NuruAhsen
Sonsuz Temâþâ
Bediüzzaman ve Gaybî Sırlar Gaybî sırlara mazhariyette herkes aynı derecede değildir. Bazı insanlar, bir gayb âleminin varlığından bile haberdar değilken, bazıları da, gayb âlemine bir derece aşina olurlar.
İnsan kalbi çok hassas bir alıcıdır. Hem telsiz, hem faks, hem televizyon, hem radar görevlerini yapabilen bir alet düşünelim. Kullanmasını bilen biri, böyle bir aletten ne kadar çok istifade eder. Bilmeyen ise, onu bir metal yığını olarak görür.
İşte, insanın kalbi böyle bir aletten çok daha hassas bir alıcıdır. Kalbini zikirle, tefekkürle şeffaflaştıran zatlar, pek çok gaybî sırlara mazhar olabilirler. Bediüzzaman'ın, böyle sırlara mazhar bir kişi olduğu, eserlerinden anlaşılmaktadır.
Hassas cihazlar iyi bir bakım ve itina istediği gibi, böyle zâtların da kalbî hayatlarına çok itina göstermeleri gerekir.
Kur'an'ın sırlarına mazhariyette hassas bir alıcı olan Bediüzzaman, talebeleriyle ve İslâm âlemiyle ilgili olayları hissetme hususunda da, son derece duyarlıdır. Mesela, mektuplarından birinde "Hulusî'nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin, Risale-i Nur'un şakirtlerine inayet ve rahmet nezâret ve himayet ederler." der. (1)
Hulusi Bey, Bediüzzaman'ın talebelerindendir. Orduda subay olarak görev yapmaktadır. 1938'de Dersim İsyanı sebebiyle, isyan bölgesine gideceği sırada, tedirgin bir vaziyette iken, Bediüzzaman'ın bu mektubu eline geçer, rahatlar. (2)
Bir gün Barla'da, birkaç talebesiyle evine dönerken, birden sebepsiz; "Benden ne istiyorsunuz?" diye ehl-i dünyaya bağırmaya başlar. Eve geldiklerinde durum anlaşılır. Yedi-sekiz polis, evde kendisini beklemektedir. (3)
Kastamonu'da sürgünde iken, İsparta'daki talebelerine yapılan taarruzu hisseder. Haberleşme imkânı olmadığı halde, yanındaki Emin ve Feyzî isimli talebelerine der: "Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat ediniz, bir halt edemezler." (4)
“Alem-i İslam'a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum” sözü, O'nun bu yönünü açıkça göstermektedir. (5) Yanında kalan talebelerinin de belirttiği gibi, Bediüzzaman'ın bedenî bir rahatsızlığı olmamakla beraber, Müslümanlar aleyhinde durumlar olduğunda rahatsız olup yatağa düşmektedir. Diğer gün, olay gazetelerde yer aldığında, işin iç yüzü anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "Şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in'ikasât vardır." (6) Yani, kişinin şuuru ve iradesi dışında çok yansımalar olur. Mesela, sizinle ruhî münasebeti kuvvetli birisinin hastalığı, daha siz onun hastalığını bilmeden az- çok size de yansır. Sizi ilgilendiren sevindirici bir gelişme, daha haber size gelmeden sizi neşelendirir.
İşte, "Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir." diyen Bediüzzaman, bütün İslâm milleti için çalıştığından, onların dertleri ile dertlenmiş, neş'esiyle sevinmiştir. (7) Özellikle, başında bulunduğu iman hizmetindeki yakın mesaî arkadaşları ve sadık talebelerinin hizmete taalluk eden hallerini, pek çok kereler kalbinde yansımış olarak bulmuştur.
Bediüzzaman'ın, gaybın geleceğe yönelik kısmıyla ilgili dikkat çekici ifadeleri vardır. Bunlardan bir kısmının geleceğe yönelik haber olduğu açıkça bellidir. Birazdan örnekleri gelecektir. Bir kısmı ise, ilk bakışta gaybî haber niteliği taşımaz. Fakat zamanın akış seyri içinde, ondaki gaybî mana ortaya çıkar. Mesela, Bediüzzaman güneş sisteminden bahsederken "küremizle beraber on iki seyyare" (gezegen) ifadesini kullanır. (8) O yıllarda yedi gezegen bilinmektedir. Daha sonra bu sayı dokuza çıkmıştır. 1970'li yıllarda onuncu gezegen bulundu. Daha sonra on birinci gezegenin yörüngesi keşfedildi. Sistemin tamam olabilmesi için, on ikinci gezegenin de olması gerektiği sahanın uzmanlarınca belirtilmektedir.
Bediüzzaman, Urfa ilimizden bahsederken, "Urfa taşıyla toprağıyla mübarektir." der. (9) Bu ifadede ilk bakışta gaybî bir haber yoktur. Fakat GAP projesi neticesinde, bu ilimizin toprakları muazzam bir berekete kavuşmuştur.
Bediüzzaman'ın, 1939'da meydana gelen Erzincan depremiyle alakalı olarak değerlendirmeler yaparken, "Ramazan-ı Şerîfin teravih vaktinde..." ifadesi, 1992 depreminde anlaşılmıştır. (10) Çünkü, 1939'daki deprem Ramazan'da ve teravih vaktinde değildir. 1992 depremi ise, Ramazan'ın teravih vaktine tevafuk etmiştir.
Sözler isimli eserinde, Bediüzzaman'ın bir temsil içinde yer alan şu ifadeleri, aya çıkılacağından ve ayın durumundan haber vermektedir: "Şimdi sen dahi ey katre içine giren hakîm feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünüyle, felsefenin merdiveniyle ta Kamer'e (aya) kadar terakki ettin. Kamere girdin. Bak, kamer kendi zatında kesafetli, zulümatlıdır. Ne ziyası var, ne hayatı. Senin sa'yin beyhude, ilmin faidesiz gitti..." (11)
Bir de, Bediüzzaman'ın eserlerinde yer almayıp da, şifahen söylediği şeylerin zamanla çıkması olayı vardır. Meselâ, 1943 Eylül'ünde Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, makam odasında Bediüzzaman'ın sarığına ilişmek ister. Bediüzzaman "Başından bul Nevzat!" diye beddua eder. 9 Temmuz 1946'da, Vali Tandoğan başına kurşun sıkarak intihar eder. (12)
Bu türden olaylar çoktur. Biz bu çalışmada, kitâbî olanları tesbitle iktifa edeceğiz. Şimdi konunun örneklerine geçebiliriz:
İnsan kalbi çok hassas bir alıcıdır. Hem telsiz, hem faks, hem televizyon, hem radar görevlerini yapabilen bir alet düşünelim. Kullanmasını bilen biri, böyle bir aletten ne kadar çok istifade eder. Bilmeyen ise, onu bir metal yığını olarak görür.
İşte, insanın kalbi böyle bir aletten çok daha hassas bir alıcıdır. Kalbini zikirle, tefekkürle şeffaflaştıran zatlar, pek çok gaybî sırlara mazhar olabilirler. Bediüzzaman'ın, böyle sırlara mazhar bir kişi olduğu, eserlerinden anlaşılmaktadır.
Hassas cihazlar iyi bir bakım ve itina istediği gibi, böyle zâtların da kalbî hayatlarına çok itina göstermeleri gerekir.
Kur'an'ın sırlarına mazhariyette hassas bir alıcı olan Bediüzzaman, talebeleriyle ve İslâm âlemiyle ilgili olayları hissetme hususunda da, son derece duyarlıdır. Mesela, mektuplarından birinde "Hulusî'nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin, Risale-i Nur'un şakirtlerine inayet ve rahmet nezâret ve himayet ederler." der. (1)
Hulusi Bey, Bediüzzaman'ın talebelerindendir. Orduda subay olarak görev yapmaktadır. 1938'de Dersim İsyanı sebebiyle, isyan bölgesine gideceği sırada, tedirgin bir vaziyette iken, Bediüzzaman'ın bu mektubu eline geçer, rahatlar. (2)
Bir gün Barla'da, birkaç talebesiyle evine dönerken, birden sebepsiz; "Benden ne istiyorsunuz?" diye ehl-i dünyaya bağırmaya başlar. Eve geldiklerinde durum anlaşılır. Yedi-sekiz polis, evde kendisini beklemektedir. (3)
Kastamonu'da sürgünde iken, İsparta'daki talebelerine yapılan taarruzu hisseder. Haberleşme imkânı olmadığı halde, yanındaki Emin ve Feyzî isimli talebelerine der: "Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat ediniz, bir halt edemezler." (4)
“Alem-i İslam'a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum” sözü, O'nun bu yönünü açıkça göstermektedir. (5) Yanında kalan talebelerinin de belirttiği gibi, Bediüzzaman'ın bedenî bir rahatsızlığı olmamakla beraber, Müslümanlar aleyhinde durumlar olduğunda rahatsız olup yatağa düşmektedir. Diğer gün, olay gazetelerde yer aldığında, işin iç yüzü anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "Şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in'ikasât vardır." (6) Yani, kişinin şuuru ve iradesi dışında çok yansımalar olur. Mesela, sizinle ruhî münasebeti kuvvetli birisinin hastalığı, daha siz onun hastalığını bilmeden az- çok size de yansır. Sizi ilgilendiren sevindirici bir gelişme, daha haber size gelmeden sizi neşelendirir.
İşte, "Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir." diyen Bediüzzaman, bütün İslâm milleti için çalıştığından, onların dertleri ile dertlenmiş, neş'esiyle sevinmiştir. (7) Özellikle, başında bulunduğu iman hizmetindeki yakın mesaî arkadaşları ve sadık talebelerinin hizmete taalluk eden hallerini, pek çok kereler kalbinde yansımış olarak bulmuştur.
Bediüzzaman'ın, gaybın geleceğe yönelik kısmıyla ilgili dikkat çekici ifadeleri vardır. Bunlardan bir kısmının geleceğe yönelik haber olduğu açıkça bellidir. Birazdan örnekleri gelecektir. Bir kısmı ise, ilk bakışta gaybî haber niteliği taşımaz. Fakat zamanın akış seyri içinde, ondaki gaybî mana ortaya çıkar. Mesela, Bediüzzaman güneş sisteminden bahsederken "küremizle beraber on iki seyyare" (gezegen) ifadesini kullanır. (8) O yıllarda yedi gezegen bilinmektedir. Daha sonra bu sayı dokuza çıkmıştır. 1970'li yıllarda onuncu gezegen bulundu. Daha sonra on birinci gezegenin yörüngesi keşfedildi. Sistemin tamam olabilmesi için, on ikinci gezegenin de olması gerektiği sahanın uzmanlarınca belirtilmektedir.
Bediüzzaman, Urfa ilimizden bahsederken, "Urfa taşıyla toprağıyla mübarektir." der. (9) Bu ifadede ilk bakışta gaybî bir haber yoktur. Fakat GAP projesi neticesinde, bu ilimizin toprakları muazzam bir berekete kavuşmuştur.
Bediüzzaman'ın, 1939'da meydana gelen Erzincan depremiyle alakalı olarak değerlendirmeler yaparken, "Ramazan-ı Şerîfin teravih vaktinde..." ifadesi, 1992 depreminde anlaşılmıştır. (10) Çünkü, 1939'daki deprem Ramazan'da ve teravih vaktinde değildir. 1992 depremi ise, Ramazan'ın teravih vaktine tevafuk etmiştir.
Sözler isimli eserinde, Bediüzzaman'ın bir temsil içinde yer alan şu ifadeleri, aya çıkılacağından ve ayın durumundan haber vermektedir: "Şimdi sen dahi ey katre içine giren hakîm feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünüyle, felsefenin merdiveniyle ta Kamer'e (aya) kadar terakki ettin. Kamere girdin. Bak, kamer kendi zatında kesafetli, zulümatlıdır. Ne ziyası var, ne hayatı. Senin sa'yin beyhude, ilmin faidesiz gitti..." (11)
Bir de, Bediüzzaman'ın eserlerinde yer almayıp da, şifahen söylediği şeylerin zamanla çıkması olayı vardır. Meselâ, 1943 Eylül'ünde Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, makam odasında Bediüzzaman'ın sarığına ilişmek ister. Bediüzzaman "Başından bul Nevzat!" diye beddua eder. 9 Temmuz 1946'da, Vali Tandoğan başına kurşun sıkarak intihar eder. (12)
Bu türden olaylar çoktur. Biz bu çalışmada, kitâbî olanları tesbitle iktifa edeceğiz. Şimdi konunun örneklerine geçebiliriz: