On Sekizinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Sekizinci Söz

Bu Sözün iki makamı var. İkinci Makamı daha yazılmamıştır. Birinci Makamı Üç Noktadır.

BİRİNCİ NOKTA
besmele.jpg


لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحوُنَ بِمَاۤ اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ
blank.gif
1


Nefs-i emmâreme
bir sille-i tedip

Ey fahre meftun, şöhrete müptelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemtâ, sersem nefsim!
Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var.

Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrinle tenkis ediyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla iptal ediyorsun ve temellükle gasp ediyorsun.

Senin vazifen fahir değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil, istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbinlik değil, hüdâbinliktedir.
Evet, sen, benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz hayrı kabul etmek,


[NOT]Dipnot-1 “Yaptıkları kötülüklerle sevinen ve yapmadıkları hayırla övülmekten hoşlanan kimseleri, sakın azaptan kurtulurlar zannetme. Onlar için pek acı bir azap vardır.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:188.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>bîhemtâ: eşsiz, benzersiz</td><td>cüz-i ihtiyarî: insandaki çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>fahr: gurur, övünme</td><td>hacâlet: utanç</td></tr><tr><td>hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>hodbin: bencil, kibirli</td><td>hüdâbinlik: Allah’ı tanımak</td></tr><tr><td>istiğfar: af dileme, tevbe (bk. ğ-f-r)</td><td>kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>küfran: nankörlük (bk. k-f-r)</td><td>medih: övgü</td></tr><tr><td>meftun: tutkun, düşkün</td><td>menşe: kaynak, esas</td></tr><tr><td>müptelâ: bağımlı, tutulmuş</td><td>müstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>nedâmet: pişmanlık</td><td>nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>sille-i tedip: edeplendirme tokadı</td><td>tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>tahrip: yıkma, bozma</td><td>temellük: sahiplenme (bk. m-l-k)</td></tr><tr><td>tenkis: eksiltme, değerini indirme</td><td>tevazu: alçakgönüllülük</td></tr><tr><td>zemm: ayıplama, kötüleme</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Sekizinci Söz - Sayfa 314

şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani, fâil ve masdar değilsiniz; belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var. O da, hayr-ı mutlaktan gelen hayrı güzel bir surette kabul etmemenizden, şerre sebep olmanızdır.

Hem siz birer perde yaratılmışsınız, tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlâhiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki, bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıt bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalb ettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz! Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.

Hem deme ki, “Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.” Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memer olursun.

Hem deme ki, “Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.HAŞİYE-1

İKİNCİ NOKTA

blank.gif
1
اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celâliye-i


[NOT]Haşiye-1 Hakikaten, ben de bu münazarada Yeni Said nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini çok beğendim ve “Bin bârekâllah” dedim.

Dipnot-1
“O [Allah] herşeyi en güzel şekilde yarattı.” Secde Sûresi, 32:7.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâlık: her şeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>Zât-ı Mukaddese-i İlâhiye: Allah’ın mukaddes zâtı (bk. ḳ-d-s; e-l-h)</td></tr><tr><td>bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k)</td><td>cihet: yön</td></tr><tr><td>firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)</td><td>fâil: işi yapan, özne (bk. f-a-l)</td></tr><tr><td>güz: sonbahar</td><td>hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>hayr-ı mutlak: tam ve kesin hayır, iyilik (bk. ḫ-y-r; ṭ-l-ḳ)</td><td>hazin: hüzünlü, acıklı</td></tr><tr><td>haşin: kırıcı, sert</td><td>haşiye: dipnot, açıklayıcı not</td></tr><tr><td>hâşâ: asla, öyle değil</td><td>hüsn-ü bilgayr: dolayısıyla güzel (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>hüsn-ü bizzat: bizzat güzel (bk. ḥ-s-n)</td><td>hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>ilzam etme: susturma</td><td>intihap edilmek: seçilmek</td></tr><tr><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td><td>iskât etme: susturma</td></tr><tr><td>isnad: dayandırma (bk. s-n-d)</td><td>iştirak: ortaklık</td></tr><tr><td>kalb etmek: dönüştürmek</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>mahal: yer, mekan</td><td>masdar: kaynak</td></tr><tr><td>mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)</td><td>memer: geçilecek yer, köprü</td></tr><tr><td>merci: kaynak</td><td>meziyet: üstün özellik</td></tr><tr><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td><td>müflis: iflas etmiş</td></tr><tr><td>münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r)</td><td>münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l)</td></tr><tr><td>müteellim: acı çeken</td><td>müşevveş: karışık, düzensiz</td></tr><tr><td>nebâtât: bitkiler</td><td>nefisperest: nefsini seven, nefsine tapan (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>tabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiata tapan (bk. ṭ-b-a)</td><td>tahribat: yıkıp bozmalar</td></tr><tr><td>tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın haşmet ve büyüklüğünün görünümleri (bk. c-l-y; c-l-l; s-b-ḥ)</td><td>temessül: yansıma, şekillenme (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>tenzih: noksan ve çirkinliklerden yüce tutma (bk. n-z-h)</td><td>vazife-i fıtrat: yaratılış görevi (bk. f-ṭ-r)</td></tr><tr><td>zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)</td><td>ziyade: çok, fazla</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Sekizinci Söz - Sayfa 315

mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir. Meselâ, kudret-i fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder. Meselâ, “kar“ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Hem insan, hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri hilâf-ı edep zanneder. Meselâ, alet-i tenasül-ü insan, insan nazarında bahsi hacâlet-âverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gayât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edeptir, hacâlet ona hiç temas etmez.

İşte, menba-ı edep olan Kur’ân-ı Hakîmin bazı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlûkların ve hadiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)</td><td>Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>alet-i tenasül-ü insan: insanın üreme organı</td><td>ayn-ı edep: edebin tâ kendisi</td></tr><tr><td>bârid: soğuk</td><td>bâridâne: soğukça</td></tr><tr><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td><td>eşya: şeyler, varlıklar</td></tr><tr><td>gayât-ı fıtrat: yaratılış gayeleri (bk. f-ṭ-r)</td><td>hacâlet: utanç</td></tr><tr><td>hacâlet-âver: utanç verici</td><td>hararetli: sıcak</td></tr><tr><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td><td>hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>hilâf-ı edep: edebe aykırı</td><td>hodgâm: kendi keyfini düşünen, bencil</td></tr><tr><td>ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)</td><td>inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f)</td></tr><tr><td>inkılâp: değişim, dönüşüm</td><td>intizamsızlık: düzensizlik (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)</td><td>kitabet-i kudsiye: kutsal yazılımlar, yazılar (bk. k-t-b; ḳ-d-s)</td></tr><tr><td>kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r)</td><td>küllî: büyük, genel (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>mahz-ı edebî: edebin tâ kendisi</td></tr><tr><td>mazhar: görünme yeri (bk. ẓ-h-r)</td><td>menba-ı edep: edep kaynağı</td></tr><tr><td>muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m)</td><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>muzır: zararlı</td><td>mânâsız: anlamsız (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>mücehhez: cihazlanmış, donanmış</td><td>nazar: bakış, düşünce (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nazdar: nazlı, cilveli</td><td>nazenin: ince, nazik, nazlı</td></tr><tr><td>neşvünema: büyüyüp gelişme</td><td>perde-i hacâlet: utanç perdesi</td></tr><tr><td>rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)</td><td>tahavvül: değişim, başkalaşma</td></tr><tr><td>taslit: musallat olma, sataşma</td><td>tazyik: baskı</td></tr><tr><td>telâkki etmek: kabul etmek</td><td>terhis: vazifeye son verme</td></tr><tr><td>tâbirât: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)</td><td>tâzib: azap, eziyet</td></tr><tr><td>vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y)</td><td>zahir: dış görünüş (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>zahiren: görünüş itibariyle (bk. ẓ-h-r)</td><td>zahiri: görünürde (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>zahirperest: dış görünüşe önem veren (bk. ẓ-h-r)</td><td>zahirperestlik: dış görünüşe önem verme (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>zelzele: deprem, sarsıntı</td><td>şer: kötü</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Sekizinci Söz - Sayfa 316

ÜÇÜNCÜ NOKTA

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ
blank.gif
1

Madem kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette, risalet‑i Ahmediye (a.s.m.), şuhud derecesinde bir kat’iyetle sübutu lâzım gelir. Zira, şu güzel masnuattaki hüsn-ü san’at ve ziynet-i suret gösteriyor ki, onların San’atkârında ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve kuvvetli bir taleb-i tezyin vardır. Ve şu irade ve talep ise, o Sânide ulvî bir muhabbet ve masnularında izhar ettiği kemâlât-ı san’atına karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor. Ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve mükemmel fert olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz etmek ister.

İnsan ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir. Meyve ise, en cemiyetli ve en uzak ve en ziyade nazarı âmm ve şuuru küllî bir cüz’îdir. Nazarı âmm ve şuuru küllî zat ise, o San’atkâr-ı Zülcemâle muhatap olup görüşen ve küllî şuurunu ve âmm nazarını tamamen Sâniinin perestişliğine ve san’atının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarf eden en yüksek, en parlak bir fert olabilir.

Şimdi iki levha, iki daire görünüyor:

Biri, gayet muhteşem, muntazam bir daire-i Rububiyet ve gayet musannâ, murassâ bir levha-i san’at.

Diğeri, gayet münevver, müzehher bir daire-i ubûdiyet ve gayet vâsi, câmi’ bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman vardır—ki, ikinci daire, bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.

İşte, o Sâniin bütün makàsıd-ı san’atperverânesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sâni ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbup ve makbul olduğu bilbedâhe anlaşılır.


[NOT]Dipnot-1 “[Ey sevgili Peygamberim] De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>San’atkâr-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-m-l)</td><td>Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>bilbedâhe: ap açık bir şekilde</td><td>bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>cemiyetli: geniş kapsamlı (bk. c-m-a)</td><td>câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)</td></tr><tr><td>cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)</td><td>daire-i Rububiyet: Rububiyet dairesi (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d)</td><td>hüsn-ü san’at: san’atın güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)</td><td>irade-i tahsin: güzelleştirme kastı (bk. r-v-d; ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)</td><td>izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>kat’î: kesin</td><td>kemâlât-ı san’at: san’attaki mükemmellik (bk. k-m-l; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>kudsî: kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>levha-i san’at: san’at tablosu (bk. ṣ-n-a)</td><td>levha-i tefekkür: tefekkür levhası (bk. f-k-r)</td></tr><tr><td>mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)</td><td>makàsıd-ı san’atperverâne: san’ata olan düşkünlüğü ortaya koyan maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)</td><td>masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)</td><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>murassâ: mücevherlerle süslü</td><td>musannâ: san’atlı (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>münasebettar: ilişkili (bk. n-s-b)</td><td>münevver: nurlanmış, aydınlanmış (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>müteveccih olmak: yönelmek</td><td>müzehher: çiçeklerle bezenmiş</td></tr><tr><td>nazar: bakış dikkat (bk. n-ẓ-r)</td><td>nazarı âmm: bakışı geniş ve kuşatıcı (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>perestiş: kulluk, tapınma</td><td>risalet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği (bk. r-s-l; ḥ-m-d)</td></tr><tr><td>sübut: gerçekleşme</td><td>taleb-i tezyin: süsleme isteği (bk. ṭ-l-b; z-y-n)</td></tr><tr><td>talep: istek (bk. ṭ-l-b)</td><td>temerküz etmek: odaklaşmak</td></tr><tr><td>ulvî: yüce</td><td>vâsi: geniş</td></tr><tr><td>ziynet-i suret: süslü görünüm (bk. z-y-n; ṣ-v-r)</td><td>zîşuur: şuurlu (bk. ẕî; ş-a-r)</td></tr><tr><td>şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>şuuru küllî: bilgi ve kavrayışı kapsamlı (bk. ş-a-r; k-l-l)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Sekizinci Söz - Sayfa 317

Acaba hiç akıl kabul eder mi ki, şu güzel masnuâtın bu derece san’atperver, hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in’âmperver San’atkârı, Arş ve ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, ber ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbirle, perestişkârâne Ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayt kalsın ve onunla konuşmasın ve alâkadarâne onu resul yapıp güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin?
Kellâ! Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil...

اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللهِ اْلاِسْلاَمُ
blank.gif
1

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ اَشِدَّاءُ عَلَى اْلكُفَّارِ رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ
blank.gif
2


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Şüphesiz ki, Allah katında makbul olan din, İslâm dinidir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:19.

Dipnot-2
“Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar da, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler.” Fetih Sûresi, 48:29.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Arş: göğün en yüksek katı; Cenab-ı Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)</td><td>alâkadarâne: ilgilenmek suretiyle</td></tr><tr><td>bahr: deniz</td><td>ber: kara</td></tr><tr><td>cezbeye getirmek: kendinden geçirmek</td><td>ferş: yer</td></tr><tr><td>in’amperver: nimetlendirmeyi seven (bk. n-a-m)</td><td>kellâ: asla</td></tr><tr><td>lâkayt: duyarsız</td><td>masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)</td><td>müteveccih: yönelme</td></tr><tr><td>nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)</td><td>perestişkârâne: taparcasına</td></tr><tr><td>resul: peygamber, elçi (bk. r-s-l)</td><td>san’atperver: san’ata düşkün (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>sirayet: bulaşma</td><td>tekbir: Allah’ın büyüklüğünü dile getirme (bk. k-b-r)</td></tr><tr><td>velvele-i istihsan: güzellikleri pek çok dille bir arada haykıran sesler (bk. ḥ-s-n)</td><td>zemzeme-i şükran: teşekkür ifade eden nağmeler (bk. ş-k-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Sekizinci Söz - Sayfa 318

Firkatli ve gurbetli bir esarette, fecir vaktinde
ağlayan bir kalbin ağlayan ağlamalarıdır

Seherlerde eser bâd-ı tecellî
Uyan ey gözlerim vakt-i seherde.
İnâyethah zidergâh-ı İlâhi
Seherdir ehl-i zenbin tevbegâhı,
Uyan ey kalbim vakt-i fecirde,
Bikün tevbe, bicu gufran, zidergâh-ı İlâhî.

سَحَرْ حَشْرِيسْت، دَرُو هُشْيَارْ دَرْ تَسْبِيحْ هَمَه شَىْ
بَخَوابِ غَفْلَتْ سَرْسَمْ نَفْسَمْ حَتَى كَىْ؟
عُمُرْ عَصْرِيسْت سَفَرْ بَاقَبِرْمِى بَايَدْ زِهَرْحَىْ
بِبَرْخِيزْ نَمَازِى چُونِيَازِى كُو بِكُنْ آوَازِى چُونْ نَىْ
بَكُو: يَارَبْ! پَشِيمَانَمْ، خَجِيلَمْ، شَرْمَشَارَمْ اَزْ گُنَاهِ بِى شُمَارَمْ، پَرِيشَانَمْ، ذَلِيلَمْ، أَشْك بَارَمْ اَزْحَيَاتْ بِى قَرَارَمْ، غَرِيبَمْ، بِى كَسَمْ، ضَعِيفَمْ، نَا تُوَانَمْ، عَلِيلَمْ، عَاجِزَمْ، إِخْتِيَارَمْ، بِى اِخْتِيَارَمْ، اَ ْلاَمَانْ گُويَمْ، عَفُو جُويَمْ، مَدَدْ خَواهَمْ زِ دَرْ كَاهَتْ اِلَهِى!
blank.gif
1


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 Seher bir haşirdir. Uyanık ve uyuyan herşey tesbihdedir. Ey sersem nefsim, ne zaman uyanacaksın? Ömür bir asır da olsa her canlının kabre seferi gerekiyor. Namaza kalk, ney avazı gibi niyaz eyle. Yâ Rab! pişmanım; utanıyorum, sayısız günahımdan ar ediyorum. Zelîlim, istikrarsız yaşamaktan göz yaşı döküyorum. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, sakatım, âcizim, hem ihtiyarım, hem irâdesizim. El-amân diyorum, İlâhî dergâhından yardım istiyorum.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>bicû gufran: bağışlanma iste (bk. ğ-f-r)</td><td>bikün tevbe: tevbe et</td></tr><tr><td>bâd-ı tecellî: tecellî rüzgârı (bk. c-l-y)</td><td>ehl-i zenb: günah işleyenler</td></tr><tr><td>fecir: tan yerinin ağarması, sabah</td><td>firkat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)</td></tr><tr><td>inâyethah: yardım isteyen (bk. a-n-y)</td><td>tevbegâh: tevbe etme ve bağışlanma yeri</td></tr><tr><td>vakt-i fecir: fecir vakti</td><td>vakt-i seher: seher vakti</td></tr><tr><td>zidergâh-ı İlâhi: İlâhî dergâhtan, rahmet kapısından (bk. e-l-h)</td></tr></tbody></table>
 
Üst