Aşk Sıfatı

NİSANUR

Well-known member
Ve keza, kâinat yüzünde hüsn-ü zatîyi gösteren bir hüsn-ü arazî ve bir cemal-i mücerredi gösteren bir cemal-i hazîn ve mahbub-u hakikîye işaret eden bir aşk-ı sâdık ve bütün esrarı cezb eden bir hakikat-ı câzibeye işaret eden bir cezbe ve bir incizap vardır. Bu hakikatler, kâinata bir Rabb-i Vâcibü'l-Vücud lâzım ve zarurî olduğuna şehadet ettiklerini, kâinat
b468.gif
ile tâlim ve ilâm ediyor.


Mesnevi-i Nuriye
 

NİSANUR

Well-known member
bu muammaları gel sen bize bir çöz. altıncı sözün aldı bütün fiil ve sıfatı, verdim de arındım ona hem zat ve ... eyleme senden beni ya rabbena mehcur! nur aşkına, hak aşkına, dost aşkına ey nur! nurunla ve sırrınla bugün kıl ... , nur-u rahimsin, bize lutfet, hep isteğimiz aşk ile iman, yine ey nur-u ilahi! 1 ey idrak eden!


Sikke-i Tasdik-i Gaybi
 

NİSANUR

Well-known member
Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.

Mektubat
 

NİSANUR

Well-known member
Hazret-i Yâkup Aleyhisselâmın Yusuf Aleyhisselâma karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur'ân-ı Hakîmin parlak bir i'câz ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm'in vusulüne vesile olan hissiyat-ı Yâkubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûda vesile-i vusul olan aşk ise, Züleyhâ'nın Yusuf Aleyhisselâma karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, Hazret-i Yâkup Aleyhisselâmın hissiyatını ne derece Züleyhâ'nın hissiyatından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.

Mektubat
 

NİSANUR

Well-known member
Üstadım İmam-ı Rabbânî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: "Mehâsin-i Yusufiye, mehâsin-i uhreviye nevinden olduğundan, ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nevinden değildir ki, kusur olsun."

Mektubat
 

kasif1

Well-known member
Kâinat kalbindeki ciddî ask, bir Masuk-u Lâyezâlî’yi gösterir”



Arapça’da sevgi, meveddet ve muhabbet yada vüdd ve hubb kelimeleriyle ifade edilir. Vedûd, “sevgi” anlamina gelen “mevedde” ve “vüdd” mastarindan gelir. Fa’ûl kalibi, hem ism-i fail hem de ism-i mef’ul mânâsina geldigi için, bu kalipta gelen Vedûd da hem çok sevilen hem de çok seven diye mânâlandirilmistir.1 Ibn Kayyim’e göre “vüdd”, yine sevgi anlamina gelen “hubb”dan daha üstün ve daha derin anlam tasimaktadir.2 Allah peygamberlerini, meleklerini ve mü'min kullarini sever, onlar tarafindan da sevilir. Onlara, Allah’tan daha sevgili hiçbir sey yoktur. Allah dostlarindaki Allah sevgisi, ne aslinda, ne keyfiyetinde ve ne de taalluk ettigi seylerde baska hiçbir sevgiye denk olamaz. Kulun kalbindeki Allah sevgisinin bütün sevgileri geçmesi, bütün sevgilere galip gelmesi ve diger sevgilerin hepsinin de O’nun sevgisine bagli olmasi gerekir.3


Kur’ân-i Kerim’de Allah’in “Vedûd” ismi iki yerde geçmektedir.4 Hud Sûresi’nde Hz. Suayb’in (as) kavmine “istigfar” ve “tevbe” etmeyi tavsiye etmesinden sonra “Süphesiz benim Rabbim Rahim ve Vedûd’dur” demesinden bahsedilmistir. Bürûc Sûresi’nde ise Cenâb-i Hak kendisini “Gafur ve Vedûd” olarak isimlendirmistir. Vedûd isminin, bir sûrede Rahim ismiyle, diger bir sûrede ise Gafur ismiyle beraber zikredilmesinin önemli bir mânâsi ve hikmeti oldugu düsünülebilir. Vedûd isminin, her ne kadar Rahim ve Gafur isimlerine yakin bir mânâ ifade ettigi kabul görse de bu iki isimle arasinda fark vardir. Meselâ, kisi kendisine kötülük eden kimseyi bagislayabilir, fakat onu sevmeyebilir. Yine sevmedigi kimseye de merhamet etmeyebilir. Allah ise, kendisine tevbe eden kulunu bagislar, ona merhamet eder ve her seye ragmen onu sever. Çünkü O, tevbe eden kimseleri sever. Yine kulu kendisine tevbe ettigi zaman onu sever.5


Imam-i Gazali de Vedûd isminin Rahim ismine yakin bir mânâ tasidigini düsünmüstür. Fakat aralarinda ince bir farkin bulundugunu da belirtmistir. Gazali’ye göre Rahim ismi kendisine rahmet edileni gerektirir. Kendisine merhamet edilense muhtaç ve muztardir. Rahim’in isleri, kendisine merhamet edilecek her bakimdan zayif olan bir varligi icab ettirir. Vedûd’un ef’âli ise bunu gerektirmez, esirgeme bir sevgi neticesinden ileri gelir.6


Vedûd ile Rahim isimleri arasindaki farka dair dikkat çekici yaklasimlardan biri de Bediüzzaman’a aittir. Mektûbât isimli eserinde, herkesin enfüsî tefekkürüyle tasdik edebilecegi bu ince farki su veciz sözleriyle dile getirmistir: “Ism-i Rahimin vüsûlüne vesile olan hissiyât-i Yakubiye, yüksek bir derece-i sefkattir. Ism-i Vedûd’a vesile-i vüsûl olan ask ise, Züleyha’nin Yusuf Aleyhisselâma karsi olan muhabbet meselesindendir.”7 Bu bakis açisina göre “sefkat yolu” Rahîm ismine ulastirirken, Vedûd ismine götüren yol ise siddetli muhabbet olan “ask yolu”dur. Yine Bediüzzaman’in bu meseledeki yaklasimindan hareketle, Kur’ân’da Hz. Yakub’un (as) sefkat hissi Züleyha’nin askindan ne derece yüksek gösterilmisse, Esma-i Hüsna arasinda Rahim isminin Vedûd isminden ayni derecede daha azam bir nura sahip oldugunu söyleyebiliriz.



Bediüzzaman Said Nursî -Kur’ân’dan aldigi derse ittibâen- sefkati asktan üstün tuttugundan, meslek ve mesrebinde de ask yerine sefkati esas kabul etmistir. Sefkatin asktan daha “keskin” ve “genis” bir hakikat yolu oldugunu belirtmistir.8 Sekizinci Suâ’da bu düsüncesini farkli bir ifade ile tekrarlamistir: “Sâir mesreplerdeki ask yerinde, Risâle-i Nur’un mesrebinde müstakane sefkattir ve re’fetkârâne muhabbettir.”9 Dördüncü Mektub’da ise kendisinde ve eserlerinde Hakîm ismiyle birlikte Rahîm ismine mazhariyetin söz konusu oldugunu dile getirmistir.10


Bediüzzaman’in ask yolu yerine sefkat yolunu tercih etme sebepleri, bu hakikat yolunun “daha kisa”, “daha eslem ve müskülatsiz”, “daha genis ve umumî”, “daha lâtif ve nezih” ve “daha hâlis ve sâfi” olmasidir. Ayrica o sefkati Allah’in rahmetinin en lâtif, en güzel, en hos ve en sirin cilvesi olarak görmüs ve sefkate “iksir-i nurânî” nazariyla bakmistir.11


Vedûd isminin tecellisi olan aski, “siddetli bir muhabbet”12 olarak tarif eden Bediüzzaman, eserlerinin farkli yerlerinde aski “muzaaf ihtiyaç”13, “muzaaf muhabbet”14 ve “muzaaf istiyak”15 olarak da nitelendirmistir. Nur Külliyati’nin dört farkli bölümünde ihtiyaç, istiyak, muhabbet ve ask arasindaki iliskiye dair silsile seklinde geçen bir kisim ifadeleri birlestirdigimizde ise su sekilde ilginç bir tesbitle karsilasiriz: Muzaaf meyil arzu, muzaaf arzu ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç istiyak, muzaaf istiyak muhabbet, muzaaf muhabbet ask, muzaaf ask ise incizaptir.16 Bu ifadelerden anlasildigi üzere ihtiyaç siddetlendikçe istiyak, istiyak siddetlendikçe muhabbet ve muhabbet siddetlendikçe ask olmaktadir. Askin en siddetli hâli ise incizabi netice vermektedir.



Insanin fitratinda cemale karsi muhabbet, kemale karsi perestis ve ihsana karsi sevmek olduguna dikkat çeken Bediüzzaman, cemal, kemal ve ihsanin derecesine göre muhabbetin siddetinin arttigini dile getirmistir. Askin en son mertebelerine kadar ulasabilecek sinirsiz bir muhabbet duygusunu insanin tasidigindan bahsetmistir. Onun veciz ifadesiyle “bu küçük insanin küçücük kalbinde kâinat kadar bir ask yerlesir.”17


Cenâb-i Hak insana ebedî hayati kazanabilmesi ve ona yatirim yapabilmesi için sermaye hükmünde binlerce siddetli duygular vermistir. Bunlardan biri de asktir. Bütün bu duygularin iki mertebesi vardir: Biri mecâzî, biri hakikîdir. Insandan beklenen “mecâzî” olan “hafif” mertebesini dünya islerinde, “hakikî” olan “siddetli” mertebesini ise ahiret islerinde kullanmasidir. Bunu yaptiginda insan her iki dünya saadetine (saadet-i dareyn) ve övülmüs bir ahlâka (ahlâk-i hamîde) sahip olmakla birlikte, yaradilis gayesine (hikmet ve hakikat) uygun bir sekilde yasamis olacaktir.18 Aksi halde ne hayatini ideal anlamda geçirmis olacak ve ne de huzur ile saadeti yakalayacaktir. Mecazî asklarda yüzde doksan dokuzu masukundan sikâyetçidir. Çünkü kalbin batini Cenâb-i Hakk’in muhabbeti için yaratilmistir. Allah adina ve mânâ-i harfiyle olmayan dünyevî sevgiler ve mecazî asklar ise bu kudsî makami putlarla doldurmak gibidir. Fitrat, fitrî olmayan bir seyi reddettiginden mecazî asklarda ya taninmama, ya tahkir, ya refakatsizlik ya da müfarakat söz konusudur. 19


Vedûd ismi, hem Kur’ân’da, hem Cevsen-i Kebir’de, hem de Ebû Hureyre’den Tirmizî ve Ibn Mâce tarafindan rivayet edilen her iki “99 Esmâ” listesinde de bulunmasina ragmen, Risâle-i Nur Külliyatinda Mahbub ismine ondan daha sik rastlanir.20 Çünkü Nur Risâlelerinde sevgiden bahsedilirken vüdd yerine hubba, yani ask yerine muhabbet hakikatine çok daha fazla yer verilmistir. Ayrica Risâle-i Nur’un mesleginin tarikat degil, hakikat olmasi sebebiyle “ask”in sekri yerine muhabbetin sahvi makbuliyet kazanmis gibidir.

Vedûd ismi, “Vedûd”21 ve “Baki-i Vedûd”22 terkibiyle Nur sayfalarinda kendine yer bulurken, Mahbub ismi ise “Mahbub”23, “Mahbub-u Hakikî”24, “Mahbub-u Lâyezalî”25, “Mahbub-u Ezelî”26, “Mahbub-u Bakî”27, “Mahbub-u Sermedî”28 ve “Mahbub-u Zülkemal”29 gibi farkli terkipler halinde kullanilmistir.


Bediüzzaman Said Nursî’ye göre Vedûd ismi Cemil isminin içinde münderiçtir. Çünkü cemal ve hüsün bizzat, sebepsiz sevilirler. Ve cemal sahibi öncelikle kendi kendini sever.30 Zati, sifati ve Esma-i Hüsna’siyla sonsuz bir cemali ve hüsnü olan Cenâb-i Hak ise sonsuz aska ve muhabbete en lâyik olandir. Kendi sonsuz cemaline -sinirli kabiliyetleriyle- ayna olan mahlûkatini Cemil-i Mutlak olan Cenâb-i Hak Vedûd ismiyle sevdigi gibi, zatinin cemalini de kendi kudsiyetine lâyik bir sekilde sevmektedir.



Risâle-i Nur’da sikça kullanilan ifadelerden biri de Cenâb-i Hakk’in kendisini “tanittirmak ve sevdirmek”31 istemesi tabiridir. Bu Ilâhî “se’n”lerden32 “tanittirmak / taarrüf” Maruf isminin; “sevdirmek / teveddüd”33 ise Vedûd isminin tecellilerine sebeptirler.34 Risâle-i Nur’un temel kavramlarindan biridir “se’n” ve “suunat” kelimeleri. Risâle-i Nur’un hususî meselelerinden olan suunat hakikatinin misallerle anlatildigi iki Risâle’de Vedûd isminden de bahsedilmesi tesadüfî olmasa gerektir. Hem 32. Söz’de hem de 24. Mektub’da suunât hakikati ile Vedûd isminin ayni metin içinde yer almasi her ikisi arasinda güçlü bir manevî bagin oldugunu düsündürmektedir. Çünkü Bediüzzaman, Esma-i Hüsna’yi eserlerine çok bilinçli bir sekilde nakseden bir müelliftir. Bediüzzaman “izn-i ser’î olmadigindan”35 suunâtin yâd edilmesinde zorluk çekildigini belirtmis olsa da, kâinati ve yaradilisi anlamada, yaradilistaki hayret uyandiran faaliyetin sirrini çözmede, marifetullah ve muhabbetullah mertebelerinde terakkî etmede ve Cenâb-i Hakk’i hakkiyla tanima ve sevmede çok önemli anahtar bir hakikat olmasi sebebiyle, bu meselede derin tahlillerde bulunmaktan vazgeçmemistir. Onun yaklasimlarindan, Vedûd isminin Cenâb-i Hakk’in kudsiyetine lâyik bir sekilde “ask se’ni”ne dayandigini söylemek mümkündür. Nur Külliyatinda bu Ilâhî se’n “ask-i mukaddes”36, “ask-i lâhutî”37 ve “ask-i mukaddes-i Ilâhî”38 seklinde farkli terkiplerle ifade edilmistir.



Zerrelerden galaksilere kadar kâinattaki bütün çesitlilik Cenâb-i Hakk’in Esma-i Hüsna’sindan ve onlarin tecellilerinin çesitliliginden kaynaklanir. Meleklerin farkli ibadet etmelerinden peygamberlerin farkli seriatlarina ve evliyalarin farkli tarikatlarina kadar sahit olunan maddî-manevî bütün bu çesitliligin ardinda yine ayni sir, ayni hakikat vardir. Canlilar üzerine ve özellikle insanlar üzerinde Cenâb-i Hakk’in ekser Esmâsi tecellî ettigi halde bir isim daha fazla hükmünü icrâ etmektedir. Meselâ, Hz. Isa’da (a.s.) Kadir ve Hz. Musa’da (a.s.) Mütekellim ismi daha fazla hâkimdir.39 “Yerde iken Ars-i Âzami ve Israfil’in azamet-i heykelini temâsâ” eden Abdülkadir-i Geylani’de (r.a.) Hayy isminin hâkim oldugu gibi,40 bütün dirilis ve hayat vermekle ilgili Ilâhî icraatlara nezaret eden Hz. Israfil’de (a.s.) de Hayy isminin azamî derecede hükmünü icra ettigi söylenebilir.41 Ask yoluyla hakikate gitmeye çalisanlarda ise Vedûd ismi hükmünü icra etmektedir.42
Vedûd ismine mazhar bir kisim evliya Cenneti de istememisler ve Allah’in muhabbetinin küçük bir piriltisini her seye tercih etmislerdir. Çünkü onlar, dünyanin bin sene saadetli hayati bir saatine degmeyen Cennet hayatini ve Cennet hayatinin dahi bin senesi bir saat Cenâb-i Hakkin rü’yetine degmemesi hakikatini yakînen bilmektedirler.43 Âsk-i hakikiye ulasan velilerin “felâh”lari rü’yet-i Ilâhiyeye mazhar olmaktir.44


Vedûd isminin kâinatin en genis dairelerinden en gizli köseleri olan insanin kalbine kadar her tarafta tecellîsi söz konusudur. Küçük ve daginik birçok su sizintisinin varligi büyük bir su kaynagini göstermesi misali, insanlardaki ask ve özellikle insanligin yüksek tabakalarinda bulunan “ask-i lâhuti” de küllî bir cazibedar hakikatin varligini âsikârâne göstermektedir. Kâinati agaca ve insani meyveye benzeten Bediüzzaman, agacin mahiyetinde bulunmayan bir seyin meyvesinin esasinda da yer alamayacagi kiyasiyla, insanin mahiyetindeki askin –farkli sekillerde– kâinatin tamaminda da olmasi gerektigi sonucuna ulasmistir. Ona göre sahit olunan “incizaplar, cezbeler ve cazibeler”in bütün çesitleri kâinat kalbindeki küllî askin yansimalarindan baska bir sey degildir. Ve kâinat kalbindeki ciddî ask ise Masuk-u Layezalî olan bir Vedûd’un varligini –basiret sahiplerine- göstermektedir.45


Vedûd ismine mazhar olan muhakkikin-i evliya, “Bütün kâinatin mayesi muhabbettir. Bütün mevcudatin harekâti muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunlari muhabbettendir”46 demislerdir. Bilim adamlari ise atomiçi çekim gücünden, “ask-i kimyevî”47 diye tâbir edilen atomlar arasi baglardan gökcisimleri arasindaki gravitasyon kanunlarina kadar cereyan eden küllî bir hakikati kesfetmislerdir.


Dikkatle bakildiginda, tahkik ehli veliler ile bilim adamlarinin kesiflerinin ufkunda Vedûd isminin tecellîsi bir günes gibi dogmaktadir.
 

kasif1

Well-known member
Tahabbüb-ü Ilâhî ve taarrüf-ü Rabbanî, o Habib-i Rabbü’l-Âlemin ile netice verir, mukabele görür”Yirmi Dördüncü Mektub'un basinda Rahim ve Hakîm isimleriyle birlikte Vedûd ismi de “Eâzim-i Esmâ-i Ilâhiye”den sayilmistir.

48 Ve bu uzun mektupta rahimiyet ve hakîmiyet ile birlikte vedûdiyet hakikatinin de kâinat fabrikasini faaliyete geçiren en önemli manevî unsurlardan biri oldugundan bahsedilmistir. Kâinatin ve içindeki mevcudatin yaradilisina ve hareketlerine dair felsefenin öne sürdügü hikmetleri çok ehemmiyetsiz bulan Bediüzzaman daha farkli hikmetler aramistir.

Ilk olarak Hakîm isminin tecellilerini görmüs ve san'at eseri olan varliklarin, meleklerden insanlara kadar bütün suur sahipleri için “mektub-u Rabbanî” olduklarini fark etmistir. San'atli varliklar üzerinde insanlarin ve meleklerin de bilemedikleri harikalarin varligini düsündügünde ise, bu hikmet ona yeterli gelmemis ve daha büyük bir hikmet arayisina girmistir. Bu arayisin sonunda aslinda kâinatin ve mevcudatin en ehemmiyetli hikmetinin Cenâb-i Hakk’a, yani “nazar-i dekaikâsina” denilen O’nun essiz nazarina ayna olduklarini kesfetmistir. Belirli bir süre sonra her seyin sürekli degistigi, bozulup yenilendigi dikkatini çektiginde ise bu hikmeti de yeterli bulmamis ve çok daha büyük bir gaye arayisina girmistir. Sonuçta onun buldugu büyük gaye;Cenâb-i Hakk’in Zatinin istignasina ve kudsiyetine lâyik bir sûrette “sefkat-i mukaddese”, “muhabbet-i münezzehe”, “sevk-i mukaddes”,“ask-i mukaddes”, “sürûr-u mukaddes”, “lezzet-i mukaddese”, “memnuniyet-i mukaddese” ve “iftihar-i mukaddes” gibi suunatin kâinatta sinirsiz bir faaliyeti ve hareketi gerektirmesi hakikatidir.49“Sefkat-i mukaddese” se’ni Rahim isminin tecellileri seklinde kâinattaki faaliyetlere yol açtigi gibi, “ask-i mukaddes” ve “sevk-i mukaddes” se’nleri de Vedûd isminin tecellilerinin kaynagi olmaktadir. Insanda öyle bir meyil ve arzu vardir ki, bu arzu siddetlendikçe siddetlenmis ve ask derecesine ulasmistir. Ask derecesine ulasan bu fitrî arzu “beka arzusu”dur. Vedûd isminin bir tecellisi insanin fitratinda bekaya karsi siddetli bir ask suretinde ortaya çikmaktadir. Hatta insanoglu her sevdigi seyde Vedûd isminin bu cazibedar aksini görmek istemekte ve ondan sonra gerçek mânâda sevebilmektedir.50 Risâle-i Nur Külliyati’nda Vedûd isminin “Baki-i Vedûd” seklinde geçmesinin bir hakikati de bu sirra dayaniyor olsa gerektir. Bediüzzaman insandaki beka askinin aslinda kendi bekasi için degil, Baki-i Hakikî olan Cenâb-i Hakk’in bekasi için verildigini, fakat gaflet yüzünden insanin gölgelere ve aynalara âsik olup yolunu sasirdigina dikkat çekmistir. Insan, enaniyetin perde olmasiyla Baki isminin zayif bir gölgesi olan kendi bekasinin askiyla yanar olmustur. Bediüzzaman’a göre bundan kurtulmanin çaresi ise “suur-u imanî”dir. Yani kisi, imanî suuru arttikça iman bagiyla sahsî vücudundan baska sayisiz baki vücudlarla münasebet ve alâka kesp eder. Allah’in Esma-i Hüsna’si sayisinca güçlü baglarla baglandigi mevcudatin vücudunu kendi vücudu gibi hisseder. Bediüzzaman’a göre “varliga karsi fitrî askin teskini”nin yegâne çaresi budur.

51Bediüzzaman’a göre Vedûd isminin bir tecellisi de ilhamlardir. Cenâb-i Hakk kendini fiilleri ve eserleriyle sevdirdigi gibi, ilhamlar vasitasiyla, özel sohbeti ve huzuruyla da sevgisini izhar etmektedir. Ilhamin ise melek, insan ve hayvan türleri sayisinca birçok çesitleri ve mertebeleri söz konusudur. 52 Risâle-i Nur’da Vedûd isminin tecellisine azamî mazhariyet noktasinda “âsik” mânâsinda iki isim dikkat çekmektedir: Bunlardan biri Mevlânâ Câmi ve digeri ise Sems-i Tebrizî’dir. Bediüzzaman Mevlânâ Câmi’yi “fitrati askla yogrulmus gibi sermest-i câm-i ask” olarak nitelendirmistir. Onun, insanin nazarini kesretten vahdete çeviren “Yalniz Biri iste, Biri çagir, Biri talep et, Biri gör, Biri bil, Biri söyle” veciz sözüne de eserinde yer vermistir.53 Bediüzzaman, Sems-i Tebrizî gibi bir kisim âsiklarin, kâinattaki bütün incizab, cezbe ve cazibeleri Cenâb-i Hakk’in ezelî ve ebedî cazibesinin isaretleri olarak gördüklerinden bahsetmistir.54 Sems-i Tebrizî, Vedûd isminin azamî mertebesinden kâinati seyrettigi için gök cisimlerinin hareketlerini, Cenâb-i Hakk’in kudsî cemali karsisinda âsikane bir raks ve sema olarak görmüstür. Sema denilince akla ilk Mevlânâ ve Mevlevîlik gelir. Oysa Mevlânâ, Sems-i Tebrizî’yle tanismadan önce hiç sema yapmamis ve ölünceye kadar hiç birakmadan sürdürecegi semaya, Sems’in; “Ey Celâleddin! Günes döner, Dünya döner, Ay döner, dost döner” sözüyle baslamistir.

Bediüzzaman’a göre bütün mecazî âsiklarin divanlari, yani asknameleri olan manzum kitaplarin özünde-ruhunda, ayriligin elemi ve feryadi vardir.55 Hatta basta Mevlânâ Celâleddin-i Rumî olarak bütün âsiklar ney sesinden ayriligin elem verici sikâyet sesini duymuslardir. Barla’da Çam daginda agaçlarin ney sesine benzeyen sesini isiten Bediüzzaman ise, isittigi bu seslere çok daha farkli bir mânâ yüklemistir. O agaçlari, her bir dalinda binler neyler takmis, geçit resmine çikmis ve müekkel melegine cesed hükmüne geçmis bir vaziyette hayal etmistir. Onun isittigi ses “elemkârane tesekkiyât-i firak” degil “tesekkürât-i Rahmaniye” ve “tahmidât-i Rabbaniye”dir.

56Ask mesleginde en ileri hudutlara gidenlerden biri de Muhyiddin-i Arabî’dir. Bediüzzaman, Muhyiddin-i Arabî’nin en yüksek mertebe olarak düsündügü Vahdetü’l-Vücud mesrebini tahlil ederken, onun mesrebine dünya askinin sebep oldugunu dile getirmistir. Mecazî olan dünya askinin hakikî aska dönüstügünde, bu askin Vahdetü’l-Vücud’a dönüstügünden bahsetmistir.

Bediüzzaman, Vahdetü’l-Vücud mesrebini, dünyayi ve kâinati mahbub kabul eden bir âsikin, o çok büyük mahbubunu zeval ve firak kamçilarindan kurtarmak çabasi olarak görmüstür.57Diger taraftan “hüsn-ü zînet, âsiklarin celbi içindir”58 ve “hüsün elbette bir âsik ister”59 diyen Bediüzzaman-iki yüzüyle-dünyanin aska lâyik oldugunu da dile getirmistir. Ona göre dünyanin üç farkli yüzü vardir. Birinci yüzü Cenâb-i Hakk’in esmasina, ikincisi ahirete ve üçüncü yüzü ise insanin heveslerine bakan yüzlerdir. Ilk iki yüzde bozulmayan hakikî cemal ve güzellik oldugundan muhabbete ve aska lâyiktirlar. Üçüncü yüz ise fani, geçici, aldatici ve elem verici oldugundan çirkindir ya da çirkinlesmeye mahkûmdur.60 Bediüzzaman’a göre “ayine-i esma-i Ilâhiye” ve “mezra-i ahiret” olan dünyanin iki yüzü sevildiginde “mecazî ask” “ask-i hakikî”ye dönüsmektedir. Fakat bu degisimin önemli bir sarti vardir, o da insanin kendini unutup geçici, kararsiz hususî dünyasini harici dünya ile karistirmamasidir. Hususî dünyasini, ahiretin ve Cennetin geçici bir fidanligi kabul edip, kendisine verilen hirs, muhabbet, ask gibi siddetli duygularini uhrevî islere yöneltmesidir.61“Masukun hüsnü, âsigin nazarini istilzam eder” dedikten sonra “gül ve çiçeklerin yüzlerini güzellestiren Zat, nasil o güzel yüzlere arilardan, bülbüllerden istihsan âsiklari icad etmesin?” diye sorar Bediüzzaman ve ekler: “Güzellerin güzel yüzlerinde güzelligi yaratan, elbette o güzellige müstaklari da yaratir.”62Güle âsik bülbülü yaratmak Cenâb-i Hakk’in Vedûd isminin bir tecellisi ise birçok varlik türünün bülbülü mesabesinde vazifedarlarin varligini da ayni ismin tecellilerinin penceresinden görmek mümkündür. Özellikle sinek ve böceklerin bülbüllerinin hem çok hem de çesit çesit olduguna dikkat çeken Bediüzzaman, yildizlarin bile zikirbasi (serzâkir) hükmünde bir bülbülü oldugundan bahsetmistir. Bütün bunlarla birlikte bir de, yerde ve göklerdeki bütün mevcudatin asklarini, istiyaklarini ve muhabbetlerini Cenâb-i Hakk’a sunmakla vazifedar essiz bir bülbül-ü azam vardir. O bülbül-ü azam ise –“levlâke levlâk” hakikati sirrinca onun yüzü suyu hürmetine kâinat yaratilan- Peygamber Efendimiz’den (asm) baskasi degildir. Bediüzzaman’in belig sözlerinde bu kiymettar hakikat söyle ifade edilmistir:“Bütün bülbüllerin en efdali, en esrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi vesesçe en yüksek ve vasifça en parlak ve zikirce en etemm ve sükürce en eâmm ve mahiyetçe en ekmel ve sûretçe en ecmel, kâinat bostaninda arz ve semavâtin bütün mevcudâtini lâtîf secaâtiyla, leziz nagamâtiyla, ulvî tesbihâtiyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beserin andelîb-i zîsâni ve benîâdem’in bülbül-ü zü’l-Kur’ân’i, Muhammed-i Arabîdir (asm).”63Esma-i Hüsna’dan her birinin Peygamber Efendimiz’in (asm) peygamberligine parlak bir delil oldugunu ifade eden Bediüzzaman, Vedûd isminin delil olusunu ise söyle izah etmistir: “Ism-i Vedûdun cilvesi olan tahabbüb-ü Ilâhî ve taarrüf-ü Rabbanî, o Habib-i Rabbü’l Âlemin ile netice verir, mukabele görür.“64 Cenâb-i Hak Vedûd ismiyle hem cemalini, hem cemalinin suâlari olan esmâsini,hem esmasinin cemalini gösteren san'atini,hem cemalinin aynasi olan masnuatini, hem de masnuatin mehasinini (yâ da mehasin-i ahlâkini) sevmektedir.Vedûd isminin bu bes küllî tecellilerinde en yüksek mertebede Peygamber Efendimiz (asm) oldugu için “Habibullah” ünvani ona verilmis ve “makam-i mahbubiyet”e o mazhar olmustur. Cenâb-i Hakk’in Peygamber Efendimiz’e (asm) olan kudsî sevgisini, Süleyman Efendi mevlidinde “Ben sana âsik olmusum” seklinde ifade etmistir. Bediüzzaman ise bu tabiri dogru bulmamistir. Çünkü bu cümle Cenâb-i Hakk’in rububiyetin se’nine yakismayan mânâlari hatira getirmektedir. Bediüzzaman bu sözün yerine “Ben senden razi olmusum” ifadesinin daha dogru bir tâbir olacagini belirtmistir.65 Cenâb-i Hak kendi cemâlini ve esmâsini sevdigi gibi, cemalinin ve esmasinin en parlak aynasi olan Peygamber Efendimiz’i (asm) de sever ve ona benzeyenleri de derecelerine göre sever. Yine mahlûkatinin güzel ahlâkini sevdigi gibi, güzel ahlâkin en yüksek mertebesinde olan Peygamber Efendimiz’i (asm) de sever ve ona benzeyenleri de derecelerine göre sever. Cenâb-i Hakk’in sevgisini kazanmanin, Peygamber Efendimiz’e (asm) benzemekten ve Sünnet-i Seniyyesine ittiba etmekten geçmekte oldugu hakikati Kur’ân-i Kerim’de söyle buyrulmustur: “De ki: Eger Allah’i seviyorsaniz bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”66 Kur’ân’da Cenâb-i Hakk’in neleri sevip neleri sevmedigi birçok âyette tekrarla zikredilmistir.Kur’ân’da Cenâb-i Hakk’in iyilik edenleri67, günahlardan sakinan müttakîleri68, âdil davrananlari69,tertemiz olanlari70, tevbe edenleri71, sabredenleri72, tevekkül edenleri73ve Allah yolunda duvarlari birbirine kenetlenmis bir bina gibi saf baglayarak çarpisanlari74 sevdigi bildirilmistir. Diger taraftan haddi asip asiri gidenleri75, bozgunculari76,zalimleri77,inkâr edenleri78, hainleri79, nankörleri80, israf edenleri81, kendini begenip övünenleri82,büyüklük taslayanlari83, büyüklük taslayip böbürlenenleri84, böbürlenip simaranlari85 veçirkin sözün açiklanmasini86 Cenâb-i Hakk’in sevmedigi âsikâr bir sekilde bildirilmistir. Vedûd isminin hakikatine dair son sözü Bediüzzaman’a birakalim ve buraya kadar bahsedilen bütün hakikatlerin hülâsasi mahiyetindeki onun veciz sözlerini aktaralim: “Madem cemal, kemal, rahmet bâkidirler ve sermedîdirler; elbette o cemil-i bâkînin ayine-i müstaki ve o kemal-i sermedînin dellâl-i âsiki ve o rahmet-i ebediyenin muhtac-i mütesekkiri olan insan, bâki kalmak için bir dâr-i bekaya girecek ve o bâkilere refakat için ebede gidecek ve o ebedî cemal ve o sermedî kemal ve daimî rahmete, ebedü’l-âbâdda refakat etmek gerektir, lâzimdir. Çünkü ebedî bir cemal, fâni bir müstaka ve zâil bir dosta razi olmaz. Çünkü cemal, kendini sevdigi için, sevmesine mukabil muhabbet ister. Zeval ve fenâ ise, o muhabbeti adâvete kalb eder, çevirir. Eger insan ebede gidip bâki kalmazsa, fitratindaki cemâl-i sermediyeye karsi olan esasli muhabbet yerine adâvet bulunacaktir.”87“Ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müstâki ve âyinedar âsiki, elbette bâkî kalip, ebede gidecektir. Iste Kur’ân sâkirdlerinin âkibetleri böyledir. Cenâb-i Hak, bizleri onlardan eylesin, âmin.”88—SON—


DIPNOTLAR:
48- Mektubat, 24. Mektup, s. 275.
49- Mektubat, 24. Mektup, s. 277-278.
50- Lem’alar, 3. Lem’a, s. 21.
51- Suâlar, 4. Suâ, 1. Mertebi-i Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye, s. 59-61. 52- Suâlar, 7. Suâ, s. 116. 53- Sözler, 17. Söz, 198.
54- Suâlar, 4. Suâ, s. 74.
55- Sözler, 17. Söz, 2. Makam, s. 196.
56- Sözler, 17. Söz, 2. Makam, s. 206.
57- Lem’alar, 9. Lem’a, s. 92.
58- Mesnevî-i Nuriye, 10. Risâle, s. 173.
59- Sözler, 15. Söz, s. 162.
60- Sözler, 32. Söz, s. 571.
61- Mektubat, 1. Mektub, s. 16-17.
62- Mesnevî-i Nuriye, Zerre, s. 159. 63- Sözler, 24. Söz, 4. Dal, s. 320. 64- Lem’alar, 30. Lem’a, 5. Nokta, s. 499. 65- Mektubat, 24. Mektub, 2. Zeyl, 2. Nükte, s. 294-295. 66- Âl-i Imran, 3:31. 67- Bakara, 2:195; Âl-i Imran, 3:134, 148; Maide, 5:13, 93. 68- Âl-i Imran, 3:76; Tevbe, 9:4, 7. 69- Maide, 5:42; Hucurat, 49:9; Mümtehine, 60:8. 70- Bakara, 2:222; Tevbe, 9:108. 71- Bakara, 2:222. 72- Âl-i Imran, 3:146. 73- Âl-i Imran, 3:159. 74- Saff, 61:4. 75- Bakara, 2.190; Maide, 5:87; A’raf, 7:55. 76- Bakara, 2.205; Maide, 5:64; Kasas, 28:77. 77- Âl-i Imran, 3:57,140; Sûra, 42:40. 78- Âl-i Imran, 3:32; Rum, 30:45. 79- Nisa, 4:107; Enfal, 8:58; Hac, 22:38. 80- Bakara, 2.276; Hac, 22:38. 81- En’am, 6:141; A’raf, 7:31. 82- Nisa, 4:36; Hadid, 57:23. 83- Nahl, 16:23. 84- Lokman, 31:18. 85- Kasas, 28:76. 86- Nisa, 4:148. 87- Lem’alar, 30. Lem’a, 6. Nükte, 5. Suâ, s. 535. 88- Sözler, 11. Söz, s. 116.
 

kasif1

Well-known member
Muhabbet üzerine kurulmuş olan kâinata Vedûd penceresinden bakmak gerekir diyerek, kalemimi, muhabbetle kâğıdıma götürüp yazmaya başladım. O Vedûd’dur, seven ve sevilendir. O Vedûd’dur, mahlûkatını sever. O Vedûd’dur, kendisine muhabbet edenleri sever. O Vedûd’dur, kendine teveccüh edene muhabbet eder. Rahmetinin güzel meyveleriyle insanları sevdiğini gösteren Rabb-i Rahim, kullarının da kendisini sevmesini istemektedir. Kul ise, güzel olanı sever, muhabbet eder. Âlemlerin yaratıcısı nihayetsiz cemal ve kemal sahibi olması hasebiyle sevilmeye en lâyıktır.“Onun cemalini bir dakika görmek bütün Cennet lezzetlerinden üstündür” hadisi de bunu en güzel şekilde belirtiyor.Muhabbetini Ona hasrettiğin vakit, sâfi muhabbetini lâyık olduğu mercie tevcih etmiş olursun. Çünkü kâinattaki dağınık bütün muhabbetlerin, Mahbub-u Ezelinin esma ve sıfatına karşı verilmiş bir muhabbet olduğunu hatırdan çıkartmamak gerekir.Şayet sen o muhabbeti yerinde sarf etmez su-i istimal edersen senin hakkın merhametsiz bir muhabbettir.Çünkü kâinattaki hüsün ve cemallere nefis hesabıyla baksan nefis seni yaralar, seni tanımaz, muhabbetin için seni tahkir eder. Çünkü Samed aynası olan bâtın-ı kalp, sanem misal dünyevî mahbupları istemez reddeder.Lâkin Cenab-ı Hak hesabına bakarsan fânilerin arkasındaki bekayı görürsün. Çünkü Onun muhabbeti hiç bir şeyle kıyaslanamaz. Bir muhabbet fedaisi olan Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle der:“Mahbub-u Ezelinin bir zerre muhabbeti kâinata bedel olur, kâinat Onun muhabbetinin tecellisinin bir cüz’üne bedel olamaz.”Muhabbet ihtiyarî değildir, lâkin insan kendi iradesiyle ve tercihiyle o muhabbetin yüzünü birinden diğerine tercih edebilir. Meselâ bir sevgilinin çirkinliğini görmekle asıl muhabbete lâyık olana yüzünü çevirebilir. Bu şekilde yüzünü mecazi mahbuptan hakikî mahbuba çevirmiş olur.Muhabbetin Cenab-ı Hak hesabına ve onun namına olmalı ki, huzur bulasın. Çünkü Allah hesabına olmayan muhabbetin meşakkati çok, sefaları, lezzetleri, rahatları pek azdır.Meselâ Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber dünyevî sevginin destanlaşmış öyküleridir. Fâninin arkasındaki bâkiyi bulmanın imtihanıdır. Mecnun çölde Leylâ’sını ararken Mevlâ’sını bulmuştu. Önemli olan Leylâ’nın ardındaki Mevlâ’ya ulaşmaktır.Zahirde medeniyet, özde esaret olan fâni sevgililerin sillesinden ancak seni kurtaracak olan daire-i terbiye-i İslâmiyedir.Zaten insanın kalbine derç edilen muhabbet, umur-u uhrevîyeyi kazanmak ve Allah’ın zatını, isimlerini, sıfatlarını sevmek için verilmiştir.

Meczup âşık…
Bir gün Rabia el-Adeviyye’nin (k.s.) karşına bir meczup çıktı ve şöyle bir nara attı:
“Ey hanım! Bütün varlığımla sana bağlıyım! Seni seviyorum!”Rabia Hatun gayet sakin ve vakur bir şekilde, “Doğrudur! Ben de seni seviyorum!” dedi.Bu cevap meczubun hoşuna gitti. Rabia Hatun eliyle geriye işaret ederek, şöyle devam etti:“Ancak benim bir kız kardeşim var. O benden daha güzel, geriden geliyor!” dedi.Meczup dönüp geriye baktığında, Rabia Hatun onun yüzüne şiddetli bir tokat vurdu ve şöyle dedi:"Benden uzak ol! Seni yalancı, vefasız, sahte kahraman! Beni sevdiğini iddia ediyorsun, ama dönüp başkasına bakıyorsun! Beni güzel bulduğunu söylüyorsun, başka güzel peşindesin! Sen nerede, sevmek nerede, güzelin kıymetini bilmek nerede? Defol git! Konuşunca seni irfan sahibi, dürüst, vefalı, âşık biri sadım. Aşktaki ciddiyetini denedim, yalancı olduğunu anladım! Sende ne âriflerin temizliği var, ne de onlardan bir işaret ve mürüvvet! Hele âşıkların yolu, senin gittiğin yoldan hiç geçmez…
“Bunun üzerine meczup, deli gibi bağırmaya ve başına toprak saçmaya başladı.Şöyle diyordu: "Yazık bana! Ben bir kulu sevdiğimi iddia ettim! Ondan yüz çevirince tokat yedim! Korkuyorum; Hakkı sevdiğimi iddia eder de, Ondan başkasına bakarsam hâlim ne olacak? Yiyeceğim tokadın şiddeti nasıl olacak?"Madem ki, gerçek muhabbet baki-i hakikîye yöneltilen muhabbettir, öyle ise bütün muhabbetleri topla hakikî sahibine verip fâninin sillesinden kurtul.

Allah’ım!
Bizi dünyada Senin sevgin ve bizi Sana ve Senin emrettiğin gibi istikametli olmaya yaklaştıracak şeylerin sevgisiyle, ahirette ise rahmetin ve cemalini bize göstermekle rızıklandır. Muhabbetullaha müştak bir muhabbet fedaisi olmayı nasip eyle.

alıntı
 
Üst