Birinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member
besmele.jpg

فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
blank.gif
1

اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
blank.gif
2

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
blank.gif
3

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
4
لاَحَوْلَ وَلاَقُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ
blank.gif
5
يَا بَاقِۤى أَنْتَ الْبَاقِى يَا بَاقِۤى أَنْتَ الْبَاقِى
blank.gif
6
لِلَّذِينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَاۤءٌ
blank.gif
7

Otuz Birinci Mektubun birinci kısmı, her zaman, hususan mağrib ve işâ ortasında otuz üçer defa okunması çok faziletli bulunan mezkûr kelimât-ı mübarekenin herbirinin çok envârından birer nurunu gösterecek altı Lem’adır.

Birinci Lem’a

HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâmın münâcâtı, en azîm bir münâcattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır.
blank.gif
8



[NOT]Dipnot-1 “Karanlıklar içinde niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.’” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Dipnot-2 “Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.’” Enbiyâ Sûresi, 21:83.

Dipnot-3 “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.

Dipnot-4 “Allah bana yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

Dipnot-5 “Havl ve kuvvet, ancak herşeyden yüce ve nihayetsiz azamet sahibi olan Allah’a aittir.” Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî: 38; Müslim, Zikr: 44-46.

Dipnot-6 Bâkî kalan ancak sensin, ey Bâkî. Bâkî kalan ancak sensin, ey Bâkî.

Dipnot-7 “[Kur’ân] iman edenler için bir hidayet rehberi ve bir şifadır.” Fussilet Sûresi, 41:44.

Dipnot-8 Tirmizî, Deavât: 81; Müsned, 1:170. [/NOT]


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hazret-i Yunus: [bk. bilgiler – Yunus (a.s.)]</td><td>Mettâ: Hz. Yunus’un (a.s.) babasının adı</td></tr><tr><td>alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm: peygamberimize ve ona salât ve selâm olsun</td><td>azîm: büyük</td></tr><tr><td>envâr: nurlar</td><td>faziletli: değerli, sevaplı</td></tr><tr><td>hususan: özellikle</td><td>ibn: oğul</td></tr><tr><td>işâ: yatsı vakti</td><td>kelimât-ı mübareke: mübarek kelimeler</td></tr><tr><td>lem’a: parıltı</td><td>mağrib: akşam vakti</td></tr><tr><td>mezkûr: anılan, sözü geçen</td><td>münâcât: Allah’a yalvarış, duâ</td></tr><tr><td>nur: aydınlık</td><td>vesile-i icabe-i dua: duanın kabulüne vesile</td></tr></tbody></table>​
 

Ukbaa

Well-known member
Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası:

Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş.
blank.gif
1
Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette,

blank.gif
2
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ münâcâtı, ona sür’aten vasıta-i necat olmuştur.


Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki:

O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı.3 Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir. O nur-u tevhid ile hûtun karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn 4 altında o lûtf-u Rabbânîyi müşahede etti.

İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı


[NOT]
Dipnot-1 bk. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 17:79-81.

Dipnot-2 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Dipnot-3 bk. En’âm Sûresi, 6:17; Yûnus Sûresi, 10:107; Fâtır Sûresi, 35:2.

Dipnot-4 bk. Saffât Sûresi, 37:146.

[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hz. Yunus: [bk. bilgiler – Yunus (a.s.)]</td><td>Müsebbibü’l-Esbab: bütün sebepleri ve sebeplerin sonucunu yaratan Allah</td></tr><tr><td>aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme</td><td>bilkülliye: bütünüyle</td></tr><tr><td>cevv-i semâ: gökyüzü, hava boşluğu</td><td>dağdağa: gürültü, dehşet verici</td></tr><tr><td>dağvâri: dağ gibi</td><td>emvac: dalgalar</td></tr><tr><td>esbab: sebepler</td><td>hevâ-yı nefis: nefsin yasak arzu ve istekleri</td></tr><tr><td>hût: büyük balık</td><td>hülâsa: özet</td></tr><tr><td>inkişaf etme: ortaya çıkma</td><td>istikbal: gelecek </td></tr><tr><td>ittifak: anlaşma, birlik</td><td>kamer: ay</td></tr><tr><td>küre-i zemin: yeryüzü</td><td>kıssa-i meşhure: meşhur kıssa</td></tr><tr><td>lûtf-u Rabbânî: Allah’ın lûtfu</td><td>mahlûkat: varlıklar</td></tr><tr><td>melce: sığınak</td><td>mevc: dalga</td></tr><tr><td>meydan-ı cevelân: gezinti alanı</td><td>musahhar eden: boyun eğdiren</td></tr><tr><td>münâcât: Allah’a yalvarış, duâ</td><td>müşahede etmek: gözlemlemek</td></tr><tr><td>nazar-ı gaflet: bir şeyin mânâsını anlamadan bakmak</td><td>necat: kurtuluş</td></tr><tr><td>nur: aydınlık</td><td>nur-u tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğuna ve Onun yaptığına inanmaktan doğan nur</td></tr><tr><td>sahil-i selâmet: kurtuluş sahili</td><td>semâ: gökyüzü</td></tr><tr><td>sergerdan: şaşkın, başı dönük</td><td>sukut etmek: düşmek; hükümsüz hâle gelmek</td></tr><tr><td>sırr-ı azîm: büyük sır</td><td>sırr-ı ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta birliğinin görülmesinin sırrı</td></tr><tr><td>tahtelbahir: denizaltı</td><td>tazyik: baskı</td></tr><tr><td>tenezzühgâh: seyir ve gezinti yeri</td><td>vasıta-i necat: kurtuluş aracı</td></tr><tr><td>zât: kişi</td><td>şecere-i yaktîn: kabak ağacı</td></tr></tbody></table>
 

Ukbaa

Well-known member
ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.
blank.gif
1
Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.


Madem hakikî vaziyetimiz budur. Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip
blank.gif
2
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَdemeliyiz ve aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arzdan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtırât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak-hâşâ-Zât-ı Vâcibü’l-Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz.
blank.gif
3


Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus Aleyhisselâma o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.
blank.gif
4
لاَۤ اِلٰهَ الاَّ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize,
blank.gif
5
سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza,

blank.gif
6
اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celb etmeliyiz.
blank.gif
7


[NOT]
Dipnot-1 bk. Yusuf Sûresi, 12:53.

Dipnot-2 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Dipnot-3 bk. Kehf Sûresi, 18:23-24; İnsan Sûresi, 76:30; Tekvîr Sûresi, 81:29; Hac Sûresi, 22:65.

Dipnot-4 Senden başka ilâh yoktur.

Dipnot-5 Sen her noksandan münezzehsin.

Dipnot-6 Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.

Dipnot-7 bk. Buhârî, Ezan: 149, Tevhid, 9; Müslim, Zikr: 47-48, Hudûd: 23.

[/NOT]


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hz. Yunus: [bk. bilgiler – Yunus (a.s.)]</td><td>Hâlık-ı Semâvat ve Arz: göklerin ve yerin yaratcısı olan Allah</td></tr><tr><td>Müsebbibü’l-Esbab: bütün sebepleri ve sebeplerin neticesini yaratan Allah</td><td>Rab: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah</td></tr><tr><td>Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve varlığının devamı için hiçbir sebebe muhtaç olmayan Zât, Allah</td><td>aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme</td></tr><tr><td>celb etmek: çekmek</td><td>cihet: yön, taraf</td></tr><tr><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık</td><td>emvâc: dalgalar</td></tr><tr><td>esbab: sebepler</td><td>fıkra: bölüm, kısım</td></tr><tr><td>gaflet: duyarsızlık, umursamazlık</td><td>hakikat-i hal: o andaki durumunun gerçeği</td></tr><tr><td>halâskâr: kurtarıcı</td><td>hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı</td></tr><tr><td>hevâ-yı nefis: nefsin yasak arzu ve hevesleri</td><td>hâtırât-ı kalb: kalbden geçenler</td></tr><tr><td>hâşâ: asla</td><td>hût: büyük balık</td></tr><tr><td>icad: var etme</td><td>iktidaen: uyarak</td></tr><tr><td>iltica etme: sığınma</td><td>irade: istek, arzu</td></tr><tr><td>istikbal: gelecek </td><td>ittifak: anlaşma, birlik</td></tr><tr><td>lâtif: güzel, hoş</td><td>mahv: yok olma</td></tr><tr><td>mehtap: ay ışığı, ay</td><td>merkûb: binek</td></tr><tr><td>muzır: zararlı</td><td>münâcât: Allah’a yalvarış, duâ</td></tr><tr><td>nazar-ı merhamet: merhamet bakışı</td><td>nefis: can, kişinin kendisi</td></tr><tr><td>suret: görünüm</td><td>taht-ı emir: emir altında</td></tr><tr><td>taht-ı hüküm: hüküm altında</td><td>taht-ı idare: idaresi altında</td></tr><tr><td>tahtelbahir: denizaltı</td><td>âhiret: öldükten sonraki sonsuz hayat</td></tr></tbody></table>
 

Ukbaa

Well-known member
Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever. Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir.
blank.gif
1
Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri (a.s.)
blank.gif
2
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَdemeye muhtaçtır. سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
3


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]
Dipnot-1 bk. Âl-i İmrân Sûresi, 3:180; Zümer Sûresi, 39:63; Şûrâ Sûresi, 42:12; Hadîd Sûresi, 57:10.

Dipnot-2 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.


[/NOT]


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kur’ân-ı Hakîm: sonsuz hikmetlerle dolu Kur’ân</td><td>Rab: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah</td></tr><tr><td>Yunusvâri: Yunus gibi</td><td>adem: yokluk</td></tr><tr><td>arz: yeryüzü</td><td>câmiiyet: geniş, kapsamlı oluş</td></tr><tr><td>ebedî: sonsuz</td><td>ecrâm-ı ulviye: gök cisimleri</td></tr><tr><td>elhasıl: kısaca, özetle</td><td>emvâc: dalgalar</td></tr><tr><td>hadsiz: sayısız</td><td>hakikat-i İslâmiyet: İslâmiyet gerçeği</td></tr><tr><td>halâskâr: kurtarıcı</td><td>hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı</td></tr><tr><td>hengâmında: sırasında</td><td>hurdebinî: mikroskobik</td></tr><tr><td>ihtizâzât: sarsıntılar</td><td>inkılâp: dönüşme</td></tr><tr><td>istikbal: gelecek</td><td>kabza-i tasarruf: hüküm ve idare eden el</td></tr><tr><td>karn: asır, çağ</td><td>mahiyet: öz nitelik, özellik</td></tr><tr><td>maksud: kastedilen, hedef alınan şey</td><td>melce: sığınak</td></tr><tr><td>merkûb: binek</td><td>mevt: ölüm</td></tr><tr><td>mâbud: kendisine ibadet edilen</td><td>müteellim: acı çeken</td></tr><tr><td>mütemadiyen: sürekli olarak</td><td>müştakane: şevkle, çok isteyerek</td></tr><tr><td>nazar-ı ibret: ibret gözüyle bakış</td><td>nefis: insanı lezzetlere, maddî menfaatlere sevk eden duygu</td></tr><tr><td>nur-u iman: iman aydınlığı</td><td>sahil-i selâmet: güvenli yer</td></tr><tr><td>sefine-i mâneviye: mânevî gemi</td><td>selâmet: kötülüklerden kurtulma, esenlik</td></tr><tr><td>seyyârat: gezegenler</td><td>sırr-ı Kur’ân: Kur’ân’ın sırrı</td></tr><tr><td>taht-ı emir: emrinde, emri altında</td><td>tefekkür: düşünme</td></tr><tr><td>tenevvür etme: aydınlanma</td><td>tenezzüh: gezinti</td></tr><tr><td>terbiye-i Furkaniye: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân’ın verdiği eğitim</td><td>umum: genel</td></tr><tr><td>vahşet: ürküntü, yabanîlik</td><td>zelzele-i kübrâ: büyük deprem, kıyamet</td></tr><tr><td>zemin: yeryüzü</td><td>zerrat: zerreler</td></tr><tr><td>zuhur etme: ortaya çıkma, görünme</td><td>ünsiyet: canayakınlık</td></tr></tbody></table>
 
Üst