Birlik ve Beraberliği Sağlamak

hüdai

Member
Birlik ve Beraberliği Sağlamak
6. Birlik ve Beraberliği Sağlamak
İslâm dîni, mü’minleri şahsiyet bakımından olgunlaştırıp terakkî ettirmekle berâber, toplumun da huzur ve selâmetini sağlamak üzere ulvî prensipler getirmiştir. Fertlerin birbiriyle din kardeşliği çatısı altında muhabbetle kenetlenmesini emretmiş, herkesi değergâmlık ve fedâkârlığa teşvik ederek toplumun yekvücut olmasını hedeflemiştir. Bu hâli yaşayabilen toplumlar, birlik ve beraberlik rûhuyla yücelerek örnek bir “fazîletler medeniyeti” teşekkül ettirirler.
Toplum için en büyük tehlike, ihtilâflar, bölünmeler, parçalanmalar ve itaatsizlik neticesinde meydana gelen anarşidir. Müslümanların fitneden kurtularak ihtilâflara düşmemeleri için süflî arzuları ve nefis engelini bertarâf edecek kâmil bir düşünceye ve kardeşlik duygularına sâhip olmaları lâzımdır. Bu da Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sine ve Hulefâ-i Râşidîn’in tâkip ettiği yola sımsıkı sarılmakla mümkündür. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allâh’ın size olan nîmetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz…” (Âl-i İmrân, 103)
“Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Enfâl, 46)
Yüce Rabbimiz, mü’minlerin tek bir yürek gibi birlik ve beraberlik hâlinde olmalarını emretmektedir. Bu husustaki emrini önceki peygamberlere de vahyetmesi[199] hem insanoğlunun dâimâ tefrikaya düşme zaafıyla mâlûl oluşunu hem de tefrikanın toplum hayâtı için ne tehlikeli bir hastalık olduğunu beyân etmektedir.
Nefs ve şeytan; insanın hırs, haset ve menfaatperestlik gibi mezmum duygularını kabartarak insanların arasını bozmaktadır. Bu iki ezelî düşmanımızın elindeki tefrika silahı, hem çok güçlü, hem de tahribâtı pek fazladır. Dolayısıyla müslümanların hiçbir zaman kardeşlik duygularını zedelememesi, dargınlık ve ayrılıklara meydan vermemesi îcâb eder. Zîrâ sulh ve huzur içinde yaşamak dururken, kavga, anlaşmazlık ve ayrılık yolunu tercih etmek, bir mü’minin gönül dünyasıyla tezat teşkil eder.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binâlar gibidir.”
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu îzâh etmek için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetlemiştir. (Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65)
Diğer hadîs-i şerîflerde de şöyle buyrulmuştur:
“Size bir ve beraber olmayı, ayrılıktan sakınmayı tavsiye ediyorum. Çünkü şeytan yalnız olanla beraber, iki kişiden ise daha uzaktır. Cennetin tâ ortasında olmak isteyen kimse, İslâm toplumundan ayrılmasın!” (Tirmizî, Fiten, 7/2165; Ahmed, I, 26, V, 370-371)
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, birlik ve berâberliğe halel gelmemesi için, toplumdaki münâfıkları bildiği hâlde, isimlerini Huzeyfe -radıyallâhu anh- hâricinde, hiç kimseye söylememiş, onları ömür boyu güzellikle idâre etmiş ve bütün sıkıntılarına katlanmıştır. Hattâ Allah Rasûlü’nün vezîri mevkiindeki Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- dahî münâfıkların kim olduğunu bilmezdi. Hazret-i Ömer, bir cenâze olduğunda Hazret-i Huzeyfe’yi tâkip eder, şayet cenâze namazını kılmazsa onun münâfıklardan olduğunu anlayıp kendisi de kılmazdı.
Diğer taraftan, müslümanları günde beş defâ büyük cemaatler hâlinde bir araya toplayan namaz ile toplum hayâtımız arasında sıkı bir alâka olduğu muhakkaktır. Cenâb-ı Hak, namaz, hac, zekât, kurban gibi ibâdetlerle müslümanları kalbî berâberliğe hazırlamaktadır. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.” (el-Bakara, 43)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetini birlik ve berâberliğe alıştırmaya namaz saflarından başlamıştır. Hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:
“Saflarınızı düz tutunuz. İleri-geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur…” (Müslim, Salât, 122)
“Saflarınızı düz tutunuz. Omuzları bir hizâya getiriniz. Aralıkları kapayınız. Saf düzeni için elinizden tutup çeken kardeşlerinize yumuşak davranınız. Aranızda, şeytanın girebileceği boşluklar bırakmayınız. Allah, safları bitişik tutanların gönlünü hoş eder. Safları bitişik tutmayanlara Allah nîmetlerini lutfetmez.” (Ebû Dâvûd, Salât, 93/666)
Saflar sık ve düzgün tutulmadığında, mü’minler arasındaki âhenk, nizam, birlik ve beraberlik şuuru kaybolur. Kalpler ve gönüller, ipi kopmuş tespih tâneleri gibi farklı mecrâlara dağılarak birbirinden ayrı düşer. Nizam, intizam ve disiplin içinde, düzgün saflar hâlinde namaza duran mü’minler ise, kendilerinde mânevî bir kuvvet bulur ve bu hâlleriyle düşmanlarının kalplerine korku salarlar.
Mevlânâ -kuddise sirruh- şöyle buyurur:
“İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”
Bir Avrupalı elçi, Macaristan ovalarında cuma molası veren Osmanlı ordusunun, huşû ile cuma namazı kılışını seyredince, hayretler içinde kalmış ve şöyle demekten kendini alamamıştır:
“Muntazam saflar hâlinde dizilen 50 bin kişi, imamın bir nidâsı ile el bağlıyor ve durup tek bir vücût hâline geliyor. Sonra yine tek bir nidâ ile 50 bin kişi birden Allâh’ın huzûrunda secdeye kapanıyor. Böyle muazzam bir kitle karşısında perişan hristiyan orduları nasıl tutunabilir?”[200]
Cenâb-ı Hak:
“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (es-Saff, 4) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz’in beyânına göre, mü’minlerin, Allâh’ın ipine sımsıkı sarılıp birbirlerinden ayrılmaması, Cenâb-ı Hakk’ı râzı eder.[201] Yine bir kişinin müslüman cemaatine bağlı kalması, onun temiz bir kalp taşıdığını ve kötü düşüncelerden korunduğunu gösterir.[202]
Peygamber Efendimiz, İslâm cemaatinden koparak, toplumdan ayrı bir hayat yaşayıp tek başına ölmeyi, “Müslümanca bir hayat yaşamadan başıboş vakit geçirip ölen câhiliye devri insanı”nın durumuna benzetmiştir. (Müslim, İmâre, 53, 54; Ahmed, II, 306, 488)
Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde bulunmaz, birbirlerine sımsıkı kenetlenmezlerse, Allâh’ın sevgisinden mahrum kaldıkları gibi, güçlerini ve kuvvetlerini de kaybeder, ayakta duramaz ve yıkılır giderler. Nitekim bunun pek çok misâli mevcuttur.
Kısacası, hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:
“Cemaat rahmet, ayrılık azaptır.” (Ahmed, IV, 278, 375; Heysemî, V, 217)
 
Üst