Şualar 11. Şua Yedinci mesele Hakkında yardım talebidir...

Huseyni

Müdavim
Ve aleyküm selam kardeş. Yedinci Mesele kısa bi yer değil siz hangi kısmından yardım almak istiyorsunuz ? Komple buraya Yedinci Meseleyi mütalaa edersek bi hayli uzun zaman alır...Verdiğim linkte sayfanın altında sorulmuş ve cevaplanmış sorular var. Dilerseniz oradan bakabilirsiniz. Zannederim işinize yarıycaktır.
 

fütüvvet1

Active member
Evet doğru..yedinci mesele uzun ama konu tek..
o konuda ahiretin isbatı..
amacım şuyudu:Özellikle bu meseleyi özümsemiş ve cümle cümle özetleyebilecek abilerin tefekkür
dünyalarında yoğurup ulaştıkları özet bilgileri paylaşırlarmı aceba ..

"VERDİĞİNİZ LİNKİ GÖREMEDİM.."
 

fütüvvet1

Active member
Bir diğer düşüncemde şu: bu konuda bir video varmı..özellikle ahirete iman konusunu 11.şuada geçen bu mesele üzerinden anlatılan bir video varmı..
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
İŞte bu kısım:
"...... Rabbü'l-âlemin ve Sultanü'd-Deyyân isimleri cevap veriyorlar. " sözünden ne anlamalıyız..

Bahsi geçen yer:

Nasıl ki, Altıncı Meselede biz Hâlıkımızı arzdan, semâvâttan sorduk;
onlar fenlerin dilleriyle, güneş gibi Hâlıkımızı bize tanıttırdılar.
Aynen biz de âhiretimizi başta o bildiğimiz Rabbimizden,
sonra Peygamberimizden, sonra Kur’ân’ımızdan,
sonra sair peygamberler ve mukaddes kitaplardan,
sonra melâikelerden, sonra kâinattan soracağız.


İşte, birinci mertebede âhireti Allah’tan soruyoruz.
O da bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isimleriyle ve sıfatlarıyla,
“Evet, âhiret var-dır ve sizi oraya sevk ediyorum”
ferman ediyor.

Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’î hakikatlerle,
bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş.

Burada, o izaha iktifaen gayet kısa bir işaret ederiz.

Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki,
o saltanata itaat edenlere mükâfatı
ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın.
Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde bir saltanat-ı sermediyenin,
o saltanata iman ile intisap ve tâat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı
ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtı;
o rahmet ve cemâle,
o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diye
Rabbü’l-Âlemîn ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevap veriyorlar

____________

"Rabbü’l-Âlemîn ve Sultanü’d-Deyyân isimleri " ahiretin delillerinden biri oldugunu anliyoruz burda.


Rabbü’l-Âlemîn = bütün alemlerin rabbi olan Allah, bütün mülkü idare eden.


ve Sultanü’d-Deyyân= herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren, mükafat ve cezayı hakkıyla veren Sultan.


Bir ulkede saygisiz bir adamin devamli hukumdara karsi çiktigini, hak ve hukuka tecavuz ettigini dusunun,

Bu ulkede muhakkak bu adami cezalandiracak bir cezaevi , bir hapishane yapilir.



Ayni sekilde, bir is yerinde çalisan, is yeri sahibine karsi kötü davranip, kurallarina uymasa,
çalistigi yerden kavulmakla cezalandirilir.


Aynen oylede, Rabbul Aleminden gelen nimetlere sukur etmeyen, O'nu tanimayip, inkar edenler içinde muhakkak bir cezaevi olacaktir.

Lakin, bu dunyada, butun kurallara uysak bile, çogu zaman zalim zalimligiyle, mazlumda mazlumluguyla kalabiliyor.

Yaptigi iyiliklerin karsiliklari bu dunyada alamayabiliyor.

Nihayetsiz adalet sahibi olan Cenabi Hakkin buna izin verecegi dusunulemez.
Madem, tam adalet bu dunyada saglanamiyor, o halde hesap mutlaka baska bir aleme birakiliyor.ve bu adaleti izzet ve celal sahibi Sultanü’d-Deyyân sagliyor.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Bu konuda RisaleSohbet kanalinda yapilan dersimiz:

Bismillâhirrahmânirrahîm, elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât


Asa-yı Musa / Yedinci Mesele
Denizli hapsinde bir Cuma gününün meyvesidir.
Bir zaman Kastamonu’da “Hâlıkımızı bize tanıttır” diyen lise talebelerine sâbık
Altıncı Meselede mektep fünununun dilleriyle verdiğim dersi,
Denizli Hapishanesinde benimle temas edebilen mahpuslar okudular.
Tam bir kanaat-i imaniye aldıklarından, âhirete bir iştiyak hissedip,
“Bize âhiretimizi de tam bildir.
Tâ ki, nefsimiz ve zamanın şeytanları bizi yoldan çıkarmasın, daha böyle hapislere sokmasın”
dediler.
Ve Denizli hapsindeki Risale-i Nur şakirtlerinin ve sabıkan Altıncı Meseleyi okuyanların arzularıyla,
âhiret rüknünün dahi bir hülâsasının beyanı lâzım geldi.
Ben de Risale-i Nur’dan bir kısacık hülâsa ile derim:

altıncı meselenin kısa bir hülasasını yapalım
malumumuzdur ama hatırlayalıminş; üstad hazretlerine bir kısım lise talebesi gelip diyorlar ki
bize Halıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah dan bahsetmiyor
ve üstad hazretleri de aslında her bir ilimin
her bir fennin Rabbimizi bize nasıl tanıttığını
veciz ifadelerle anlatıyor
açıklıyor

Denizli medrese-i yusufiyesinde bu kısmı okuyan mahpuslar
aynı şekilde ahirete dair de açıklama istiyorlar

ahiretin varlığını hepimiz kabul ederiz
ama kabul etmek başka inanmak başka iman etmek başka
her türlü itiraza cevap verebilecek şekilde
ahirete ve sair iman hakikatlerine inanmak
onları hem kendi nefislerimize
kendi kendimize kabul ettirmek
hem de çevremizde bize soranlara açıklayabilecek seviyede o hakikatlere iman etmek
mümin olmanın şartı

bu nazarla ahirti ele alıp, üstad hazretlerini dinleyelim inşallah

Nasıl ki, Altıncı Meselede biz Hâlıkımızı arzdan, semâvâttan sorduk;
onlar fenlerin dilleriyle, güneş gibi Hâlıkımızı bize tanıttırdılar.
Aynen biz de âhiretimizi başta o bildiğimiz Rabbimizden,
sonra Peygamberimizden, sonra Kur’ân’ımızdan,
sonra sair peygamberler ve mukaddes kitaplardan,
sonra melâikelerden, sonra kâinattan soracağız.
İşte, birinci mertebede âhireti Allah’tan soruyoruz.
O da bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isimleriyle ve sıfatlarıyla,
“Evet, âhiret var-dır ve sizi oraya sevk ediyorum”
ferman ediyor.
Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’î hakikatlerle,
bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş.
Burada, o izaha iktifaen gayet kısa bir işaret ederiz.
Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki,
o saltanata itaat edenlere mükâfatı
ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın.
Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde bir saltanat-ı sermediyenin,
o saltanata iman ile intisap ve tâat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı
ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtı;
o rahmet ve cemâle,
o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diye
Rabbü’l-Âlemîn ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevap veriyorlar.
küçük bir iş yerinde çalışanlar bile
iş yerinin sahibi kimse onun kurallarına uygun çalışırlar
kurallara uydukları, işlerini yaptıkları ve gösterdikleri çabaya göre
mükafat alırlar, takdir alırlar

tersi durum olsa, işe gelmese işini savsaklasa
ceza alır hatta olabilir ki işlerine son verilir
yönetim ve idarenin olduğu her alanda
durum bu minvalde devam eder, ettirilir

kainata baktığımızda,
yıldızından zerresine kadar herşey bir kurallar bütünü içinde idare ettiriliyor
bur saltanat kurulmuş
ve bir emir sahibinden emir alınarak işler görülüyor
bir söz sahibi, hak sahibi, idare sahibi, yönetici var
ve madem bir yönetici var
muhakkak ki o yönetici, o saltanat sahibi
kendine itaat edenlere mkafat verecek, itaat etmeyenleri de cezalandıracaktır
bunu yaparken de zerre miktar hak göz ardı edilmeden
ince terazilerde tartarak yapacaktır

insan; aklı ile, nefsi ile, şeytanı ile, sair latifeleri özellikleri ile
bu dünyada bir kısım imihanlara tabi tutuluyor, ve kurallara uyması isteniyor
ama verdiği doğru cevapların
uyduğu kuralların
yaptığı iyiliklerin tüm karşılığını burada alamıyor
en basiti hepimiz hergün emre itaat edip beş vakit namazımızı kılıyoruz
ama ona mukabil ödülü alamıyoruz

bunun tersi de var
çok zulümler oluyor, yanlışlar yapılıyor
ama onların cezaları verilmiyor
ama biliyoruz ki, saltanat varsa hükümdar var ve hükümdar varsa, her harekete karşı cezz ve mükafat olacak
o zaman buradan sonra başka bir yer olmalı ki,
hakiki adalet sağlansın, hakiki mükafatlar alınabilsin


Hem madem güneş gibi, gündüz gibi,
zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalı bir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz.
Meselâ, o rahmet, her baharda umum ağaçları
ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibi giydirip
süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip
bizlere uzatıp “Haydi alınız, yiyiniz” dediği gibi;
bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği
ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi,
bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde,
tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan
ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet,
bir şefkat,
elbette hiç şüphe olamaz ki,
bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestişkârları olan mü’min insanları
idam etmez.
Belki, onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için,
hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye,
Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar,
“El-Cennetü hakkun” diyorlar.
vucudumuzun hayatını devam ettirebilmesi için besine ihtiyacı var
ve bize bir tat alma duyusu verilmiş
koku alma duyusu verilmiş
ve bize sunulan yiyeceklere bir bakın
elmasından muzuna, domatesinden biberine
rengi
kokusu
tadı
nasıl tam bize uygun
ve nasıl güzel

neden böyle olsun ki?

tam tersi olamaz mıydı yani?

hayvanlar ot yiyorlar bir ömür
diken yiyor saman yiyor
bize neden bu kadar ikramlar
bu kadar leziz yemekler sunulmuş
inek saman yiyor süt veriyor
arı, ne yediği belli değil, o çiçek senin bu çiçek benim toz toprak içinde dolanıp
bize bal yapıyor
ipek böceği, eli kolu yok belki bir muzır hayvar
ama bize en yumuşak en hoş giyeceklerimizi yapıyor

bir hayvan taifesine bakın
bir insanlara
bir tat alma duyusuna
bu kadar ikramlar veren
nasıl merhametli
nasıl rahmet sahibidir

madem Rabbimiz böyle Rahimdir
böyle Kerim dir;

o zaman bu nazenin kullarını
madem Rabbimizin Rahmet sonsuz
bizi de böyle nazenin nazdar yaratmış
hele bir de bu kulları içinde
kendisine itaat eden
kendisini kabul eden
onun dinine tabi olan
kurallarına uyan
ve dinini yaymaya çalışan kullarına
elbette ve elbette mükafatını verecektir

Rabbim cennet-ul firdesini nasib etsin hepimize inşallah
sonsuz merhameti ile muamele etsin bizlere
ve kendisine hakiki kul olmayı ve hakiki imanı yaşamayı nasib etsin
âmin

Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha
 

fütüvvet1

Active member
"Hem madem bütün zîhayat mahlûkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcâtlarını, bütün fıtrî matlaplarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden "

mesela bu kısımda tüm zihayatlar ihtiyacı olan şeyleri şefkatli bir elin önlerine koyduğunu söylüyoruz ama o eli göremiyoruz..veya gizlenmiş sebeplerin eli ile uzatılmış.. ve uzatılan şeyleride pençeleri ile dişleri ile alıp ihtiyaçlarını karşılıyorlar..
bu kısmı açbilirmisiniz..
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
"Hem madem bütün zîhayat mahlûkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcâtlarını, bütün fıtrî matlaplarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden "

mesela bu kısımda tüm zihayatlar ihtiyacı olan şeyleri şefkatli bir elin önlerine koyduğunu söylüyoruz ama o eli göremiyoruz..veya gizlenmiş sebeplerin eli ile uzatılmış.. ve uzatılan şeyleride pençeleri ile dişleri ile alıp ihtiyaçlarını karşılıyorlar..
bu kısmı açbilirmisiniz..

"" Hem mâdem, bütün zihayat mahlûkların elleri yetişmediği ve iktidarları dâiresinde olmayan bütün hâcatlarını, bütün fıtri matlaplarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtri ve ihtiyac-ı zarûri dilleriyle istedikleri vakitte,

gayet Rahim ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybi tarafından verildiğinden ve ihtiyari olan daavât-ı insaniyyenin, husûsen havasların ve nebilerin dualarının on adetten altı-yedisi hilâf-ı adet makbûl olmasından kat'i anlaşılıyor ki:

Her dertlinin ahını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semi' ve Mucib perde arkasında var.

Bakar ki; en küçük bir zihayatın en küçük bir ihtiyacını görür.

Ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder.

Elbette ve her hâlde, hiçbir şüphe ihtimâli kalmaz ki; mahlûkların en ehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli ve umumi ve umum kâinatı ve umum esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeyi alâkadar eden beka-i uhreviyeye âit dualarını içine alan; ve nev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri; arkasına alıp, onlara duasına "âmin, âmin" dedirten; ve ümmetinden her gün her ferd-i mütedeyyin, hiç olmazsa kaç defa ona salâvat getirmekle onun duasına "âmin,âmin" diyen; ve belki bütün mahlûkat o duasına iştirak ederek "Evet ya Rabbenâ, istediğini ver, biz de onun istediğini istiyoruz" diyorlar. Bütün bu reddedilmez şerâit altında, beka-i uhrevi ve saadet-i ebediye için, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın - haşrin hadsiz esbab-ı mucibesinden-yalnız tek duası, Cennetin vücuduna; ve baharın icadı kadar kudretine kolay olan âhiretin icadına kâfi bir sebeptir, diye Mucîb ve Semi' ve Rahim isimleri bizim suâllerimize cevap veriyorlar""


-----------------------

Mün'im, Rahman, Rezzak ve Kerim isimlerinin tecellileriyle Cenabi Hakk butun canlilara ihtiyaclarini verendir. Nimet veren yediren içirendir.O Rahim olandir , butun yarattiklarina rizkini verir, iyi kötü gunahkar demeden, umumi olarak tecelli eder.

"Hem mâdem, bütün zihayat mahlûkların elleri yetişmediği ve iktidarları dâiresinde olmayan bütün hâcatlarını, bütün fıtri matlaplarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtri ve ihtiyac-ı zarûri dilleriyle istedikleri vakitte"

Mesela yeni dogmus bir bebek dusunun.Yemekleri çigneyemez. Rabbi ola ihtiyac-ı zarûri olan beslenme hususunu annesinin sütü ile giderir.Bu sutun olusumunda, insan vucudunun farkli organizmalari devreye girer, ve anne kendi eliyle hic bir mudahele etmeden, farkli bir operasyona maruz kalmadan, o süt Cenabi Hak tarafindan olusturulur.
Bebegi yaratan Allah, ihtiyac-ı zarûri olan ihtiyaclarinida karsiliyor.



Mesela, agac olmayi bekleyen bir tohum veya bir fidan dusunun. Bu fidan kendine has lisaniyla buyumek agac olmak istedigini ifade eder. Bu tohumu yaratan Allah, topragi, suyu, gunesi ve daha nice elementi bir araya getirip seferber eder.

Velhasil kelam insanın ihtiyac-ı zarurîsine Cenabi Hak cevap veriyor.
.
 
Üst