İkinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member
İkinci Lem’a

besmele.jpg

اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
blank.gif
1

SABIR KAHRAMANI Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem tesirlidir.
blank.gif
2
Fakat, âyetten iktibas suretinde, bizler münâcâtımızda

رَبِّى اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
blank.gif
3
demeliyiz.



Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:
blank.gif
4


Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfâtını düşünerek, kemâl-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra, yaralarından tevellüt eden kurtlar kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için,
blank.gif
5
o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle, kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: “Yâ Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor” diye münâcât edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillâh için o münâcâtı gayet harika bir surette kabul etmiş, kemâl-i âfiyetini ihsan edip envâ-ı merhametine mazhar eylemiş.
blank.gif
6


İşte bu Lem’ada Beş Nükte var.


[NOT]
Dipnot-1 “Eyyub’u da hatırla ki, Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.’” Enbiyâ Sûresi, 21:83.

Dipnot-2 bk. Enbiyâ Sûresi; 21:84.

Dipnot-3 Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.

Dipnot-4 bk. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 17:71-72; İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî: 6:421; İbnü’l-Mübarek, ez-Zühd: s.49.

Dipnot-5 bk. Ebnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh: 1:98-100

Dipnot-6 bk. Enbiyâ Sûresi, 21:84; Sâd Sûresi, 38:42-43. Ayrıca bk. Buhârî, Gusül: 20, Tevhid: 35; Müsned: 2:314.
[/NOT]

<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Hazret-i Eyyup: [bk. bilgiler – Eyyup (a.s.)]</TD></TR><TR><TD>Rab: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah</TD><TD>aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun</TD></TR><TR><TD>azîm: büyük</TD><TD>envâ-ı merhamet: merhamet türleri</TD></TR><TR><TD>garazsız: başka bir niyet taşımaksızın</TD><TD>halel: zarar</TD></TR><TR><TD>hâlis: saf</TD><TD>hülâsa: özet</TD></TR><TR><TD>ihsan: bağış</TD><TD>iktibas: alıntı</TD></TR><TR><TD>kemâl-i sabır: tam sabır</TD><TD>kemâl-i âfiyet: tam anlamıyla sağlıklı olma</TD></TR><TR><TD>lem’a: parıltı</TD><TD>lillâh için: Allah için</TD></TR><TR><TD>mahal: yer</TD><TD>marifet-i İlâhiye: Allah’ı tanıma</TD></TR><TR><TD>mazhar etmek: eriştirmek</TD><TD>mücerreb: denenmiş</TD></TR><TR><TD>müddet: süre</TD><TD>mükâfât: ödül</TD></TR><TR><TD>münâcât: Allah’a yalvarış, duâ</TD><TD>nükte: derin ve ince anlamlı söz</TD></TR><TR><TD>suret: şekil, biçim</TD><TD>sâfi: temiz, arınmış</TD></TR><TR><TD>tahammül etme: dayanma</TD><TD>tevellüt eden: kaynaklanan</TD></TR><TR><TD>ubudiyet: kulluk</TD><TD>ubudiyet-i İlâhiye: Allah’a kulluk</TD></TR><TR><TD>vazife-i ubudiyet: kulluk görevi</TD><TD>zikir: Allah’ı anma</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 32

BİRİNCİ NÜKTE

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. O münâcât-ı Eyyubiyeye, o hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.

Bahusus, nasıl ki o hazretin yaralarından neş’et eden kurtlar kalb ve lisanına ilişmişler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler—neûzu billâh—mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.
blank.gif
1


Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.
blank.gif
2
Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.


Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor.

Hem meselâ, Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfarla ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennemin inkârına cesaret veriyor.

Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan,


[NOT]
Dipnot-1 bk. Tâhâ Sûresi, 20:124; Zuhruf Sûresi, 43:36.

Dipnot-2 bk. Tirmizî, Tefsîru Sûre: 83:1; İbni Mâce, Züht: 29; Muvattâ, Kelâm: 18; Müsned, 2:297.

[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hazret-i Eyyub: [bk. bilgiler – Eyyub (a.s.)]</TD><TD>Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah</TD></TR><TR><TD>adem: hiçlik, yokluk</TD><TD>aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun</TD></TR><TR><TD>bahusus: özellikle</TD><TD>bâtın-ı kalb: kalbin içi</TD></TR><TR><TD>bâtınî: iç</TD><TD>emâre: belirti, işaret</TD></TR><TR><TD>farz: Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey</TD><TD>hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı</TD></TR><TR><TD>hayat-ı ebediye: sonsuz hayat</TD><TD>hazret: hürmet için kullanılan ünvan</TD></TR><TR><TD>hicap etme: utanma</TD><TD>intaç eden: netice veren</TD></TR><TR><TD>istiğfar: Allah’tan bağışlanma dilemek</TD><TD>küfür: inkâr</TD></TR><TR><TD>mahall-i iman: imanın yeri</TD><TD>melâike: melekler</TD></TR><TR><TD>mukabil: karşılık</TD><TD>mânen: mânevî olarak</TD></TR><TR><TD>mükerrer: tekrarlanan</TD><TD>münâcât-ı Eyyubiye: Eyyub peygamberin duası</TD></TR><TR><TD>müteessir: etkilenen, üzülen</TD><TD>nefretkârâne: nefret edercesine</TD></TR><TR><TD>neûzu billâh: Allah’a sığınırız</TD><TD>neş’et etmek: ortaya çıkmak, meydana gelmek</TD></TR><TR><TD>nur-u iman: imanın aydınlığı</TD><TD>nükte: derin ve ince anlamlı söz</TD></TR><TR><TD>ruhaniyât: maddî yapısı olmayan ruhanî varlıklar</TD><TD>ruhî: ruhla ilgili</TD></TR><TR><TD>tehdidât: tehditler</TD><TD>tekdir: azarlama</TD></TR><TR><TD>vazife-i ubudiyet: kulluk görevi</TD><TD>vesvese: kuruntu</TD></TR><TR><TD>zevk-i ruhanî: ruhun aldığı zevk</TD><TD>zikir: Allah’ı anma</TD></TR><TR><TD>zâhirî: görünürde</TD><TD>ıttıla: haberdar olma</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 33

bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-i İlâhiyeye dair kalbe gelse, kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder.
blank.gif
1
Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder.


Ve hâkezâ, bu üç misale kıyas edilsin ki,
blank.gif
2
بَلْ رَانَ عَلٰى قُلوُبِهِمْ sırrı anlaşılsın.

İKİNCİ NÜKTE

Yirmi Altıncı Sözde sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musibet ve hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur.

BİRİNCİ VECİH:
Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ...
مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاۤءُ
blank.gif
3
İKİNCİ VECİH: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder,
blank.gif
4
kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.
blank.gif
5
Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.


ÜÇÜNCÜ VECİH: Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır
blank.gif
6
ve dâr-ı hizmettir.
blank.gif
7
Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i


[NOT]
Dipnot-1 bk. Nûr Sûresi, 24:39; Hac Sûresi, 22:31.

Dipnot-2 “Kazandıkları günahlar, kalblerini kaplayıp karartmıştır.” Mutaffifîn Sûresi, 83:14.

Dipnot-3 Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.

Dipnot-4 bk. Müslim, Birr: 52; Ebû Dâvud, Cenâiz: 1; el-Hâkim, el-Müstedrek: 1:1500.

Dipnot-5 bk. Buhârî, Merdâ: 1; Müslim, Birr: 52; Tirmizî, Zühd: 57; Muvatta’, Cenâiz: 40.

Dipnot-6 bk. Bakara Sûresi, 2:155; Âl-i İmrân Sûresi, 3:154, 186; Mâide Sûresi, 5:48; En’âm Sûresi, 6:165.

Dipnot-7 bk. Tevbe Sûresi, 9:105; Necm Sûresi, 53:39.

[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Rezzak: bütün varlıkların rızıklarını veren Allah</TD></TR><TR><TD>adem: hiçlik, yokluk</TD><TD>adâvet-i İlâhiye: Allah’a düşmanlık</TD></TR><TR><TD>bedbaht: talihsiz, bahtsız</TD><TD>beyan etme: açıklama</TD></TR><TR><TD>cilve: görüntü, yansıma</TD><TD>cüz’î: ferdî, az, küçük</TD></TR><TR><TD>dâr-ı dünya: dünya yurdu</TD><TD>dâr-ı hizmet: hizmet yeri</TD></TR><TR><TD>esmâ: isimler</TD><TD>hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret</TD></TR><TR><TD>helâket: mahvolma</TD><TD>hâkezâ: bunun gibi</TD></TR><TR><TD>iktiza etmek: gerektirmek</TD><TD>işmam etme: hissettirme</TD></TR><TR><TD>kemâl: olgunluk, mükemmellik</TD><TD>libas: elbise </TD></TR><TR><TD>mahall-i ubudiyet: kulluğun yapılacağı yer</TD><TD>mazhar etmek: eriştirmek</TD></TR><TR><TD>meydan-ı imtihan: imtihan meydanı</TD><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD></TR><TR><TD>nükte: derin ve ince anlamlı söz</TD><TD>sırr-ı kader: kader sırrı</TD></TR><TR><TD>tasaffi etmek: saf hâle gelmek, temizlenmek</TD><TD>tağyir etmek: değiştirmek</TD></TR><TR><TD>tebdil etmek: değiştirmek</TD><TD>tekemmül etme: mükemmelleşme</TD></TR><TR><TD>terakki etme: gelişme</TD><TD>vazife-i hayat: hayat görevi</TD></TR><TR><TD>vazife-i ubudiyet: kulluk görevi</TD><TD>vecih: yön</TD></TR><TR><TD>vücud-u İlâhiye: Allah’ın varlığı</TD><TD>vücut: varlık</TD></TR><TR><TD>yeknesak: tekdüze, monoton</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>Şâfî: yarattıklarına şifa verip iyileştiren Allah</TD><TD>şekvâ: şikâyet</TD></TR><TR><TD>şerr-i mahz: tamamıyla şer ve kötü</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 34

ubudiyettir.
blank.gif
1
Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla,
blank.gif
2
o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden,
blank.gif
3
şekvâ değil, şükretmek gerektir.


Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: “Onu tebrik et. Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor.” Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Bir iki Sözde beyan ettiğimiz gibi, her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya “ah” veya “oh” gelir. Yani, ya teessüf eder, ya “Elhamdü lillâh” der.

Teessüfü dedirten, eski zamanın lezâizinin zeval ve firakından neş’et eden mânevî elemlerdir. Çünkü zevâl-i lezzet elemdir. Bazan muvakkat bir lezzet daimî elem verir. Düşünmek ise o elemi deşiyor, teessüf akıtıyor.

Eski hayatında geçirdiği muvakkat âlâmın zevâlinden neş’et eden mânevî ve daimî lezzet, “Elhamdü lillâh” dedirtir. Bu fıtrî hâletle beraber, musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfât-ı uhreviye ve kısa ömrü musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse, sabırdan ziyade, şükreder,
اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَالضَّلاَلِ
blank.gif
4
demesi iktiza eder. Meşhur bir söz var ki, “Musibet zamanı uzundur.” Evet, musibet zamanı uzundur. Fakat örf-ü nâsta zannedildiği gibi sıkıntılı olduğundan uzun değil, belki uzun bir ömür gibi hayatî neticeler verdiği için uzundur.


[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:21; Necm Sûresi, 53:36.

Dipnot-2 bk. Tirmizî, Deavât: 79; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:106.

Dipnot-3 bk. Dârimî, Rikak: 56; Müsned: 2:159, 194, 198, 3:148, 238, 258.

Dipnot-4 Küfür ve dalâletten başka her türlü hal için Allah’a hamd olsun. Ayrıca bk. Tirmizî, Deavât: 45; İbni Mâce, Mukaddime: 23; Dua: 2.
[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Muhacir Hafız Ahmed: (bk. bilgiler)</TD><TD>Rabb-i Rahîm: yarattığı herbiri varlığa sonsuz şefkatini gösteren Rab</TD></TR><TR><TD>acz: acizlik, güçsüzlük</TD><TD>beyan etmek: açıklamak</TD></TR><TR><TD>elem: üzüntü</TD><TD>elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur</TD></TR><TR><TD>firak: ayrılık</TD><TD>fıtrî: doğuştan, yaratılıştan</TD></TR><TR><TD>hâlet: vaziyet, durum</TD><TD>hâlis: içten</TD></TR><TR><TD>iktiza etmek: gerektirmek</TD><TD>ilticâkârâne: sığınarak</TD></TR><TR><TD>lezâiz: lezzetler</TD><TD>menfi: olumsuz</TD></TR><TR><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD><TD>musibetzede: belâya uğrayan</TD></TR><TR><TD>muvafık: uygun</TD><TD>muvakkat: gelip geçici</TD></TR><TR><TD>mükâfât: ödül</TD><TD>mükâfât-ı uhreviye: âhirete ait ödüller</TD></TR><TR><TD>müsbet: olumlu</TD><TD>neş’et eden: kaynaklanan</TD></TR><TR><TD>nükte: derin ve ince anlamlı söz</TD><TD>riyâ: gösteriş</TD></TR><TR><TD>teessüf etmek: üzülmek</TD><TD>teveccüh etme: yönelme</TD></TR><TR><TD>ubudiyet: kulluk</TD><TD>zevâl: yokluk, gelip geçicilk</TD></TR><TR><TD>zevâl-i lezzet: lezzetin bitmesi</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zât: kişi </TD><TD>âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat</TD></TR><TR><TD>âlâm: elemler, acılar</TD><TD>örf-ü nâs: insanlar arasında kabul görmüş, gelenek haline gelmiş hususlar</TD></TR><TR><TD>şekvâ: şikâyet</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 35

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Yirmi Birinci Sözün Birinci Makamında beyan edildiği gibi, Cenâb-ı Hakkın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar. Adeta—hâşâ—Cenâb-ı Hakkı insanlara şekvâ eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekvâ edip sabırsızlık gösterir.

Çünkü, geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevâlindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mes’ut bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehimle düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir.

Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım” diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de, gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selb ediyor.

Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor;
blank.gif
1
öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakati selb eder.


Birinci Harb-i Umumînin birinci senesinde, Erzurum’da mübarek bir zat müthiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim. Bana dedi:

“Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım” diye acı bir şikâyet etti.

Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim:

“Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmânü’r-Rahîmin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücut rengi verme. Bu saati düşün. Sendeki


[NOT]
Dipnot-1 bk. İbrahim Sûresi, 14:7.

[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Birinci Harb-i Umumî: Birinci Dünya Savaşı</TD><TD>Cenâb-ı Hak: hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Erzurum: (bk. bilgiler)</TD><TD>Rab: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah</TD></TR><TR><TD>Rahmânü’r-Rahîm: rahmeti bütün kâinatı kuşattığı gibi her bir varlığa da özel rahmet tecellisi olan Allah</TD><TD>adem: yokluk, hiçlik</TD></TR><TR><TD>belâhet: aptallık</TD><TD>bâki: devamlı ve kalıcı</TD></TR><TR><TD>divanece: akılsızca</TD><TD>divanelik: akılsızlık</TD></TR><TR><TD>elhasıl: kısaca, özetle</TD><TD>evham: kuruntular, şüpheler</TD></TR><TR><TD>fâni: gelip geçici</TD><TD>gaflet: dikkatsizlik, umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsızlık hâli</TD></TR><TR><TD>giriftar olma: tutulma</TD><TD>halihazır: şimdiki zaman</TD></TR><TR><TD>hâşâ: asla</TD><TD>liyakat: lâyık olma</TD></TR><TR><TD>mazi: geçmiş zaman</TD><TD>mes’ut: mutlu</TD></TR><TR><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD><TD>müstakbel: gelecek zaman</TD></TR><TR><TD>müteellim: acı çeken</TD><TD>mütelezzizâne: lezzet alarak</TD></TR><TR><TD>mütemadiyen: sürekli olarak</TD><TD>nevi: tür</TD></TR><TR><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD><TD>selb etmek: ortadan kaldırmak</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sürur: mutluluk, sevinç</TD></TR><TR><TD>tahakküm: baskı, zorbalık</TD><TD>tevehhüm etme: kuruntuya kapılma</TD></TR><TR><TD>vehim: kuruntu</TD><TD>zevâl: gelip geçicilik, yokluk</TD></TR><TR><TD>âlâm: elemler, acılar</TD><TD>şekvâ: şikâyet</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 36

sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ bir kuvvetle merkezi harap eder.”

Dedim: “Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfât-ı uhreviyeyi ve fâni ve kısa ömrünü uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekvâ yerinde ferahlı bir şükret.”

O da tamamıyla bir ferah alarak, “Elhamdü lillâh,” dedi, “hastalığım ondan bire indi.”

BEŞİNCİ NÜKTE

Üç Meseledir.

BİRİNCİ MESELE: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.
blank.gif
1


Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.
blank.gif
2
Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur.
blank.gif
3
Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.
blank.gif
4


Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”
blank.gif
5




[NOT]
Dipnot-1 bk. Tirmizî, Deavât: 79; Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:106.

Dipnot-2 bk. Buhâri, Îman: 39, Büyû’: 2; Müslim, Müsâkât: 107; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ: 1:11.

Dipnot-3 bk. Tirmizî, Tefsîr-u Sûre: 4:24; Müsned, 2:303, 335, 402.

Dipnot-4 bk. Müslim, Birr: 52; Ebû Dâvud, Cenâiz: 1; ed-Deylemî, el-Müsned: 1:123; el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl: 1:286.

Dipnot-5 Buharî, Merdâ: 3, 13, 16; Müslim, Birr: 45; İbni Mâce, Edeb: 56; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:381, 441, 455, 3:152.

[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Rahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti</TD><TD>acz: acizlik, güçsüzlük</TD></TR><TR><TD>beşerî: insanî</TD><TD>bâki: kalıcı ve devamlı</TD></TR><TR><TD>cenah: taraf</TD><TD>dergâh-ı İlâhiye: Allah’ın yüce katı</TD></TR><TR><TD>divane: akılsız, deli</TD><TD>ednâ: en aşağı</TD></TR><TR><TD>elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur</TD><TD>fâni: gelip geçici</TD></TR><TR><TD>gaflet: dikkatsizlik, umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsızlık hâli</TD><TD>gayr: başka</TD></TR><TR><TD>hakikat: doğru gerçek</TD><TD>harap etme: yok etme</TD></TR><TR><TD>ihtar: uyarı</TD><TD>ihtar-ı Rahmânî: Allah’ın şefkât ve merhametle yaptığı uyarılar</TD></TR><TR><TD>ikaz: uyarı</TD><TD>iltica etmek: sığınmak</TD></TR><TR><TD>iltifat-ı Rabbânî: Allah’ın lütfu</TD><TD>iltihak etmek: katılmak</TD></TR><TR><TD>keffâretü’z-zünub: günahların bağışlanmasına vesile</TD><TD>kâfi: yeterli</TD></TR><TR><TD>memnunâne: memnun kalarak</TD><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD></TR><TR><TD>musibet-i diniye: dine gelen belâ</TD><TD>muzır: zararlı</TD></TR><TR><TD>mükâfât-ı uhreviye: âhirete ait ödül</TD><TD>nevi: çeşit </TD></TR><TR><TD>nükte: derin ve ince anlamlı söz</TD><TD>rivayet: bir sözü nakletme; Hadis-i Şerifin nakledilmesi</TD></TR><TR><TD>suret: şekil</TD><TD>tahşid etmek: desteklemek, odaklanmak</TD></TR><TR><TD>tathir: temizleme</TD><TD>zâhirî: görünürde</TD></TR><TR><TD>İlâhî: Allah tarafından olan</TD><TD>şekvâ: şikâyet</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 37

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.

İKİNCİ MESELE: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hazret-i Eyyub: [bk. bilgiler – Eyyup (a.s.)]</TD><TD>Kazâ: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması</TD></TR><TR><TD>aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun </TD><TD>atâ ender: bolluk ve lûtuf içinde</TD></TR><TR><TD>belâ ender: belâ içinde</TD><TD>biçare: çaresiz</TD></TR><TR><TD>cefâ ender: işkence içinde, sıkıntılı</TD><TD>cihan: âlem</TD></TR><TR><TD>fenâ ender: yokluk içinde</TD><TD>giriftar olma: tutulma, girme</TD></TR><TR><TD>hakikat: doğru gerçek</TD><TD>hatâ ender: hatâ içinde</TD></TR><TR><TD>hazret: hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan</TD><TD>iltica etmek: sığınmak</TD></TR><TR><TD>istimal etme: kullanma</TD><TD>istimdatkârâne: medet ve yardım istercesine</TD></TR><TR><TD>istinad etme: dayanma</TD><TD>istirahat-i nefis: kişinin rahat etmesi</TD></TR><TR><TD>itirazkârâne: itiraz eder gibi</TD><TD>ittiham etmek: suçlamak</TD></TR><TR><TD>izale etme: giderme, ortadan kaldırma</TD><TD>işmam etme: hissettirme</TD></TR><TR><TD>kader: Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olacak herşeyi bilip takdir etmesi</TD><TD>lâkayt: ilgisiz</TD></TR><TR><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD><TD>muterizâne: itiraz eder şekilde</TD></TR><TR><TD>münâcât: Allah’a yalvarış, duâ</TD><TD>mütezellilâne: kusur ve güçsüzlüğünü anlayarak</TD></TR><TR><TD>müştekiyâne: şikâyet eder gibi</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit </TD><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>rahîmiyet: herbir varlığa rahmetiyle özel tecelli ediciliği</TD><TD>rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi</TD></TR><TR><TD>rıza: hoşnud olma, kabullenme </TD><TD>safâ ender: huzur ve rahatlık içinde</TD></TR><TR><TD>tebeddül: değişme</TD><TD>tefekkür-ü kalbîye: kalp ile yapılan tefekkür</TD></TR><TR><TD>tehacüm: hücum etme</TD><TD>tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme</TD></TR><TR><TD>tezyid etme: arttırma</TD><TD>ubudiyet: kulluk</TD></TR><TR><TD>zikr-i lisanî: Allah’ı dille anmak</TD><TD>örs: üzerinde demir ve benzeri madenler dövülen çelik yüzeyli, kalın ve bir tarafı sivri alet</TD></TR><TR><TD>şekvâ: şikâyet</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 38

Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husumet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur,
blank.gif
1
tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.


ÜÇÜNCÜ MESELE: Her zamanın bir hükmü var.
blank.gif
2
Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâhîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sair musibetzedeleri—fakat musibet dine dokunmamak şartıyla—bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini iras etmiyor. Çünkü, hangi bir genç hasta yanıma gelmişse, görüyorum, emsallerine nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve âhirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki, öyleler hakkında o nevi hastalıklar musibet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü, çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık hayatına bir zahmet iras ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle, elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.



endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]
Dipnot-1 bk. Fussilet Sûresi, 41:34.

Dipnot-2 bk. Beyhâkî, Şuabü’l-Îmân: 4:263; Hâtîb el-Bağdâdî, el-Cami’ li Ahlâki’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmî’: 1:212, 407.

[/NOT]


<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>adâvet: düşmanlık</TD><TD>bahtiyar: talihli, mutlu</TD></TR><TR><TD>dünyevî: dünya ile ilgili</TD><TD>ebedî: sonsuz</TD></TR><TR><TD>emsal: benzer</TD><TD>eşhas: kişiler</TD></TR><TR><TD>fâni: gelip geçici, ölümlü</TD><TD>gaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma</TD></TR><TR><TD>hasım: düşman</TD><TD>husumet: düşmanlık</TD></TR><TR><TD>hâlet: durum, hâl</TD><TD>iras etmek: vermek, bırakmak</TD></TR><TR><TD>lûtf-u İlâhî: Allah’ın lütuf ve ikramı</TD><TD>merbutiyet: bağlılık</TD></TR><TR><TD>musalâha: barışma</TD><TD>musibetzede: musibete uğrayan</TD></TR><TR><TD>mübareze: karşılıklı mücadele, çatışma</TD><TD>nevi: tür, çeşit</TD></TR><TR><TD>nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimeti</TD><TD>sair: diğer</TD></TR><TR><TD>sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük</TD><TD>vazife-i diniye: dini görev</TD></TR><TR><TD>âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat</TD><TD>çendan: gerçi</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: İkinci Lem'a - Sayfa 39

Hâtime

Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.

Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de, musibetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyiç ve muharrik ârızalarla, o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyiç eder. Mahiyet-i insaniyede münderiç olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisanla değil, belki herbir âzânın lisanıyla bir iltica, bir istimdat vaziyeti verir. Güya insan o ârızalarla, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur, sahife-i hayatında veyahut levh-i misalîde mukadderât-ı hayatını yazar, esmâ-i İlâhiyeye bir ilânnâme yapar ve bir kaside-i manzume-i Sübhâniye hükmüne geçip, vazife-i fıtratını ifa eder.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>acz: acizlik, güçsüzlük</TD></TR><TR><TD>cihet: yön</TD><TD>cilve: görüntü, yansıma</TD></TR><TR><TD>derc etme: yerleştirme</TD><TD>elem: keder, üzüntü</TD></TR><TR><TD>esmâ: isimler</TD><TD>esmâ-i İlâhi: Allah’ın isimleri</TD></TR><TR><TD>fakr: muhtaçlık</TD><TD>hadsiz: sonsuz</TD></TR><TR><TD>halk etme: yaratma</TD><TD>hâtime: sonuç, son söz</TD></TR><TR><TD>ifa etme: yerine getirme</TD><TD>iltica: sığınma</TD></TR><TR><TD>ilânnâme: duyuru</TD><TD>insan-ı ekber: büyük insan</TD></TR><TR><TD>istimdat: yardım isteme</TD><TD>kaside-i manzume-i Sübhâniye: bütün noksanlıklardan uzak olan Allah’ın hassas ölçülerle düzenli bir şekilde yazdığı kaside</TD></TR><TR><TD>kudret: güç, iktidar</TD><TD>levh-i misâlî: maddî âlemdeki olayların ve varlıkların üzerinde yansıdığı mânevî levha</TD></TR><TR><TD>lezâiz: lezzetler</TD><TD>mahiyet-i insaniye: insanın temel özelliği</TD></TR><TR><TD>makine-i insaniye: bir makine hükmünde olan insanın beden ve cihazları</TD><TD>muharrik: harekete geçirici</TD></TR><TR><TD>mukadderât-ı hayat: kader kalemiyle yazılmış hayat programları</TD><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD></TR><TR><TD>müheyyiç: heyecan verici</TD><TD>mükâfât: ödül</TD></TR><TR><TD>münderiç: yerleştirilmiş</TD><TD>müteharrik: hareketli</TD></TR><TR><TD>nihayetsiz: sınırsız</TD><TD>nukuş-u esmâ: İlâhî isimlerin nakışları</TD></TR><TR><TD>nâfi: faydalı</TD><TD>rahmet: İlâhî şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>sahife-i hayat: hayat sayfası</TD><TD>sair: başka</TD></TR><TR><TD>sevk etme: gönderme, yönlendirme</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>tazammun eden: içeren</TD><TD>tecellî: görünüm, yansıma</TD></TR><TR><TD>tehyiç etme: heyecanlandırma</TD><TD>umumiyetle: genellikle</TD></TR><TR><TD>vazife-i fıtrat: yaratılıştan gelen görev</TD><TD>âlem: dünya; kâinat</TD></TR><TR><TD>âlem-i asgar: en küçük âlem</TD><TD>âlâm: elemler, acılar</TD></TR><TR><TD>ârıza: aksama</TD><TD>âzâ: uzuvlar, organlar</TD></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst