Müminin Feraseti

ASHAB-I BEDR

Well-known member
44709_426648389599_282050234599_4712068_976265_n.jpg


Müminin Feraseti

Ahmet Nafiz YAŞAR kaleme aldı,

Efendimiz s.a.v.:

“Müminin ferasetinden sakının; çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.”

buyurmuştur.

Peki “feraset” nedir ve bir müslüman, müminin ferasetinden, onun kendisinin bâtınındaki hali bilmesinden niçin ve nasıl sakınacaktır?

Sâdât-ı Kirâm’dan Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî k.s. hazretleri Buhara’da mürit ve muhipleriyle velilik halleri üzerine sohbet ediyordu.

Sohbet halkasına elinde tesbih, sırtında dervişlik hırkası, omuzunda seccade olan bir genç de dahil olmuş, can kulağı ile Hâce’yi dinlemekteydi.

Meclistekilerin ilk defa gördükleri bu genç, bir müddet sonra sual sormak için müsaade aldı ve son derece hürmetkâr bir eda ile şöyle dedi:

– Efendim, malumunuz, Hz. Peygamber s.a.v., “Müminin ferasetinden sakının; çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.” buyurmuştur. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir acaba?

Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî k.s. bu gence kısa bir süre heybetle nazar eyledikten sonra sert bir tonla:

– Sen önce belindeki zünnarı kesip imana gel, müslüman ol ki bu hadis-i şerifin sırrı tecelli etsin, buyurdu.

Hâce’nin bu tavrı ve sözleri oradaki herkesi şaşırttı.

Zünnar, papazların, ucunu önden sarkıtarak bellerine bağladıkları örme bir kuşaktı ve tıpkı haç gibi hıristiyanlık alametiydi çünkü.

Halbuki bu genç müslüman bir derviş kıyafeti içindeydi. Nitekim inkâra yeltendi ama yakınında bulunan birkaç kişi gencin üzerindeki hırkayı çıkarınca, düğüm düğüm ederek gizlemeye çalıştığı zünnarının belinde bağlı olduğu görüldü.

Aslında hıristiyan olan bu genç, müminin ferasetindeki isabeti şimdi bizzat yaşayarak öğrenmişti.

Af diledi, zünnarını çözüp attı, kelime-i şahadet getirip müslüman oldu. Bunun üzerine Hâce hazretleri etrafındakilere döndü, buyurdu ki:

– Ey dostlar!

Bu genç zünnarını kesti, müslüman oldu. Gelin sizler de kalplerinizdeki zünnarı kesip iman edin.

[DIKKAT]Kalpteki zünnar kibir ve gururdur. Bunları çözüp atmadıkça ahdine sadık bir mümin olamazsınız![/DIKKAT]
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
180606_1871810196667_1283501793_32205386_6197220_n.jpg


Feraset nedir?

Bu menkıbe, başka Allah dostlarına, mesela bazı ufak tefek farklarla Cüneyd-i Bağdadî k.s.’a atfen de nakledilir tasavvuf kaynaklarında.

Yahut yine bu minvalde, hakikati arayan yahudi ve hıristiyanların, “hakikat ehlinin ferasetinde yanılmayacağı” kabulünden hareketle, gizledikleri asıl kimliklerini keşfedecek bir mümin bulmayı umarak, müslüman kılığında sufiler arasına karıştıklarına dair hikâyeler anlatılır.

Tabiatıyla hem bu menkıbe ve hikâyelerin mesajını, hem de “Müminin ferasetinden sakının” hadis-i şerifinin muradını izah için “feraset” üzerine uzun bahisler açılır.

Söz konusu izahlara göre feraset,

[BILGI] “varlık veya hadiselerin perde arkasını görmek, bir meseleyi doğru ve hızlı değerlendirmek, çabuk kavramak, hükümde isabet etmek”[/BILGI]

demektir.

Doğru telaffuzu “firâset” olan bu meleke, biri kesbî (çalışılarak kazanılan), diğeri vehbî (Allah vergisi) olmak üzere iki kısımdır.

Kesbî olanı bir çeşit ilim yahut sanattır ki “zahirdeki emarelerden hareketle akıl yürütüp işin iç yüzüne vâkıf olmaya” derler.

Bu türlü ferasetle mesela bir insanın eşkaline, kıyafetine, söz ve davranışlarına bakılarak onun ahlâkı, karakteri, mizacı hakkında doğru bir hükme varılabilir.

Tecrübeye, bilgiye, akıl yürütmeye dayandığı, talim ve terbiye ile geliştirilebildiği için kesbîdir.

Ancak ulema hadis-i şerifteki ferasetin “vehbî feraset” olduğuna, “mümin” ile de kemâl mertebesinde bir imanla nimetlenen âriflerin, nafilelerle Allah’a yaklaşan salihlerin, evliyaullahın kastedildiğine hükmetmişlerdir.

[NOT] “Muhatabının kalbinde olana, bâtınındaki hâle muttali olmak”[/NOT]

diye tarif edilen vehbî feraset, Cenab-ı Hakk’ın kâmil müminlere bir ikramıdır.

Müminin, imanı nispetinde bu ikrama mazhar olduğu, bu sebeple vehbî ferasetin de derece derece zuhur ettiği söylenmekle beraber, mesele umumiyetle en üst seviyesiyle ele alınmıştır.

Bu en üst seviyedeki feraset, zühd ve istikametin, Sünnet’e ittibaın, bilhassa verâ’ın mükafatı olarak verilen bir çeşit keramettir.

Dolayısıyla vehbî ferasetle ulaşılan bilgi, zan, şüphe veya kanaat değil; kesin ilimdir.

Vehbî feraset sahibinin bu “yakîn” bilgisine ulaşmak için zahirî emarelere ihtiyacı yoktur.

Çünkü vardığı hüküm, Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği bir nurla ayandır ve bu ilmin kaynağı Allah Tealâ’dır.

 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
182932_1871808356621_1283501793_32205385_4353892_n.jpg


Derdini gizleyen derman bulamaz...

Yine aynı kaynaklara göre, vehbî feraset kâmil imanın bir mükâfatı olmakla beraber, müslümanların kâmil imanı değil de bu mükâfatı maksat haline getirmesi yanlıştır.

İnsan feraset sahibi olmakla değil, iman sahibi olmakla mükellef kılınmıştır. Hatta feraset talep ve iddiasında bulunmak hamlık alameti sayılmıştır.

Dolayısıyla feraset çerçevesinde nakledilen malûmat ve menkıbeler, bize bakan tarafıyla feraset sahibi olmayı teşvik veya bir velinin velayetini tasdik maksadı taşımaz.

Nitekim feraset konusu da, buna bağlı menkıbeler de zikrettiğimiz hadis-i şerifin mesajını vurgulamakla alakalıdır ve o mesaj esas itibariyle bir sakındırmadan ibarettir.

Üstelik menkıbelerde müminin ferasetindeki isabet, gayr-i müslimleri teşhis şeklinde tezahür etmiş de olsa, bu sakındırma, madem ki bir hadis-i şerif ile gelmiştir, öncelikle biz müslümanları bağlar.

Bütün müslümanlar bu hadisteki “ittikâ” (sakınma) emrinin muhatabıdır.

Peki bir müslüman, kâmil iman sahibi Allah dostlarının ferasetinden, onların kendisinin bâtınındaki hali bilmesinden niçin ve nasıl sakınacaktır?

Başta aktardığımız menkıbe bunun cevabını veriyor aslında. O hadisede içi ile dışı bir olmayan, asıl halini gizleyip başka türlü görünmeye çalışan, karşısındakini aldattığını düşünmekle kalmayıp bir de onu imtihana yeltenen bir kişinin neticede mahcubiyeti söz konusu.

[NOT]Şu halde bize düşen, gerçek müminlerin feraset sahibi olduğunu bilerek, onların huzurunda ikiyüzlülükten, rol yapmaktan, mürşid-i kâmilleri kendi sakat ölçülerimizle deneme küstahlığından ve bütün bunların insanı mahcup eden, zelil kılan kaçınılmaz neticesinden sakınmaktır. [/NOT]

Böyle bir sakınma evvela insanı övülmüş hallerle, güzel ahlâkla donanmaya, bâtınını da el içine çıkarılabilecek şekilde güzelleştirmeye sevk etmesi bakımından mühimdir.

İkinci olarak, insanın ancak böyle bir sakınma çabasıyla her daim kalbiyle yüzleşmesi, eksiklik ve pişmanlığını hissedip tevbeye yönelmesi, gönül yapanlardan istifadesi mümkün olur.

Bilhassa kâmil mürşitlerle mülaki olduklarında, zaaflarına, kusurlarına, günahlarına, kalplerindeki hastalıklara rağmen bâtınî hallerini aşikâr etmesi, müslümanın derman bulmasının şartıdır.

Derdini gizleyen elbette derman bulamaz.

 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
216490_1490860971251_1825809303_925566_3095698_n.jpg


Kalpteki Zünnar...

Demek ki Allah Rasulü s.a.v.’in “Müminin ferasetinden sakının” ikazı, kâmil müminin nazarından uzak durmaya değil, kalbin kötülenmiş hallerinden kurtulmaya davettir.

Kaldı ki Allah dostlarının ferasetindeki keskinlik ve isabet, esas itibariyle daha kesin bir hakikate, temel bir akideye işarettir.

O hakikat, feraset “nur”unun kaynağının, asıl sahibinin, bize şahdamarımızdan daha yakın olan Hâlık’ımızın, bizim zahirimizi de bâtınımızı da bildiğidir.

[DIKKAT]Çünkü O Basîr’dir, yani görür; Habîr’dir; yani haberdardır, aşikâr olanı da bilir, gizleneni de.[/DIKKAT]

Menkıbelerde, sakındırıldığımız kötü hallerden bilhassa kibir ve gururun ön plana çıkarılması başka bir ikazdır müslümana.

Rivayete göre zünnar eğilmeye ve secdeye mani olduğundan, papazlar bunu rükû ve secde etmediklerini göstermek için takarlarmış. Kibir ve gurur da böyledir.

Bu hastalıklarla sarılmış bir kalbin sahibi de Cenab-ı Hakk’ın kudret ve azameti karşısında can u gönülden, huşu ile eğilmez, eğilemez.

Zanlarıyla, nefsinin arzularıyla hareket eder, benlik davası güder.

Kendince ahkâm keser, kimseleri beğenmez.

Gururu nasihat almayı engeller, kibri başka türlü görünmeyi meşrulaştırır.

Ve sonunda dünya imtihanını kaybedenlerden olur.


[DIKKAT]Sakındırıldığımız budur aslında. Nasıl görünmek istiyorsak öyle olmaya gayret edelim.[/DIKKAT]
 
Üst