On Birinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Birinci Söz

besmele.jpg


وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا وَالسَّمَآءِ وَمَا بَنٰيهَا وَاْلاَرْضِ وَمَاطَحٰيهَا وَنَفْسٍ وَمَاسَوّٰيهَا.. الخ
blank.gif
1

EY KARDEŞ! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-i salâtın rümuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsîlî hikâyeciğe bak:

Bir zaman bir sultan varmış. Servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli, pek acaip defineleri varmış. Hem kemâlâtça sanayi-i garibede pek çok mahareti varmış. Hem hesapsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası varmış. Hem nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ıttılaı varmış.

İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Ta, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin: Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün. Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.

[NOT]Dipnot-1 “Yemin olsun güneşe ve aydınlığına ve onu takip eden aya ve onu gösteren güne ve onu örten geceye; ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene ve nefse (kişiye) ve onu intizamla yaratana.” Şems Sûresi, 91:1-7.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>acaip: şaşırtıcı, hayret verici</td><td>cemâl: güzellik (bk. c-m-l)</td></tr><tr><td>cemâl ve kemâl-i mânevî: madde ile sınırlı olmayan mânevî güzellik ve üstünlük (bk. c-m-l; k-m-l; a-n-y)</td><td>cevahir: cevherler, değerli şeyler</td></tr><tr><td>define: hazine</td><td>enzar: bakışlar, dikkatler (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>fehmetmek: anlamak</td><td>fünun-u acibe: şaşırtıcı fen ve ilimler</td></tr><tr><td>garibe: benzersiz, garip şey</td><td>gayrın nazarı: başkasının bakışı (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>hakikat-i salât: namazın hakikati, anlam ve niteliği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ṣ-l-v)</td><td>haşmet: büyüklük, heybet, görkem</td></tr><tr><td>hikmet-i âlem: âlemin hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m; a-l-m)</td><td>hilkat-i insan: insanın yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>ihata: kapsama, kuşatıcılık</td><td>izhar: ortaya çıkarma (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)</td><td>kemâlat: mükemmellikler, kusursuzluklar, üstünlükler (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>maharet: beceri</td><td>marifet: geniş bilgi ve beceri (bk. a-r-f)</td></tr><tr><td>meşher: sergi</td><td>muammâ: anlaşılması zor sır, gizem</td></tr><tr><td>müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)</td><td>nazar-ı dekaik-âşinâ: inceliklere nüfuz eden bakış (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>nâs: insanlar</td><td>rümuz: ince işaretler</td></tr><tr><td>saltanat: hükümranlık, egemenlik (bk. s-l-ṭ)</td><td>sanayi-i garibe: benzersiz, garip san’atlar (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>sultan-ı zîşan: şan ve şeref sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ẕi) </td><td>temsilî: analojik, kıyaslamalı benzetme şeklinde (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>tılsım: sır, şifre </td><td>ulûm-u bedia: güzel san’atlar, estetik bilimleri (bk. a-l-m; b-d-a)</td></tr><tr><td>vecih: yön, tarz</td><td>ıttıla: bilgi sahibi olma</td></tr><tr><td>şaşaa: gösteriş</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 178

Bu hikmete binaen, cesîm ve geniş ve muhteşem bir kasrı yapmaya başladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaâtıyla süslendirip, kendi dest-i san’atının en lâtif, en güzel eserleriyle ziynetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mucizekârâneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini cami’ sofralar, o sarayda kurdu. Herbir taifeye lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehâvetkârâne ve san’atperverâne bir ziyafet-i amme ihzar etti ki, güya herbir sofra yüz sanayi‑i lâtifenin eserleriyle vücut bulmuş gibi, kıymetli hadsiz nimetleri serdi. Sonra, aktâr-ı memleketindeki ahali ve raiyetini seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti.

Sonra, bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının mânâlarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Ta ki, sarayın sâniini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin; ve sarayın nakışlarının rümuzlarını bildirip, içindeki san’atlarının işaretlerini öğretip, derunundaki manzum murassâlar ve mevzun nukuş nedir, ve ne vech ile saray sahibinin kemâlâtına ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin; ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyâtı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin.

İşte, o muarrif üstadın herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi, en büyük dairede, şakirtleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:

“Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.

“Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san’atını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz.



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>ahali: halk</td><td>aktâr-ı memleket: memleketin dört bir yanı (bk. m-l-k)</td></tr><tr><td>avene: yardımcı</td><td>binaen: –dayanarak </td></tr><tr><td>cami’: içinde toplayan (bk. c-m-a)</td><td>cesîm: çok büyük</td></tr><tr><td>delâlet: delil olma, işaret etme</td><td>derun: içyüz, içyapı</td></tr><tr><td>dest-i san’at: san’at eli (bk. ṣ-n-a)</td><td>fünun-u hikmet: varlıklardaki hikmeti ve ince sırları ortaya çıkaran fenler, ilimler (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>güya: sanki</td><td>hadsiz: sayısız</td></tr><tr><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td><td>ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)</td></tr><tr><td>istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)</td><td>izhar: ortaya çıkarma (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>kasr: saray, köşk, büyük ve süslü konak</td><td>kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar, üstünlükler (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>leziz: lezzetli</td><td>lâtif: ince, güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>manzum: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td><td>marziyât: hoşa giden, razı olunan şeyler</td></tr><tr><td>melik: sahip (bk. m-l-k)</td><td>menzil: oda, ev (bk. n-z-l)</td></tr><tr><td>merasim: tören</td><td>mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)</td></tr><tr><td>muarrif: tarif edici, tanıtıcı (bk. a-r-f)</td><td>muhteşem: ihtişamlı, görkemli</td></tr><tr><td>murassâ: değerli mücevherlerle süslenmiş şey</td><td>mânâ: anlam (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>müştemilât: içindekiler</td><td>nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)</td></tr><tr><td>raiyet: halk, vatandaşlar</td><td>rümuz: işaretler, semboller</td></tr><tr><td>sanayi-i lâtife: güzel, ince san’atlar (bk. ṣ-n-a; l-ṭ-f)</td><td>san’atperverâne: san’ata düşkün bir şekilde (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>sehâvetkârâne: cömertçe (bk. c-v-d)</td><td>seyyid: efendi</td></tr><tr><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td><td>sâni: sanatkâr (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>taam: yiyecek</td><td>taife: topluluk</td></tr><tr><td>taksim etmek: kısımlara ayırmak</td><td>tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>tarif: tanıtma (bk. a-r-f)</td><td>tayin etme: vazifelendirme</td></tr><tr><td>tebligat: bildiri (bk. b-l-ğ)</td><td>tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>tenezzüh: gezinti, seyir (bk. n-z-h)</td><td>tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)</td></tr><tr><td>teşrifat: kabul töreni, protokol</td><td>ulûm: ilimler (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>vecih: yön, tarz</td><td>vücut bulmak: var olmak (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>yaver-i ekrem: çok değerli, yüksek rütbeli memur (bk. k-r-m)</td><td>ziyafet-i âmme: genel ziyafet</td></tr><tr><td>ziynetlendirmek: süslemek (bk. z-y-n)</td><td>âdâb: edep ve görgü kuralları</td></tr><tr><td>âsâr-ı mu’cizekârâne: mu’cize eserleri (bk. a-c-z)</td><td>üstad: hoca, öğretmen</td></tr><tr><td>şakirt: öğrenci</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 179

“Hem bu gördüğünüz ihsanat ile size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.
“Hem şu görünen in’âm ve ikramlarla size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz.

“Hem şu kemâlâtının âsârıyla mânevî cemâlini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyakınızı gösteriniz.

“Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklit edilmez turra koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yektâ, istiklâl ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yektâ ve misilsiz, nazirsiz, bîhemtâ tanıyınız ve kabul ediniz.”

Daha bunun gibi, ona ve o makama münasip sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrıldılar:

Birinci güruhu: Kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için, o sarayın içindeki acaiplere baktıkları zaman dediler: “Bunda büyük bir iş var.” Hem anladılar ki, beyhude değil, âdi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. “Acaba tılsımı nedir? İçinde ne var?” deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyan ettiği nutkunu işittiler. Anladılar ki, bütün esrarın anahtarları ondadır. Ona müteveccihen gittiler ve dediler:

“Esselâmü aleyke yâ eyyühe’l-üstad! Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.”

Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyâtı dairesinde amel ettiler.

Onların şu edepli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden, onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir cevvâd-ı melike lâyık ve öyle mutî ahaliye şayeste ve öyle edepli misafirlere


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>acaip: hayret verici ve şaşırtıcı şeyler</td><td>ahali: halk</td></tr><tr><td>amel etmek: iş görmek, davranmak</td><td>beyan: açıklama (bk. b-y-n)</td></tr><tr><td>beyhude: boşu boşuna, gayesiz</td><td>bîhemtâ: eşsiz, benzersiz</td></tr><tr><td>cemâl: güzellik (bk. c-m-l)</td><td>cevâd-ı melik: çok cömert hükümdar (bk. c-v-d; m-l-k)</td></tr><tr><td>edep: terbiye, güzel ahlâk</td><td>eser-i dest: el yapımı</td></tr><tr><td>esrar: sırlar, gizemler</td><td>esselâmü aleyke yâ eyyühe’l-üstad: sana selâm olsun, ey üstad (bk. s-l-m)</td></tr><tr><td>evvel: önce</td><td>güruh: bölük, grup</td></tr><tr><td>hakkan: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>has: özel</td></tr><tr><td>hususî: özel</td><td>hâtem: mühür, damga</td></tr><tr><td>hürmet etmek: saygı göstermek (bk. ḥ-r-m)</td><td>ihsan: iyilik, ikram, bağış (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>ihsanat: ihsanlar, iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n)</td><td>infirad: tek başına olma (bk. f-r-d)</td></tr><tr><td>in’am: nimet verme (bk. n-a-m)</td><td>istifade: faydalanma, yararlanma</td></tr><tr><td>istiklâl: bağımsızlık</td><td>itaat etme: emre uyma</td></tr><tr><td>iştiyak: şiddetli arzu ve istek</td><td>kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar, üstünlükler (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>mahsus: özel</td><td>marziyât: hoşa giden, razı olunan şeyler</td></tr><tr><td>masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)</td><td>misilsiz: benzersiz, eşsiz (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>muamele: davranış, iş</td><td>muarrif: tarif edici, tanıtıcı (bk. a-r-f)</td></tr><tr><td>muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)</td><td>muhteşem: ihtişamlı, görkemli</td></tr><tr><td>mutî: itaatkar</td><td>müdakkik: inceden inceye araştıran</td></tr><tr><td>münasip: uygun (bk. n-s-b)</td><td>müteveccihen: yönelerek</td></tr><tr><td>müzeyyenat: süsler (bk. z-y-n)</td><td>nazirsiz: benzersiz (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nutuk: konuşma</td><td>sadık: doğru sözlü (bk. ṣ-d-ḳ)</td></tr><tr><td>seyyid: efendi</td><td>sikke: mühür, işaret</td></tr><tr><td>tavsif edilmez: özellikleri anlatılmakla bitmez (bk. v-ṣ-f)</td><td>teveccüh: ilgi</td></tr><tr><td>turra: mühür, nişan</td><td>tılsım: sır, şifre</td></tr><tr><td>vaziyet: durum</td><td>yektâ: tek, benzersiz</td></tr><tr><td>zikri: geçen anılan, sözü geçen</td><td>âdi: basit, sıradan</td></tr><tr><td>âsâr: eserler</td><td>üstad: hoca, öğretmen</td></tr><tr><td>şayeste: lâyık, yakışır</td><td>şefkat: karşılıksız merhamet ve sevgi (bk. ş-f-ḳ)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 180

münasip ve öyle yüksek bir kasra şayan bir surette ikram etti. Daimî onları saadetlendirdi.
İkinci güruh ise, akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit nefislerine mağlûp olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler. Bütün o mehâsinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşâdâtından ve şakirtlerinin ikazâtından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen, fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar, seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni-i Zîşânın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup öyle edepsizlere lâyık bir hapse attılar.

Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki, o hâkim-i zîşan, bu kasrı şu mezkûr maksatlar için bina etmiştir. Şu maksatların husulü ise iki şeye mütevakkıftır:

Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın vücududur. Çünkü, o bulunmazsa, bütün maksatlar beyhude olur. Çünkü, anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibaret kalır.

İkincisi: Ahali, o üstadın sözünü kabul edip dinlemesidir.

Demek, vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâisidir. Ve ahalinin istimâı, kasrın bekàsına sebeptir. Öyle ise, denilebilir ki, eğer şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan, şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki, o üstadın talimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek.

Ey arkadaş, hikâye burada bitti. Eğer şu temsilin sırrını anladınsa, bak, hakikatin yüzünü de gör.
İşte o saray şu âlemdir ki, tavanı, tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gökyüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba gûnâgûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür. O melik ise, ezel-ebed sultanı olan bir Zât-ı Mukaddestir ki, yedi kat semâvât ve arz ve içlerinde olan herşey, kendilerine mahsus lisanlarla o Zâtı takdis


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Zât-ı Mukaddes: her türlü noksanlık ve çirkinlikten yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)</td><td>ahali: halk</td></tr><tr><td>arz: yer</td><td>bekà: devamlılık, kalıcılık (bk. b-ḳ-y)</td></tr><tr><td>beyhude: sonuçsuz, boşuna</td><td>bina etmek: yapmak, inşa etmek</td></tr><tr><td>daimi: sürekli</td><td>dâi: var olmasına sebep olan</td></tr><tr><td>düstur: kural, prensip</td><td>ezel-ebed sultanı: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı sürekli devam eden sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ) </td></tr><tr><td>garb: batı</td><td>gûnâgûn: türlü türlü, renk renk</td></tr><tr><td>güruh: grup</td><td>hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>husul: meydana gelme</td><td>hâkim-i zîşan: şanı yüce hükümdar (bk. ḥ-k-m; ẕi)</td></tr><tr><td>ihzar edilen: hazırlanan (bk. ḥ-ḍ-r)</td><td>ikazât: uyarılar</td></tr><tr><td>iksir: ilaç</td><td>iltifat: yönelme, değer verme</td></tr><tr><td>irşâdât: nasihatler, doğru yolu gösteren sözler (bk. r-ş-d)</td><td>istimâ: dinleme</td></tr><tr><td>kasr: saray, köşk</td><td>lisan: dil</td></tr><tr><td>mahsus: özel</td><td>maksat: gaye, istenilen şey (bk. ḳ-ṣ-d)</td></tr><tr><td>mağlup olmak: yenilmek</td><td>mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>melik: hükümdar, sultan (bk. m-l-k)</td><td>melik-i zîşan: şanı yüce hükümdar (bk. m-l-k; ẕi)</td></tr><tr><td>mezkûr: adı geçen</td><td>muallim: öğretmen (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>mânâ: anlam (bk. a-n-y)</td><td>münasip: uygun (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>mütevakkıf: bağlı</td><td>nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>nutuk: konuşma</td><td>saadet: mutluluk</td></tr><tr><td>semavat: gökler (bk. s-m-v)</td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>sâni-i zîşan: şanı yüce san’atkâr (bk. ṣ-n-a; ẕi)</td><td>taam: yiyecek</td></tr><tr><td>takdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma (bk. ḳ-d-s)</td><td>talimat: emirler (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>tebdil ve tahvil: değiştirme ve başka hale dönüştürme</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>tenvir edilmek: ışıklandırılmak, aydınlatılmak (bk. n-v-r)</td><td>vücud: varlık (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>vücud-u kasr: köşkün, sarayın varlığı (bk. v-c-d)</td><td>vücud-u üstad: öğretmenin varlığı (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)</td><td>üstad: hoca, öğretmen</td></tr><tr><td>şakirt: öğrenci</td><td>şark: doğu</td></tr><tr><td>şayan: layık, yaraşır</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 181

edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semâvât ve arzı altı günde yaratarak, Arş-ı Rububiyetinde durup, gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp kâinat sahifesinde âyâtını yazan ve güneş, ay, yıldızlar emrine musahhar, zîhaşmet ve zîkudret sahibidir.

O sarayın menzilleri ise, şu on sekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarzla tezyin ve tanzim edilmiştir. İşte, o sarayda gördüğün sanayi-i garibe ise, şu âlemde görünen kudret-i İlâhiyenin mucizeleridir. Ve o sarayda gördüğün taamlar ise, şu âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde rahmet-i İlâhiyenin semerât-ı harikalarına işarettir. Ve oradaki ocak ve matbah ise, burada kalbinde ateş olan arz ve sath-ı arzdır. Ve orada temsilde gördüğün gizli definelerin cevherleri ise, şu hakikatte esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerine misaldir. Ve temsilde gördüğümüz nakışlar ve o nakışların remizleri ise, şu âlemi süslendiren muntazam masnuat ve mevzun nukuş-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelâlin esmâsına delâlet ederler. Ve o üstad ise, Seyyidimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Avânesi ise, enbiya aleyhimüsselâmdır. Ve şakirtleri ise evliya ve asfiyadır. O saraydaki hâkimin hizmetkârları ise, şu âlemde melâike aleyhimüsselâma işarettir. Temsilde seyir ve ziyafete davet edilen misafirler ise, şu dünya misafirhanesinde cin ve ins ve insanın hizmetkârları olan hayvanlara işarettir. Ve o iki fırka ise: Burada birisi ehl-i imandır ki, kitab-ı kâinatın âyâtının müfessiri olan Kur’ân-ı Hakîmin şakirtleridir. Diğer güruh ise, ehl-i küfür ve tuğyandır ki, nefis ve şeytana tabi olup yalnız hayat-ı dünyeviyeyi tanıyan, hayvan gibi, belki daha aşağı, sağır, dilsiz, dâllîn güruhudur.
blank.gif
1



[NOT]Dipnot-1 bk. Et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân 1:63; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ 2:219.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)</td><td>Arş-ı Rububiyet: Allah’ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; r-b-b)</td></tr><tr><td>Barla: (bk. bilgiler)</td><td>Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)</td><td>Melik-i Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>aleyhimüsselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)</td><td>arz: yer, dünya</td></tr><tr><td>asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar (bk. ṣ-f-y)</td><td>avâne: yardımcılar</td></tr><tr><td>cevher: kıymetli taş</td><td>cilve: görüntü, yansıma (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>cin ve ins: cinler ve insanlar</td><td>delâlet: delil olma, işaret etme</td></tr><tr><td>dâllîn: doğru yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)</td><td>ehl-i iman: iman etmiş, inanmış kimseler (bk. e-m-n)</td></tr><tr><td>ehl-i küfür ve tuğyan: inkârcılar, inanmayanlar ve azgınlık ve taşkınlıkta çok ileri gidenler (bk. k-f-r; ṭ-ğ-y)</td><td>enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)</td></tr><tr><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td><td>esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve noksandan yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)</td></tr><tr><td>evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)</td><td>fırka: grup </td></tr><tr><td>güruh: grup, topluluk</td><td>hat: çizgi</td></tr><tr><td>hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)</td><td>hâkim: hükmeden, idareci (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)</td><td>kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudreti (bk. ḳ-d-r; e-l-h)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. s-n-a)</td></tr><tr><td>matbah: mutfak</td><td>melâike: melekler (bk. m-l-k)</td></tr><tr><td>menzil: ev, oda (bk. n-z-l)</td><td>mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)</td></tr><tr><td>misal: örnek (bk. m-s̱-l)</td><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>musahhar: boyun eğen</td><td>mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>müfessir: tefsir edici, açıklayıcı, yorumlayıcı (bk. f-s-r)</td><td>nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>nukuş-u kalem-i kudret: Allah’ın kudret kaleminin işlemeleri (bk. n-ḳ-ş; ḳ-d-r)</td><td>rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti, şefkati, merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)</td></tr><tr><td>remiz: işaret</td><td>sanayi-i garibe: benzersiz, garip san’atlar (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>sath-ı arz: yeryüzü</td><td>semavat: gökler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>semerât-ı harika: harika meyveler</td><td>seyyid: efendi</td></tr><tr><td>taam: yiyecek</td><td>tabi olmak: uymak</td></tr><tr><td>tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) </td></tr><tr><td>tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)</td><td>tezyin: süsleme (bk. z-y-n)</td></tr><tr><td>zîhaşmet: haşmetli, görkemli, heybetli (bk. ẕi)</td><td>zîkudret: kudretli, güçlü, kuvvetli (bk. ẕi; ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>âlem: dünya (bk. a-l-m)</td><td>âyât: âyetler, deliller</td></tr><tr><td>üstad: hoca, öğretmen</td><td>şakirt: öğrenci, talebe</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 182

Birinci kafile olan süedâ ve ebrar ise, zülcenâheyn olan Üstadı dinlediler. O üstad hem abddir; ubûdiyet noktasında Rabbini tavsif ve tarif eder ki, Cenâb-ı Hakkın dergâhında ümmetinin elçisi hükmündedir. Hem resuldür; risalet noktasında Rabbinin ahkâmını Kur’ân vasıtasıyla cin ve inse tebliğ eder.

Şu bahtiyar cemaat, o Resulü dinleyip Kur’ân’a kulak verdiler. Kendilerini, envâ-ı ibâdâtın fihristesi olan namaz ile, birçok makamat-ı âliye içinde çok lâtif vazifelerle telebbüs etmiş gördüler. Evet, namazın mütenevvi ezkâr ve harekâtıyla işaret ettiği vezâifi, makamatı mufassalan gördüler. Şöyle ki:

Evvelen: Âsâra bakıp, gaibâne muamele suretinde, saltanat-ı Rububiyetin mehâsinine temâşâger makamında kendilerini gördüklerinden, tekbir ve tesbih vazifesini eda edip Allahu ekber dediler.

Saniyen: Esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilveleri olan bedâyiine ve parlak eserlerine dellâllık makamında görünmekle, Sübhanallah Velhamdülillâh diyerek takdis ve tahmid vazifesini ifa ettiler.

Salisen: Rahmet-i İlâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetlerini zâhir ve bâtın duygularla tadıp anlamak makamında şükür ve senâ vazifesini edaya başladılar.

Rabian: Esmâ-i İlâhiyenin definelerindeki cevherleri, mânevî cihazat mizanlarıyla tartıp bilmek makamında tenzih ve medih vazifesine başladılar.



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Allahu ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)</td><td>Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)</td><td>Resul: Peygamber (bk. r-s-l)</td></tr><tr><td>Sübhanallah Velhamdülillah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir; teşekkür ve övgü de Allah’a mahsustur” (bk. s-b-ḥ; ḥ-m-d)</td><td>abd: kul (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)</td><td>bahtiyar: talihli</td></tr><tr><td>bedâyi: harika özellikler (bk. b-d-a)</td><td>cemaat: topluluk (bk. c-m-a)</td></tr><tr><td>cevher: değerli şey</td><td>cihazat: duyular, donanımlar</td></tr><tr><td>cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)</td><td>cin ve ins: cinler ve insanlar</td></tr><tr><td>dellâl: ilan edici, duyurucu</td><td>dergâh: huzur, makam</td></tr><tr><td>ebrar: iyi insanlar</td><td>eda etmek: yerine getirmek</td></tr><tr><td>envâ-i ibâdât: çeşit çeşit ibadetler (bk. a-b-d)</td><td>esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)</td></tr><tr><td>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)</td><td>evvelen: ilk olarak</td></tr><tr><td>ezkâr: zikirler</td><td>fihriste: özet</td></tr><tr><td>gaibâne muamele: yüz yüze olmadan, üçüncü şahıs olarak anmak</td><td>harekât: hareketler</td></tr><tr><td>iddihar edilen: depolanan, toplanan</td><td>ifa etmek: yerine getirmek</td></tr><tr><td>kafile: grup, topluluk</td><td>lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>makamat: makamlar</td><td>makamat-ı âliye: yüce makamlar</td></tr><tr><td>medih: övme</td><td>mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>mizan: ölçü, terazi (bk. v-z-n)</td><td>mufassalan: ayrıntılı olarak</td></tr><tr><td>mütenevvi: çeşitli</td><td>rabian: dördüncü olarak</td></tr><tr><td>rahmet-i İlâhiyenin hazineleri: Allah’ın rahmet hazineleri (bk. r-ḥ-m; e-l-h)</td><td>resul: elçi, peygamber (bk. r-s-l)</td></tr><tr><td>risalet: elçilik, peygamberlik (bk. r-s-l)</td><td>salisen: üçüncü olarak</td></tr><tr><td>saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)</td><td>saniyen: ikinci olarak</td></tr><tr><td>senâ: övme ve yüceltme</td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>süedâ: seyyidler, efendiler</td><td>tahmid: Allah’ı övme ve Ona teşekkürlerini sunma (bk. ḥ-m-d)</td></tr><tr><td>takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma (bk. ḳ-d-s)</td><td>tarif etmek: anlatmak, tanıtmak (bk. a-r-f)</td></tr><tr><td>tavsif: vasıflandırma, özelliklerini anlatma (bk. v-ṣ-f)</td><td>tebliğ: bildirme, ulaştırma (bk. b-l-ğ)</td></tr><tr><td>tekbir: Allah’ın herşeyden büyük olduğunu ifade etmek (bk. k-b-r)</td><td>telebbüs: giyinme</td></tr><tr><td>temâşâger: seyirci, gözlemci</td><td>tenzih: her türlü noksan ve çirkinliklerden arınmış tutma (bk. n-z-h)</td></tr><tr><td>tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)</td><td>ubûdiyet: kulluk, ibadet (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>vezâif: vazifeler, görevler</td><td>zâhir ve bâtın duygular: insanın maddî ve mânevî duyuları (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>zülcenâheyn: iki kanatlı (burada Peygamberimizin hem halktan Hakka, hem de Haktan halka olan iki yönlü elçiliği kastedilmiştir)</td><td>âsâr: eserler</td></tr><tr><td>ümmet: peygambere inanıp onun yolundan gidenler, mü’minler</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 183

Hamisen: Mistar-ı kader üstünde kalem-i kudretiyle yazılan mektubât-ı Rabbâniyeyi mütalâa makamında tefekkür ve istihsan vazifesine başladılar.

Sadisen: Eşyanın yaratılışında ve masnuatın san’atındaki lâtif incelik ve nazenin güzellikleri temâşâ ile tenzih makamında, Fâtır-ı Zülcelâl, Sâni-i Zülcemâllerine muhabbet ve iştiyak vazifesine girdiler.
Demek, kâinata ve âsâra bakıp, gaibâne muamele-i ubûdiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezâifi eda ettikten sonra, Sâni-i Hakîmin dahi muamelesine ve ef’âline bakmak derecesine çıktılar ki, hazırâne bir muamele suretinde evvelâ Hâlık-ı Zülcelâlin kendi san’atının mucizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek

blank.gif
1
سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْناَكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ dediler. “Senin tarif edicilerin, bütün masnuatındaki mu’cizelerindir.”

Sonra, o Rahmân’ın, kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip
blank.gif
2
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ dediler.

Sonra, o Mün’im-i Hakikînin, tatlı nimetleriyle terahhum ve şefkatini göstermesine karşı, şükür ve hamd ile mukabele ettiler, dediler:

سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ
blank.gif
3
“Senin hak şükrünü nasıl eda edebiliriz? Sen öyle şükre lâyık bir meşkûrsun ki, bütün kâinata serilmiş bütün ihsânâtın açık lisan-ı hâlleri,

[NOT]
Dipnot-1
“Ey Rabbimiz! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Seni hakkıyla tanıyamadık.” El-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr 2:410; Mer’î b. Yûsuf; Ekâvîlü’s-Sikât s. 45.

Dipnot-2
“Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

Dipnot-3
Bu ifade pekçok hadiste geçmektedir: Müslim, salât 218; Ebû Dâvûd, edeb 98; Nesâî, iftitâh 17; Müsned 6:77,151.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi benzersiz üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)</td><td>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>Mün’im-i Hakikî: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m; ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>Rahmân: rahmet ve şefkati sınırsız olan Allah (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)</td><td>Sâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-m-l)</td></tr><tr><td>eda etmek: yerine getirmek</td><td>ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)</td></tr><tr><td>evvelâ: ilk olarak</td><td>eşya: varlıklar</td></tr><tr><td>gaibâne: yüzyüze olmadan, gaybî olarak (bk. ğ-y-b)</td><td>hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hamd: övgü ve teşekkür (bk. ḥ-m-d)</td><td>hamisen: beşinci olarak</td></tr><tr><td>hazırâne muamele: yüz yüze, karşılıklı muamele</td><td>ihsânât: ihsanlar, ikramlar, bağışlar (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)</td><td>iştiyak: şiddetli arzu ve istek</td></tr><tr><td>kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>lisan-ı hâl: hal ve beden dili</td><td>lâtif: ince, güzel (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>makamat: makamlar, yerler</td><td>marifet: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f)</td></tr><tr><td>masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)</td><td>mektubât-ı Rabbâniye: şuur sahiplerine hitap eden birer mektup gibi anlamlı şekilde yaratılmış varlıklar (bk. k-t-b; r-b-b)</td></tr><tr><td>mezkûr: sözü geçen</td><td>meşkûr: kendisine şükredilen (bk. ş-k-r)</td></tr><tr><td>mistar-ı kader: kader şablonu (bk. ḳ-d-r)</td><td>muamele-i ubûdiyet: kulluğa ait davranışlar (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)</td><td>mukabele etmek: karşılık vermek</td></tr><tr><td>mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)</td><td>mütalâa: inceleme</td></tr><tr><td>nazenin: pek ince ve değerli</td><td>rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>sadisen: altıncı olarak</td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>tarif edici: tanıtıcı (bk. a-r-f)</td><td>tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)</td></tr><tr><td>temâşâ: seyretme</td><td>tenzih: eksik ve çirkinliklerden arınmış tutma (bk. n-z-h)</td></tr><tr><td>terahhum: şefkat ve merhamet gösterme (bk. r-ḥ-m)</td><td>vezâif: görevler</td></tr><tr><td>zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)</td><td>âsâr: eserler</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 184

şükür ve senânızı okuyorlar. Hem, âlem çarşısında dizilmiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bütün nimetlerin ilânâtıyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar. Hem, rahmet ve nimetin manzum meyveleri ve mevzun yemişleri, Senin cûd ve keremine şehadet etmekle, Senin şükrünü enzâr-ı mahlûkat önünde ifa ederler.”

Sonra, şu kâinatın yüzlerinde değişen mevcudat âyinelerinde cemâl ve celâl ve kemâl ve kibriyâsının izharına karşı Allahu ekber deyip, tazim içinde bir aczle rükûa gidip, mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler.

Sonra, o Ganiyy-i Mutlakın, servetinin çokluğunu ve rahmetinin genişliğini göstermesine karşı, fakr ve hacetlerini izhar edip, dua edip, istemekle mukabele edip
blank.gif
1
وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ dediler.

Sonra, o Sâni-i Zülcelâlin, kendi san’atının lâtiflerini, harikalarını, antikalarını sergilerle teşhirgâh-ı enamda neşrine karşı, Maşaallah
blank.gif
2
deyip takdir ederek, “Ne güzel yapılmış” deyip istihsan ederek, Bârekallah deyip müşahede etmek, Âmennâ deyip şehadet etmek, “Geliniz, bakınız,” hayran olarak Hayye ale’l-felâh deyip herkesi şahit tutmakla mukabele ettiler.

Hem o Sultan-ı Ezel ve Ebed, kâinatın aktârında kendi rububiyetinin saltanatını ilânına ve vahdâniyetinin izharına karşı, tevhid ve tasdik edip Semi’nâ ve eta’nâ
blank.gif
3
diyerek itaat ve inkıyad ile mukabele ettiler.

Sonra, o Rabbü’l-Âlemînin ulûhiyetinin izharına karşı, zaaf içinde aczlerini,


[NOT]Dipnot-1 “Yalnız senden yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.

Dipnot-2
bk. En’âm Sûresi, 6:128; A’râf Sûresi, 7:188.

Dipnot-3
bk. Mâide Sûresi, 5:7; Nûr Sûresi, 24:51.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Allahu ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)</td><td>Bârekallah: Allah mübarek etsin (bk. b-r-k)</td></tr><tr><td>Ganiyy-i Mutlak: sınırsız zenginliğe sahip olan Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)</td><td>Hayye ale’l-felâh: “Haydi kurtuluşa!”</td></tr><tr><td>Maşaallah: Allah ne güzel dilemiş ve yaratmış</td><td>Rabbü’l-Âlemîn: bütün âlemlerin rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)</td></tr><tr><td>Semi’nâ ve eta’nâ: “İşittik ve itaat ettik!” (bk. s-m-a)</td><td>Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)</td></tr><tr><td>Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)</td><td>acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>aktâr: bölgeler, taraflar</td><td>celâl: haşmet (bk. c-l-l)</td></tr><tr><td>cemâl: güzellik (bk. c-m-l)</td><td>cûd: cömertlik (bk. c-v-d)</td></tr><tr><td>enzâr-ı mahlûkat önünde: bütün varlıkların gözü önünde (bk. n-ẓ-r; ḫ-l-ḳ)</td><td>fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r)</td></tr><tr><td>hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)</td><td>hamd: teşekkür ve övgü (bk. ḥ-m-d)</td></tr><tr><td>ifa etmek: yerine getirmek</td><td>ilânât: duyurular</td></tr><tr><td>inkıyad: boyun eğme</td><td>istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>izhar: ortaya çıkarma, gösterme (bk. ẓ-h-r)</td><td>kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>kerem: lütuf, cömertlik, iyilik (bk. k-r-m)</td><td>kibriyâ: büyüklük (bk. k-b-r)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>kâinatın aktârı: kâinatın dört bir tarafı (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f)</td><td>mahviyet: alçakgönüllülük</td></tr><tr><td>manzum: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td><td>medih: övgü, şükür</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)</td></tr><tr><td>muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)</td><td>mukabele: karşılık verme</td></tr><tr><td>müşahede etmek: gözlemlemek (bk. ş-h-d)</td><td>neşr: yayma</td></tr><tr><td>rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)</td><td>rububiyet: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki malikiyet ve egemenliği, her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran terbiyesi (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>rükûa gitmek: namazda eğilmek</td><td>saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ)</td></tr><tr><td>secde etmek: namazda yere kapanmak</td><td>senâ: övme, yüceltme</td></tr><tr><td>tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ)</td><td>tevhid: Allah’ın birliğini kabul etme (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>teşhirgâh-ı enam: yaratılmışların sergi yeri</td><td>tâzim: Allah’ın büyüklüğünü dile getirme (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye layık olma, ilâhlık (bk. e-l-h)</td><td>vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>zaaf: zayıflık</td><td>zemin: yer</td></tr><tr><td>Âmennâ: “İman ettik” (bk. e-m-n)</td><td>âlem: dünya (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>âyine: ayna</td><td>şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 185

ihtiyaç içinde fakrlarını ilândan ibaret olan ubûdiyet ile ve ubûdiyetin hülâsası olan namaz ile mukabele ettiler.

Daha bunlar gibi gûnâgûn ubûdiyet vazifeleriyle şu dar-ı dünya denilen mescid-i kebîrinde farîze-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarını eda edip ahsen-i takvim suretini aldılar.
blank.gif
1
Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çıktılar ki, yümn-ü iman ile emn ü emanet
blank.gif
2
ile mücehhez, emin bir halife-i arz
blank.gif
3
oldular. Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra, onların Rabb-i Kerîmi, onları, imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma davet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede
blank.gif
4
parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve bekà verdi.

Çünkü ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedar âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir. İşte Kur’ân şakirtlerinin akıbetleri böyledir. Cenâb-ı Hak bizleri onlardan eylesin. Âmin!

Amma, füccar ve eşrar olan diğer güruh ise, hadd-i bulûğ ile şu âlem sarayına girdikleri vakit, bütün vahdâniyetin delillerine karşı küfür ile mukabele edip ve bütün nimetlere karşı küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcudatı kıymetsizlikle kâfirâne bir itham ile tahkir ettiler. Ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tecelliyâtına karşı red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz bir cinayet işlediler, nihayetsiz bir azaba müstehak oldular.


[NOT]Dipnot-1 bk. Tîn Sûresi, 95:4.

Dipnot-2
bk. Ahzâb Sûresi, 33:72.

Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:30; Enâm Sûresi, 6:165; Yûnus Sûresi, 10:14.

Dipnot-4
bk. Secde Sûresi, 32:17; Zuhruf Sûresi, 43:71; Buhârî, Bed’ü’l-Halk 8; Tefsîru Sûre (32) 1, Tevhid35; Müslim, İmân 312, Cennet 2-5; Tirmizî, Cennet 15, Tefsîru Sûre (32) 2, (56) 1; İbni Mâce, Zühd 39; Dârimî, Rikak 98, 105; Müsned 2:313, 370, 407, 416, 438, 462, 466, 495, 506, 5:334.
[/NOT]


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>Rabb-i Kerim: sonsuz ikram, ihsan ve iyilik sahibi, herşeyi idare ve terbiye eden Allah (bk. r-b-b; k-r-m)</td></tr><tr><td>ahsen-i takvim: insanın yaratılışının en güzel şekilde ve tam kıvamında olması (bk. ḥ-s-n)</td><td>bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)</td></tr><tr><td>bâki kalmak: kalıcı ve sürekli olmak (bk. b-ḳ-y)</td><td>cemâl: güzellik (bk. c-m-l)</td></tr><tr><td>dar-ı dünya: dünya yurdu</td><td>destgâh-ı imtihan: sınav tezgahı</td></tr><tr><td>dârüsselâm: esenlik yurdu, Cennet (bk. s-l-m)</td><td>ebed/ebediyet: sonsuzluk (bk. e-b-d)</td></tr><tr><td>eda etmek: yerine getirmek</td><td>emin: güvenilir (bk. e-m-n)</td></tr><tr><td>emn ü emanet: emanetin güvenliği (bk. e-m-n)</td><td>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)</td></tr><tr><td>eşrar: şerli ve kötü kimseler</td><td>fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)</td></tr><tr><td>farîze-i ömür: ömür borcu</td><td>füccar: günahkârlar, açıktan günah işleyenler</td></tr><tr><td>gûnâgûn: türlü türlü, renk renk</td><td>güruh: grup, topluluk</td></tr><tr><td>hadd-i bulûğ: ergenlik çağı</td><td>halife-i arz: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan (bk. ḫ-l-f)</td></tr><tr><td>hutur etmek: hatıra gelmek</td><td>hülâsa: özet, öz</td></tr><tr><td>inkâr: inanmama, reddetme (bk. n-k-r)</td><td>itham: suçlama</td></tr><tr><td>kalb-i beşer: insan kalbi</td><td>kâfirâne: kâfirce, inkâr ederek (bk. k-f-r)</td></tr><tr><td>küfran: nankörlük, inkâr (bk. k-f-r)</td><td>küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)</td></tr><tr><td>mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>mazhar etmek: eriştirmek (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>mertebe: derece</td><td>mescid-i kebir: büyük mescid (bk. k-b-r)</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>meydan-ı tecrübe: deneme alanı</td></tr><tr><td>mukabele etmek: karşılık vermek</td><td>mücehhez: cihazlanmış, donanmış</td></tr><tr><td>mükâfat: ödül</td><td>müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>müştâk: düşkün, aşık</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)</td><td>saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)</td></tr><tr><td>sermedî: sürekli, devamlı </td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>tahkir etmek: hakaret etmek, aşağılamak</td><td>tecelliyât: görünümler, yansımalar, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)</td><td>vahdâniyet: Allah’ın bir ve tek oluşu (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>vazife-i hayat: hayat görevi (bk. ḥ-y-y)</td><td>yümn-ü iman: inanmanın getirdiği bereket ve uğur (bk. e-m-n)</td></tr><tr><td>âkıbet: son, netice</td><td>âlem: dünya (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>âmin: “Allahım kabul eyle” (bk. e-m-n)</td><td>âyinedar: ayna olan, yansıtan</td></tr><tr><td>şakirt: öğrenci, talebe</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 186

Evet, insana sermaye-i ömür ve cihazat-ı insaniye, mezkûr vezâif için verilmiştir. Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ, zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefis etmek, ayıp olmasın, batın ve fercin hizmetine mi münhasırdır? Yahut, zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde derc edilen şu nazik letâif ve mâneviyat ve şu hassas âzâ ve âlât ve şu muntazam cevarih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede nefs-i rezilenin, hevesât-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki, vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhali, iki esastır:

Biri: Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip şükür ve ibadetini etmelisiniz.

İkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyâtının aksamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.

İşte, bu iki esas üzerine kemâlât-ı insaniye neşvünemâ bulur. Bununla insan, insan olur.

İnsaniyetin cihazatı, hayvan gibi hayat-ı dünyeviyeyi kazanmak için verilmemiş olduğuna şu temsil sırrıyla bak:

Meselâ, bir zat bir hizmetçisine yirmi altın verdi, ta mahsus bir kumaştan kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın âlâsından mükemmel bir libas aldı, giydi.

Sonra gördü ki, o zat, diğer bir hizmetkârına bin altın verip, bir kâğıt içinde bazı şeyler yazılı olarak onun cebine koydu, ticarete gönderdi. Şimdi, her aklı başında olan bilir ki, o sermaye, bir kat libas almak için değil. Çünkü evvelki hizmetkâr yirmi altınla en âlâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan, elbette



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Cenâb-ı Mün’im-i Hakikî: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m; ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>aksam: kısımlar</td></tr><tr><td>batın: mide, karın</td><td>cevarih: organlar</td></tr><tr><td>cihazat: cihazlar, organ ve duyular</td><td>cihazat-ı insaniye: insanın duyu ve organları</td></tr><tr><td>derc edilen: yerleştirilen</td><td>esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)</td></tr><tr><td>ferc: üreme organı, avret</td><td>fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)</td></tr><tr><td>gaye-i idhal: yerleştirilme gayesi</td><td>gaye-i yegâne: tek gaye</td></tr><tr><td>havas: duygular</td><td>hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>hayat-ı fâniye: geçici hayat (bk. ḥ-y-y; f-n-y)</td><td>hevesât-ı süfliye: aşağılık arzular</td></tr><tr><td>hissiyat: hisler, duygular</td><td>hizmetkâr: hizmetçi</td></tr><tr><td>hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil</td><td>ihsas ettirmek: hissettirmek</td></tr><tr><td>istimal: kullanma</td><td>kemâlât-ı insaniye: insanın mükemmel özellikleri, üstün yetenekleri (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)</td><td>libas: elbise</td></tr><tr><td>mahsus: özel</td><td>mezkur: sözü geçen</td></tr><tr><td>muhafaza-i nefis: kişinin kendisini ve canını koruması (bk. ḥ-f-ẓ; n-f-s)</td><td>muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>mâneviyat: mânevî âleme ait olan şeyler (bk. a-n-y)</td><td>münhasır: bağlı, sınırlı </td></tr><tr><td>mütecessis: araştıran, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan</td><td>nazik: zarif, ince</td></tr><tr><td>nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)</td><td>nefs-i rezile: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden alçak ve âdi duygu (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>neşvünemâ: gelişme</td><td>pürheves: heveslerinin peşinde koşan</td></tr><tr><td>sermaye-i ömür: ömür sermayesi</td><td>tecelli: yansıma (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>tecelliyât: tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y)</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>terbiye-i medeniye: medeniyetin verdiği eğitim (bk. r-b-b)</td><td>vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>vezâif: vazifeler, görevler</td><td>âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>âlâ: üstün, kıymetli</td><td>âlât: aletler</td></tr><tr><td>âyâ: acaba</td><td>âzâ: âzalar, organlar</td></tr><tr><td>şükür: nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme (bk. ş-k-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 187

bu bin altın bir kat libasa sarf edilmez. Şayet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya bir kat libas için verip, hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için, şiddetle tazip ve hiddetle te’dip edilecektir.

Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermaye-i ömür ve istidad-ı hayatınızı, hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarf etmeyiniz. Yoksa, sermayece en âlâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en ednâsından elli derece aşağı düşersiniz.

Ey gafil nefsim! Senin hayatının gayesini ve hayatının mahiyetini, hem hayatının suretini, hem hayatının sırr-ı hakikatini, hem hayatının kemâl-i saadetini bir derece anlamak istersen, bak. Senin hayatının gayelerinin icmâli dokuz emirdir.

Birincisi şudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terazileriyle, rahmet‑i İlâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetleri tartmaktır ve küllî şükretmektir.

İkincisi: Senin fıtratında vaz edilen cihazatın anahtarlarıyla esmâ-i kudsiye‑i İlâhiyenin gizli definelerini açmaktır, Zât-ı Akdesi o esmâ ile tanımaktır.

Üçüncüsü: Şu teşhirgâh-ı dünyada, mahlûkat nazarında, esmâ-i İlâhiyenin sana taktıkları garip san’atlarını ve lâtif cilvelerini bilerek hayatınla teşhir ve izhar etmektir.

Dördüncüsü: Lisan-ı hâl ve kalinle Hâlıkının dergâh-ı rububiyetine ubûdiyetini ilân etmektir.
Beşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun iltifâtât-ı âsârını gösterdiği gibi, sen dahi esmâ-i İlâhiyenin cilvelerinin sana verdikleri letâif-i insaniye murassaâtıyla


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)</td></tr><tr><td>ahmaklık: aptallık, akılsızlık</td><td>cihazat: organlar ve duygular</td></tr><tr><td>cilve: görünüş, akis (bk. c-l-y)</td><td>define: hazine</td></tr><tr><td>dergâh-ı rububiyet: yarattığı bütün varlıkları terbiye edip egemenliği altında bulunduran Allah’ın yüce katı (bk. r-b-b)</td><td>ednâ: basit, aşağı</td></tr><tr><td>emir: iş</td><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten yüce isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)</td><td>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)</td></tr><tr><td>evvelki: önceki</td><td>fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)</td></tr><tr><td>gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)</td><td>hayat-ı fâniye: geçici dünya hayatı (bk. ḥ-y-y; f-n-y)</td></tr><tr><td>hizmetkâr: hizmetçi</td><td>hâdim: hizmetçi</td></tr><tr><td>icmâl: özet (bk. c-m-l)</td><td>iddihar edilen: biriktirilen, depolanan</td></tr><tr><td>iltifâtât-ı âsâr: eserlerin iltifatları</td><td>istidad-ı hayat: hayat kabiliyeti (bk. a-d-d; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>izhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmak (bk. ẓ-h-r)</td><td>kemâl-i saadet: tam ve mükemmel mutluluk (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>küllî: büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l)</td><td>letâif-i insaniye: insandaki mânevî duygular (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>lezzet-i maddiye: maddî lezzet</td><td>libas: elbise</td></tr><tr><td>lisan-ı hâl ve kal: hal ve konuşma dili</td><td>lâtif: ince, hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>mahiyet: esas, nitelik, içyüz</td><td>mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>murassaât: süslenmiş şeyler</td><td>nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)</td><td>nihayet: son</td></tr><tr><td>nişan: madalya</td><td>rahmet-i İlâhiye: Allah’ın şefkat ve merhameti, ikram ve bağışı (bk. r-ḥ-m; e-l-h)</td></tr><tr><td>sarf etmek: harcamak</td><td>sermaye-i ömür: ömür sermayesi</td></tr><tr><td>suret: biçim, görünüş (bk. ṣ-v-r)</td><td>sırr-ı hakikat: gerçeğin sırrı, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>tazip: cezalandırma</td><td>teşhir: sergileme</td></tr><tr><td>teşhirgâh-ı dünya: dünya sergisi</td><td>te’dip: edeplendirme, haddini bildirme</td></tr><tr><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)</td><td>vaz edilen: konulan</td></tr><tr><td>âlâ: üstün, kıymetli</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 188

bilerek süslenip o Şâhid-i Ezelînin nazar-ı şuhud ve işhâdına görünmektir.

Altıncısı: Zevilhayat olanların, tezahürât-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyâtları; ve rumûzât-ı hayatiye denilen, Sânilerine tesbihatları; ve semerat ve gayât-ı hayatiye denilen, Vâhibü’l-Hayata arz-ı ubûdiyetlerini bilerek müşahede etmek, tefekkürle görüp şehadetle göstermektir.

Yedincisi: Senin hayatına verilen cüz’î ilim ve kudret ve irade gibi sıfat ve hallerinden küçük
nümunelerini vahid-i kıyasî ittihaz ile, Hâlık-ı Zülcelâlin sıfât-ı mutlakasını ve şuûn-u mukaddesesini o ölçülerle bilmektir. Meselâ, sen cüz’î iktidarın ve cüz’î ilmin ve cüz’î iradenle bu haneyi muntazam yaptığından, şu kasr-ı âlemin senin hanenden büyüklüğü derecesinde şu âlemin ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzımdır.

Sekizincisi: Şu âlemdeki mevcudatın herbiri kendine mahsus bir dille Hâlıkının vahdâniyetine ve Sâniinin rububiyetine dair mânevî sözlerini fehmetmektir.

Dokuzuncusu: Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlâhiye ve gınâ-yı Rabbâniyenin derecât-ı tecelliyâtını anlamaktır. Nasıl ki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın envâı miktarınca taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi, sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gınâ-yı İlâhiyenin derecatını fehmetmelisin.

İşte, senin hayatının gayeleri, icmâlen, bunlar gibi emirlerdir. Şimdi kendi hayatının mahiyetine bak ki, o mahiyetinin icmâli şudur:



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)</td><td>Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)</td><td>Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)</td></tr><tr><td>Sâni: herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)</td><td>Vâhibü’l-Hayat: hayatı veren Allah (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)</td><td>arz-ı ubûdiyet: kulluğun sunulması (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>cüz’î: az, küçük, sınırlı (bk. c-z-e)</td><td>derecat: dereceler</td></tr><tr><td>derecât-ı tecelliyât: görünüm ve yansıma dereceleri (bk. c-l-y)</td><td>emir: iş</td></tr><tr><td>envâ: çeşitler, türler</td><td>fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r)</td></tr><tr><td>fehmetmek: anlamak</td><td>gınâ-yı Rabbâniye: herşeyi terbiye eden ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın sonsuz zenginliği (bk. ğ-n-y; r-b-b)</td></tr><tr><td>gınâ-yı İlâhiye: Allah’ın sınırsız zenginliği (bk. ğ-n-y; e-l-h)</td><td>hane: ev</td></tr><tr><td>icmâl: özet (bk. c-m-l)</td><td>iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>irade: istek, dileme, seçim yapma gücü (bk. r-v-d)</td><td>ittihaz: kabullenme, edinme</td></tr><tr><td>kasr-ı âlem: âlem sarayı (bk. a-l-m)</td><td>kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudreti (bk. ḳ-d-r; e-l-h)</td><td>mahiyet: esas, öz nitelik, içyüz </td></tr><tr><td>mahsus: özel</td><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)</td><td>müşahede etmek: görmek, gözlemlemek (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>nazar-ı şuhud ve işhad: görme ve gösterme bakışı (bk. n-ẓ-r; ş-h-d)</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)</td><td>rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>rumûzât-ı hayatiye: hayatın belirtileri, işaretleri (bk. ḥ-y-y)</td><td>semerat ve gayât-ı hayatiye: hayatın gayeleri ve meyveleri (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>sıfât-ı mutlaka: sınırsız sıfatlar, vasıflar, nitelikler (bk. v-ṣ-f; ṭ-l-ḳ)</td><td>taam: yemek</td></tr><tr><td>tahiyyat: selâmlar ve tebrikler (bk. ḫ-y-y)</td><td>tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)</td></tr><tr><td>tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ)</td><td>tezahürât-ı hayatiye: hayat belirtileri ve görüntüleri (bk. ẓ-h-r; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d)</td><td>vahid-i kıyasî: ölçü birimi (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>zevilhayat: hayat sahipleri, canlılar (bk. ḥ-y-y)</td><td>âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>Şâhid-i Ezelî: Ezelden beri bütün zamanları ve herşeyi gören ve herşeye şahid olan Allah (bk. ş-h-d; e-z-l)</td><td>şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>şuûn-u mukaddese: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n; ḳ-d-s)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 189

  • Esmâ-i İlâhiyeye ait garâibin fihristesi,
  • hem şuûn ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyası,
  • hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı,
  • hem bu âlem-i kebirin bir listesi,
  • hem şu kâinatın bir haritası,
  • hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi,
  • hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi,
  • hem mevcudata serpilen ve evkata takılan kemâlâtının bir ahsen-i takvimidir.
İşte, mahiyet-i hayatın bunlar gibi emirlerdir.

Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki: Hayatın bir kelime-i mektubedir. Kalem-i kudretle yazılmış hikmetnümâ bir sözdür. Görünüp ve işitilip Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder. İşte, hayatının sureti bu gibi emirlerdir.

Şimdi, hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir. Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir camiiyetle Zât-ı Ehad-i Samede âyineliktir.

Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin gözbebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadis-i kudsînin
blank.gif
1
meâl-i şerifi olan


[NOT]Dipnot-1 Hadis-i kudsînin metni şöyledir: مَا وَسِعَنِى سَمَاۤئِى وَلاَاَرْضِى وَلٰكِنَّ وَسِعَنِى قَلْبُ عَبْدِىَ الْمُؤْمِنِ “Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:165; İmam‑ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3:14.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)</td><td>Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, bir ve benzersiz olup ortağı olmayan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)</td></tr><tr><td>ahsen-i takvim: insanın yaratılışça en güzel biçimde ve tam kıvamında olması (bk. ḥ-s-n)</td><td>aks-i nur: ışığın yansıması (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>camiiyet: kapsayıcılık (bk. c-m-a)</td><td>cilve-i Samediyet: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın isim ve sıfatlarının varlıklar üzerindeki yansımasının görünümü (bk. c-l-y; ṣ-m-d) </td></tr><tr><td>define: hazine</td><td>delâlet: delil olma, işaret etme </td></tr><tr><td>envâr: nurlar (bk. n-v-r)</td><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)</td><td>evkat: vakitler</td></tr><tr><td>fezleke: netice, özet</td><td>garâib: hayranlık uyandırıcı ve şaşırtıcı şeyler</td></tr><tr><td>hadis-i kudsî: Peygamber Efendimizin Cenab-ı Haktan rivayet ettiği Kur’ân dışındaki ilâhî sözler (bk. ḥ-d-s̱; ḳ-d-s)</td><td>hikmetnümâ: hikmetli, anlamlı (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)</td><td>kelime-i mektube: yazılmış kelime (bk. k-l-m; k-t-b)</td></tr><tr><td>kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)</td><td>kemâlât: mükemmellikler, üstünlükler, faziletler (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>kitab-ı ekber: en büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)</td><td>kudret: güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>mahiyet-i hayat: hayatın mahiyeti, esası, içyüzü (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>meâl-i şerif: yüce anlam </td></tr><tr><td>mikyas: ölçek</td><td>mizan: terazi, ölçü (bk. v-z-n)</td></tr><tr><td>muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)</td><td>nokta-i mihrakiye: odak noktası</td></tr><tr><td>saadet: mutluluk</td><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>sıfat-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, vasıfları, nitelikler (bk. v-ṣ-f; e-l-h)</td><td>sırr-ı hakikat: gerçeğin sırrı, iç yüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>tarz-ı vazife: görev şekli</td><td>tecelli eden: yansıyan (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>tecellî-i Ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir yaratıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)</td><td>temessül etme: görüntünün belirmesi (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)</td><td>âlem: dünya; evren, kâinat (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>âlem-i kebir: büyük âlem, kâinat (bk. a-l-m; k-b-r)</td><td>âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi</td></tr><tr><td>âyine: ayna</td><td>Şems-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve herşeyi nurlandıran Allah (bk. e-z-l)</td></tr><tr><td>şevk: çok arzu, şiddetli istek</td><td>şuûn: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onbirinci Söz - Sayfa 190

مَنْ نَگُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَاتُ وَزَمِينْ اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بِقَلْبِ مُؤْمِنِينْ

denilmiştir.

İşte, ey nefsim! Hayatının böyle ulvî gayâta müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazineleri cami’ olduğu halde, hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki, hiç ender hiç olan muvakkat huzûzât-ı nefsaniyeye, geçici lezâiz-i dünyeviyeye sarf edip zayi edersin? Eğer zayi etmemek istersen, geçen temsil ve hakikate remzeden

وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا وَالسَّمَآءِ وَمَا بَنٰيهَا وَاْلاَرْضِ وَمَاطَحٰيهَا وَنَفْسٍ وَمَاسَوّٰيهَا فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا وَقَدْخَابَ مَنْ دَسّٰيهَا
blank.gif
1

sûresindeki kasem ve cevab-ı kasemi düşünüp amel et

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى شَمْسِ سَمَآءِ الرِّسَالَةِ وَقَمَرِ بُـرْجِ النُّبُوَّةِ وَعَلٰى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ نُجُومِ الْهِدَايَةِ وَارْحَمْنَا وَارْحَمِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ اٰمِينْ اٰمِينْ اٰمِينْ
blank.gif
2


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Yemin olsun güneşe ve aydınlığına ve onu takip eden aya ve onu gösteren güne ve onu örten geceye ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene ve insana ve onu intizamla yaratana; sonra da ona kötülüğü bildirip ondan sakınmayı ilham edene. Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran da hüsrana düşmüştür.” Şems Sûresi, 91:1-10.

Dipnot-2
Allahım! Risalet semâsının güneşi ve nübüvvet burcunun ayına, hidayet yıldızları olan âl ve ashâbına salât ve selâm olsun. Bize ve erkek-kadın bütün mü’minlere rahmet et. Âmin, âmin, âmin[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a)</td><td>cevab-ı kasem: yemine cevap</td></tr><tr><td>gayât: gayeler</td><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hiç ender hiç: hiç içinde hiç</td><td>huzûzât-ı nefsaniye: nefsin hoşlandığı şeyler, zevkler ve hazlar (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>kasem: yemin</td><td>lezâiz-i dünyeviye: dünyaya ait lezzetler</td></tr><tr><td>muvakkat: geçici</td><td>müteveccih: yönelik</td></tr><tr><td>nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)</td><td>remz: işaret</td></tr><tr><td>sarf etmek: harcamak</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>ulvî: yüce</td><td>zayi etmek: kaybetmek</td></tr></tbody></table>
 
Üst