Abdulkadir Geylani - 18. Meclis

ASHAB-I BEDR

Well-known member
18. MECLİS

Bu konuşma pazar günü Ribât’ta yapıldı.
Konuşma tarihi: Hicrî 16 Zilkade 545, Milâdî 1150.

Allah Teâlâ iki cihad emretti. Biri içten, öbürü dıştan. İç âlemde olacak cihad, nefisle, kötü arzularla, şeytanî duygularla olur. Ayrıca, isyandan dönmek, küçük hataları bırakmak da iç âlemde yapılacak cihad arasındadır. Haram olan şehevî arzuları bırakmak da bunlar arasında sayılır.

Dış âlemde yapılacak cihad ise, Allah'a ve Peygamberi’ne (s.a.v) isyan edenleri yola getirmektir. İsyan kılıcı çekenleri hizaya getirmektir.

Oklarını kırmak ve mızraklarını parçalamak bu cihad arasındadır. Bu yolda öldürmek olduğu gibi, ölmek de vardır.

Ama ne olursa olsun, iç âlemdeki cihad dış âlemdekinden daha zordur. Ve daima üzerinde durmak icap eder. Nasıl zor olmasın ki? Nefis bütün arzularından kesilir. Sonra tek yol açılır. O da Allah'ın emri yolu. Bu, onun doymak bilmeyen hırsını tatmin edemiyor!

Bir kimse, iki cihad vazifesinde de Allah'ın emrine uyarsa, ona dünya ve âhirette bol mükâfat vardır.

Harp anında şehitler acı duymazlar. Ancak bir kimse kolundan alınan kandan ne kadar sızı duyarsa şehit de kılıç darbesinden o kadar sızı duyar.


Bir hatalının günahı bırakması, susuzun suya olan ihtiyacı kadar önemlidir. Şehit bunu bilir, ölümden korkmaz. Şehadetle bütün hatalarının affına inanır. Bu yüzden hiç bir cihaddan çekinmez, ölüm acısını da duymaz.

* * *

Ey cemaat! Size teklif ettiğim iş, daha iyisini vereceğime karşılıktır. Hakk’ı isteyenler, O’nun tarafından istenmiş olur. Bu zâtların her ânı bir olur.

Kendine göre emri ve yasağı vardır. Zahirdeki emri yerine getirdikten sonra, kalplerin hoşlanmadığı şeyi de yapmazlar. Bunlar diğer insanlara benzemez.

Hele Allah ve Peygamberi’nin (s.a.v) düşmanları olan içi bozuklara hiç benzemezler.

İçi bozuklar ateşe atılacaklardır. Hakk'ı bilmeyen ve O’na düşmanlık eden nasıl ateşte yanmaz? Bunlar dünyada, Hakk'a uymuyorlardı.

Şahsî olan kötü arzu, şeytanlık duygusu, kötü âdetler onları bu hâle getirdi.

Dünyayı öbür âleme tercih ettiler.


Nasıl ateşe atılmasınlar ki, şu azîm Kur'ân'ı dinlediler, ama ona iman etmediler. Onunla iş tutmadılar. Ne emrini tanıdılar, ne de yasaklarından vazgeçtiler.

Ey cemaat! Şu yüce Kur'ân'a inanınız. Ve işlerinizi ona göre yapınız. Yaptığınız işler Kur'ân'ın emri dahilinde ve temiz olsun. İşlerinizde ihlâs olsun. Görsünler diye, iş yapmayınız.

Bir iş yaparken içiniz başka, dışınız başka olmasın. Halkın övmesini beklemeyiniz, onlardan bir şey ummayınız.

Bu söylenen şeyleri, halkın tümünden biri ancak yapabilir. Çalış, o bir kişi sen ol. Kur'ân'a iman edip işlerini ona göre yürütenler azdır. Ona iman edip iş tutanlar parmakla gösterilecek kadar az olduğu için nifakçılar çoğaldı, ihlâs sahipleri azaldı.

Sizi Hakk'a kulluk etmekten ne aldı? O’na karşı tembelliği size kim dedi? Düşman tarafına çalışmayı size kim sevdirdi?

Size kötü vaatlerde bulunan şeytandır.

Onun vaatleri yalandır.

Can ve başları ile Hak tarafında olanlar, Hakk'ın emir ve tekliflerinden dışarı çıkmazlar. Sabra dayanırlar.

Sabır hâlinin Mevlâ'nın teklif ve kaderinde saklı olduğunu bilirler. Bu sebeple kader, kaza ve ilâhi teklifler ne yönde ise oraya koşarlar. Dünya ve âhiretin bol hayrına böylece kavuşurlar.

İlâhi tasarruf büyüklerin uyduğu şeydir. O tasarruf, büyükleri bir defa sabra götürür; sonra da şükre kavuşturur.

Bulunca alır şükrederler. Olmayınca sabra devam ederler. İlâhî tasarruf onları bu hâle getirir. Bir kere uzaklığa düşer, sonra yakınlığa ererler. Güçlük ve darlık duygusuna kapılırlar.

Zengin veya fakir olabilirler. Hastalık ve afiyete de düşmeleri olur. Bütün bu hâllerinde, bir ellerinde sabır, öbüründe ise şükür bulunur.

Ne olursa olsun cümle hâlde, düşüncelerinin yükünü kalpleri taşır; kalpleri Hak tarafından muhafaza altına alınırsa üzüntüleri geçer, arzularına ermiş olurlar.

Onlara göre kalpten daha önemlisi yoktur. Halkın ve kendilerinin selâmet üzere olmalarını dilerler.

Herkes Yaratan’ını bulsun, O'nunla hoş olsun, bütün duaları budur.


Ey evlat!

Sağlam ol; açık sözlü ve iyi olursun. Bir hüküm verirken için temiz olursa konuşman güzel olur; yaptığın işler iyi olur. İçini temiz tutarsan dışın da hoş olur.


Bütün selâmet, Hakk'a tâattedir. Tâat ise, Allah'ın emrini tutmak ve yasak ettiğini yapmamaktır. Ayrıca, Allah'ın vermiş olduğu bütün emirlere boyun eğmek, emri dahilindedir. Allah'ın emirlerine koşana Allah yardım eder. O'nun tâatine koşana bütün yaratılmışlar yardımcı olur.


Ey cemaat! Sözlerimi kabul ediniz.

Ben sizin için bir nasihatçiyim, iyiliğinizi dilerim. Ben sizlerden uzaktayım. Sizin varlığınıza da uzağım. Benim bütün varlığım sizden ayrıdır. Kendi varlığımdan da uzağım.

Kurtuluşumu ilâhî fiillerin tecellisinde ararım. Sizin kurtuluşunuz için de aynı duyguyu taşırım. Beni itham etmeyiniz. Benim için dilediğimi size de isterim.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyuruyor ki:

[NOT] “İman sahibi, kendine istediğini din kardeşine de istemedikçe olgunlaşamaz.”[/NOT]


Bu kelâm, reisimizindir, önderimizindir. Büyüğümüz ve idare edenimiz, böyle ferman eder. Bu sözün sahibi bizim şefaatçimizdir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, yaratılmışların ilkidir. Âdem Peygamber’den bu yana her gelen elçi onu bize takdim etti. Kıyamete kadar onun takdimi devam edecek.

Hiç bir kimseyi, kendisi için sevdiği şeyi başkası için aynı duygu ile istemedikçe iman sahibi kabul etmedi. Kendine güzel yemek arıyorsan kardeşine de ara.

İyi elbisen varsa iman kardeşin için de yapmaya çalış. Kendin için dilediğin yüksek rütbeyi, iman sahibi kardeşin için de iste. Bunları yapmadığın takdirde olgun iman dâvasında bulunma.

Kardeşin aç yatarken sen nasıl mal yığarsın!

Sen mal yığmak sevdasındasın. Komşun fakir, çocukların az şeyle geçinmekte.


Malın zekâtını ver. Her gün hayli para kazanmaktasın. Kâr üstüne kâr ediyorsun, yeterinden daha çok mal kalmış elinde; ama kimseye vermek istemiyorsun.

Sen bolluk içinde yaşarken, öbürlerinin darlığına nasıl tahammül ediyorsun?

Yapamazsın, çünkü şeytan ve kötü duygular arkadan sana emir yağdırmakta.

Onlar sana emir verdikçe hiçbir kimseye iyilik yapamazsın ve kimsenin iyiliğini düşünmen kabil olmaz.

Hırsın bol. İçinden çıkılmaz ümitlerin var. Dünya sevgisi içini kaplamış. Bunlara karşılık takva hâlin az, imanın zayıf. Bu hâller seni şirkçi yaptı. Küfre kattı. Mal ve halkı Allah'a karşı çıkardın.

Haberin var mı? Bir kimsenin dünya sevgisi artarsa hırsı çoğalır. Ölümü unutur. Hak’la karşılaşmayı aklına getirmez.

Helâli, haramı ayırt etmez. Bu hâli ile Hakk'ı ve hakikati inkâr etmiş olur.

Şu âyet-i kerime bunu haber veriyor:

“Onlar ki, derler: Hayat yalnız bu hayattır, ölürüz, diriliriz. Zaman bizi helak eder.”
(el-Mu’minûn, 23/37)

Hareketlerinle sanki onlardan biri olduğunu gösteriyorsun. Lâkin sen Müslümansın. Sen şahadetle bezenmişsin.

O şahadet kanma karışmış. Namaz kılmakta, oruç tutmakta İslâm ümmeti ile birsin.

Yaptığın diğer hareketler, âdet yerini bulsun diye namaz kıldığını gösteriyor. Sen yaptığını ibâdet sanıyor, dıştan halka iyi olduğunu göstermek istiyorsun. Kalbin facir. Bu hâlin yararını nasıl bulursun?


* * *

Ey cemaat! Gece haramla oruç açarsanız gündüzün açlığı ve susuzluğu neye yarar? Size ne faydası dokunur? Gündüz oruç tutmaktasınız, gece haram yutmaktasınız! Gündüz ibâdet, gece isyan bayrağı çekmek!

Oruçlu olmanız, gündüzleri su içmenize mânidir. Bunu yapıyorsunuz, su içmiyorsunuz.

Gece olunca Müslüman kardeşlerinizi çekiştiriyorsunuz. Onları manen öldürüp kanlarını içiyorsunuz; iftarınızı bu kanla yapmaktasınız. Birçoğunuz, gündüz tutmuş olduğu orucu, gece kötü işle bozmaktadır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“Ümmetim, Ramazan ayının kıymetini bildiği müddetçe zelil olmaz.”

Ramazan ayına, takva ile girmeli; onda tutulan oruç, yalnız Allah rızası için olmalı. İslâm dininin esasları da muhafaza edilmeli.

* * *

Ey evlat! Oruç tut. İftar zamanı fakirleri de gözet. Yediğinden biraz da onlar faydalansın. Bir kimse, yalnız yer ve yedirmezse ona fakirlik gelir; ona belâ ve darlık gelmesinden korkulur.

Ey cemaat! Midenizi doyurmaktasınız; ama komşunuz aç. Bu hâlde iman iddiasındasınız. Bu yanlıştır! İmanınız sıhhatli değildir.

Sizden birinizin yanında bol yiyecek olsa, kapısına gelen dilenciye bir şey vermese, az zaman sonra o fakir gibi olabilir.

Çocuklarının yiyeceğinden arta kalan şeyin hiç olmazsa bir parçası, fakirlere verilmelidir. Niçin vermezsin? Yakında haberin gelir, o nimeti sana veren kudret onu elinden alır.

Yazık sana! Nasıl oluyor, hem namaz kılmaktasın, hem de fazla malından ihtiyaçlı kimselere vermemektesin? Tevazu ile namaz kılacaksın, fakirlere sadaka vereceksin. Bu iki hâli benliğinde topla.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir eli ile devesine yiyecek, öbürü ile dilenciye sadaka verirdi. O tevazu sahibi idi. Koyununu eli ile sağar, yırtık elbiselerini kendisi dikerdi. Ona uymayı iddia kolay değildir, siz onun yaptıklarına uymuyorsunuz.

Şahidiniz yoktur. Şöyle bir misal vardır, denir ki:

“Sen hâlis Yahudi isen mesele yok, değilsen Tevrat’ı bırak, okuma.”


Ben de şöyle diyorum:

“Müslümansan, onun şartlarını yerine getireceksin; aksi hâlde ‘Ben Müslümanım’ deme.”


İslâm dininin şartlarını yerine getirmelisiniz ki, onun hakikatine erebilesiniz. Onun hakikati; Hak önünde teslim bayrağını çekmektir.

Elindeki iyi şeyleri bugün kullara pay et; yarın Mevlâ sana rahmetle bakar. Yeryüzündekilere şefkat duyunuz; tâ ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsinler.

Kötü nefsinle kaldığın süre, aranan bu yüce makama vasıl olman kabil değildir. Nefsin kötü arzularını yerine getirdiğin müddetçe onun emrinde sayılırsın. Onun hakkını ver; fakat yersiz dileğini verme. Hakikati ona ulaştır; bu ona hayat verir. Onun kötü arzularını vermen ölümdür.

Nefsin hakkı; yemek, içmek, giymek ve oturacak yerdir. Kötü arzuları ise; uygunsuz tatlar ve kötü alışkanlıklardır. Onun hakkını iman eli ile ver. Onun kötü arzularını kadere ve ilâhî bilginin geçmişteki hükmüne bağla. Ona mubah yedir.

Haram yedirme. İman kapısına oturt. Onu hizmete devam ettir. Bunları yaparsan kurtulursun. Azîz ve Celîl olan Allah'ın şu kelâmını işitmedin mi: “Peygamber’in size getirdiklerini alınız, yasak ettiği şeylerden kendinizi çekiniz.”
(el-Haşr, 59/7)

Aza kanaat ediniz; varlığınızı oraya yerleştiriniz. Çok gelecek olursa, geçmişte sana nasip olmuştur. Bu yüzden sana geliyor. Azla yetinirsen varlığını helâkten kurtarırsın. Nefsine sahip olursun.

Azla yetinmek nefsin kısmetini kaçırmak değildir. Hasan-ı Basrî Hazretleri (rh.a) şöyle derdi:

“İman sahibine, bir yolcuya gerekeni yapmak düşer. Bir hurma ve bir hırka ile yetinmeye alış.”

Çok olduğu zaman yine al. Her zaman bolluk olmaz. Şimdi azla yetinirsen, darlık zamanı üzüntü duymazsın. İman sahibi doyuncaya kadar yer. İmanı bozuk münafık ise yer, doyar; kendine yeterinden çok fazlasını saklar. İman sahibi yeteri kadar alır. Çünkü o bir yolcudur.

Menzile varınca asıl bolluğa ereceğine inanır. Vardığı yerde bütün ihtiyaçlarının, temin edileceğine inanır. İmanı olmayanın ise, kendince ne gideceği yer vardır, ne de bir gayesi.

Günlerinizi ve aylarınızı boşa geçirmektesiniz, ömürleriniz tükeniyor. Fayda alamıyorsunuz. Görüyorum ki, dünyalık işlerinizi boş geçirmiyorsunuz. Asıl boş geçirdiğiniz şey, din işleriniz oluyor. Aksini yapınız; isabet olur.

Dünyada kimseye bir şey kalmaz, böyle olunca size ne kalır? Size de kalmaz.


* * *

Ey cemaat! Yaşayacağınıza dair elinizde Hak’tan bir berat var mıdır? Tedbiriniz çok azaldı. Bir kimse dünyasını imar ederse bunu başkası için yapar. Âhiretini de böylece harap eder. Dünyayı toplayan başkası için toplar ve dinini paralar.

Hak’tan da dargınlık gelir. Kendisi gibi bir mahlûkla yetinene Mevlâ darılır.

Eğer o insan, yakında öleceğini, Hak huzurunda hazır olacağını ve bütün yaptıklarının hesabını vereceğini bilseydi elbette dünyalık işlerini azaltırdı.

Lokman Hekim'den anlatırlar, oğluna dermiş:

“Yavrucuğum, hasta olduğun zaman hastalığın nasıl geldiğini anlayamazsın.

Nasıl gittiğini sezemediğin gibi...”


Sizi sakındırıyorum ve yasaklardan çekindiriyorum; halbuki ne kötülerden çekinmektesiniz, ne de yasaklardan beri durmaktasınız.

Ey hayırdan mahrum olup dünyaya dalanlar, yakında dünya sizi ihtiyarlatacak ve toprağına gömecek. O zaman dünyadan kopardığınız size yaramayacak, ondan aldığınız tat sizi kurtaramayacak. Bunların hepsi size vebal olacak.

* * *

Ey evlat! İhtimal dahilinde olan şeyleri bırak ve serden kesil.
Sözlerin kardeşleri vardır. Bir söz edersin, arkasından öbürü gelir. Ona cevap verirsin, peşinden diğeri gelir, sonra şer.

İnsanları Hak kapısına çağıran büyükler azdır. Sözleri dinlenmediği takdirde, halk üzerine birer hüccet olurlar.

O büyükler, iman sahiplerine nimet, Allah yolunun düşmanlarına ise şiddet gösterirler.

Allah’ım, bizi Tevhid nuru ile hoş et. Halktan kurtulmak hâli ile kokula. Senden gayri cümle varlıktan kurtulmakla ruhumuza buhur saç.

* * *

Ey muvahhidler ve ey müşrikler, yaratılmışın elinde bir şey yoktur. Hepsi güçsüzler grubudur. Mülk, padişah, sultan, zengin ve fakir, hepsi Allah kaderinin esiridir. Kalpleri O’nun elindedir.

İstediği tarafa çevirir. O'na bir şey benzemez. O hem görür, hem işitir. Nefsiniz semirmesin.

O sonra sizi yer. Bu şuna benzer:

Bir kimse, azgın köpek alır, besler, büyütür, bir gün onunla yalnız kalır. Uyuduğu an, kendisini parçalar ve yer.

Nefsin bağlarını çözmeyiniz. Ondan kaygısız durmayınız. Ve onun bıçaklarını bilemeyiniz. Bir gün o sizi ölüm kuyularına atar. Bunu yaparken de iyi yaptım diye, sizi kandırır.

Onun kötü arzularını kesiniz. Şehvet yollarına bırakmayınız.

Allah’ım, nefsimizi yenmek için bize yardım eyle.

“Dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver. Ateş azabından bizi koru.”
(el-Bakara, 2/201) Âmin!
 
Üst