif
1
اَدَّبَنِى رَبِّى فَاَحْسَنَ تَاْدِيبِى Yani, “Rabbim bana edebi güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.”


Evet, siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat’iyen anlar ki, edebin envâını, Cenâb-ı Hak, Habibinde cem etmiştir.
blank.gif
2
Onun Sünnet-i Seniyyesini terk eden, edebi terk eder.
blank.gif
3
بِى اَدَبْ مَحْرُومْ بَاشَدْ اَزْ لُطْفِ رَبْ kaidesine mâsadak olur, hasâretli bir edepsizliğe düşer.


Sual: Herşeyi bilen ve gören ve hiçbir şey Ondan gizlenemeyen Allâmü’l-Guyûba
blank.gif
4



[NOT]Dipnot-1 el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:224; İbni Teymiye, Mecmûu Fetâvâ, 18:375; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:70.

Dipnot-2 bk. Kalem Sûresi, 68:4.

Dipnot-3 Edepsiz kişi Allah’ın lütfundan mahrum olur.

Dipnot-4 bk. Mâide Sûresi, 5:109, 106; Tevbe Sûresi, 9:78; Sebe Sûresi, 34:48.

[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Habib: Allah’ın en sevgili kulu olan Hz. Peygamber (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>alâmet: belirti, işaret</TD></TR><TR><TD>beyan etmek: açıklamak</TD><TD>cem etmek: toplum</TD></TR><TR><TD>cemaat: topluluk</TD><TD>cemiyet: toplum, topluluk</TD></TR><TR><TD>düstur: kural, prensip</TD><TD>edep: terbiye, güzel ahlâk</TD></TR><TR><TD>ehemmiyetli: önemli</TD><TD>envâ: neviler, türler</TD></TR><TR><TD>ferman etmek: buyurmak</TD><TD>feyiz: mânevî gıda, bereket</TD></TR><TR><TD>harekât: hareketler</TD><TD>hasâret: zarar</TD></TR><TR><TD>hukuk-u umumiye: kamu hukuku</TD><TD>hâlât: durumlar, haller</TD></TR><TR><TD>ihsan etmek: bağışlamak</TD><TD>istifade etmek: faydalanmak</TD></TR><TR><TD>ittibâ etmek: uymak, tabi olmak</TD><TD>kaide: düstur, prensip</TD></TR><TR><TD>kat’i: kesin</TD><TD>malûm: bilinen</TD></TR><TR><TD>mes’ul: sorumlu</TD><TD>muaşeret: birlikte yaşayıp iyi geçinmek</TD></TR><TR><TD>mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı</TD><TD>mürâât: gözetme, koruma</TD></TR><TR><TD>nafile: farz ve vacip ibadetinin dışında kalan ibadetler</TD><TD>nevi: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nükte: ince anlamlı söz</TD><TD>riyâ: gösteriş</TD></TR><TR><TD>siyer-i Nebeviye: Hz. Peygamberin (a.s.m.) yüksek ahlâk ve vasıflarına dair yazılan kitap</TD><TD>suret: şekil, biçim</TD></TR><TR><TD>taallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmak</TD><TD>tabir etme: açıklama, yorumlama</TD></TR><TR><TD>tahattur etmek: hatırlatmak</TD><TD>tevatür: yalan söylemeleri imkansız olan kişilerce nakledilen haber</TD></TR><TR><TD>ubudiyet: kulluk</TD><TD>umum: bütün, genel</TD></TR><TR><TD>umumen: bütünüyle</TD><TD>âdâb: edep ve görgü kuralları</TD></TR><TR><TD>şeâir: işaretler, İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler</TD></TR></TBODY></TABLE><TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 109

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?>karşı edep nasıl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâletler Ondan gizlenemez. Edebin bir nev’i tesettürdür, mucib-i istikrah hâlâtı setretmektir. Allâmü’l-Guyûba karşı tesettür olamaz.

Elcevap: Evvelâ, Sâni-i Zülcelâl nasıl ki kemâl-i ehemmiyetle san’atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celb ediyor. Öyle de, mahlûkatını ve ibâdını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemîl ve Müzeyyin ve Lâtîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilâf-ı edep oluyor. İşte, Sünnet-i Seniyyedeki edep, o Sâni-i Zülcelâlin esmâlarının hudutları içinde bir mahz-ı edep vaziyetini takınmaktır.

Saniyen: Nasıl ki bir tabip, doktorluk noktasında, bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir, hilâf-ı edep denilmez. Belki, edeb-i tıp öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabip, recüliyet ünvanıyla yahut vâiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâmahremlere bakamaz, ona gösterilmesini edep fetvâ veremez. Ve o cihette ona göstermek hayâsızlıktır. Öyle de, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsı var; herbir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ, Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusûrâtın bulunmasını iktiza ettikleri gibi, Cemîl ismi de çirkinliği görmek istemez. Lâtîf, Kerîm, Hakîm, Rahîm gibi esmâ-i cemâliye ve kemâliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler. Ve o esmâ-i cemâliye ve kemâliye ise, melâike ve ruhanî ve cin ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edepleriyle göstermek isterler. İşte, Sünnet-i Seniyyedeki âdâb, bu ulvî âdâbın işaretidir ve düsturlarıdır ve nümuneleridir.





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Allâmü’l-Guyûb: gizli olan herşeyi bilen ve ilminden hiçbir şey gizli kalmayan Allah</TD><TD>Cemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Gaffâr: kulların günahlarını çok affeden, bağışlayan, bağışlaması bol olan Allah</TD><TD>Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah</TD></TR><TR><TD>Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah</TD><TD>Lâtîf: yarattığı varlıklara çok lütuf ve ihsanda bulunan, herşeyi şirin inceliklerle süsleyen ve bütün sırları, incelikleri bilen Allah</TD></TR><TR><TD>Müzeyyin: herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah</TD><TD>Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Settâr: kullarının bütün kusurlarını örten, ayıplarını en çok gizleyen Allah</TD><TD>Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>celb etme: çekme</TD></TR><TR><TD>cihet: şekil, yön</TD><TD>cilve: görünme, yansıma</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>edeb-i tıp: tıp ahlâkı</TD></TR><TR><TD>edep: terbiye, güzel ahlâk</TD><TD>esmâ: isimler; Allah’ın isimleri</TD></TR><TR><TD>esmâ-i cemâliye ve kemâliye: güzellik ve mükemmelliği ifade eden isimler</TD><TD>evvelâ: öncelikle</TD></TR><TR><TD>fetvâ: dinî hüküm, karar</TD><TD>hayâsızlık: utanmazlık</TD></TR><TR><TD>hilâf-ı edep: edebe aykırı</TD><TD>hudut: sınır</TD></TR><TR><TD>hâlet: durum, hal</TD><TD>hâlât: durumlar, haller</TD></TR><TR><TD>hüsn-ü edep: güzel ahlâk</TD><TD>ibâd: kullar</TD></TR><TR><TD>iktiza etmek: gerektirmek</TD><TD>ins: insanlar</TD></TR><TR><TD>kemâl-i ehemmiyet: tam ve mükemmel bir özen</TD><TD>kusûrât: kusurlar</TD></TR><TR><TD>mahlûkat: varlıklar</TD><TD>mahz-ı edep: saf edep ve ahlâk</TD></TR><TR><TD>melâike: melekler</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mucib-i istikrah: tiksintiyi gerektiren</TD><TD>müstekreh: tiksinti uyandıran</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış</TD><TD>nazar-ı dikkat: dikkatli bakış</TD></TR><TR><TD>nev’: çeşit, tür</TD><TD>nâmahrem: yabancı, nikahlanmanın haram olmadığı kişi</TD></TR><TR><TD>recüliyet: erkek olma</TD><TD>ruhanî: maddî yapısı olmayan manevî varlık</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>saniyen: ikinci olarak</TD></TR><TR><TD>sebeb-i hacâlet: utanmaya sebep olan şey</TD><TD>setretmek: örtmek</TD></TR><TR><TD>tabip: doktor</TD><TD>tesettür: örtünme, gizlenme</TD></TR><TR><TD>ulvî: yüce, büyük</TD><TD>uzuv: organ</TD></TR><TR><TD>vâiz: nasihat veren</TD><TD>vücud: varlık</TD></TR><TR><TD>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli</TD><TD>âdâb: edepler, davranış kuralları</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 110

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>SEKİZİNCİ NÜKTE
blank.gif
1
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُdan evvelki olan
blank.gif
2
لَقَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ ilh. âyeti, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine karşı kemâl-i şefkat ve nihayet re’fetini gösterdikten sonra, şu فَاِنْ تَوَلَّوْا 3 âyetiyle der ki:


“Ey insanlar, ey Müslümanlar! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarf eden ve mânevî yaralarınız için, kemâl-i şefkatle, getirdiği ahkâm ve Sünnet-i Seniyyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkatperver bir zâtın bedihî şefkatini inkâr etmek ve gözle görünen re’fetini ittiham etmek derecesinde onun sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek ne kadar vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz.

“Ve ey şefkatli Resul ve ey re’fetli Nebî! Eğer senin bu azîm şefkatini ve büyük re’fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka verip dinlemeseler, merak etme. Semâvat ve arzın cünudu taht-ı emrinde olan,
blank.gif
4
Arş-ı Azîm-i Muhitin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelâl sana kâfidir. Hakikî muti taifeleri senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir.”


Evet, Şeriat-ı Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın. Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia ediyorum ve bu dâvânın ispatına da hazırım. Hem şimdiye kadar yazılan yetmiş seksen Risale-i Nuriye, Sünnet-i Ahmediyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) meseleleri ne kadar hikmetli ve hakikatli olduğuna yetmiş


[NOT]Dipnot-1 “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter.” Tevbe Sûresi, 9:129.
Dipnot-2 “Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki…” Tevbe Sûresi, 9:128.

Dipnot-3 “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa.” Tevbe Sûresi, 9:129.

Dipnot-4 bk. Fetih Sûresi, 48:4.
[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Arş-ı Azîm-i Muhit: Cenab-ı Allah’ın her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer</TD></TR><TR><TD>Nebî: peygamber, haberci</TD><TD>Resul: peygamber, elçi</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sünnet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünneti; hâl, söz, tavır ve tasdikleri</TD></TR><TR><TD>Sünnet-i Seniyye/sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Zât, Allah</TD></TR><TR><TD>acz: güçsüzlük</TD><TD>ahkâm: hükümler, esaslar</TD></TR><TR><TD>arz: yeryüzü</TD><TD>azîm: büyük, yüce</TD></TR><TR><TD>bedihî: açık, aşikâr</TD><TD>cünud: askerler</TD></TR><TR><TD>dâvâ: iddia</TD><TD>evvelki: önceki</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>hakikatli: gerçek</TD></TR><TR><TD>hikmet: fayda, anlam, ince sır</TD><TD>inkâr etmek: inanmamak, yok saymak</TD></TR><TR><TD>irşad etmek: doğru yolu göstermek</TD><TD>ittiham etmek: suçlamak</TD></TR><TR><TD>kemâl-i şefkat: tam ve mükemmel şefkat</TD><TD>kâfi: yeterli</TD></TR><TR><TD>muti: itaat eden, emre uyan</TD><TD>mânevî: maddî olmayan</TD></TR><TR><TD>müteaddit: çok sayıda</TD><TD>nihayet: sonsuz</TD></TR><TR><TD>nükte: ince mânâlı söz</TD><TD>re’fet: merhamet, şefkat</TD></TR><TR><TD>saltanat-ı rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması</TD><TD>sarf etmek: harcamak</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>taht-ı emrinde: emri altında</TD></TR><TR><TD>taife: grup, topluluk</TD><TD>tebliğ etmek: bildirmek</TD></TR><TR><TD>zât: kişi</TD><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR><TR><TD>ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minler</TD><TD>Şeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tarif ettiği, getirdiği ve bildirdiği şeriat; İslam dini</TD></TR><TR><TD>şefkatperver: şefkat etmeyi seven</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 111

seksen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir. Eğer bu mevzua dair iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risale, o hikmetleri bitiremeyecek.

Hem ben şahsımda bilmüşahede ve zevken, belki bin tecrübâtım var ki, mesâil-i şeriatla Sünnet-i Seniyye düsturları, emrâz-ı ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emrâz-ı içtimaiyede gayet nâfi birer devâdır bildiğimi ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler tutamadığını, bilmüşahede kendim hissettiğimi ve başkalarına da bir derece risalelerde ihsas ettiğimi ilân ediyorum. Bu dâvâmda tereddüt edenler, Risale-i Nur eczalarına müracaat edip baksınlar.

İşte böyle bir zâtın Sünnet-i Seniyyesine elden geldiği kadar ittibâa çalışmak ne kadar kârlı ve hayat-ı ebediye için ne kadar saadetli ve hayat-ı dünyeviye için ne kadar menfaatli olduğu kıyas edilsin.

DOKUZUNCU NÜKTE

Sünnet-i Seniyyenin herbir nev’ine tamamen bilfiil ittibâ etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkast, taraftarâne ve iltizamkârâne talip olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcip kısımlara zaten ittibâa mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehap olan Sünnet-i Seniyyenin terkinde, günah olmasa dahi, büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise büyük hata vardır. Âdât ve muamelâttaki Sünnet-i Seniyye ise, ittibâ ettikçe, o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok; fakat Habibullahın âdâb-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır.

Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır. Bid’atlar ise,
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ
blank.gif
1
sırrına münafi olduğu için, merduttur.
blank.gif
2
Fakat, tarikatte



[NOT]Dipnot-1 “Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim.” Mâide Sûresi, 5:3.
Dipnot-2 bk. Buhârî, İ’tisam: 5, Büyû’: 60, Sulh: 5; Müslim, Akdiye: 18; Ebû Dâvud, Sünnet: 6.

[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Habibullah: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>ahkâm-ı ubudiyet: kulluk esasları, kulluğun hükümleri</TD><TD>bid’at: dinde olmayıp sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan şey</TD></TR><TR><TD>bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak</TD><TD>bilkast: bilerek, kasıtlı olarak</TD></TR><TR><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD><TD>binniyet: niyet ederek</TD></TR><TR><TD>devâ: ilâç, çare</TD><TD>dâvâ: iddia</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>ecza: kısımlar, bölümler</TD></TR><TR><TD>ehass-ı havas: en seçkin şahsiyetler</TD><TD>emrâz-ı içtimaiye: sosyal hastalıklar</TD></TR><TR><TD>emrâz-ı ruhaniye ve akliye ve kalbiye: ruhta, akılda ve kalpte meydana gelen hastalıklar</TD><TD>farz: Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey</TD></TR><TR><TD>felsefî: felsefeyle bağlantılı</TD><TD>hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı</TD></TR><TR><TD>hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı</TD><TD>hikmet: fayda, anlam, ince sır; felsefeye ait</TD></TR><TR><TD>hususan: özellikle</TD><TD>icad: yeni bir şey ortaya çıkarma</TD></TR><TR><TD>ihsas etmek: hissettirmek</TD><TD>iktidar: güç, kuvvet</TD></TR><TR><TD>iltizamkârâne: gerekli görerek</TD><TD>itab: cezâlandırma</TD></TR><TR><TD>ittibâ etmek: uymak, tabi olmak</TD><TD>kıyas etmek: karşılaştırmak</TD></TR><TR><TD>menfaat: fayda, yarar</TD><TD>merdud: red olunmuş, yasaklanmış</TD></TR><TR><TD>mesâil-i şeriat: şeriatla ilgili konular</TD><TD>mevzu: bahis, konu</TD></TR><TR><TD>muamelât: davranışlar, işler</TD><TD>münafi: aykırı, ters</TD></TR><TR><TD>müstehap: farz ve vacip dışında kalan sevaplı işler</TD><TD>müyesser olma: kolaylıkla elde etme</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit, tür</TD><TD>nâfi: faydalı</TD></TR><TR><TD>nükte: ince mânâlı söz</TD><TD>risale: kitap</TD></TR><TR><TD>saadetli: mutluluk veren</TD><TD>talip olmak: istemek</TD></TR><TR><TD>taraftarâne: taraf tutarak</TD><TD>tağyir: değiştirme</TD></TR><TR><TD>tecrübât: tecrübeler</TD><TD>tereddüt: şüphe</TD></TR><TR><TD>ubudiyet: kulluk</TD><TD>vâcip: dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir</TD></TR><TR><TD>zayiat: kayıplar</TD><TD>zât: kişi</TD></TR><TR><TD>âdâb-ı hayatiye: Hz. Peygamberin (a.s.m) hayatında yaşadığı ahlâk kuralları</TD><TD>âdât: âdetler, alışkanlıklar</TD></TR><TR><TD>şahid-i sadık: doğru sözlü şahit</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 112

evrad ve ezkâr ve meşrepler nev’inden olsa ve asılları Kitap ve Sünnetten ahzedilmek şartıyla, ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usul ve esasatı, Sünnet-i Seniyyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid’a değillerdir. Lâkin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dahil edip, fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş.
blank.gif
1
İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni diyor ki:


“Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.”

İşte, böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zâtın bu hükmü gösteriyor ki, Sünnet-i Seniyye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemâlâtın madeni ve menbaıdır.

blank.gif
2
اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا اتِّباَعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ

blank.gif
3
رَبَّنَاۤ اٰمَنَّا بِمَاۤ اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ

ONUNCU NÜKTE

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ الله
blank.gif
4
âyetinde i’câzlı bir îcâz vardır. Çünkü çok cümleler bu üç cümlenin içinde derc edilmiştir. Şöyle ki:




[NOT]Dipnot-1 bk. el-Îcî, Kitâbü’l-Mevâkıf: 1:159; el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 2:256; İbni Receb, Câmiu’l-Ulûm ve’l-hikem: 1:267; İbni Âbidin, Hâşiye: 1:390.
Dipnot-2 “Allahım bize Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmeyi nasip et.”

Dipnot-3 “Ey Rabbimiz! Biz indirdiğin kitaba inandık ve peygambere uyduk. Sen de bizi, Senin birliğine ve peygamberinin doğruluğuna şahitlik edenlerle beraber yaz.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:53.

Dipnot-4 “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kitap: Kur’ân-ı Kerim</TD><TD>Müceddid-i Elf-i Sâni: hicrî ikinci bin yılın müceddidi anlamına gelen ve İmam-ı Rabbanî (r.a.) için kullanılan bir ifade</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve en değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sünnet/Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>ahzedilmek: alınmak</TD><TD>bid’a: dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey</TD></TR><TR><TD>bid’a-i hasene: Hz. Muhammed’den (a.s.m.) sonra ortaya çıkan, fakat Kur’ân ve Sünnete aykırı olmayan şey</TD><TD>dahil etmek: içine almak</TD></TR><TR><TD>derc edilmek: içine yerleştirilmek</TD><TD>ehl-i ilim: ilimle uğraşan kişiler, âlimler</TD></TR><TR><TD>esasat: esaslar, temel prensipler</TD><TD>evrad: okunması âdet olan dualar</TD></TR><TR><TD>ezkâr: zikirler</TD><TD>hakikat: gerçek, asıl ve esas</TD></TR><TR><TD>hariç: dış, başka yer</TD><TD>iksir: etkili ilaç</TD></TR><TR><TD>i’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma</TD><TD>kelimat: kelimeler, sözler</TD></TR><TR><TD>kemâlât: mükemellikler, kusursuz özellikler</TD><TD>kâfi: yeterli</TD></TR><TR><TD>menba: kaynak</TD><TD>mervî: rivayet edilen, nakledilen</TD></TR><TR><TD>meşrep: hareket tarzı, metod</TD><TD>muhalefet etmek: karşıt olmak</TD></TR><TR><TD>mukabil: karşılık</TD><TD>mukarrer: kesinlik kazanmış, belirlenmiş</TD></TR><TR><TD>nev’: çeşit, tür</TD><TD>nükte: ince mânâlı söz</TD></TR><TR><TD>saadet-i dâreyn: dünya ve ahiret mutluluğu</TD><TD>seyr-i sülûk-i ruhanî: manevî makamlarda ruh ile yapılan seyir ve seyahat</TD></TR><TR><TD>suret: şekil, biçim</TD><TD>tarikat: mânevî ilerlemeye götüren yol</TD></TR><TR><TD>tağyir etmek: değiştirmek</TD><TD>usul: metod, yol</TD></TR><TR><TD>vird: devamlı yapılan zikir</TD><TD>zât: kişi</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD><TD>îcâz: veciz söz söyleme, az sözle çok mânâlar anlatma</TD></TR><TR><TD>İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)</TD><TD>şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve Sünnet</TD></TR><TR><TD>şuâ: ışın, güçlü ışık huzmesi</TD></TR></TBODY></TABLE><TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 113

Şu âyet diyor ki: “Allah’a (celle celâluhu) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz; Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise: Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir. Ne vakit ona ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”

İşte bütün bu cümleler, şu âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki, insan için en mühim, âli maksat, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine mazhar olmasıdır. Bu âyetin nassıyla gösteriyor ki, o matlab-ı âlânın yolu Habibullaha ittibâdır ve Sünnet-i Seniyyesine iktidâdır. Bu makamda üç nokta ispat edilse, mezkûr hakikat tamamıyla tezahür eder.

BİRİNCİ NOKTA: Beşer, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemal ve kemal ve ihsan derecâtına göre o muhabbet tezayüd eder, aşkın en müntehâ derecesine kadar gider.

Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet, kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hafıza, bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki, kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.

Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsan ve cemal ve kemâle karşı böyle hadsiz bir istidad-ı muhabbet vardır. Ve madem bu kâinatın Hâlıkı, kâinatta tezahür eden âsârıyla bilbedâhe tahakkuku sabit olan hadsiz cemâl-i mukaddesi, bu mevcudatta tezahür eden nukuş-u san’atıyla bizzarure sübutu tahakkuk eden hadsiz kemâl-i kudsîsi ve bütün zîhayatlarda tezahür eden hadsiz envâ-ı ihsan ve in’âmâtıyla bilyakin ve belki bilmüşahede vücudu tahakkuk eden hadsiz ihsânâtı vardır.



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Habibullah: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Hâlık: yaratıcı olan Allah</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>beşer: insan</TD><TD>bilbedâhe: açık bir şekilde</TD></TR><TR><TD>bilmüşahede: gözle görerek</TD><TD>bilyakin: kesin kanaat ile</TD></TR><TR><TD>bizzarure: zorunlu olarak</TD><TD>celle celâluhu: Allah’ın şânı çok yücedir</TD></TR><TR><TD>cemâl: güzellik</TD><TD>cemâl-i mukaddes: kutsal ve kusursuz güzellik</TD></TR><TR><TD>derecât: dereceler</TD><TD>envâ-ı ihsan: bağışların türleri</TD></TR><TR><TD>fıtrat-ı beşeriye: insanın yaratılışı, tabiatı</TD><TD>fıtraten: yaratılışça, mizaç olarak</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>hakikat: doğru gerçek</TD></TR><TR><TD>ihsan: bağış, iyilik, lütuf</TD><TD>ihsânât: bağışlar, iyilikler, lütuflar</TD></TR><TR><TD>iktidâ etmek: uymak</TD><TD>in’âmât: nimetler</TD></TR><TR><TD>istidad-ı muhabbet: sevme kabiliyeti</TD><TD>ittibâ etmek: uymak, tabi olmak</TD></TR><TR><TD>kalb-i insan: insan kalbi; insana has mânevî bir duygu</TD><TD>kemâl: mükemmellik, kusursuzluk</TD></TR><TR><TD>kemâl-i kudsî: kusursuz mükemmellik</TD><TD>kuvve-i hafıza: hafıza gücü, bellek</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD><TD>makam: derece, yer</TD></TR><TR><TD>maksat: amaç, gaye</TD><TD>matlab-ı âlâ: en yüksek hedef, en çok istenen şey</TD></TR><TR><TD>mazhar olmak: nail olmak, erişmek</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mezkûr: adı geçen</TD><TD>meâl: açıklama</TD></TR><TR><TD>muhabbet: sevgi</TD><TD>mücmel: kısa, öz</TD></TR><TR><TD>mühim: önemli</TD><TD>müntehâ: en son nokta</TD></TR><TR><TD>nass: Kur’ân’ın açık ve kesin hükmü</TD><TD>nukuş-u san’at: sanat nakışları, işlemeleri</TD></TR><TR><TD>perestiş etmek: bir şeye aşırı düşkün olmak </TD><TD>sandukça: küçük sandık</TD></TR><TR><TD>sübut: sabit bir şekilde hep var olma</TD><TD>tahakkuk: gerçekleşme</TD></TR><TR><TD>tezahür: görünme, ortaya çıkma</TD><TD>tezayüd etmek: artmak</TD></TR><TR><TD>vücud: varlık</TD><TD>zât: kişi, şahıs</TD></TR><TR><TD>zîhayat: canlı</TD><TD>âli: yüce</TD></TR><TR><TD>âsâr: eserler, neticeler</TD><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 114

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Elbette, zîşuurların en câmii ve en muhtacı ve en mütefekkiri ve en müştâkı olan beşerden, hadsiz bir muhabbeti iktiza ediyor.

Evet, herbir insan o Hâlık-ı Zülcelâle karşı hadsiz bir muhabbete müstaid olduğu gibi, o Hâlık dahi herkesten ziyade cemal ve kemal ve ihsanına karşı hadsiz bir mahbubiyete müstehaktır. Hattâ insan-ı mü’minde, hayatına ve bekàsına ve vücuduna ve dünyasına
blank.gif
1
ve nefsine ve mevcudata karşı türlü türlü muhabbetleri ve şedit alâkaları, o istidad-ı muhabbet-i İlâhiyenin tereşşuhâtıdır. Hattâ insanın mütenevvi hissiyât-ı şedidesi, o istidad-ı muhabbetin istihaleleridir ve başka şekillere girmiş reşhalarıdır.


Malûmdur ki, insan kendi saadetiyle mütelezziz olduğu gibi, alâkadar olduğu zatların saadetleriyle dahi mütelezziz oluyor. Ve kendini belâdan kurtaranı sevdiği gibi, sevdiklerini de kurtaranı öyle sever. İşte, bu hâlet-i ruhiyeye binaen, insan, eğer her insana ait envâ-ı ihsânât-ı İlâhiyeden yalnız bunu düşünse ki:
“Benim Hâlıkım beni zulümat-ı ebediye olan ademden kurtarıp bu dünyada bir güzel bir dünyayı bana verdiği gibi, ecelim geldiği zaman beni idam-ı ebedî olan ademden ve mahvdan yine kurtarıp bâki bir âlemde ebedî ve çok şâşaalı bir âlemi bana ihsan ve o âlemin umum envâ-ı lezâiz ve mehâsininden istifade edecek ve cevelân edip tenezzüh edecek zâhirî ve bâtınî hasseleri, duyguları bana in’âm ettiği gibi, çok sevdiğim ve çok alâkadar olduğum bütün akarib ve ahbap ve ebnâ-yı cinsimi dahi öyle hadsiz ihsanlara mazhar ediyor ve o ihsanlar bir cihette bana ait oluyor. Zira onların saadetleriyle mes’ut ve mütelezziz oluyorum.


[NOT]Dipnot-1 bk. Lokman Sûresi, 31:20.
[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah</TD><TD>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi yaratıcı, Allah</TD></TR><TR><TD>adem: yokluk, hiçlik</TD><TD>ahbap: dostlar, sevgililer</TD></TR><TR><TD>akarib: akrabalar, yakınlar</TD><TD>alâka: ilgi</TD></TR><TR><TD>alâkadar: ilgili</TD><TD>bekà: devamlılık ve kalıcılık, sonsuzluk</TD></TR><TR><TD>belâ: büyük sıkıntı</TD><TD>beşer: insan</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>bâki: devamlı olan, sonsuz</TD></TR><TR><TD>bâtınî: iç âleme ait</TD><TD>cemâl: güzellik</TD></TR><TR><TD>cevelân eden: dolaşan, gezen</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>câmi: kapsamlı, içine alan</TD><TD>ebedî: sonsuz</TD></TR><TR><TD>ebnâ-yı cins: aynı türden olan</TD><TD>ecel: ölüm vakti</TD></TR><TR><TD>envâ-ı ihsânât-ı İlâhiye: İlâhî ihsan çeşitleri</TD><TD>envâ-ı lezâiz: lezzet çeşitleri</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sayısız</TD><TD>hasse: duygu</TD></TR><TR><TD>hissiyât-ı şedide: kuvvetli duygular</TD><TD>hâlet-i ruhiye: ruh hali</TD></TR><TR><TD>idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş</TD><TD>ihsan: bağış, iyilik, lütuf</TD></TR><TR><TD>iktiza etmek: gerektirmek</TD><TD>insan-ı mü’min: Allah’a inanan insan</TD></TR><TR><TD>in’âm etme: nimet verme, nimetlendirme</TD><TD>istidad-ı muhabbet: insandaki sevgi yeteneği</TD></TR><TR><TD>istidad-ı muhabbet-i İlâhiye: Allah’ı sevme kabiliyeti</TD><TD>istifade etmek: faydalanmak</TD></TR><TR><TD>istihale: bir halden başka hale geçme</TD><TD>kemâl: kusursuzluk, mükemmellik</TD></TR><TR><TD>mahbubiyet: sevgili olma</TD><TD>mahv: yok olma</TD></TR><TR><TD>malûm: bilinen</TD><TD>mazhar etme: eriştirme</TD></TR><TR><TD>mehâsin: güzellikler, iyilikler</TD><TD>mes’ut: mutlu</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>muhabbet: sevgi</TD></TR><TR><TD>müstaid: kabiliyet sahibi</TD><TD>müstehak: hak etmiş, layık</TD></TR><TR><TD>mütefekkir: tefekkür eden, düşünen</TD><TD>mütelezziz olma: lezzet alma</TD></TR><TR><TD>mütenevvi: çeşit çeşit</TD><TD>müştâk: düşkün, tutkun</TD></TR><TR><TD>nefis: kişinin kendisi</TD><TD>reşha: sızıntı</TD></TR><TR><TD>saadet: mutluluk</TD><TD>tenezzüh etmek: gezinti yapmak</TD></TR><TR><TD>tereşşuhât: sızıntılar, izler</TD><TD>umum: bütün, genel</TD></TR><TR><TD>zira: çünkü</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zulümat-ı ebediye: sonsuz karanlıklar</TD><TD>zâhirî: dış görünüşe ait</TD></TR><TR><TD>zîşuur: şuur sahibi</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR><TR><TD>şedit: şiddetli</TD><TD>şâşaalı: gösterişli, göz alıcı bir şekilde</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 115

Madem
blank.gif
1
اَ ْلاِنْسَانُ عَبِيدُ اْلاِحْسَانِ sırrıyla, herkeste ihsana karşı perestiş var. Elbette, böyle hadsiz ebedî ihsânâta karşı, kâinat kadar bir kalbim olsa, o ihsana karşı muhabbetle dolmak iktiza eder ve doldurmak isterim. Ben bilfiil o muhabbeti etmezsem de, bil’istidat, bil’iman, binniyet, bilkabul, bittakdir, bil’iştiyak, bil’iltizam, bil’irade suretinde ediyorum” diyecek. Ve hâkezâ, cemal ve kemâle karşı insanın göstereceği muhabbet ise, icmâlen işaret ettiğimiz ihsana karşı muhabbete kıyas edilsin.


Kâfir ise, küfür cihetiyle, hadsiz bir adâvet eder. Hattâ kâinata ve mevcudata karşı zâlimâne ve tahkirkârâne bir adâvet taşıyor.

İKİNCİ NOKTA: Muhabbetullah, ittibâ-ı Sünnet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı istilzam eder. Çünkü Allah’ı sevmek, Onun marziyâtını yapmaktır. Marziyâtı ise, en mükemmel bir surette zât-ı Muhammediyede (a.s.m.) tezahür ediyor. Zât-ı Ahmediyeye (a.s.m.) harekât ve ef’alde benzemek iki cihetledir.

Birisi: Cenâb-ı Hakkı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyâtı dairesinde hareket etmek, o ittibâı iktiza ediyor. Çünkü bu işte en mükemmel imam, zât-ı Muhammediyedir (a.s.m.)
blank.gif
2


İkincisi: Madem zât-ı Ahmediye (a.s.m.) insanlara olan hadsiz ihsânât-ı İlâhiyenin en mühim bir vesilesidir;
blank.gif
3
elbette Cenâb-ı Hak hesabına hadsiz bir muhabbete lâyıktır. İnsan, sevdiği zâta eğer benzemek kabilse, fıtraten benzemek ister. İşte, Habibullahı sevenlerin, Sünnet-i Seniyyesine ittibâ ile ona benzemeye çalışmaları kat’iyen iktiza eder.
blank.gif
4




[NOT]Dipnot-1 “İnsan iyilik ve ihsanın kölesidir.” Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ: 4:121; el-Beyhakî, Şuabü’l-îman: 1:381; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 4:276, 7:346; el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl 1:149.
Dipnot-2 bk. Ahzap Sûresi, 33:21.

Dipnot-3 bk. Enbiyâ Sûresi, 21:107.

Dipnot-4 bk. Ahzap Sûresi, 33:6.

[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Habibullah: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>Zât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin velayet sahibi kişiliği</TD><TD>adâvet: düşmanlık</TD></TR><TR><TD>bilfiil: fiilen, uygulamalı olarak</TD><TD>bilkabul: kabul ederek</TD></TR><TR><TD>bil’iltizam: sıkıca sarılarak</TD><TD>bil’iman: iman ile, inanarak</TD></TR><TR><TD>bil’irade: irade ile, isteyerek</TD><TD>bil’istidat: kabiliyet ile</TD></TR><TR><TD>bil’iştiyak: aşk derecesinde severek</TD><TD>binniyet: niyet ederek</TD></TR><TR><TD>bittakdir: takdir ederek</TD><TD>cemâl: güzellik</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>ebedî: sonsuz</TD></TR><TR><TD>ef’al: fiiller, davranışlar</TD><TD>fıtraten: yaratılış itibariyle</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>harekât: hareketler</TD></TR><TR><TD>hâkezâ: bunun gibi</TD><TD>icmâlen: kısaca</TD></TR><TR><TD>ihsan: bağış, iyilik, lütuf</TD><TD>ihsânât: bağışlar, iyilikler, lütuflar</TD></TR><TR><TD>ihsânât-ı İlâhiye: Allah’ın sunduğu güzel nimetler</TD><TD>iktiza etmek: gerektirmek</TD></TR><TR><TD>imam: öncü, lider</TD><TD>istilzam etmek: gerekli görmek</TD></TR><TR><TD>itaat: uyma, boyun eğme</TD><TD>ittibâ etmek: tâbi olmak</TD></TR><TR><TD>ittibâ-ı Sünnet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünnetine bağlanma</TD><TD>kabil: mümkün, olabilir</TD></TR><TR><TD>kat’iyen: kesin olarak</TD><TD>kemâl: kusursuzluk, mükemmellik</TD></TR><TR><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr, inançsızlık</TD><TD>kıyas: karşılaştırma</TD></TR><TR><TD>marziyât: Allah’ın razı olduğu davranışlar</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>muhabbet: sevgi</TD><TD>muhabbetullah: Allah sevgisi</TD></TR><TR><TD>perestiş etmek: bir şeye aşırı düşkün olmak</TD><TD>suret: biçim, görünüş</TD></TR><TR><TD>tahkirkârâne: hakaret eder şekilde</TD><TD>tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak</TD></TR><TR><TD>zâlimâne: zalimce</TD><TD>zât: kişi</TD></TR><TR><TD>zât-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamber olan şahsiyeti</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 116

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Cenâb-ı Hakkın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. Bütün kâinattaki masnuatın mehâsiniyle ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiği gibi; masnuatını, hususan, sevdirmesine sevmekle mukabele eden zîşuur mahlûkatı sever. Cennetin bütün letâif ve mehâsini ve lezâizi ve niamâtı bir cilve-i rahmeti olan bir Zâtın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak ne kadar mühim ve âli bir maksat olduğu bilbedâhe anlaşılır. Madem, nass-ı kelâmıyla, Onun muhabbetine, yalnız ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur;
blank.gif
1
elbette ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder.


ON BİRİNCİ NÜKTE

Üç Meseledir.

BİRİNCİ MESELE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: akvâli, ef’âli, ahvâlidir.
blank.gif
2
Bu üç kısım dahi üç kısımdır: ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.


Farz ve vâcip kısmında ittibâa mecburiyet var; terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibâa mükelleftir.

Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî ile, yine ehl-i iman mükelleftir; fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibâında azîm sevaplar var. Ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalâlettir ve büyük hatadır.



[NOT]Dipnot-1 bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:31.
Dipnot-2 bk. es-Suyûtî, et-Tedrîbü’r-Râvî: 1:194.

[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD><TD>Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>Zât: Allah</TD><TD>ahvâl: haller, vaziyetler</TD></TR><TR><TD>akvâl: sözler</TD><TD>azap: acı, sıkıntı</TD></TR><TR><TD>azîm: büyük, çok</TD><TD>bid’a: dinin aslında olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey</TD></TR><TR><TD>bilbedâhe: açık bir şekilde</TD><TD>celb etme: çekme</TD></TR><TR><TD>cilve-i rahmet: şefkat ve merhamet yansıması</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>ef’âl: fiiler, davranışlar</TD><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD></TR><TR><TD>emr-i istihbâbî: sevimli bir şeyin yapılmasını emreden buyruk</TD><TD>farz: Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey</TD></TR><TR><TD>ferâiz: farzlar, Allah’ın kesin emirleri</TD><TD>hadsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>hususan: özellikle</TD><TD>ikab: cezalandırma</TD></TR><TR><TD>ittibâ: tabi olma, uyma</TD><TD>ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünnetine tabi olma</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren, bütün yaratılmışlar</TD><TD>letâif: güzel ve hoş şeyler</TD></TR><TR><TD>lezâiz: lezzetler</TD><TD>mahlûkat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>maksad-ı insanî: insanî hedef</TD><TD>maksat: amaç, gaye</TD></TR><TR><TD>masnuat: san’at eseri varlıklar</TD><TD>mazhar olmak: erişmek</TD></TR><TR><TD>mehâsin: güzellikler</TD><TD>menba: kaynak</TD></TR><TR><TD>merhamet: acıma, şefkat</TD><TD>muhabbet: sevgi</TD></TR><TR><TD>mukabele eden: karşılık veren</TD><TD>mükellef: yükümlü</TD></TR><TR><TD>nass-ı kelâm: Kur’ân’da geçen kesin hükümlü âyetler</TD><TD>nazar-ı muhabbet: sevgi bakışı</TD></TR><TR><TD>nevâfil: farz ve vâcip ibadetlerin dışında kalan ve sevap kazandıran ibadetler</TD><TD>niamât: nimetler</TD></TR><TR><TD>nükte: ince mânâlı söz</TD><TD>suret: biçim, görünüş</TD></TR><TR><TD>tahakkuk etmek: gerçekleşmek</TD><TD>tağyir: değiştirme, başkalaştırma</TD></TR><TR><TD>tebdil: değiştirme</TD><TD>vazife-i beşeriye: insanlık görevi</TD></TR><TR><TD>vâcip: dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir</TD><TD>zîşuur: şuur sahibi</TD></TR><TR><TD>âdât-ı hasene: güzel âdetler</TD><TD>âli: yüce</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 117

Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibarıyla onu taklit ve ittibâ etmek gayet müstahsendir. Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle, o âdâb ve âdetler ibadet hükmüne geçer.

Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem, binler mucizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel nümunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir.
blank.gif
1


İKİNCİ MESELE: Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîmde
blank.gif
2
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ



[NOT]Dipnot-1 bk. Buhârî, İ’tisam: 2, Ahkâm: 1, Cihâd: 109; Müslim, İmâret: 33; Nesâî, Bey’at: 27; Müsned: 2:361.
Dipnot-2 “Hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” Kalem Sûresi, 68:4.

[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>bahtiyar: talihli, mutlu</TD><TD>bil’ittifak: ittifakla, birleşerek</TD></TR><TR><TD>cinayet-i azîme: çok büyük cinayet</TD><TD>dalâlet-i azîme: çok büyük sapıklık, yoldan çıkma</TD></TR><TR><TD>delâlet etme: delil olma, işaret etme</TD><TD>düstur: kural, kanun</TD></TR><TR><TD>ehl-i kemâl: olgun ve mükemmel kişiler</TD><TD>hakaik: gerçekler</TD></TR><TR><TD>hareket-i âdiye: sıradan, normal hareket</TD><TD>harekât: hareketler</TD></TR><TR><TD>harekât-ı müstahsene: herkesin beğendiği güzel davranış ve hareketler</TD><TD>hasâret-i azîme: çok büyük zarar ve ziyan</TD></TR><TR><TD>hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye: şahsî, türe ait ve sosyal hayat</TD><TD>hikmeten: hikmet gereği; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması gereği</TD></TR><TR><TD>iktidâ: tabi olma, uyma</TD><TD>insan-ı kâmil: mükemmel insan; tasavvufta Allah’ın fiilleri, isimleri, sıfatları ve şuûnâtının en parlak aynası anlamındadır</TD></TR><TR><TD>itibarıyla: açısından</TD><TD>ittibâ etmek: tabi olmak, uymak</TD></TR><TR><TD>ittibâ-ı Sünnet: Peygamberimizin sünnetine tabi olmak</TD><TD>ittifak: anlaşma, birlik</TD></TR><TR><TD>ittihaz: edinme, kabullenme</TD><TD>işmam etmek: hissettirmek</TD></TR><TR><TD>kemâlât: mükemmel ve kusursuz özellikler</TD><TD>maslahaten: fayda ve yarar gereği</TD></TR><TR><TD>mazhar: nail olma, sahip</TD><TD>mehâsin-i ahlâk: güzel ahlâklar</TD></TR><TR><TD>menfaat-i hayatiye: hayata faydalı şeyler</TD><TD>mertebe: derece, makam</TD></TR><TR><TD>merâtib-i kemâlât: fazilet ve mükemmellik mertebeleri</TD><TD>mesele: konu</TD></TR><TR><TD>mucizât: mucizeler</TD><TD>muhkem: sağlam, sarsılmaz</TD></TR><TR><TD>mübelliğ: tebliğ edici</TD><TD>mümtaz: seçkin, üstün</TD></TR><TR><TD>mürşid-i ekmel: en mükemmel yol gösterici; tasavvufta kemâle ermiş, manevî olarak olgunlaşmış, bütün manevî mertebeleri aşmış ve kendisine tâbi bu yolda yetiştiren zat anlamındadır</TD><TD>müstahsen: güzel görülen, beğenilen</TD></TR><TR><TD>mütâbaat etmek: tâbi olmak</TD><TD>nev-i beşer: insanlar</TD></TR><TR><TD>nümune: örnek</TD><TD>saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu </TD></TR><TR><TD>semere-i ittibâ: tâbi olmanın meyvesi</TD><TD>sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama</TD><TD>tekzib: yalanlama</TD></TR><TR><TD>tenkit: eleştiri</TD><TD>terakki etmek: ilerlemek, gelişmek</TD></TR><TR><TD>vâsıl olmak: kavuşmak, ulaşmak </TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin veli zâtı, şahsiyeti</TD><TD>âdet: alışkanlık</TD></TR><TR><TD>âdâb: davranış kuralları</TD><TD>âdât-ı seniyye: Peygamberimizin (a.s.m.) örnek hal ve hareketleri</TD></TR><TR><TD>âlem-i İslâmiyet: İslâm dünyası</TD><TD>şehadet: şahitlik</TD></TR></TBODY></TABLE><TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 118

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ferman eder. Rivâyât-ı sahiha ile Hazret-i Aişe-i Sıddıka (r.a.) gibi Sahabe-i Güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı tarif ettikleri zaman, “Hulukuhu’l-Kur’ân”
blank.gif
1
diye tarif ediyorlardı. Yani, Kur’ân’ın beyan ettiği mehâsin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Ve o mehâsini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehâsin üstünde yaratılan odur.


İşte böyle bir zâtın ef’al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin (Sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.

ÜÇÜNCÜ MESELE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir.
blank.gif
2
Siyer-i Seniyyesi kat’î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir.


Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
blank.gif
3
فَاسْتَقِمْ كَمَاۤ اُمِرْتَ emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvâlinde istikamet, kat’î bir surette görünüyor. Meselâ kuvve-i akliyenin fesat ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabâvet ve cerbezeden müberrâ olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh



[NOT]Dipnot-1 Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn: 139; Ebû Dâvud, Tatavvu’: 26; Nesâi, Tetavvu’: 2; Müsned, 6:54, 91, 163, 188, 216; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 5:170; İbni Hibban, Sahih, 1:345, 4:112.
Dipnot-2 bk. Müsned: 6:68, 155; et-Tayâlisî, el-Müsned: s.49; Ebû Ya’lâ, el-Müsned: 4:478; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr: 10:314.

Dipnot-3 “Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” Hûd Sûresi, 11:112.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun</TD><TD>Hazret-i Aişe-i Sıddıka: [bk. bilgiler – Aişe (r.a.)]</TD></TR><TR><TD>Hulukuhu’l-Kur’ân: “Onun ahlâkı Kur’an ahlâkıdır.”</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Sahabe-i Güzin: seçkin sahabîler</TD><TD>Siyer-i Seniyye: Hz. Peygamber’in (a.s.m.) hayatına, yüksek ahlâk ve vasıflarına dair yazılan kitap, biyografisi</TD></TR><TR><TD>ahvâl: durumlar, hâller</TD><TD>akvâl: sözler</TD></TR><TR><TD>bedbaht: talihsiz, bahtsız</TD><TD>beyan etmek: açıklamak, anlatmak</TD></TR><TR><TD>cerbeze: aldatıcı kurnazlık</TD><TD>divane: akılsız</TD></TR><TR><TD>ef’al: fiiller, hareketler</TD><TD>ehemmiyet: değer, önem</TD></TR><TR><TD>ferman etmek: buyurmak, emretmek</TD><TD>fesat: bozukluk, bozulma</TD></TR><TR><TD>fıtraten: yaratılış itibariyle</TD><TD>gabâvet: anlayışsızlık </TD></TR><TR><TD>gafil: Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz olan</TD><TD>hadd-i vasat: orta çizgi, orta yol</TD></TR><TR><TD>halk edilme: yaratılma</TD><TD>harekât: hareketler</TD></TR><TR><TD>hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma</TD><TD>hilkaten: yaratılış itibarıyle</TD></TR><TR><TD>ifrat: bir şeye aşırı ilgi gösterme</TD><TD>imtisal: sarılma</TD></TR><TR><TD>istikamet: doğru yolda olma</TD><TD>itidal: her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmama</TD></TR><TR><TD>içtinap etmek: kaçınmak</TD><TD>kat’î: kesin</TD></TR><TR><TD>kuvve-i akliye: akıl duyusu</TD><TD>kuvve-i gadabiye: öfke duygusu</TD></TR><TR><TD>medar-ı istikamet: doğruluk kaynağı</TD><TD>mehâsin: güzellikler</TD></TR><TR><TD>mehâsin-i ahlâk: ahlâkî güzellikler</TD><TD>mesele: konu</TD></TR><TR><TD>misal: örnek</TD><TD>mutedil: ölçülü, aşırıya kaçmayan</TD></TR><TR><TD>müberrâ: arınmış, temiz</TD><TD>nev-i beşer: insanlık</TD></TR><TR><TD>rivâyât-ı sahiha: sahih olarak nakledilmiş hadisler</TD><TD>sekenât: durgunluk, hareketsiz durmalar</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, görünüş</TD><TD>sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD></TR><TR><TD>tağyir etmek: değiştirmek </TD><TD>tefrit: bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalma</TD></TR><TR><TD>tehevvür: öfkelenme, kızma</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zulmet: karanlık</TD><TD>ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minler</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Birinci Lem'a - Sayfa 119

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>olarak, kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat‑i kudsiye ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffâ olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, âzamî mâsumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hâkezâ, bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahvâl-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyesinde hadd-i istikameti ihtiyar edip, zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinap etmiştir. Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde iktisadı rehber ve israftan kat’iyen içtinap etmiştir. Bu hakikatin tafsilâtına dair binler cilt kitap telif edilmiştir. El-ârifü tekfîhi’l-işâre
blank.gif
1
sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifâ edip, kıssayı kısa keseriz.




اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى جَامِعِ مَكَارِمِ اْلاَخْلاَقِ وَمَظْهَرِ سِرِّ «وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ» اَلَّذِى قَالَ: «مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ».
blank.gif
2

وَقَالُوا الْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدٰينَا اللهُ لَقَدْ جَاۤءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ
blank.gif
3

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
4




endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Arif olana bir işaret yeter.

Dipnot-2 Allahım! “Şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzeresin” sırrına mazhar olarak en üstün meziyetleri kendisinde toplayan ve “Ümmetimin fesadı zamanında benim sünnetime yapışana yüz şehid ecri vardır” buyuran zâta salât et.

Dipnot-3 “Dediler: Bizi buna eriştiren Allah’a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi, biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.” A’râf Sûresi, 7:43.

Dipnot-4 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti her şeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/NOT]






<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Sünen-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler</TD><TD>ahkâm-ı şer’iye: dinî hükümler</TD></TR><TR><TD>ahvâl-i fıtriye: doğuştan gelen haller</TD><TD>ekl: yeme</TD></TR><TR><TD>fesad: bozulma, bozukluk</TD><TD>fücur: sapıklık, haddi aşma</TD></TR><TR><TD>hadd-i istikamet: doğru yolu gösteren sınır</TD><TD>hadd-i vasat: orta çizgi, orta yol</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>humud: isteksizlik; ne helâle, ne de harama isteği olmama </TD></TR><TR><TD>hâkezâ: bunun gibi</TD><TD>iffet: namus</TD></TR><TR><TD>ifrat: bir şeye aşırı ilgi gösterme, aşırıya kaçma</TD><TD>ihtiyar etmek: istemek, seçmek</TD></TR><TR><TD>iktifâ etmek: yetinmek</TD><TD>iktisad: tutumluluk</TD></TR><TR><TD>israf: savurganlık</TD><TD>ittihaz etmek: edinmek, kabullenmek</TD></TR><TR><TD>içtinap etmek: kaçınmak </TD><TD>katre: damla</TD></TR><TR><TD>kat’iyen: kesin olarak</TD><TD>kuvve: duygu</TD></TR><TR><TD>kuvve-i gadabiye: öfke duygusu</TD><TD>kuvve-i şeheviye: şehvet duyusu</TD></TR><TR><TD>kıssa: ibretli yazı</TD><TD>musaffâ: arınmış, safileşmiş</TD></TR><TR><TD>mâsumiyet: günahsızlık</TD><TD>münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce</TD></TR><TR><TD>tafsilât: ayrıntılar</TD><TD>tebzir: elde olanı saçıp savurmak</TD></TR><TR><TD>tefrit: bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalma</TD><TD>tekellüm: konuşma</TD></TR><TR><TD>telif etmek: kitap yazmak, yazılı eser ortaya koymak </TD><TD>zulüm: haksızlık</TD></TR><TR><TD>zulümat: karanlıklar</TD><TD>âzamî: en büyük</TD></TR><TR><TD>şecaat-i kudsiye: kutsal kahramanlık</TD><TD>şürb: içme</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst