Tasavvuf ve İman Hizmeti

  • Konbuyu başlatan talib
  • Başlangıç tarihi
T

talib

Misafir
Aydın BAŞAR, Altınoluk Dergisi


Hiçbir dönemde inanan insanlar, imanlarını son nefeslerini varıncaya kadar muhafaza edebileceklerinden emin olamamışlardır. Hatta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında sahabenin büyüklerinden Hz. Ömer radıyallâhu anh bile bundan emin olamadığından, münafıklar listesinde isminin yazılı olup olmadığını merak etmiş ve soruşturmuştur. Çünkü o, her dönemde imanın bir risk altında olduğunu, şeytanın her zaman ve her koşulda görevini yerine getirerek insanları tüm gücüyle imandan uzaklaştırmaya çalıştığını çok iyi bilmekteydi. O zaman da şimdiki gibi mal, mülk, evlat, altın, gümüş, para pul, şehvet ve şöhret gibi faktörler tüm gösteriş ve süsüyle insanları Yüce Allah’tan uzaklaştırmaktaydı. Bu faktörler o zamanlar günümüzdeki kadar yaygın olmasa da o dönemin de kendisine göre bir şeytanı vardı. Ve bu şeytan insanları yoldan çıkarma konusunda zamana ve zemine göre en uygun hileleri bulmakta ve insanları bir şekilde aldatmayı başarmaktaydı. Şeytanın her dönem farklı yöntemlerle vazifesini ifa etmesi, imanın her dönem bir risk altında olduğunu göstermektedir. Evliyasından avama kadar hiçbir kimsenin imanı garanti altında olmadığından iman hakikatlerinin yayılması her asırda ayrı bir öneme haizdir. Bu nedenle insanlığın her asrı bir “iman kurtarma dönemi” olarak değerlendirilebilir. Çünkü cennet ucuz değil ve onu satın alabilecek yegane değer de imandır.

Hz. Adem aleyhisselam’dan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e kadar tüm peygamber insanlığın iki cihanda kurtuluşu için hep iman hakikatlerini anlatmış ve açıklamışlardır. Son peygamberden sonra ise, iman hakikatlerini insanlara anlatma görevini hadis-i şerife göre peygamber varisi olarak nitelendirilen değerli alimler ve veliler üstlenmişlerdir. Elbette peygamber varisi olma şerefini kazanmış bu zatlar; kendilerini Allah yolunda iman hizmetine adamış, yaşantılarında hal ve kal (davranış ve söz) bütünlüğünü sergileyen Allah’ın sevgili kullarıdır.

İman hizmetleri konusunda tarih boyunca birçok farklı kesimin gayretleri söz konusudur. Ve her bir kesim bu konuda ayrı bir boşluğu doldurmuştur. Osmanlı padişahları gibi imanlı devlet adamlarının hizmetlerini veya Mezhep imamları gibi fıkıh alimlerinin hizmetlerini buna örnek olarak verebiliriz. Bu konuda zikredilebilecek en önemli kesimlerden biri de hiç şüphesiz tarikat çevreleridir.

Allah dostları kendilerine verilen bir nefesi bile israf etmeyen ve tüm vakitlerini Yüce Allah’a ve onun iman davasına hizmete adamış büyük şahsiyetlerdir. Orta Asya’nın Müslümanlaşmasında büyük rolü olan Ahmet Yesevi, Hindistan’da İslam’ın yayılmasında çok emeği olan İmam-ı Rabbani, Kuzey Afrika’da Ahmet Senusi, Anadolu’da Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli ve Mevlana bu büyük mutasavvıflardan bazılarıdır.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tasavvuf yolunu takip eden zatların iman hizmetleri konusundaki gayretleri küçümsenemeyecek kadar önemli bir yere sahiptir. Bu zatların iman hizmeti sadece yaşantıları ile sınırlı kalmayıp, manevi evlatları sayesinde vefat ettikten sonra bile devam etmektedir. Bu durumu Sezai Karakoç şöyle ifade etmektedir: “Veliler hayatlarında da, öldükten sonra da, müminlere tesir etmek, onların gidişlerinde bir iyileşmeye, yükselmeye hizmet etmek anlamında tasarruf sahibidirler. Bu görevi de kendilerinden sonra, ya yetiştirdikleri, yetiştirdiklerinin yetiştirdikleri ve sonra onların yetiştirdikleri, bir zincir gibi uzayıp giden zatlar, ya da bizzat eserleri, daha doğrusu hem yetiştirdikleri insanlar, hem eserleri yerine getirir.

Tarih boyunca tebliğ ve irşad adına yapılan bütün bu hizmetler göstermektedir ki tasavvuf birilerinin algılamak istediği gibi, güzel sözlerle gönül eğlendirme veya yoga ya da meditasyon gibi bir avutma mesleği değil, bizzat iman hizmetinin merkezidir. Mevlana’dan, Yunus Emre’den, İbni Arabi’den veya başka bir veliden etkilenerek Müslüman olan veya hayatına dini anlamda çeki düzen veren insanların çokluğu, bu tezimizi doğrulamaktadır. Niceliksel anlamdaki bu artış tasavvufun iman hizmetinin merkezi olduğuna bir işaret olduğu gibi, insanların imanı yaşamaktaki olumlu niteliksel değişimi de aynı gerçeğin başka bir kanıtıdır.

Velilerin iman hakikatlerini açıklamadaki üstünlüklerinin bir göstergesi de şudur: Onlar sadece sözlerle değil bizzat yaşantıları ile bunu ispatlarlar. Yani tasavvuf ehlinin sözleri, kendileri tarafından bizzat yaşanılan hakikatler olduğu için, onların muhataplarına tesir güçleri daha fazladır. Bir velinin ağzından dinlenilen iman hakikatleri, elbette ki diğer hatiplerin söyledikleri sözlerle aynı değerde değildir. İmam-ı Ahmed Bin Hanbel velilerin tesirli sözlerini dinlemek konusunda oğluna şöyle nasihat etmektedir: “Sofilerle sohbeti tavsiye ederim, onlar ilimleri ile murakabeden edindikleri feyz ile Allah korkusunu hakkıyla tanımalarıyla ve halkın mesavi ve abeslerinden uzak kalmakla ve ali himmet olmalarıyla bizi geçmişlerdir.”

Tasavvuf tarihinden okuduğumuz tüm gerçek velilerin sözleri fantastik sözler değil saf iman hakikatlerinin birer yansımasıdır. Çünkü onlar “”Ya hayır söyle ya sus” tavsiyesi gereğince, konuştukları zaman daima hayır söylemişler ve bu duygular ile iman hakikatlerini tüm berraklığı ve sadeliğiyle insanlara açıklamışlardır. Bu konuda Ferududdin Attar şöyle söyler: “Sufilerin sözleri Kur’an ve sünnetin şerhinden ibarettir.” Zira ünlü mutasavvıf Nasrabazî’nin de dediği gibi; “Tasavvuf heva heves ve bidatı terk ederek kitap ve sünnete dört elle sarılmaktır.”

Ne Abdulkadir Geylani hazretleri ne Bahauddin Nakşibendi hazretleri, ne Mevlana hazretleri ne de diğer velilerin sözleri cezbe halindeyken söylenmiş veya sadece tarikat zevki olan sofilerin feyz almaları için söylenmiş, insanı adeta uçup kaçıran, kulağa hpş gelen tatlı sözlerden ibaret değildir. Bizzat hayatın içinde olan hayata dair sözlerdir. İnsanların imanlarına fayda sağlamayacak, onları alıp bir adım ileriye götürmeyecek sözler, onların ilgi alanı dışındadır.

Onlar söz söylerlerken, insanların inançlarını kuvvetlendirmek, şüphelerini yok etmek ve böylece kalplerdeki Allah sevgisini artırmak amacıyla konuşurlar. Ve çoğu zaman da insanların kişisel sorunlarına bir çözüm olmak veya çeşitli toplumsal dertlere de bir deva bulmak niyetiyle söz söylerler. Bütün bu hayırlı konuşmaları ve şuana kadar ortaya konulmuş milyonlarca tasavvuf eseri, iman hizmetinin dışında zannetmek, ya izansızlık ya da insafsızlıktır. Evet, bu sözlerdeki asıl gaye insanların imanlarına bir katkı sağlamak ve onları hayra ve harekete yönlendirmektir. Yoksa söylenen sözlerle mest olmuş fakat hizmeti unutmuş bir zümre meydana getirmek için değildir. Fakat ab-ı hayat gibi nefesi olanların sözleriyle kalplere hayat vermesi de söz konusu olduğundan bu sözleri içselleştiren kalplerin bir takım lezzetler yaşaması da son derece doğaldır. Bu manevi lezzetleri de asla “biz bu lezzetlere müşteri değiliz” diyerek küçümsemek doğru değildir. Unutulmamalıdır ki bir işteki lezzet o işi yapmaya olan aşkı ve şevki artırır.
 
T

talib

Misafir
Fakat ab-ı hayat gibi nefesi olanların sözleriyle kalplere hayat vermesi de söz konusu olduğundan, bu sözleri içselleştiren kalplerin bir takım lezzetler yaşaması da son derece normaldir. Bu manevi lezzetleri de asla “biz bu lezzetlere müşteri değiliz” diyerek küçümsemek doğru değildir. Unutulmamalıdır ki bir işteki lezzet o işi yapmaya olan aşkı ve şevki artırır.

Yüce Allah bir kuluna bir şeyleri ikram ediyorsa mutlaka bunda bir hayır vardır. Misalen Yüce Allah neslin devamı için karşı cinsler arasında bir muhabbet yaratmıştır ki bu muhabbet sayesinde nesiller devam etmektedir. Başka bir misal verecek olursak, namazdaki manevi lezzet sayesinde namaz, zoraki yapılan bir yükümlülük olmaktan çıkar ve adeta vuslat heyecanı ile eda edilen bir ibadete dönüşür. İşte bu misallerde de görüldüğü gibi tasavvuf yoluyla Rabbimiz’den gelen manevi lezzetler de bizim imani konulara sarılmaktaki hassasiyetimizi artırarak, bizleri hak yolda hizmet etmeye motive eder. Yani manevi zevklerin iman hizmetine, pozitif bir katkısı vardır. Bu konuda Mevlana hazretleri şöyle söyler: “Hz. Musa’nın feyziyle Tur Dağı’nın bütün cüzleri canlandı, akıllandı. Ey insanlar! Bizler taştan da daha mı aşağıyız ki onların feyzini kabul edemiyoruz, ondan yararlanamıyoruz? …Manevi heyecandan ruhani zevkten mahrum kalan o bedende ne Yaratan’a karşı bir özlem vardır, ne de ezelde ruhuna sunulan vahdet sakisinin şarabının sefası ve neşesi mevcuttur.”

Diğer bir husus ise kalplerde parlayan feyze ve iman iştiyakına hepimiz muhtaç olduğumuzdan dolayı Allah’tan gelen en ufaktan en büyük hediyeye kadar bütün lütuflara müşteri olmalıyız. İmanımızın dünyadaki bir meyvesi olarak bizlere hediye edilen feyzleri ve manevi halleri elde etmek için çalışmamak gibi onları küçümsemek de biz muhtaçların haddi değildir. Zira muhtaçlığımızın farkına vardığımız ölçüde enaniyet hastalığından kurtulur ve “Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı?” (Furkan 77) ayetinin hakikatine yaklaşırız. Muhtaç olana istemek yakışırken, kendini müstağni görenler ise istemeyi kendisine yakıştıramaz. İşte biz bu yüzden imanın hem bu dünyadaki hem de ahiretteki meyvelerini talep etmekten asla çekinmemeliyiz.

Yüce Allah’ın asıl meyveyi ahirette verecek olması dünyada vereceği meyvelere bir engel değildir. O meyveleri ikram eden Kerim olan Allah; bir kısmını dünyada vermesi ile O’nun sonsuz hazineleri de haşa eksilmez. Ahiretteki meyveler, Cennet, Allah’ın rızası ve Cemalullah iken, dünyadaki meyvelerden bir tanesi de; şüphe ve vesveselerden azade olmuş, feyiz ve manevi hallerle süslenmiş huzurlu bir hayat nimetidir. Tasavvufun amacı da insanlara bu meyveleri tattırarak onların iki cihanda huzurlu ve mutlu olmalarına yardımcı olmaktır. Şeriat da, tarikat da, hakikat de bunun içindir.

Hakikat ve tarikat tasavvuf erbabınca bir bütünün birbirini tamamlayan iki önemli unsurudur. Bu nedenle “biz sadece hakikat ehliyiz” veya “sadece tarikat ehliyiz” gibi bir iddiaları da yoktur. Tasavvuf tarikat ve hakikatin bütünüdür. Şeriatsız da bu ikisinin bir anlamı kalmaz. Fakat ilkokula gitmeden üniversite konularını tartışanlar yani Mevlana olmadan Mesnevi yazmaya kalkanlar tarikatı inkar ederek hakikate ulaştıklarını iddia ederler.

Bu tip söylemlere karşı tasavvufun cevabı şudur: “Yol büyüklerin yoludur.” Yani bugüne kadar gelen nice büyük evliyaların nasihatleri odur ki hakikati arayanların evvela büyüklere tabi olmaları gerekir. İşte tarihten günümüze; Beyazid-ı Bestami hazretlerinden Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine, Şah Nakşibendi hazretlerinden Abdulkadir’i Geylani hazretlerine kadar tüm veliler ve burada ismini sayamadığımız bu yolun tüm büyükleri, hakikate ulaşma ve Allah’a yaklaşmanın tasavvuf yolu ile olacağını söylemiş ve bu konuda söz birliği etmişlerdir. Bu zevatın tecrübelerine güvenen ve onların sözlerine itibar edenler söyledikleri bu hakikatlerden de şüphe etmezler. Zamanın kutbu azamlarının sözlerine itibar edilmeyecekse acaba kimin sözüne itibar edilebilir? Allah dostlarının tespitleri doğru değilse ya kiminki doğrudur?

İşte bu Allah dostlarından Abdulkadir Geylani hazretlerinin bu konudaki öğüdü şöyledir:

Hak ehli yani Allah’ın has kulları seni çabuk anlar. Onların birine düşersen edepli ol. Onu karşılamadan önce günahlarına tevbe et. Onların yanında küçüldüğünü bil. Onlara tevazu göster. İyi kullara gösterilen tevazu Allah için olur. Bir kimse Allah için kendini engin gönüllü ederse Allah onu yüceltir. Senden üstün herkesin yanında edebini iyi et. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu: Bereket ve bolluk büyüklerin bulunduğu yerdedir.”

Bu yolun referansını teşkil eden ve iman hizmetinin birer bayraktarı olan bu büyük zatların çerçevesini çizdiği tasavvufi çizgiye adeta vefa duygusu unutularak yapılan yıkıcı eleştirilere rağmen, bu asır ve her asır ispat etmiştir ki, zaman her zaman tasavvuf ehlinin zamanı olmuştur. Yani bu devir de önceki devirler gibi tarikat ve hakikatin, şeriatla mezcedildiği tasavvufun zamanıdır. Bunun ispatı dünyanın her tarafında sayıları milyonlara ulaşmış bu ulvi yola birer bende olmuş gönül ehli insanlardır. Başka bir ispatı ise dünyada hakikate susamış olan hikmet arayıcılarının, dinlerken ve okurken manevi susuzluklarını giderdikleri ve en çok etkilendikleri zatların ekserisinin tasavvuf ehli olan veliler olmasıdır.

Bugün dünya Mesnevi okumakta, İbni Arabi’yi araştırmakta, Yunus Emre’yle coşmaktadır. Gazali’nin İhya-yı Ulumiddin’i, İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ı, Kuşeyri’nin Risale’si hiçbir zaman değerini yitirmemiş ve her zaman büyük ilgi görmüştür. Bu ve diğer tasavvufi klasikler; hakikatler zamanla sınırlandırılamayacağına göre bir asrın değil tüm asırların kitaplarıdır. Dünyanın tasavvufa olan ilgisi ve merakı her geçen gün katlanarak artmakta ve dünyanın her tarafında düzenlenen tasavvuf konulu sempozyum, panel ve konferanslar büyük bir teveccüh ile karşılanmaktadır. Velhasıl iman hakikatlerinin birer sözcüsü olan tasavvuf yolunun güzide simalarının etki alanları, kıyamete kadar genişleyen bir çember ile daha da genişlemekte ve tüm dünyaya yayılmaktadır. Zaman ve mekândan azade olarak…
 
T

talib

Misafir
Prof. Dr. Muhammed Hamidullah'ın İtirafı

Benim yetişme tarzım rasyonalisttir. Hukûkî çalışma ve incelemeler bana, inandırıcı bir şekilde târif ve isbât edilemeyen herşeyi reddetmiştir. Muhakkak ki, ben namaz, oruç vesâire gibi İslâmî vazîfelerimi tasavvûfî sebeplerle değil, hukûkî sebeplerle îfâ ediyorum. Kendi kendime diyorum ki: Allah benim Rabbimdir. Sâhib'imdir. O bana bunları yapmamı emretmiştir, o hâlde yapmalıyım. Bundan başka, hak ve vazîfe birbirine bağlıdır. Allah bunları bana, ben istifâde edeyim diye emretmiştir; şu hâlde ben O'na şükretmekle vazîfeliyim.

Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaşamaya başladığım zamandan beri hayretle görmekteyim ki, hıristiyanların İslâmîyet'i kabûlü; onları İslâm'ı kabûle sevkeden ne Ebû Hanife, ne de İmam Mâtûri'dir. Fakat Muhyiddin Arabî'dir. Bu konuda benimde şahsî müşâhedelerim olmuştur. İslâmî bir konuda, benden izah istendiği zaman, benim verdiğim aklî delillere dayanan cevap, soranı tatmin etmiyordu; fakat tasavvûfî izah meyvesini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gücümü gittikçe kaybettim. Şimdi inanıyorum ki, Hülâgû'nun yakıp yıkan istilâlarından sonra Gazan Han zamanında olduğu gibi, bugün en azından Avrupa ve Afrika'da İslâm'a hizmet edecek olan ne kılıç, ne de akıldır; fakat kalp ve tasavvuftur.

Bu müşâhededen sonra tasavvuf konusunda yazılmış bâzı eserleri incelemeye başladım. Bu, benim gözlerimi açtı. Anladım ki; Hazret-i Peygamber zamanındaki tasavvuf ve büyük İslâm mutasavvıflarının yolu ne kelimeler üzerinde uğraşmak, ne de mânâsız şeylerle meşgûl olmaktır; fakat insan ile Allah arasındaki en kısa yolda yürümektir, şahsiyetin (insanı diğer hayvanlardan ayıran mânâda karakter, ahlâk ve insanlık) geliştirilmesi yolunu aramaktır. İnsan kendisine yüklenen vazîfelerin sebeplerini arıyor. Mânevî sahada maddî izahlar bizi pek uzağa götürmektedir; ancak mânevî izahlardır ki, insanı tatmin etmektedir.
 
T

talib

Misafir
"İslam dininin âlem şümul olması bu mutasavvıflar sayesindedir. Zira, bütün insanlar için tabii ve akli bir tevhit olan Hanifliğin manevi ve ahlaki etkisini, ilk olarak mutasavvıflar anlamıştır."

Louis MASSIGNON

----

Hakikat yolu tarikattan geçer; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet birbirine bağlıdır. Bunları birbirinden ayırmak veya ayrı olarak düşünmek, fikri sapıklık içinde bulunanların düşüncesidir.

Mehmet Emre Hocaefendi- Fetvalar s. 35, 1. Cilt
 
T

talib

Misafir
Bu asır tasavvuf devri değildir deniliyor. Hangi devir tasavvuf devriymiş? Öyle şey mi olur? Bu yolu devam ettiren zatlar, kıyamete kadar ''seyr-i süluk'' yolunun devam edeceğini belirtiyorlar ve tasavvufun herhangi bir devreye mahsus olmayıp, her devire hitap ettiğini söylüyorlar. ALLAH (CC) bir kulunu kendine düşman etmek isterse, velisine düşman eder. Kıyamete kadar Gavslar tükenmez ve her asırda Evliyaullah vardır ve var olacaktır. Şu kadar okudum, kitap yazdım, bunca ilmim var gibi sözler gurur alametidir. ALLAH (CC), Süleyman (AS)'a ilim verdi ama arkadan hikmet de verdi. Hikmetsiz ilim kuru ağaç gibidir. Hikmeti olmayan ilim sahibi, şeytanın oyuncağı (maskarası) olmaya mahkumdur. Hikmetle şereflenen akıl sahiplerinin dimağları da nurlanır ve ziyade olur. Onun için, sen sen ol ''zaman tasavvuf zamanı değildir'' deyip de, ikide bir temcit pilavı misali pişirip pişirip insanlara telkin etme. Parası olmayan bir kimse babasına koşar, çocuksa annesine koşar. Manevi yönden daralan insanlar da, ALLAH dostlarına koşar. Onlara koşmadığımız müddetçe irşad olmak zordur.

Alperen Gürbüzer
 

Huseyni

Müdavim
Kardeş önceki açıklamalara rağmen hala aynı tarz paylaşımlara devam ediyorsunuz. Belki cüz'i bir kesim olan bu tarz söylemleri bütün bir cemaate mal ediyorsunuz. Üstadın sözü üzerinden de bunu güya perçinliyorsunuz. Tarikatler Risale-i Nur cemaatinin karşıtı değildir. Düşmanı da değildir. Bundan sonra bu tarz itici yazılarınıza müdahele etmek zorunda kalacağımı hatırlatırım. Selam ve dua ile.
 
T

talib

Misafir
Aynı tarzdan kastınız nedir?

Her zaman tasavvuf asrıdır demek, sizi neden incitir? Tasavvuf zamanı değildir sözü yanlıştır demek yasak mıdır, forumdaki tarikat bölümünde?

Ne yazalım tarikat bölümüne? "Bir zamanlar tasavvuf vardı, şimdi geçmişte kaldı, asırlar değişti, hey gidi hey" mi?

Tabi ki tasavvufu ve tarikatı yazacağız. Neden alınırsınız hemen?

Ki yazı sahiplari farklı kişilerdir..
 

Huseyni

Müdavim
Tasavvuf bölümü var evet burada tasavvufla ilgili yazıları paylaşabilirsiniz. Bu sorun değil. Bunun sorun olmayacağını da iyi biliyorsunuz. Anlamak işinize gelmiyor. Yazılarınızda o kadar izah ve açıklamalara rağmen sanki nurcular tarikatı hedef almış kişiler gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sanki bir düşmanlık besliyormuşuz, tarikate düşmanmışız havası esiyor o yazılarda. Üstadın o sözü de ne için ne manada söylediğini defalarca izah ettik. O sözde tarikata karşılık olmadığını da ifade ettik. Şu yazılar ise sizin orda takılıp kaldığınızı gösteriyor. Tasavvufla ilgili benim bile paylaşımım vardır bu forumda. Ama bu şekilde itici, cemaatle tarikatı karşı karşıya getiren yazılar değil. İğneleyici mesajlarınıza son vermenizi son defa rica ediyorum.
 

akna

Well-known member
Sayın Talib;
Ben tasavvufla ilgili paylaşımlarda bulunuyorum neden alınıyorsunuz? diyorsunuz

Bu asır tasavvuf devri değildir deniliyor. Hangi devir tasavvuf devriymiş? Öyle şey mi olur?
bu cümleyi neye, kime binaen yazdınız?
açıkça kasıt ve tahrik yok diyebilir misiniz?

tarikat savunmanızı nur talebelerine karşımı yapıyorsunuz, Üstad Hz.lerine karşımı yapıyorsunuz anlayamadım?
eğer Risale-i Nur ile iştigal edenlere ise, zaten genelleme yapamazsınız, bu çok büyük vicdansızlık ve hak'sızlık olur
yok, itiraz ve hücumunuz direk Üstad'a ise diyecek söz bulamam
bu kadar had'sizlik sadece cehaletten doğar diyebilirim ancak

ayrıca önceden açılan konuları incelemenizi tavsiye ederim
bu konular daha öncede gündeme gelmiş
ve Bediüzzaman Hz.'nin tarikatlara karşı olmadığı, ifadelerinin yanlış anlaşıldığı gereğince izah edilmiştir
buyrun insafla inceleyin lütfen: http://www.risaleforum.net/tasavvuf...tarmak-zamanidirbunu-nasil-anlamaliyiz-4.html
 
T

talib

Misafir
Verilen linkten bir kaç cümleye gözüm temas etti ve kapadık. Eksik ve yanlı bir bakış açısı olmuş.

Birilerine karşı değiliz. Tasavvuf İslam'ı Hz. Peygamber gibi yaşama sanatıdır. Kim bunu değil inkar, hafife almak isterse o fikrin karşısında oluruz.

Her asır tasavvufun asrıdır. Zira Hz. Adem'den bu yana bu böyledir. Bu söz sizde bir yer buluyor ise bu bizim sorunumuz olmamalı...
 

Huseyni

Müdavim
Verilen linkten bir kaç cümleye gözüm temas etti ve kapadık. Eksik ve yanlı bir bakış açısı olmuş.

Birilerine karşı değiliz. Tasavvuf İslam'ı Hz. Peygamber gibi yaşama sanatıdır. Kim bunu değil inkar, hafife almak isterse o fikrin karşısında oluruz.

Her asır tasavvufun asrıdır. Zira Hz. Adem'den bu yana bu böyledir. Bu söz sizde bir yer buluyor ise bu bizim sorunumuz olmamalı...


O sözü hala ısrarla aynı şekilde anlamaya, tasavvufu hafife alan bir söz gibi görmeye niyetlisiniz anlaşılan. Eksiği ve fazlayı size göre belirleyeceksek çok yolumuz olduğu kesin.

Mesela şu alıntınız..."Bu asır tasavvuf devri değildir deniliyor. Hangi devir tasavvuf devriymiş? Öyle şey mi olur? Bu yolu devam ettiren zatlar, kıyamete kadar ''seyr-i süluk'' yolunun devam edeceğini belirtiyorlar ve tasavvufun herhangi bir devreye mahsus olmayıp, her devire hitap ettiğini söylüyorlar. ALLAH (CC) bir kulunu kendine düşman etmek isterse, velisine düşman eder. Kıyamete kadar Gavslar tükenmez ve her asırda Evliyaullah vardır ve var olacaktır. Şu kadar okudum, kitap yazdım, bunca ilmim var gibi sözler gurur alametidir. ALLAH (CC), Süleyman (AS)'a ilim verdi ama arkadan hikmet de verdi. Hikmetsiz ilim kuru ağaç gibidir. Hikmeti olmayan ilim sahibi, şeytanın oyuncağı (maskarası) olmaya mahkumdur. Hikmetle şereflenen akıl sahiplerinin dimağları da nurlanır ve ziyade olur. Onun için, sen sen ol ''zaman tasavvuf zamanı değildir'' deyip de, ikide bir temcit pilavı misali pişirip pişirip insanlara telkin etme. Parası olmayan bir kimse babasına koşar, çocuksa annesine koşar. Manevi yönden daralan insanlar da, ALLAH dostlarına koşar. Onlara koşmadığımız müddetçe irşad olmak zordur."

Baştan sona itici cümlelerle kurulmuş. Bunu söyleyen şahıs kime karşı bu cümleleri sarfetmiş ? Üstad hazretlerini veli düşmanlığıyla mı suçluyor ? Yoksa Risale-i Nurları mı ? Ya da Nur Cemaatini mi ? Böyle bir paragraf yazıyla işin aslını astarını bilmeden, her söze atlayıp, "biri böyle demiş dur şuna bi cevap vereyim" mantığıyla, bu saydıklarımdan birine muhalefet edenlerin, kendilerini maskara etmekten başka bir şey ellerine geçmez.

Altını çizerek yazdığınız cümlelere bakıyorum. Yol büyüklerin yoludur, tasavvuf kıyamete kadar baki kalacaktır, hikmetsiz ilim kuru ağaç gibidir, gbi sözler tamamen Nur Cemaatine karşı hedef olarak söylenmiş sözler. Bu sözler yanlış mı tabi ki değil. Lakin bir kendi mesleğini anlatmak var, bir de karşıda diğer bir cemaati düşman gibi göstererek kendi mesleğini anlatmak var. 2. sinin uhuvvet açısından zarar olduğunu tarikat ehilleri de cemaat ehilleri de bilir. Siz uhuvvete çomak sokmaya çalışıyorsunuz. Yol büyüklerin yoludur evet Üstadda büyüklerden biridir. Tasavvuf kıyamete kadar baki kalacaktır eyvallah, çünkü insanları tek bir kılıfa sokmak mümkün değil. Risale-i Nur hizmeti tasavvufa mani bir hizmet değil. Tasavvufun önünü biz tıkamıyoruz. İnsanlar istedikleri yolu tercih etmekte özgürdürler. Bizim hedefimiz tasavvufu veya tarikatı kendine meslek edinmişler değil, onlar zaten tercihlerini yapmışlar. Üstad hazretleri ısrarla iman kurtarma zamanı diyor ki bizim hedefimizde en çok imanında zaaf olanlar ya da imanı olmayanlar vardır. İmanı şüphelerden izale edilmiş biri icabında tasavvufa da ihtiyaç duyabilir ve dilerse o yolda yoluna devam edebilir. Buna kimse mani olmaz. Veyahut ben direkt teslim olmuşum der, yine o yolda gidebilir buna da kimsenin diyeceği yoktur. Tek mesele vardır ki olmayan sorunu sorun var gibi göstermektir o da. Hikmetsiz ilim kuru ağaç gibidir sözü de doğrudur ama biz bu yolda hikmet, tefekkür, zikir, fikir, ilim, herbir şeyi buluyoruz elhamdülillah.

Kitaplar dolusu izahta yazılsa, bundan öncede tüm uyarılarıma rağmen, mevzuyu aynı boyutta devam ettirmeniz bundan vazgeçmiyeceğinizi gösteriyor. Siz saplanmışsınız tek bir söze ve inatla ondan kendinize düşmanlık çıkarmak istiyorsunuz. Biz de öyle bir şeyin olmadığını yeterince izah ettik. Bu durumda tekrar aynı şeyleri denemeyeceğinizi ümid ediyor ve gereğini yapıyorum.

Selam ve dua ile.
 
Üst