Ebced Hesabını Kullanmak Doğru mudur ? İslamiyetteki Yeri Nedir ?

Huseyni

Müdavim
EBCED NEDİR?

Ebced düzeni "Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi" (1) şeklinde tarif edilmektdir. Bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce'nin de etkisiyle Nabatîce'den Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz. Peygamber (a.s.m) devrinde de olduğu gibi kullanıldığı bilinmektedir. (2)

Ebced sisteminde yer alan harfler ve sayı değerlerini gösteren tablo :

ebced.gif


Ebced Hesabının Kaynağı

Ebced hesabının menşei hakkında farklı rivâyetler vardır. İslâm öncesinde 22 harften meydana gelen ve "Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Se'fas, Kareşet" kelimelerinin sayısı olan altı rakamı gözönünde bulundurularak, Medyen hükümdarlarından altı kişinin adı, İlâhî isimlerin altı anahtarı, hafta günlerinin adı v.s. gibi kesin bilgiyi ifade etmeyen değişik rivayetler sözkonusu edilmiştir.(3) Tâhirü'l-Mevlevî'ye göre, Arap ebcedinin İbranî ve Arâmî alfabesinden alındığına şüphe yoktur.(4) Arap edebiyatının ünlü isimlerinden Müberred ve Sîrâfî gibi âlimlere göre de Arap ebcedi, yabancı menşe'lidir.(5)

Keşfu'z-Zünûn'da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan mânevî ilimlerde derinleşen simalar için bir çok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyte tevârüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivâyetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak âhirzamanda gelecek olan Hz. Mehdî, hakkıyle vâkıf olur" diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer vermiştir.(6)

Bazı müsteşrikler tarafından tertip edilen ve Mısır'da tercüme edilerek neşredilen "Dairetü'l-Mearifi'l-İslâmiyye"de belirtildiğine göre, harflerin, rakamlara delâlet etmek üzere kullanılma geleneği, İbrânî ve Arâmîlerde de vardı. Hemze'den, kaf'a kadar olan harflerin, birden yüze, son dokuz harf de 200'den 1000'e kadar rakamlara delalet ediyordu.(7)

Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul eden Ebu’l-Aliye gibi alimlerin görüşlerine yer veren Kadı Beydâvî, onların dayandıkları Ebcedle ilgili meşhur hadisi kabul etmektedir. Ancak Hz.peygamber (a.s.m)’in onlara karşı gösterdiği davranışın, onların söylediklerini kabul ettiği anlamına gelmeyeceğini, aksine onlara karşı gösterdiği tebessümü, onların cehaletine karşı bir tepki olabileceğini vurgulamaktadır. Bununla beraber, Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul edenlerin, kabul gerekçelerini şöyle özetlemiştir: “Her ne kadar ebced hesabı, yabancı kaynaklı olsa da, Araplar dahil insanlar arasında, o kadar meşhur bir yere sahip olmuştur ki, âdetâ, yabancı kökenli olan mişkât, siccîl, Kıstas kelimeleri gibi artık arapçalaşmıştır. Onun için onun göstereceği delâletler, diğer arapça ifadeler gibi makbuldur.”(8)

İbn Aşûr gibi bazı âlimlerin bildirdiğine göre, ebced hesabı, kadim zamandan beri kullanılagelen bir sistemdir. Hz. Davud (a.s)'un kitabındaki bazı neşideler bu hesabın simgelerini taşıyor. Yine Romalıların bu sistemle rakamlar kullandıkları bilinmektedir. Bu sistemin Araplara, Romalılar veyahut Yahûdiler tarafından geçtiği tahmin edilmektedir.(9) İbn Aşûr, mukattaat harfleri ve ebcedle ilgili rivâyet edilen hadîsi anlatırken "Hz. Peygamber (a.s.m)'in onlara karşı diğer bazı harfleri zikretmesi O'nun bu harfleri gerçekten ümmetin ömrü için birer işaret kabul ettiği anlamına gelmez" şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Ancak kendisi, hadîsin sıhhati konusunda bir şey söylemediği gibi, ebced hesabını inkâr ettiğini gösteren bir ifadesi de sözkonusu değildir. (10)

Hâkim'in Müstedrek adlı hadis kitabının tahkikli neşrini gerçekleştiren Yusuf Abdurrahman Maraşlı, söz konusu kitap için hazırladığı fihristin mukaddemesinde "ebced" konusuna da değinmiştir. O'na göre, İslâm öncesi dönemlerde Yahudî ve Hristiyanlar tarafından kullanılan ebced sistemi, İslâm'ın zuhûrundan itibaren yaklaşık bir asır kadar eserlerin tertibinde kullanılmış daha sonra terkedilmiştir. Fakat, "ebced hesabı", bir matemetik sistem olarak, tarih boyunca kullanılmaya devam etmiştir.(11) Daha önce 22 harfden oluşmuş bu sisteme müslümanların işi ele almaları ile, "peltek se, hı, zel, dad, zı, ğayın " harfleri ilave edilmiş ve sayı 28'e ulaştırılmıştır.(12)

Muhammed Hamidullah'ın görüşü de şu merkezdedir: Ayın 28 menzili gibi, arap alfabesi de 28 tanedir. Bunlar her biri belli bir sayıyı göstermek suretiyle 1'den 1000'e kadar rakkamları ifade eder. Sûre başlarında bulunan hece harfleri ise 14 tane olup yüksek mânâlar ifade etmektedir.(13)

Güzel bir tevafuktur ki, Ebced sisteminin asıl adı olan “Ebû câd” kelimesinin matematik değeri, 17’dir. İslamın ortaya çıktığı sırada, Mekke’de yazı bilenlerin sayısı da 17’dir.(14)

Annemarie Schımmel'in bildirdiğine göre, müselles (üç haneli kare) diye bilinen, bütün yatay ve düşey satırlarda olduğu gibi, çapraz hatlarda da rakamlarının toplamı 15'i veren bir maharetli karenin İslâmî gelenekte çok yaygın bir yeri vardır. Bu karenin, diğer adıyla Vefk'ın bu değeri, semâvî kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bu (sihirli/maharetli) karede yer alan harfler, "B-Tı-D-keskin Z- H-C-V- elif-noktasız Hı” harfleridir. Vefkte bazen kendileri, bazen de ebced değerleri yazılan bu dokuz adet ebced harfinin, ilk defa Hz. Adem (a.s)'e vahiy olarak geldiğine dair yaygın bir kanaat vardır.(15) Karede yer aldıkları şekilde; sözkonusu dokuz harfin yukarıdaki sıraya göre, üçer üçer ebced değerleri şöyledir: 2+9+4=15, 7+5+3=15, 6+1+8=15.

Söz konusu meharetli kare, İmam Gazzalî tarafından da kabul görmüş, “bir tılsım olarak tesiri tecrübe ile sabit olduğu” ifade edilmiştir.(16) Öyle ki, zamanla, Gazzalî’nin karesi (müsellesü’l-Gazalî) şeklinde ün yapmıştır. Aslında bu etkin fonksiyona sahip karenin harfleri, Hz. Ali tarafından da, sırlı olarak kabul gördüğünü gösteren ifadeleri vardır. Esrarlı olduğu bilinen Celcelûtiye kasidesinde, Hz. Ali “Bi sırrı buduhin echezatın /betadin zehecin bi vahi’l-vehâ..”diyerek, bu sırlı harfleri, diğer bir kaç harfle beraber, münacatta kullanmıştır.(17)

Celcelutiye Kasidesi Ebced Hesabına Göre Yazılmıştır:

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır.(18)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kaleme aldığı meşhur Mecmuatu'l-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

"Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat" beytiyle sona ermiştir. Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.(19)

Bu İşin Ehli Olan Alimlere Göre, Ebced Hesabı, Esrarın Anahtarıdır

Cafer-i Sadık (r.a.) ve Muhiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrâr-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, Bediüzzaman Said Nursi (r.a) gibi alimler bu hesab-ı ebcediyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişlerdir.(20)

Konuyla ilgili birkaç misâl daha vermekte fayda vardır:

a. Hz. Ali ve Şura Suresi Yorumu:

İzz b. Abdusselam'ın bildirdiğine göre: Hz. Ali, Şura Suresinin başında yer alan "Hâ-Mim-Ayın-Sin-Kaf" şifreli harflerden, Muaviye ile kendisi arasında vuku bulan hadiseleri çıkarmıştır.(21)

b. İbn Kemal ve Enbiya Sûresi Yorumu:

"Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır, diye yazmıştık."(22) mealindeki âyetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Âyette Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir. Âyette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lâm hariç) 921'dir. Mısır'ın fetih tarihi ise, hicrî 922'dir. Demek ki âyet işârî mânâsıyla hicrî 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini ifade etmiştir.(23)

Eskiden Beri, Yüksek Edipler, Ebced Hesabını Kullanmışlardır

“Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir kanun-u letâfet kabul edip, eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hatta letâfetin hatırı için iradî ve sun'î ve taklidî olmamak lazım gelirken, sun'î ve kasdî bir sûrette o gaybî anahtarların taklidini yapıyorlar."(24)

Bu konuda yüzlerce misâl verilebilir. Ancak biz burada nümune olarak bir-iki misâl vermekle yetineceğiz:
Kırım Balıkova Kalesi civarındaki bir camiin kitabesinde:"Hakk muradın hemîşe ide atâ; "Kabbelallahu hayrekum" tarih ola." şeklinde bir ifadeyle "Allah hayrınızı kabul buyursun" anlamındaki son cümle ile mâbedin 1068'de yapıldığı gösterilmiştir.(25)

Mihriman Sultan'ın vefatına, "Hâdise-i mevt" terimi ile tarih düşürülmüştür. Bu tabirin ebced değeri 965 olup, onun vefat tarihidir.(26)

Ebced harflerinin aritmetik değerlerine göre kullanımları edebiyat sahasında olduğu gibi, fizik, kimya gibi fen bilimleri sahasında da kullanılmıştır. Büyük memurların tayin ve terfî tarihlerinde, doğum ve ölüm tarihlerini belirlemede yaygın bir şekilde kullanılmıştır.(27)

EBCEDLE İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR:


Ebced Hesabı ve Hurufîlik Meselesi:


Bazı kimseler, Ebced hesabı gibi Esrar-ı hurufla ilgili işarî tefsir yorumları ile, hurufîlik safasatasını birbirine karıştırmıştır. Bazıları da, bir tefsir metudunun kabul edilebilmesi için, onun Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından kullanılmış olması gereğinin varsayımından hareketle, bu tür işârî tefsir metotlarına, bu çeşit yorumlara katılmama taraftarıdır. Onun için bu konuyu, soru-cevap şeklindeki bir diyalogla açığa kavuşturmakta fayda vardır:

Soru : Ebced hesabının, hurufçuluk (hürûfîlik) ile bir irtibatı yok mudur?

Cevap: İslâm inancını ortadan kaldırmak için ortaya çıkan, bâtıl bâtınîliğin bir kolu olan tarihdeki Hurûfîlik ekolunun kurucusu sayılan, Fazlullah adındaki şahsın doğum tarihi, hicrî 740'dır. Halbuki İslâm literatüründe "Esrâru ilmi'l-hurûf" olarak geçen ve harflerin sırlarına dair yapılan ilmî çalışmalar çok önceden vardı. Misâl olarak harflerin esrarı konusunda meşhur olmuş Muhyiddin İbn Arabî'nin ölüm tarihi hicrî 638'dir.(28) Hatta ondan daha önce bu konuda oldukça fazla şöhret bulmuş İbn Berrecan'ın ölüm tarihi, hicrî 536'dır.(29)

Soru: Ebced hesabını kullananlar, hicrî tarih yanında, miladî tarihe göre de tespitler yapmaktadır. Miladî tarihi kullanmak doğru olabilir mi?

Cevap: Kur’an’da bu metodun kullanıldığını kabul edenler için hicrî veya miladî tarihlerin kullanılmasında hiçbir sakınca yoktur.

Evvela, Allah için bu iki tarih arasında bir ayrılık-gayrılık düşünülemez. Çünkü bu tarihlerin her ikisi de O'nun birer elçisine nispetle ortaya çıkmıştır. Tabir yerindeyse Allah, her harhangi bir tarihi esas alıp ona taraf olmaz, ikisi arasında fark gözetmez.

İkinci olarak, Kur’an’ın maksadı, hicrî veya miladî tarihini ispat edip tespit etmek değildir. Bilakis, onun maksadı, insanlar arasında şöhret bulmuş bir hesap tablosunu/bir tarihi, esas alarak, herhangi bir olayı ona göre tespit etmek ve bunu insanların dikkatine sunarak, kendi semavî kimliğini ortaya koymaktır. Bu hüküm şayet varsa meşhur iki tarihin dışında kalan ve kullanılan diğer tarihler için de geçerlidir. Yeterki Kur’an’ın amacına hizmet etsin.

Üçüncü olarak, Ebced hesabı, bir ifadede yer alan cümlelerin hesabıdır. Bunun tefsirlerdeki orijinal Arapça ismi “hisabu’l-cümel”dir. Buna göre, barındırdığı harflerin sayı değerleri bakımından çok farklı rakamlara ulaşan cümlelerin işaret ettiği olayların yakınlık ve uzaklığına göre, farklı tarihlerin kullanılması, bu durumun tabiî bir sonucudur.

Mesela; Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." mealindeki “ev neteveffeyenneke” cümlesinin matematik değeri 632’dir. Bu cümlenin tekrar edildiği üç surenin tertip ‘numaraları ise 63’tür. Burada ayetin manasına gaybî işaretler de dahil edilerek, Kur’an’ın semavî kimliğine dikkat çekilmiştir. Bu tarihlerden ilkini miladî, ikincisini hicrî tarihe göre (Efendimizin ölüm tarihini ve ömrünü) hesaplamak zorunluluğu vardır. Çünkü, bu işaretlerin belirlenmesinde, hesap cetveli ile işarete konu olan olaylar arasındaki tevafukların, uygunlukların büyük rolü vardır. Çünkü tevafukların kendisi de gaybî işaretlerin bir anahtarıdır, bir emaresidir.

Soru: Hz. Peygamber (a.s.m)'in cifir, ebced hesabı ve tevafuk gibi şeylerden hüküm çıkardığı varid olmadığına göre, böyle bir metodu kullanmak caiz midir? Ve bu sünnete aykırı değil midir?

Cevap: Kur'an'ın, had ve hesaba gelmez mânaları, işaretleri, tefsirleri söz konusudur. Halbuki bunların hepsinin, Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından ifade edildiğini kimse gösteremez. Şüphesiz bu hakikatler, yine de o kudsî kaynağın malıdır. İlm-i huruf değil; bilâkis, çok zâhir ( Bâtinîliğin zıddı) ve bir aritmetik tablo içerisinde yer alan ebced hesabı ve gözle görünen tevafukları Kur'an'daki bazı işaret ve nüktelerinin anlaşılması için bir vesîle yapılması işaretlerinden istifade edilmesi, elbette Hz. Pegamber (a.s.m)'in sünnetine aykırılığı sözkonusu olamaz.(30) Milyonlarca tefsirdeki milyonlarca farklı yorumların varlığı, bu gerçeğin açık bir delilidir.

Âlimlerin bu konuda dedikleri şudur: Eğer bir tevafuk, değişik yönlerden bir hadiseye baksa, ona uygun düşse, makam ve manaya münasip olsa, böyle bir tevafuk işaret derecesine çıkar. Böyle durumlarda "Bu tevafukla şu ayet, şu hâdiseye işaret ediyor" denilebilir.(31)

Örneğin: hazırlanmış bir sofranın üzerinde, söz gelişi, 10 çatal, 10 kaşık, 10 tabak gördüğümüzde, bu sofraya 10 kişinin oturacağını yüzde yüze yakın, kesin bilgi ifade eden bir tahmin yürütürüz. Çünkü, kesin bilgi edinme yollarının başında gelen husus vahiy kaynağının dışında gözle görülen husustur. Gözün gördüğü bir gerçeğin arka planını görme yeteneğine sahip olan mekanizma ise akıldır. Yerine göre, akıl gözünün gördüğü bir hakikat, normal gözün gördüğünden daha sağlam, daha doğru olabilir.
Semavî kimliği belli olan Kur’an sofrasında serilen ve akla hitabeden tevafuklar, söz konusu misalden çok daha açıktır. Ve buraya davet edilen hikmet misafirlerini, birer ilâhî işaret olarak kabul etmek gerekir.

Yine, bir ifadenin içerisinde yer alan kelimelerin diziliş şekilleri ve harfleri, o ifadenin anlamına ne kadar yakın olsa, ne kadar münasebet ipçikleriyle bir örgü kurabilse, o ifadenin ulvileşmesine o ölçüde katkı sağlar. Bu husus, Belağat ilminin önemli bir kaidesidir.(32) İşte, Kur'an'ın kelime ve harflerinde değişik şekilde görünen tevafuklar, doğru olarak gösterilebildiği ölçüde, birer belağat ve birer edebî sanatı ifade ettikleri gibi, aynı zamanda gaybî haberler veren birer işaret lambaları görevini görürler.(33)

Kur'an-ı Kerim'in pek çok açıdan mucizevî yönleri olduğu gibi, kelimelerinde, cümlelerinde ve nazmında da birçok harikalar vardır. Madem ki, Kur'an'ın ayet ve kelimelerinin gösterdiği hakikatlerde mucize izleri vardır, elbette o ayet ve kelimeleri teşkil eden harflerinde de onun mucizevî işaretleri olacaktır.

Bazı Tevafuk Tabloları ve Kelimelerin Aritmetik Değerleri

Allah'ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir, bir saydığını gösteren tevafuk tablolarının ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur'an nezdindeki değerini anlamak için Kur'an'ın kendisine bakmak yeterlidir.

Konu İle İlgili Bazı Misâller:

1. “Allahumme Malike’l-mülk” (Ali İmran, 3/26) İfadesi:

a. Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar ki tekrar sayısı: 319’dur.(34)

b. Bu ifadenin ebced değeri de 319’dur.

c. Bu ifadenin yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.

Bu ayet-i celile, tevafuk lisanıyla diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da sahibidir. Bütün mülkünü tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da tek tek sayıp biliyor. Bu ise, Kur’an’ın O’ndan geldiğini gösterir.

2. Allah’ın “ Şehid” ismi:

a. Her şeyi görüp bilen anlamındaki Allah’ın bu isminin matematik değeri 319’dur.

b. Bu ismin, merfu (ötreli) şekliyle 9. tekrarını yaptığı ve Kur’an’ın genelinde en son geçtiği Buruc Suresinin 9. ayeti, Kur’an’ın sondan 319. ayetidir.

Bu tevafuk şöyle diyor: İyi bilesiniz ki, Şehid kelimesini böyle harika bir tarzda yerine koyan Allah, her şeye şahittir.

3. “Hum bâliğûh”:

a. “Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler” (Araf, 7/135) ayetinde yer alan ve “onların ulaşacakları” anlamına gelen “hum bâliğûh” cümlesinin ebced değeri, 1089’dur.

b. Bütün Kur’an’da yalnız bir defa kullanılan bu cümlenin geçtiği ayet, Kur’an’ın 1089. ayetidir.

Sanki bu tevafuk diyor ki: İyi bilinsin ki, siz Kur’an’ı okurken, nasıl bu ayete ulaştınız, onlar da aynen söz verdiğimiz sürelerine ulaştılar; sonra cezaya çarpıldılar. Demek, zulüm söz konusu değildir.

4. “Gaybı bilen Allah”:

a. “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da, fısıltılarını da bilir. Ve şüphesiz Allah, gaybları (gizlilikleri) çok iyi bilendir” mealindeki ayetin son cümlesinin asıl metni “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb”dur. Bu cümlenin matematik değeri, 1313’tür.

b. Bu cümlenin bulunduğu ayet (Tevbe, 9/78), Kur’an’ın 1313. ayetidir.

c. Cümlenin ebced değeri ile ayetin genel sırası, 13 sayısını gösterdiği gibi, ayetin suredeki numarası da 78 olup 6x13’tür.

d. Ayet numarasının gösterdiği 78 rakamı, hem “aded”, hem de “Hakim” kelimesinin matematik değeridir. Bu ise, burada hikmetli bir sayısal tablonun gösterildiğine işarettir.

Bu tevafuk, ayette yer alan “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” cümlesinin dediği gibi, Allah’ın bütün sırları /gizlilikleri bilen, sonsuz bir ilim sahibi olduğunu, Kur’an’ın ise, bu sonsuz ilim sahibinin kitabı olduğunu göstermektedir.

Risaleti Tasdik Eden Bazı Tevafuklar

1. “İnneke le mine'l-mürselîn” :

Bilindiği gibi, Hz. Muhammed (a.s.m) 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden: "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, Kur'an'da iki yerde zikredilmiştir (Bakara,2/252; Yasin, 36/3).

Ayetin asıl metni:“İnneke le mine'l-mürselîn” cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13’tür. 13 harften meydana gelen bu cümlenin ebced değeri ise, 13'ün 47 katı olan 611’dir. Ayetin matematik değeri, anlamını teyid etmekte ve O'nun –miladî olarak- peygamber olduğu tarihi vermektedir.

Şayet okunmayan vasıl elifi de sayılsa, bu cümlenin ebced değeri, 612 olup 36x17’dir. Manidâr bir tevafuktur ki bütün Kur’an’da, Hz. Peygamber (a.s.m)’e hitap eden "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, yalnız söz konusu iki yerde geçmiştir. “gönderilmiş peygamberler” tabiri, bu iki ayet arasında, ebced değerlerine uygun olarak 17 defa tekrarlanmıştır.

2. “ABESE” Kelimesi:

Abese suresinin ilk iki ayetinin mealleri şöyledir: "A'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve arkasını döndü"

İşte bu üslupta bir harikalık vardır. Çünkü cümlede kullanılan "Abese" fiili malum olmasına rağmen faili zikr edilmemiştir. Bu üslup alışageldiğimiz ifade tarzlarının dışındadır.

Ancak Kur'an-ı Hakim burada mucize bir belgeyi göstermiştir. Şöyle ki; açıktan zikredilmeyen cümlenin faili, bizzat "Abese/Yüzünü ekşitti" fiilinin ebced değerinin içerisindedir. Evet bu kelimenin ebced değeri 132 olup "Muhammed" isminin karşılığıdır. Yine kendisinden yüz çevrilmiş kişinin de ismi verilmemiş ancak, onu da, "el-A'ma" kelimesinin ebced değerinde şifrelemiştir. Evet bu kelimenin ebced değeri 143 tür. Söz konusu kimsenin ismi "Abdullah"ın ebced değeri de 143 tür.

Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına havale etmek doğru değildir.

3. "Eğer seni vefat ettirirsek..”:

Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." cümlesi üç defa zikredilmiştir. Bunlardan ilki Yunus suresinin 46. ayetinde geçmiştir.

Ayetin meali "Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne a'lâ); yok (onu göstermeden) eğer seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara neler olacağını göreceksin.) Sonra Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir."

Ayette azabın bir kısmının Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilebileceği hususu vurgulanmıştır.

Mekke'de inen bu surede belirtilen azabın bir kısmı Bedir savaşında gerçekleşmiş ve Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilmiştir.

Ayette ifade edilen Hz. Peygamber (a.s.m)'in vefat haberi de çok harika bir tarzda ihbar-ı gaybi nevinden söz konusu yapılmıştır. Şöyle ki: "Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesi, Kur’an’da üç defa geçmektedir. Bu cümle açıkça, Hz. Peygamber (a.s.m)’in vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da, Hz. Peygamber (a.s.m)'in ömrü olan, 63'ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra'd 13/40 ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise, 63’ tür.

"Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesinin harf sayısı, 9’dur. 63 sayısı ise, 9'un 7 katıdır.

Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber (a.s.m)'in, miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybî haberlerin aşikar bir görüntüsü!

1. bk.. İslâm Ansiklopedisi, X/68.
2. Bk.. a.g.e., a.g.y.
3. bk. İbnu’n-Nedim, el-Fihrist, 6; Tâhiru'l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, 38; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, 18; Yakıt, İsmail, Türk- İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Târih Düşürme, 23-29.
4. bk. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.y.
5. bk. a.g.y.
6. bk. Kâtib Çelebi, Keşfuz-Zünûn, I/592.
7. Bk. a.g.e., a.g.y.
8. bk.el- Beydâvî, I/37.
9. bk. bn Âşûr, Muhammed Tahir el-Cezairî, et-Tahrir ve’t-Tenvîr, I/208.
10. bk. İbn Âşûr, I/208.
11. bk. Maraşli, Yusuf Abdurrahman, Fihrisu Ahâdîsi'l-Müstedrek, 19.
12. bk. a.g.e., a.g.y.
13. bk. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 147
14. Bk. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, 20.
15. krş. A. Schımmel, Sayıların Esrarı (trc.Temelli, Mehmed ), 39.
16. Gazzalî, Muhammed b. Muhammed, el-Munkızu mine’d-delâl, 46, şekiliçin bk. s. 50.
17. Bk. Gümüşhanevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmuatu’l-Ahzâb (Şâzelî), 515.
18. Bk. Nursi, Sikke-i Tasdik, a.g.y.
19. bk. Gümüşhânevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmûatu'l-Ahzâb (Şâzelî kısmı), 499-531.
20. Bk. Nursi, Sikke-i Tasdik, a.g.y.
21. bk.es-Suyutî, el-İtkan, II/14.; el-Âlûsî, I/102.
22. Enbiya, 21/105.
23. krş. Âlusî, I/8; Badıllı, Abdulkadir, Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları, 956.
24. Nursi, Sikke-i Tasdik, 96.
25. bkz. Yakıt , 172.
26. bkz. Yakıt, 149.
27. Geniş bilgi için Yakıt İsmail'in eserine bakılabilir. Ayrıca değişik misaller için Badıllı'nın R. Nur’'un Kudsî Kaynakları adlı eserinin cifir ve ebced bölümüne de bakılabilir.
28. İbn Arabî'nin, harflerin esrarı ile ilgili görüşleri için bk. İbn Arabî, I/51-91.
29. bk. ed-Dâvûdî, Şemsuddin Muhammed b. Ali, Tabakâtu'l-Müfessirin, I/306.
30. bk. Nursi, Müdâfaalar, 128.
31. bk. a.g.e, a.g.y.
32. bk. Nursi, Muhakemat,s.93
33. Krş. Nursi, Zülfikar,(Osmanlıca) s.548-549,
34. Bu ayete kadar Allah ismi, 306, aynı kök harflerinden gelen İlâh kelimesi, 11, Malik kelimesi bir defa geçmiştir. Buna göre burada “Allahumme” kelimesi 319. sıradadır.

Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki
 

akna

Well-known member
Allah cc razı olsun müsaadenizle bende ekleme yapmak isterim

Bediüzzaman ve Cifir İlmi

Cifir ve Ebced hususunda yapılan bu küçük araştırmamızın asıl sebebi, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerinin eserleri olan Risale-i Nur'ların az bazılarında Cifir ve Ebced hesablarıyla yapılmış hususî ve mahrem bazı mühim istihraçların doğruluklarını ispattır.

Yani, Bediüzzaman'dan önce de başta İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî gibi daha birçok büyük İslâm âlimlerinin de Cifir ve Ebcedle uğraşmış olduklarını me'hazlere dayanarak ispatlamaktır.

Bu durumda elbette sebebin kendisinden de bir nebze bahsetmek vâcib olmuş oluyor. Çünki Bediüzzaman Hazretleri, Cifir ve Ebcedin en hâlis ve en safi ve en pürüzsüz kısmını ele almış, en kudsî ve en şirin ve en câzibedar bir mes'elede isti'mal etmiştir. İşte o mes'ele ise, başta Kurân'ın i'cazı olmak üzere, iman hizmeti ve Kurân Nurları olan Nur Risalelerine ehl-i imanın nazar-ı dikkatlerini celbetme gaye ve niyetidir. Bu gaye ve niyetle Kurân'ın âyetlerinde ve Hazret-i Ali'nin Celcelûtiye ve Ercüze Kasidelerinde ve Gavs-ı A'zam olan Şeyh-i Geylânî'nin bazı kasidelerinde, bini mütecaviz işaretler, îmalar ve remizlerle; ve bütün bunların toplamı neticesi, âdeta kuvvetli hüccet ve deliller ile Nur Risalelerinin makbuliyetini, müstakimliğini ve hak ve doğru olduklarını sarahat derecesinde bildirdiklerini bulmuş ve kaydetmiştir. Bu gaybî, amma gün yüzüne çıkmış olan işaret ve remizlere, hatta bir cihetle sarih delâletlere; ulema namı altındaki asri bazı şahıslar ilişmek istemişlerse de, lâzım gelen tokmak gibi cevaplarını da almışlardır.

Risale-i Nur'da bulunan Cifir ve Ebced hesablarıyla istihraç edilmiş hâdiselerin yüzde doksan dokuz nisbetiyle geçmiş zamana ait şeylerdir. Geleceğe ait işlerden çok nâdir olarak söz edilmiştir. Bu şâz ve nâdir olan istikbali hâdiseleri kaydettiğinde de; çok kuvvetli bir işaret ve emare bulduğu vakit, fazla izah ve açıklamaya girmeden, ya sükût ile geçmiş, ya da bir iki kelimeyle geçiştirmiştir. Çünki ileriye ait işlerde -gayb perdesinde olduğu için-edep ve ihtiramın lüzumluluğunu bilmiş, öyle tavır almıştır.

Amma geçmişe aid işlerde ve vuku' bulmuş göz önündeki hâdiselerde ise; onlara dair bulduğu işaretlerde mümkün mertebe izahlıca ve makamın ve hâlin iktizalarını göz önünde bulundurarak ele almış ve ispat etmiştir.

Evet, Cifir ilmi erbabından, bilhassa Risale-i Nur'dan öğrendiğimiz kadarıyla Ebced ve Cifir ilminde sadece tarihleri bulmak, yahud birbirine muvafık rakamları keşfetmeye münhasır değildir. Bu ilimde en mühim ve en büyük maharet, belki hâs bir lûtf-u ilâhî olarak en büyük meleke ve rüsûh ise; keşfolunan mütevafık rakamların hâdiselere bir çok yönüyle muvafık geldiğinin tatbikini yapmaktır. Yani sayı münasebetleri olduğu gibi, tatbik edilen hâdisenin veya şahsın her cihetle, keşf olunmuş o istihraca muvafık olduğunu göstermektir, İşte bu ilme: "Hikmet İlmi" ya da "İlm-i Te'vil" denilir ki, çok ender zâtlarda bulunabilir.

Risale-i Nur'daki Cifir ve Ebced hâdiselerini görüp tetkik eden kimseler bilebilirler ki; Üstad Hazretleri mezkûr hikmet ve te'vil ilmine a'zamî derecede mazhardır. Çünkü görülmektedir ki; gizli ve hususî olan bu ilmin anahtarlarıyla keşfetmiş olduğu istihraçları, adet ve rakam münasebetlerini birbirine tatbik etmesi yanında (makamın muktezası, hâlin icabı ve hâdisenin ona manevî muvafakati) gibi en mühim hususları da aklen ve mantıken öyle ispat eder ki; hafî ve hususî bir ilim olduğu halde, âdeta onu aklî ve mantıkî ve aşikâr bir ilim hâline getirmiştir. Elbette bu noktalar kadirşinas ve ilim erbabı yanında çok büyük bir kemâl ve rüsûh alâmetleridir.

Arzetmeye çalıştığım hususlar için Risale-i Nur' dan bir-iki örnek vermek istiyorum, işte "Birinci Şua îşârât-ı Kurâniye" adıyla meşhur risaleden şu :
Hem مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ cümlesi; ta-i evvel ت, ikinci ت ise vakıf yeri olduğundan ه olmak ve شَجَرَةٍ deki tenvin ن sayılmak cihetiyle bin üçyüz on bir (1311) eder ki, o tarihte Resâil-in Nur müellifi Risalet-ün Nur'un mübarek şecere-i kudsiyesi olan Kurân'ın basamakları olan ulûm-u Arabiyeyi tedrise başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk ederek remzen bakar. İşte bu kadar manidar ve müteaddid tevafukat-ı Kurâniyenin ittifakı yalnız bir emare, bir işaret değil, belki kuvvetli bir delalettir. Belki elektrik ile beraber Resâil-in Nur'a münasebet-i maneviyesiyle bir tasrihtir. Bu âyetin münasebet-i maneviyesinin letafetlerinden bir letafeti şudur ki: İhbar-ı gayb nev'inden mu'cizane hem elektriğe, hem Risâle-in Nur'a işaret ettiği gibi, ikisinin zuhurlarına ve zaman-ı zuhurlarından sonraki tekemmül zamanlarına ve hilaf-ı âdet vaziyetlerini çok güzel gösteriyor.

Meselâ, زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَ لاَ غَرْبِيَّةٍ cümlesi der: "Nasıl ki elektriğin kıymetdar metaı, ne şarktan ne de garbdan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramağa lüzum yoktur." der. Öyle de manevî bir elektrik olan Resâil-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kurân'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir. (1.Şua)
İşte görüldüğü gibi, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Kurân'ın manevî mu'cizeliğinin işaret ve remizler cihetiyle ispatını yaptığı aynı tahlilinde, Cifir ve Ebcedin adedî değerleri hesabıyla âyetin işaretini gayet üstadâne ve mahirâne tatbik ettiği gibi; elektriğin ve Risale-i Nur'un mahiyetlerini de beraber nazara vermesi yanında, manevî münasebetlerini ve onlar Kurân'ın o işaretlerine lâyık olduklarını; yani, manevî makam iktizasını beraberce ispatlayıp ortaya koyuyor, işte, buna "İlm-i Hikmet ve İlm-i Te'vil" denilir.

Nur âyetinin on vecihle elektriğe ve Risale-i Nur'a işaretlerinin uzun beyanlarından ve bir çok hâdiselere o âyetin cümle ve kelimelerinin mutabakatlarından sadece bir bölümünü aldığımız bu tahlil ve makam iktizası ve münasebetlerin beraberce yapılan bu tatbikte, elbette anlamak şartıyla, büyük bir hikmet ve te'vil ilmine mazhariyetin işaretleri görülmektedir.

Başka bir örnek:
وَيُحِقُّ اللّهُ اْلحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ şu âyet-i meşhurenin küllî manasının bu zamanda zâhir bir mâsadakı Risalet-ün Nur olduğu gibi, Lâfzullahtaki şeddeli "lâm" bir "lâm" ve بِكَلِمَاتِهِ deki melfuz "ya" sayılmak şartıyla dokuz yüz doksan sekiz (998) adediyle Risalet-ün Nur'un dokuzyüz doksansekiz adedine tam tamına tevafukla, münasebet-i maneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi latifleştiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi şudur ki: Risalet-ün Nur'un eczaları Sözler namıyla iştihar etmişler. Sözler ise Arabca "kelimat"tır. Ve o kelimat ile Kurânın hakaikını o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olduğunu isbat etmiş ki, bu zamanın dinsiz feylesoflarını tam susturuyor. (1.Şua)
Başka bir örnek: Ayetlerin Cifir ve Ebced hesabıyla istihracı yapılmış bir hususu arzetmek değil, belki ilm-i hikmet ve ilm-i te'vil noktasından o gibi istihraçların hâdiseye veya zamana veya bazı şahıslara tatbikini yapan ilimden bahistir. Onun için onu buraya bir güzel numune olmak üzere kaydediyoruz:
İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebat-ı maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kurâniyenin Risâle-i Nur'a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinat ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kurân ve îman hesabına bir hakikate işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir "Nur"dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şübehatı izale edecek, Kurânî bir bürhanı müjde veriyorlar.

Ve o işaretlere ve remizlere tam mazhar ve o vazifeleri bihakkın görecek, Risâle-i Nur gibi bir tefsir-i Kurânî olacak. Halbuki Risâle-i Nur bu mezkûr noktada ileri olduğu, onu okuyanlarca şüphesiz olmasıyla delalet eder ki; o âyetler bilhassa Risâle-i Nur'a bakıp ona işaret ediyorlar. (1.Şua)

İşte bu örneklerde görüldüğü üzere Hazret-i Üstad Bediüzzaman çok hârika ve hakimane ve üstadâne bir te'vil ile âyetlerin gösterdiği Ebcedî rakamları tatbik ederek te'yid etmiştir. Zira bir üstteki âyet-i kerimenin Türkçe kısaca meali: "Allah-u Teâlâ kendi kelimâtıyla hakkı gerçekleştirmektedir." diyor. Bu ise, filhakika ve gayet aşikâr bir tarzda Risale-i Nur Kurân namına, amma ona dayanarak hak olan iman ve İslâm'ın rükün ve esaslarını dünya ilim meydanında hakkaniyet ve gerçekliğini ispat ve izhar etmektedir. Öyle ise, Cifrî hesabla, rakamlar birbirine muvafık geldikleri gibi, manevî münasebetleri de vardır ve meydandadır. Nitekim az üstte bu münasebet ve muvafakatin izahı da gayet güzel bir şekilde yapıldı.

Buna göre, arz ettiğimiz gibi, bazen Ebced hesabıyla Kurân'dan bazı âyetlerin rakam hesapları, bir kısım hâdiselerin tarihlerine tevafuk edebilir. Amma eğer o tevafukla beraber manevî münasebeti de olmazsa, mânâsız kalır ve kuru ve câmid bulunur.

Nasıl ki bir zamanlar bir emekli general, Türkiye Diyanet Başkan Vekilliğini yapmakta olduğu bir sırada وَ مَااَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ âyetinden Cifır ve Ebced hesabıyla bir sayıyı, hiçbir manevî münasebeti ve muktezası olmayan, hatta Kurân'ın ve dinin münkiri ve muharribi bir adamın ve komitesinin habisâne icraat tarihine tatbike çalışmıştır. Elbette ki o tatbik Kurân'la bir istihza hükmünde olduğu için, hiç bir kıymeti olmadığı gibi, cem'-i zıddeyn, yani iki zıddın kaynaştırılmasına çabalayan eblehâne bir hareket olarak görüldü.



alıntı​
 
Üst