Tefeül...

FaKiR

Meþveret Bþk.
S.A. kardeşler hadi tefeül çekelim herkes kendinden bir öncekine Risale-i nur'dan yahut Zübeyir abinin kitaplarından tefeül çeksin (çekebilir mi desek daha doğru olacak emr-i vaki olmasın) benden önceki olmadığı için ben şimdi çekemiyorum :)

Bu konuya denk geldigim sirada elimde Mesnevi vardi.
Cekelim bakalim...:)

Bismillahirrahmanirrahim...


İ'lem eyyühel-aziz! bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. ne kadar zeki olursa olsun o şeyin ahvâli hakkında ihtilâfları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir.

binaenaleyh, avrupa feylesofları, maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslâm ve kur'anın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. onların en büyüğü, yakından hakaik-ı İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir.

ben öyle gördüm; nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder.

binaenaleyh şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden feylesoflar, hakkın esrârını, kur'an nurlarını da keşfedebilir diyemezsin.

zira onun aklı gözündedir. göz, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. çünki kalblerinde can kalmamıştır.

gaflet, o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür.
 

LEVLAK

Well-known member
Allah razı olsun FaKiR_ kardeş bu aralar meşgul olduğum bir konuya tevafuk etti. Birisi yakın olduğum birşey hakkında (hiç bilmeden, tanımadam, önyargı ile) sürekli yakın olduğum bu şeyin yanlış olduğundan bahsedip beni vazgeçirmeye çalışıyor. Bu kısmı ona okumak lazım. Bu arada konuma cevap yazıldığı için mesrur oldum :003::003::003:

Kendi kusurlarını gören, kardeşlerininkini örten, kendi kabahatini büyük, din ve dava kardeşinin kabahatini küçük gören, hatta göremeyen müslümanlar, Allah ve Rasulullahın rahmet ve mağfiretine nail olan, yüksek ahlaklı, yüksek seciyeli müslümanlardır.Öyle fertlerden müteşekkil azlar çoktur, küçükler büyüktür, zayıflar kuvvetlidir. (Zübeyir GÜNDÜZALP- Nefis Muhasebesi)
 

Huseyni

Müdavim
Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azap çekiyor. Çünkü, lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisâtına merakla dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, “Zarara razı olana şefkat edilmez” mânâsındaki اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَيُنْظَرُلَهُ kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selb etmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına belâ getirirler.

Kastamonu Lahikası
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Yine kimsecikler yok hep böyle oluyo :( üzülüyom ama ben :030:

bende geldim kardeşim üzülme...


Bu ehemmiyetli risalenin, herkes herbir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği miktar yeter. O bahçe yalnız onun için değil; belki, elleri uzun olanların hisseleri de var.

şualar.
 

LEVLAK

Well-known member
bende geldim kardeşim üzülme...


Bu ehemmiyetli risalenin, herkes herbir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği miktar yeter. O bahçe yalnız onun için değil; belki, elleri uzun olanların hisseleri de var.

şualar.

Hoşgeldin memluk kardeş tamam üzülmüyom artık üzülür müyüm değerli kardeşler gelmişler :D

Yedinci İşaret: İşte bu tevhid-i hakikiyi bütün meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, isbat eden, ilan eden Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın Risaleti, elbette o tevhidin kat'iyyeti derecesinde sabit olmak lazım gelir. Çünkü; madem daire-i vücudun en büyük hakikatı olan tevhidi bütün hakaikıyla O Zat ders veriyor.. elbette tevhidi isbat eden bütün bürhanlar; dolayısıyla Onun Risaletini ve vazifesinin hakkaniyetini ve davasının doğruluğunu dahi kat'i isbat eder denilebilir. Evet, böyle binler hakaik-ı aliyeyi cem'eden Ferdiyet ve Vahdaniyeti hakkıyla keşfedip ders veren bir Risalet; gayet kat'i bir surette o tevhid, o Ferdiyetin muktezasıdır ve lazımıdır. Onlar, onu her halde isterler. (Lem'alar- Otuzuncu Lem'a)
 

memluk

Hatim Sorumlusu

(bundada var bir hikmet hayırlısı kaç kez denedimse hep bu tarz risalelerle karşılaştım:032: )



Şefkat Tokatları Risalesi
besmele.jpg

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوۤءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللهُ نَفْسَهُ وَاللهُ رَؤُوفٌ بِالْعِبَادِ
blank.gif
1
âyetinin bir sırrını, hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarımın beşeriyet muktezası olarak sehiv ve hatalarının neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını
blank.gif
2
beyan etmekle tefsir ediyor. Hizmet-i Kur’âniyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlâhî ile nezaret eden ve himmet ve duasıyla yardım eden Gavs-ı Âzamın bir nevi kerameti beyan edilecek. Tâ ki, bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar, ciddiyetlerinde, hizmetlerinde sebat etsinler.

Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir.
Birinci nevi: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevk etmek cihetidir.
İkinci kısım: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def edip onları tokatlamaktır.
Bu iki kısmın hadiseleri çoktur, hem çok uzundur.

HAŞİYE-1 Başka vakte tâliken, en hafif olan üçüncü bir kısımdan bahsedeceğiz.




Dipnot-1 “Herkes hayır olarak ne işlemiş, kötülük olarak ne işlemişse, kıyamet gününde hepsini önünde hazır bulur. O zaman ister ki, işlediği kötülüklerle kendisi arasında büyük bir mesafe bulunsun. Allah, sizi kendisinden gelecek bir azaptan sakındırıyor. Çünkü Allah kullarına çok şefkatlidir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:30.
 

harp

Well-known member
Meslektaşlarınızla-dindaşlarınızla ittifak ediniz
24 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.
(1) وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.
“Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim” deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız. Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte, mühim ve hususî şerâit dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazan geçmesi gibi, bu ehl-i hakkın mağlûbiyeti zamanında, mânevî mücahede mesâilinde, küçük bir meseleye sarf olunan senin kıymettar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir.
Madem liveçhillâhtır, o işin küçüğüne, büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve rıza-yı İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür. (Lem'alar, Yirminci Lem'a)
(1) “Onlar boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” Furkan Sûresi, 25:72.
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
edeb-i Furkanî : hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran Kur’ân-ı Kerim’in ortaya koyduğu bir ahlâk kuralı
ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık
liveçhillâh : Allah için
maraz-ı ihtilâf : anlaşmazlığa düşme hastalığı
şerâit : şartlar
teavün : yardımlaşma
 

Ukbaa

Well-known member
Zeylü’l-Hubâb

besmele.jpg

Öyle bir Allah’a hamd, medih ve senâlar ederiz ki, şu âlem-i kebir Onun icadıdır. Ve insan denilen şu küçük âlem de Onun ibdâıdır. Biri inşâsı, diğeri binâsıdır. Biri san’atı, diğeri sıbgasıdır. Biri nakşı, diğeri ziynetidir. Biri rahmeti, diğeri nimetidir. Biri kudreti, diğeri hikmetidir. Biri azameti, diğeri rububiyetidir. Biri mahlûku, diğeri masnûudur. Biri mülkü, diğeri memlûküdür. Biri mescidi, diğeri abdidir. Evet, bütün bu şeyler, eczasıyla beraber Allah’ın mülkü ve malı olduğu, i’câzvâri sikke ve mühürleriyle sâbittir.

اَللّٰٰهُمَّ يَا قَيُّومَ اْلاَرْضِ وَالسَّمَاۤءِ اِنَّا نُشْهِدُكَ وَجَمِيعَ مَصْنُوعَاتِكَ وَجَمِيعَ خَلْقِكَ بِاَنَّكَ اَنْتَ اللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ وَنَسْتَغْفِرُكَ وَنَتُوبُ اِلَيْكَ وَنَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُكَ وَرَسُولُكَ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ. اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ كَمَا يُنَاسِبُ حُرْمَتَهُ وَكَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
blank.gif
1


İ’lem eyyühe’l-aziz! Her kim kendisini Allah’a mal ederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah’a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur.



Dipnot-1 Ey yer ve göğün kayyûmu olan Allah’ım!
Seni ve Senin bütün san’at eserlerini ve mahlûklarını şahit tutarak ilân ederiz ki,
Sen, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’sın.
Sen birsin, ortağın yoktur.

Günahlarımızın affı için Sana dönüyor ve af diliyoruz.
Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Muhammed’in, Senin kulun ve peygamberin olduğuna da şehadet ediyoruz.
Allah’ım, onun hürmetine münasip ve Senin rahmetine lâyık şekilde, ona ve bütün Âl ve Ashabına salât ve selâm eyle.
 

mihrimah

Well-known member
Mükâfatımız O'ndandır!
"İhtisap" kelimesi de sevabın Allah'tan beklenmesi manâsına
gelmektedir; dünyevî beklentilere girmeme, sadece Allah'ın
hoşnutluğunu gözetme ve mükâfatı O'nun rahmetinden umma demektir.
Hayır işlerinde ve ibadetlerde ihlas ve samimiyete aykırı hiçbir husus
olmamalı; riya ve süm'alara girilmemelidir. Hiçbir amel insanların takdir
ve teveccühlerine bina edilmemeli; her şey Allah için yapılmalı ve
beklentiler de hep Allah'tan olmalıdır. O beklentilerde de yine himmet
âlî tutulmalı; yani, yapılan işler dünyevî faydalara bağlanmamalıdır.
Gerçi, Sahabi anlayışıyla, ayakkabımızın bağını bile kaybetsek biz onu da
Allah'tan istemeliyiz. Arkasında olduğumuz her konuda gayret etmeli,
iradenin hakkını vermeli ama neticede her şeyi Allah'tan dilemeliyiz.
Ancak, kulluğumuzu Cenâb-ı Hakk'a sunarken, O'nun Ma'bud, bizim de
kul olduğumuzu hiç hatırdan çıkarmamalı; O'nun hakkı olduğu için kulluğumuzu
O'na tahsis etmeliyiz. Dolayısıyla, ibadetlerimizi ihtiyaç ve
isteklerimize bağlamamalı, vazifemiz olduğu için onları eda etmeliyiz.
Haddizatında, Cenâb-ı Hak'tan bir şey isteme bizim zatî hakkımız değildir;
O'nun lutfedip bize verdiği haklar türündendir. O öyle lütufkârdır
ki, o hakları Kendisine karşı kullanmamıza müsaade etmiş ve kullandırmıştır.
Meselâ, bir manâda, "Siz Bana kullukta bulunun, ibadet ü taatinizi
yerine getirin -ki bu sizin vazifenizdir- Ben de, öbür âlemde
244
nimetlerimle sizi sevindireyim" demiş ve bir mukavele yaparak bize bazı
haklar vermiş; "Kulluğunuzu yaparsanız Benim üzerimde hakkınız olur"
demiştir. Demek ki, hakkı veren de, onu kullanma imkanı bahşeden de
Allah'tır.
Yoksa, bizim mahiyetimizde ve rızık olarak bize verilen nimetlerde
kaç paralık kendi sermayemiz var ki, herhangi bir hakkımız olsun! Evet,
biz mebdeden müntehaya kadar her şeyimizle O'na aidiz ve O'nun verdiği
haklarımız olsa da her şeyden önce birer kuluz. Öyleyse, bir kula
yaraşır şekilde hareket etmeli ve sadece Hâlıkımızın, Râzıkımızın ve
Rabbimizin hoşnutluğunu dilemeli, ibadetlerimizi de bu niyetle yerine
getirmeliyiz. İşte, "ihtisap" tabiri de bu hakikatlere bağlı kalarak, sadece
Allah için oruç tutmak gerektiğini ve mükâfatı O'ndan beklemenin lüzumunu
belirtmektedir.
Hâsılı; Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) "Men sâme Ramadâne
îmânen vehtisâben gufira lehu ma tekaddeme min zenbihi" buyurmuş;
Ramazan'la gelen berekete tam inanan, ihlas ve samimiyetle oruç
tutup bu mübarek ayı ibadet ü taatle değerlendiren ve sevabını da yalnızca
Allah'tan bekleyen mü'minlerin geçmişte işledikleri günahlarının
dahi affedileceğini müjdelemiştir.
Kırık Testi 5 İkindi yağmurları
 

harp

Well-known member
İ'lem Eyyühel-Aziz! Bu küre-i arz misafirhanesi, insanların mülk ve malı değildir. Ancak insanlar, amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve tezyinatında çalışırlar. Eğer küre-i arzın haricinden yabancı birisi gelip misafirhanenin bir mu'cize ve harika olduğuna ve insanların da aciz, fakir, muhtaç olduklarına dikkat ederse, bu insanlar bu binaya sahib ve sani' olacak bir iktidarda değildir, ancak böyle harika bir masnuun sanii de mu'ciznüma olduğuna kat'iyyetle hükmedecektir. Ve bu insanlar, o Sultan-ı Ezeli'nin makasıdına çalışan amelelerdir. Bu ameleler, aldıkları ücretlerinden maada bu binadan bir şeye malik ve sahib olmadıklarına tekraren hükmedecektir. Ve keza o çiçeklerin zevilhayata karşı gösterdiği teveddüdlerine ve tahabbüblerine ve tebessümlerine dikkat eden anlar ki: Bir Hakim-i Kerim tarafından misafirlerine hizmetle muvazzaf bir takım hedaya ve behayadır ki, Sani' ile masnu arasında bir vesile-i tearüf ve tahabbüb olsun.

(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)

Lügatler
Âciz :güçsüz, zayıf
Amele :işçi
Behaya : güzel, parlak, lâtif şeyler; hediyeler
Fakir :ihtiyaç sahibi, muhtaç, yoksul
Hakîm-i Kerîm : herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah
Hariç :dış, dışarı, dışında
Harika :hayret uyandıran, hayranlık veren, imkânların üstünde olan
Hedaya :hediyeler
Hükmetmek :idare etmek, hakim olmak,yönetmek
İ’lem Eyyühel Aziz :Ey aziz kardeşim, bil ki
İktidar :güç, takat, kudret, idare
Kat’iyet :kesinlik, şüphesizlik
Keza : bunun gibi, aynı, aynı biçimde
Küre-i arz :yeryüzü, dünya
Maada :başka, fazla, bundan gayrı
Makasıd :maksatlar, gayeler
Mâlik: sahip
Masnu :yapılan, yapılmış, sanatlı yapılmış
Mesnevi-i Nuriye :nurlu parçalar, nurlu manzumeler

Misafir :ikamet yeri dışında olan, konuk, yolcu
Misafirhane :misafir ağırlanan yer
Mu’cize :insanların yapmaktan aciz kaldıkları, ancak Allah tarafından yapılabilen ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika hadiseler
Mu’ciznüma :mucize gösteren
Muhtaç :ihtiyacı olan
Muvazzaf :vazifeli, bir işle meşgul
Mülk :mal, sahip olunan şey
Sahip :koruyan, elinde tutan, mâlik olan
Sâni’ : her şeyi mükemmel ve sanatla yaratan Allah
Sultan-ı ezeli : başlangıcı olmayan zamanın Sultanı(Allah)
Tahabbüb :sevgi besleme, sevgi duyma
Tebessüm: gülümseme, gülme
Tekraren :tekrar ederek, yineleyerek
Teveddüd :birini kendine sevdirme
Tezyinat :süslemeler, donatmalar, ziynetler
Ücret :hizmet karşılığı verilen şey
Vesile-i tearüf ve tahabbüb: birbirlerini tanıma ve birbirlerini sevme vesilesi, aracı
Zevil hayat :hayat sahipleri
 

harp

Well-known member
Her yüz, yüzer cihetle Allah'a şehadet eder
04 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Eşya, vücut ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken,
birden bire gayet muntazam, hakîmâne öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki,
meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebnâ-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla, kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder.
Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklit olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i samediyeti hangi destgâha havale edebilirsin? (Otuz Üçüncü Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âciz : güçsüz
alâmet-i farika : ayırt edici işaret
bâtın : görünmeyen, iç
bilmüşahede : gözle görüldüğü gibi
câmid : cansız
ebnâ-yı cins : kendi cinsinden olanlar
efrat : fertler
envâ : türler
erzak : rızıklar
faaliyet-i hakîmane ve basîrâne ve rahîmâne : şefkat ve merhametle, görerek ve bilerek yapılan hikmetli işler, icraatlar
fâsık-ı gafil : âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan günahkâr kimse
hakîmâne : hikmetli biçimde
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
hâtem : mühür, damga
heyet-i mecmua : genel yapı, bütün
imkânat : olabilirlikler, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olanlar
izhar : gösterme
kabil-i taklit : taklidi mümkün
kemâl-i hikmet : tam ve mükemmel bir hikmet
kemâl-i mizan ve intizam : mükemmel bir ölçü ve düzen
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
muntazam : düzenli
münkir : inkârcı, inançsız
münkir-i cahil : cahil inkârcı
mütehayyir : şaşkın, hayrete düşen
mütereddit : teredütte kalan, kararsız
nebâtât : bitkiler
nihayetsiz : sonsuz
Sâni-i Hakîm : herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah
sikke : mühür, işaret
sikke-i ehadiyet : Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür
sikke-i samediyet : hiç kimseye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’a ait mühür, işaret
suret : şekil, biçim
şehadet : şahitlik, tanıklık
tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
taife : grup, topluluk
talimat : emirler, eğitimler
teçhiz : donatma
terhisat : görevlerin sona ermesi
teşahhus : şahıslanma, belirlenme
teşahhusat : şahıslanmalar, belirlenmeler
vahdet : birlik
vech : şekil
vücud : varlık
zâhir : görünen, dış
zaman-ı Âdem : Âdem peygamberin zamanı
zemin : yer
ziyade : fazla, çok
 

ayvazoðlugýda

Active member
OTUZ BİRİNCİ SÖZ MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
5.1.DÖRDÜNCÜ ESAS-MİRACIN SEMERÂTI VE FÂİDESİ
Miracın semerâtı ve faidesi nedir?

Elcevap: Şu şecere-i tûbâ-i mâneviye olan Miracın beş yüzden fazla meyvelerinden, nümune olarak yalnız beş tanesini zikredeceğiz.

BİRİNCİ MEYVE
Erkân-ı imaniyenin hakaikini gözle görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti, hattâ Zât-ı Zülcelâli gözle müşahede etmek, kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki, şu kâinatı perişan ve fâni karma karışık bir vaziyet-i mevhumeden çıkarıp, o nur ve o meyve ile o kâinatı kudsî mektubât-ı Samedâniye, güzel âyine-i cemâl-i Zât-ı Ehadiye vaziyeti olan hakikatini göstermiş, kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş.

Hem o nur ve o meyve ile beşeri müşevveş, perişan, âciz, fakir, hâcâtı hadsiz, a’dâsı nihayetsiz ve fâni, bekàsız bir vaziyet-i dalâletkârâneden, o insanı o nur, o meyve-i kudsiye ile, ahsen-i takvimde bir mu’cize-i kudret-i Samedâniyesi ve mektubât-ı Samedâniyenin bir nüsha-i câmiası ve Sultan-ı Ezel ve Ebedin bir muhatabı, bir abd-i hassı ve kemâlâtının istihsancısı, halîli ve cemâlinin hayretkârı, habibi ve Cennet-i bâkiyesine namzet bir misafir-i azizi suret-i hakikîsinde göstermiş, insan olan bütün insanlara nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk vermiştir.


Lügatler :

a’dâ : düşmanlar
abd-i has : özel ve seçilmiş kul
âciz : güçsüz, zayıf
âhiret : öteki dünya
ahsen-i takvim : en güzel biçim, tam kıvam
cemâl : güzellik
elhamdü lillâh : “her türlü övgü ve şükür yalnızca Allah’a aittir”
erkân-ı imaniye : imanın rükünleri, şartları
fâni : geçici, ölümlü
hâcât : ihtiyaçlar
hadsiz : sınırsız
hakaik : gerçek mahiyetler, esaslar
hakikat : gerçek mahiyet, esas
halîl : dost
havaî : havaya ait
istib’ad : akıldan uzak görme
istihsancı : beğenen, güzel bulan
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kemâlat : mükemmellikler, üstün özellikler
kudsî : kutsal, kusursuz ve yüce
melâike : melekler
mesrur : sevindirme
meyve-i Cennet : Cennet meyvesi
meyve-i kudsiye : kutsal, kusursuz ve yüce meyve
mücessem : cisme bürünmüş, maddî yapısı olan
müşahede etmek : görmek
müşevveş : düzensiz, karma karışık
nihayetsiz : sonsuz
nur-u ezelî ve ebedî : başlangıcı ve sonu olmayan nur
nümune : örnek
nüsha-i câmia : çok geniş ve kapsamlı nüsha, kopya
semerât : meyveler
suret : şekil, görüntü
şecere-i tûbâ-i mâneviye : mânevî tûbâ ağacı
vaziyet : durum, hal
zîşuur : şuur sahibi, bilinçli

 

ayvazoðlugýda

Active member
Peygamber mucizeleri anlatan ayetler hikaye değil
09 Temmuz 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Kur’ân-ı Hakîm, enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye suretinde dahi, o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir; onlara mutlak olarak ittibâa emrediyor.
İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)...
Evet, madem Kur’ân’ın herbir âyeti çok vücuh-u irşadî ve müteaddit cihât-ı hidayeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâğat ittifak etmişler. Öyle ise, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın en parlak âyetleri olan mu’cizât-ı enbiya âyetleri, birer hikâye-i tarihiye olarak değil; belki onlar çok maânî-yi irşâdiyeyi tazammun ediyorlar. Evet, mu’cizât-ı enbiyayı zikretmesiyle, fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayâtına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi, mazinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir. (Sözler 20. söz 2. Maka)
Bediüzzaman Said Nursi
Sözlük:
Ahval : Durumlar
Aleyhisselâm : Allah’ın Selâmı Onun Üzerine Olsun
Âyine : Ayna
Beşer : İnsan
Beyan : Açıklama
Cihât-ı Hidayet : Doğru Yola Götüren Yönler
Dest-i Mu’cize : Mu’cize Eli
Dest-i Teşvik : Teşvik Eli
Ehl-i Tahkik : Gerçeği Araştıranlar
Ekser : Çoğunluk
Enbiya : Peygamberler
Evvel : Önce
Fen Ve San’at-ı Beşeriye : İnsanlara Ait Bilim Ve Sanat
Gayât : Gayeler
Hakikat : Gerçek
Hikâye-i Tarihiye : Tarihî Hikâye
Hudut : Sınır
İlm-i Belâğat : Belâğat İlmi
İşmam : Koklatma, Hissettirme
İttibâ : Uymak
İttifak Etmek : Birleşmek
İttihaz Etmek : Edinmek
Kat’ Etmek : Aşmak
Kemâlât : Üstünlükler
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : İfade Ve Açıklamalarıyla Mu’cize Olan Kur’ân
Lâtif : İnce, Hoş, Güzel
Maânî-yi İrşâdiye : Doğru Yolu Gösteren İfadeler
Mahzen : Depo
Mazi : Geçmiş
Menba : Kaynak
Mu’cizat : Mu’cizeler
Mu’cizat-ı Enbiya : Peygamberlerin Mu’cizeleri
Mu’cize : Bir Benzerini Yapma Konusunda Başkalarını Âciz Bırakan Olağanüstü Şey
Mutlak : Kayıtsız, Sınırsız
Müstakbel : Gelecek
Müteaddit : Çeşitli
Nazire : Benzer
Nev-i Beşer : İnsanlık
Nihayet : Son
Pîr : Önder
Sefine : Gemi
Suret : Şekil, Biçim
Şuûnat : Haller, Hadiseler
Tayeran : Uçma
Tazammun Etmek : İçine Almak
Teshir-i Hava : Havaya Hükmetme
Vâsi : Geniş
Vücuh-u İrşadî : Doğru Yolu Gösterici Yönler
Zaman-ı Mazi : Geçmiş Zaman
Zaman-ı Müstakbel : Gelecek Zaman
Zikretmek : Anmak, Belirtmek
 

Huseyni

Müdavim
Ben bu tefeülü bilmediğim için kendim de açmıştım aynısından. :)

"Hem siz birer perde yaratılmışsınız, tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlâhiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki, bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıt bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalb ettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz! Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.

Hem deme ki, “Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.” Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memer olursun.


Hem deme ki, “Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi."
HAŞİYE-1

Sözler

Devamı: Risale-i Nur
 

ayvazoðlugýda

Active member
Herkes her vakit Kur’ân’a muhtaçtır
12 Temmuz 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık kardeşlerim,
On Dokuzuncu Sözün âhirinde Kur’ân’daki tekrarın ekser hikmetleri, Risale-i Nur’da dahi cereyan eder. Bilhassa ikinci hikmeti tam tamına vardır.
O hikmet şudur:
Herkes her vakit Kur’ân’a muhtaçtır. Fakat herkes, her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sûreye galiben muktedir olur.
Onun için en mühim makasıd-ı Kur’âniye ekser uzun sûrelerde derc edilerek, herbir sûre küçük bir Kur’ân hükmüne geçmiş.
Demek, hiçbir kimseyi mahrum etmemek için haşir ve tevhid ve kıssa-i Mûsâ (a.s.) gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş.
Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bazı defa haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, bazı ince hakaik-i imaniye ve kuvvetli hüccetleri müteaddit risalelerde tekrar edilmiş. Ben çok hayret ederdim.
Neden bunlar bana unutturulmuş, tekrar yazdırılmış?
Sonra kat’î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nur’a muhtaçtır. Fakat umumunu elde edemez. Elde etse de tamam okuyamaz. Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir. Ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu meseleleri onda okuyabilir ve gıda gibi her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi, o da mütalâasını tekrar eder. (Kastamonu L. 34)

Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK
cereyan etme : oluşma, meydana gelme
derc edilme : yerleştirilme
ekser : pek çok, en çok
galiben : çoğunlukla
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
haşir : insanın öldükten sonra, âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması ve hesaba çekilmesi
hikmet : sebep, sır, gaye
hüccet : kuvvetli, sarsılmaz delil
kıssa-i Mûsâ : Hz. Mûsâ’nın kıssası
makàsıd-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın maksatları ve gayeleri
muktedir : gücü yeten, yapabilen
 

ayvazoðlugýda

Active member
Herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus alemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tabidir. Nasıl ki ayinende görünen muhteşem bir saray, ayinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O ayine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sani'-i Zülcelal'ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lambası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümatını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekat, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir. (Nur Suresi, 24:35)1 ayet-i pür-envarından bir nuru, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikasıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
(Bediüzzaman Said Nursi - 21.Söz'den)
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.
Lügatler
Âlem :dünya, kâinat
amel :iş, fiil, ibadet
Âyet-i pür envar :nurlarla dolu ayet
Âyine :ayna
Harekât :hareketler
Hercümerc-i dünyeviye :dünyanın kargaşaları
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye
İn’ikas : aksetme, yansıma
İntizam :tertip, düzen, düzgünlük, düzenlilik
Keyfiyet : bir şeyin esası, içyüzü, nitelik, özellik
Kitabet-i kudret :kudret yazması
Mahsus :hususi, ayrılmış, tayin edilmiş, özel
manidar :manalı, anlamlı
misillü :gibi
muhteşem :ihtişamlı, görkemli
Müteveccih :yönelmiş, dönmüş
Nazik :dayanıksız, ince
Nur : ışık,aydınlık, parlaklık
Sâni-i Zülcelal :sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve her şeyi sanatla yaratan Allah
Şehadet : şahitlik, tanıklık
Tebeddülat :değişiklikler
Tenevvür :nurlanma, aydınlanma
Zulümat :karanlıklar, dinsizlik ve zulüm devri

 

ayvazoðlugýda

Active member
OTUZ BİRİNCİ SÖZ MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
5.5.DÖRDÜNCÜ ESAS-MİRACIN SEMERÂTI VE FÂİDESİ(DEVAMI)
BEŞİNCİ MEYVE(DEVAMI)
Meselâ, seninle biz beraber bir memlekette bulunuyoruz. Görüyoruz ki, herşey bize ve birbirine düşman ve bize yabancı; her taraf müthiş cenazelerle dolu; işitilen sesler yetimlerin ağlayışı, mazlumların vâveylâsıdır.

İşte biz şöyle bir vaziyette olduğumuz vakitte, biri gitse, o memleketin padişahından bir müjde getirse, o müjdeyle bize yabancı olanlar ahbap şekline girse; düşman gördüğümüz kimseler, kardeşler suretine dönse, o müthiş cenazeler, huşû ve huzûda, zikir ve tesbihte birer ibadetkâr şeklinde görünse; o yetimâne ağlayışlar, senâkârâne “Yaşasın”lar hükmüne girse; ve o ölümler ve o soymaklar, garatlar terhisat suretine dönse; kendi sürurumuzla beraber herkesin süruruna müşterek olsak, o müjde ne kadar mesrurâne olduğunu elbette anlarsın.

İşte, Mirac-ı Ahmediyenin (a.s.m.) bir meyvesi olan nur-u imandan evvel şu kâinatın mevcudatı, nazar-ı dalâletle bakıldığı vakit, yabancı, muzır, müz’iç, muvahhiş; ve dağ gibi cirimler birer müthiş cenaze; ecel, herkesin başını kesip adem-âbâd kuyusuna atar; bütün sadâlar, firak ve zevâlden gelen vâveylâlar olduğu halde, dalâletin öyle tasvir ettiği hengâmda, meyve-i Mirac olan hakaik-i erkân-ı imaniye nasıl mevcudatı sana kardeş, dost ve Sâni-i Zülcelâline zâkir ve müsebbih;1 ve mevt ve zevâl, bir nevi terhis ve vazifeden âzâd etmek;2 ve sadâlar, birer tesbihat hakikatinde olduğunu sana gösterir. Bu hakikati tamam görmek istersen, İkinci ve Sekizinci Sözlere bak.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : bk. Ra’d Sûresi, 12:13; İsrâ Sûresi, 17:44; Nûr Sûresi, 24:41; Zümer Sûresi, 39:75.
2 : bk. Bakara Sûresi, 2:46, 156; Mü’minûn Sûresi, 23:160.


Lügatler :

adem-âbâd : yokluklarla dolu
ahbap : sevgililer, dostlar
âzâd : serbest bırakma
cennet-misal : cennet gibi
cirim : büyük cisim
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
ecel : ölüm zamanı
firak : ayrılık
garât : gasplar, yağmalar
hakaik-i erkân-ı imaniye : iman esaslarının hakikatleri
hakikat : gerçek
hâmi : koruyucu
hengâm : zaman, an
huşû : korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hal
huzû : Allah’ın büyüklüğünü düşünerek boyun eğme
ibadetkâr : ibâdet eden
ihzar : hazırlama
istikbal : gelecek
kâinat : evren, yaratılmış herşey
merhametkâr : merhametli, şefkatli
mesrurâne : sevinçli
mevcudat : varlıklar
mevki : yer
mevt : ölüm
meyus : ümitsiz
meyve-i Mirac : Mirac meyvesi
muzır : zararlı
müsebbih : tesbih eden; Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anan
müşterek : ortak
müz’iç : rahatsız edici
nazar-ı dalâlet : inançsızlık bakışı
nevi : tür
nur-u iman : iman nuru
sadâ : ses
sahrâ-yı kebir : büyük çöl
suret : şekil, görüntü, biçim
sürur : mutluluk, sevinç
tasvir : anlatma, ifade etme
terhis : görevin sona ermesi
terhisat : görevin sona ermesi
yetimâne : yetim gibi, yetimce
zâkir : zikreden, Allah’ı anan
zevâl : gelip geçicilik, yokluk
zikir : Allah’ı anma


 
Üst