ashabulyemin
Member
Geçan yüzyılımızın önemli alimlerinden Mahmud Sami Ramazanoğlu[ksa]hz.ne ait konuları bu konuya ekleriz inşaAllah.
Allah Dostları Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.S)
Mahmud Sami Ramazanoğlu, nüfus kayıtlarına göre 1892 yılında Adana'da dünyaya geldi. Aile,tarihte Ramazanoğulları diye bilinen soydandır. Babası Mücteba Bey, annesi ise Ümmügülsüm Hanımdır. Sami Efendi’nin büyük dedelerinden Abdülhâdi Bey’in tespit ettiği şecereye göre, Ramazanoğullarının, aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden olduğu ve Nureddin Şehid yoluyla sahabeden Halid bin Velid nesline dayandığı anlaşılmaktadır.
Doğumuna ilişkin şöyle bir menkıbe anlatılır: Mahmud Sami henüz dünyaya gelmeden bir gün, Hızır aleyhisselam, kapılarına gelerek hizmetçi kadın vasıtası ile annesini çağırır. Her ne kadar anne; "Kızım ne isterlerse kendilerine ver." tenbihinde bulundular ise de, ziyaretçi; "Hayır, muhakkak kendisi ile görüşmem lazım." diyerek ısrar edince, annesi mecburen, kapının arkasına gizlenir ve geleni dinlemeye başlar:
- Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak. Uzun müddet İslâmiyete hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helale dikkatli ol. Çocuğun ismini de Mahmud Sami koy.
Bu müjdeyi işiten anne şaşkınlık ve sevinç içindedir. Ziyaretçi, teberrüken anneden bir gömlek ister. Anne gömleği getirinceye kadar gelen misafir gitmiştir.
İlk, orta ve lise tahsilini Adana'da tamamlayan Sami Efendi, yüksek tahsil için İstanbul'a geldi. Darûl-Fünûn Hukuk Mektebi’ne girdi. Hukuk fakültesini birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini yedek subay olarak yine İstanbul'da yaptı. Hukuk fakültesinden diplomasını alıp giderken karşısına ihtiyar, Ali Baba isminde bir zat çıkarak selam vermiş ve kendisine sormuş:
- Evladım nereye gidiyorsun?
- Efendim, Hukuk fakültesini bitirdim, diplomamı aldım, evime gidiyorum, demiş.
Ali Baba da:
- Oğlum, mademki dünya tahsilini bitirip diplomayı almışsın, gel seni bir yere götüreyim, bir de ahiret diploması al, buyurmuşlar. Yolları doğruca Cağaloğlu’nda bulunan Gümüşhaneli dergâhına çıkmıştır.
Zahir ilimlerini devrin ulemasından ve müderrislerinden tamamlayan Sami Efendi için sıra manevî ilimlere ve batın imarına gelmişti. Fıtrat-ı necîbesinin aşırı meyli sebebiyle tasavvuf yoluna derhal sülûk etti. Devrin meşhur Nakşi tekkesi Gümüşhaneli dergâhında bir müddet erbaîn ve riyâzâtla meşgul olduktan sonra arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad Efendi’nin babası Rüşdü Efendi’nin delâletiyle Kelâmî dergâhı şeyhi ve meclis-i meşayıh reisi Erbilli Es'ad Efendi’ye intisap etti. Kısa zamanda yüksek mertebelere erip seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra hilafetle irşada mezun oldu.
Es’ad Erbili'nin halifelerinden Ali Yekta Efendi hakkında şöyle demiştir: "Kelâmî dergâhının en feyizli günlerinde oraya devam eden pek çok ulema ve fuzela vardı. Fakat Sami Efendi o zaman pek genç olmasına rağmen bugünkü gibi kâmil ve hal sahibi idi."
Kelâmî dergâhında kalanlardan birisi Sami Efendi’yi şöyle anlatmaktadır: "Mahmud Sami Hazretleri geceleri hiç yatmazdı. Bizler yatar uyur idik. O, kıbleye karşı oturur, üzerine bir örtü örter, örtünün altında Huzur’la meşgul olurdu. Her sabah şeyhinin huzuruna boy abdesti alır öyle çıkardı."
Yine, aynı dergâhta kalmış olan Karaman müftüsü Damburacızade Hacı Mustafa Efendi şu hadiseyi anlatmıştır: Dergâhın temizliğini bir gün de ben yapayım diye gece erken kalkmıştım. Baktım ki dergâh temizlenmiş. Ertesi günü daha erken kalktım, yine temizlenmiş. Ertesi günü yine biraz daha erken kalktım, yine temizlenmiş. ALLAH ALLAH, diyerek hayretler içinde kaldım. Artık bu gece yatmayayım da, bu dergâhı kim temizliyor, göreyim diye oturdum.
Bir ara oturduğum yerde dalmış kalmışım. Birden bire uyandım. Kendime geldim. Ne göreyim!? Sami Efendi yine dergâhı süpürmüş, tam çöpü atacakmış, hemen kalktım koştum:
- Vay mübarek, bu işi sen mi yapıyordun? Müsaade buyurun, çöpü de ben atayım, dedim.
- Siz zahmet buyurmayın efendim, ben atarım, dedi.
Ben de:
- Hayır, siz müsaade buyurun, derken Üstadımız Es’ad Efendi Hazretleri odasından çıkarak:
- Durun, durun beraber atalım. Melekler sizin şu halinize hayran oldular, diyerek yanımıza geldiler. Üçümüz o çöpü beraberce çöp kutusuna döktük.
İcazetnamesi ve irşadı
Şeyhi Es’ad Erbilî Hazretlerinin yanında tasavvuf terbiyesini tamamlayan Sami Efendi, mürşidinin 134 numaralı mektubu ile "tarikat-ı âliyye-i Nakşibendiyye’de ihvan-ı dine ta’lim-i ayin-i tarikata mezun edilmiştir."
Sami Efendi’yi irşada mezun eden Es’ad Efendi aynı icazetnamede, ihvana da bir nasihatta bulunur.
"Ne ticaretin ne de alışverişin ALLAH’ın zikrinden alıkoyamadığı kimseler vardır. (Nur, 37) ayet-i celilesinin ahkâmına vakıf olan ihvan-ı kirama arz edebilirim ki, tasfiye-i bâtın ve tezkiye-i nefse talip olanlar ve doğrusu silsile-i celile-i Nakşibendiyye’den ahz-ı füyûzâta ragıp bulunanlar, mümaileyhin musahabesine devam ve beyan eyleyeceği adabın riayetine ihtimam sayesinde nail-i meram olacakları şüphesizdir."
Mahmud Sami Efendi Hazretleri tekkelerin kapatılmasından sonra memleketi Adana'da bir yandan Cami-i Kebir'de vaaz ve hususi sohbetleriyle irşad hizmetini yürütürken, diğer yandan da maişetini temin için bir kereste ticarethanesinin muhasebesini tutuyordu. O, babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve "Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir." Hadîs-i Şerîfi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir.
Adana’daki hizmetleri esnasında yaşanılan bir hadiseyi kardeşi Ferid Bey şöyle anlatmaktadır: "Ağabeyim Adana camilerinde vaazlarına devam ederlerken, ölü kalpler diriliyor, cemaatten mahrum camiler insanla dolup taşıyordu. Genç, ihtiyar, memur, esnaf, ayyaş, fasık ve facir insanlar dersine koşuyor, nefislerini düzelterek sırat-ı müstakimi buluyordu.
Artık kahvehaneler, sinemalar, meyhaneler boşalmış, buralara itibar azalmıştı. Adana’da yepyeni bir hayat nizamı başlamıştı. Bir taraftan böyle İslâm nizamına koşanlar çoğaldıkça diğer taraftan da kalbi mühürlenmiş, basireti kapanmış kimseler hased ve kinlerinden Sami Efendi’yi çekemeyerek aleyhinde gösteriye başladılar.
Bir gün meyhanecinin biri içmiş içmiş, Sami Efendi’yi öldürmek kasdı ile onun her zaman geçtiği bir yere gizlenmiş. Kamasını eline alıp beklerken Sami Efendi oradan geçer. Tam üzerine hücum edeceği an, Sami Efendi:
- Esselamü aleyküm, der.
Ayyaş adamın bu selam karşısında dizinin bağı çözülür, donup kalır, kaması da elinden düşer, böylece emeline ulaşamaz."
Adana'da uzun yıllar müştak gönüllere aşk-ı İlahî şerbeti sunarak hizmet etti. Yazlarını Adana'nın Namrun ve Kızıldağ yaylası ile bazen de Kayseri'nin Talas'ında geçirirdi. Hac yolunun açıldığı 1946 yılında ilk defa hacca gitti. 1951 yılında İstanbul'a geldi. İki yıl kadar İstanbul'da kaldıktan sonra 1953 yılında tekrar hacca gitti, dönüşte de arkadaşı Konyalı Saraç Mehmed Efendi ile Şam'a geldi ve oraya yerleşti. Bilahare ailesi, damadı ile birlikte yanına, Şam’a gitti. Ancak bu Şam hicreti dokuz ay kadar sürdü. Dokuz ay sonra tekrar İstanbul'a geldi. İstanbul'a bu gelişlerinde önce Bayezid-Laleli'ye sonra da Erenköy'üne yerleşti. Şam’dan İstanbul'a bu gelişlerinde hanımına: "İstanbul'a tekrar geldik. Gönlümüz Medine'de atıyor. Ahir ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz." buyurmuşlardır. Sami Efendi’nin bu arzusu, duası kabul olmuş, ahir ömrünü Medine’de geçirmiştir.
Helale çok dikkatli idiler
Mahmud Sami Efendi 1953 senesinde, İstanbul'u teşrif ettiklerinde, Tahtakale semtinde kendisini sevenlerden bir müessese sahibi, kendilerine defterlerinin muhasebeciliğini yapması için rica ediyorlar.
Muhterem Sami Efendi hemen kabul etmemiş, evvela defterlerini tetkik etmişlerdir. Alış verişleri nasıl? Meşru mu, yoksa karışık mı? Faizle alakası var mı? İhtikarı ve bazı yolsuz hareketleri var mı? Bu hususları iyice tetkik ve tespit ettikten sonra, müessese sahibini yapılması gerekenleri, yerine getirmesi için ikaz etmişlerdir. Tam arzuları, istekleri tahakkuk ettikten sonra, muhasebecilik vazifesini kabul etmişlerdir.
Kendilerinden nasihat ve öğüt almak için ziyaretlerine gelenlere ilk işleri, helal haram hususuna dikkatli olup olmadıklarını ve mesleklerini sormak olurdu, daha sonra başka bilgiler alırlardı. Bu bilgileri aldıktan sonra, muhataplarına gerekli nasihatları yaparlardı.
İstanbul'da bulunduğu yıllarda Erenköy Zihnipaşa Camii’ndeki vaazları ve hususî sohbetleriyle irşad hizmetini yürütmüştür. Maişetini Tahtakale’deki ticarethanenin muhasebeciliği ile temin eden Sami Efendi’nin, Zihnipaşa Camii’ndeki bu vaaz, irşad ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnaf, işçi, memur, tüccar ve fabrikatör binlerce insan istifade ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir. İhvanını manevî himaye kanatları altında toplayarak onları cemiyetin her türlü kötü cereyanından korumaya çalışmıştır.
Ömrünün son yıllarında şöhretinin artması ve dışarıda kendisine iltifatın nazar-ı dikkati celbedecek seviyeye ulaşması sebebiyle köşesine çekildi. İhvanı ile gerek devlethanesinde ve gerekse Ramazan'da hatimle kılınan teravih namazlarında görüşüyordu.
Son yılları
1976 yılının sonbaharıdır. Musa Efendi, Erenköy’ündeki devlethanelerinde üstadını ziyaret eder. Güler bir yüz ile Musa Efendi’yi huzurlarına kabul eder. Odada başka kimse de yoktur. Sami Efendi, aralarında kalması şartıyla bir müjde verir: "Medine-i Münevvere’ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartıyla. Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın." buyururlar.
Aradan altı geçtikten sonra Sami Efendi bu arzusunu hanımı Rabia Hanımefendi’ye açar ve hane halkına duyurur. Bu hicret haberini duyanlar, İstanbul ve Anadolu’daki sevenler için için üzülürler, yanıp yıkılırlar. Sami Efendi, Resulullah’a kavuşacaktır ama buradakiler ondan ayrı kalacaktır. 1979 yılında gönlündeki muhabbet-i Resûlullah onu Medine’ye hicret ettirir. Nitekim 1957 senesinde yakınları, kendilerine Eyüp Sultan'dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde:
- Herkesi arzusuna bıraksalar biz Cennetü'l-Baki'yi arzu ederiz, buyurmuşlardır.
Cenab-ı Hak sevdiği kulunun arzusunu kabul buyurdu. Nitekim İstanbul'da bulunduğu yıllarda mübtela oldukları amansız hastalık, orada da yakasını bırakmadı. Rahatsızlıkları günden güne arttı. Tıbbî müdahaleler sonuç vermiyor, zaten nazik hafif olan bedenleri adeta eriyordu. Tansiyonları sık sık yükseliyordu. Bu ağrı ve ıztıraplara rağmen bir defa olsun, en acılı, ağrılı zamanlarında bile o, hiçbir şikayette bulunmamış, yüzünden tebessümü eksik olmamıştır. Vefatı, 10 Cemaziyelevvel 1404 /12 Şubat 1984 Pazar günü saat: 4.30'da ALLAH ALLAH zikri ile vaki olmuş ve Cennetü'l-Baki'de Hazret-i Osman’ın ve Said El-Hudri Hazretlerinin yakınlarındaki mukaddes toprağa defnolunmuştur.
Vefatına şu ifadelerle tarih düşüldü:
“Kutb-i vâsılîn ü gavs-ı şuyûh-ı ızâmı
Nûr-i Hüdâ mürşid-i merdüm-ı ihtirâmi
Belde-i Tahire'de tevhidle deyüp ALLAH
Vasl-ı cinan eyledi Şeyh Mahmûd Sâmi” (1404 H.)
Hilye ve şemaili
Sami Efendi uzuna yakın orta boylu, naif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, çukurca ela gözlü, hilal kaşlıydı. Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kâbil olmazdı. Etrafa ziyalar saçan gözlerinin isabet ettiği vücud, tir tir titrerdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını ya tamamen kestirir veya kulak memesine kadar uzatırdı. Bedenleri zayıf ve naif olmasına rağmen mütenasip vücudlu idi. Gül yüzünü görenler meftun olur, yanından ayrılmak istemezdi. Yüzleri mütebessim olmasına rağmen içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Orta boylu olmasına rağmen yakınında bulunanlardan uzun ve heybetli görünürlerdi. Yürürken sağı takip eder, suhuletle ağır ağır yürürler, fakat çok yol kat ederlerdi.
Ahlâken gayet halim selim, mutevazı, yumuşak huylu melek sıfatlı idi. Üstadı Es’ad Erbilî Hazretleri onun hakkında: "Bütün evliyaullahın hasretle gıpta ettiği mahviyyet hali evladımız Sami Efendi’de mevcuttur." buyurmuşlardır.
Sami Efendi’nin ahlâkı, adabı kısacası her hali, büyük devlet adamı, tarihçi Ahmed Cevdet Paşa’nın, Kısâs-ı Enbiya’sındaki fahr-i kainat Efendimizin hilye-i saadetlerine; şair, kemal ehli Mustafa Asım Köksal Beyefendi’nin İslâm Tarihi’ndeki Resulullah Efendimizin şemail-i şeriflerine tamamen uygundu.
Sohbet adabı
Pek az yerler, pek az uyurlar, daima sükutu ihtiyar ederlerdi. Seher vaktini ihya etmek en büyük zevkleriydi. Sohbet mevzularını ayet-i kerime, ehadis-i şerife, Peygamber Efendimizin ve diğer enbiya-ı izam, ashab-ı kiram ve evliya hazeratının ahlâkları, gazaları, ALLAH yolunda fedakârlıkları, sabır ve tahammülleri, tavır ve hareketleri ile nasihatları teşkil ederdi. Kalp mevzuunda ısrarla dururlar, kalbin nazargâh-ı İlahî olduğundan bahsederek, Kabe’nin banisi İbrahim aleyhisselam fakat kalbin banisi Cenab-ı Hakk olduğuna işaret ederlerdi.
Sami Efendi sohbete çok önem gösterir, müridin manevî âlemde yetişmesi, kemal bulması için sohbete ihtiyaç olduğunu beyan ederlerdi. Bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardır: "Diğer tarikatlarda riyazat vardır, erbain vardır. Kırk gün çilehaneye koyarlar, ölmeyecek kadar yerler, zikir, fikirle meşgul olurlar. Kimse ile görüşmezler ancak şeyhleri ile görüşürler. Kırkıncı gün çilehaneden çıktıkları zaman benizleri liman sarısı gibi olur. Bizim yolumuzda riyazat yoktur, ne yersen ye. Erbain yoktur ancak az yemek, az uyumak, az konuşmakla beraber sohbetle terakki vardır. Şah-ı Nakşıbend ve Mevlâna Halid Efendilerimizin düsturları sohbetle terakki idi."
Sohbetlerinde Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin Fethu’r-Rabbanî, Fütûhu’l-Gayb; İmam Gazalî Hazretleri’nin İhyaü’l-Ulûm ve Mükâşefetü’l-Kulûb; Ahmed er-Rüfaî Hazretleri’nin Haletü Ehli-l-Hakikat; İmam Şaranî Hazretleri’nin Tenbihü’l-Muğterrin; İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri’nin Rûhü’l-Beyan tefsiri gibi eserlerden okuturlardı.
Sevdiklerine, evlatlarına daima dürüst, müstakim olmalarını tavsiye ederler, istikamet ve ihlasın her mü’min üzerinde farz-ı daima olduğunu tekrarlardı. Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseden ve insana nefsinin tehlikesinden korunabilmesi için şunları tavsiye buyururlardı: Açlık ve az yemek, oruca devam; Az uyumak ve teheccüde devam; Huşû ile ibadet, manasını düşünerek Kur'an okumak; Zikr-i daim içinde bulunmak; Salih ve sadıklarla beraber olmak...
Sohbetlerinde sık sık "O gün kalb-i selimden başka ne evlad, ne mal hiçbir şey fayda vermez."(Şuara, 88-89) ayetini okuyarak kalb-i selimi izah ederlerdi. Onun tefsirine göre kalb-i selim ne incinen ne de inciten kalpti. "İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir. Ama incinmemek elde değildir" derlerdi. Sami Efendi, Bursa’yı çok sever: "Bursa salihler ve salihalar diyarıdır” derlerdi.
Abdurrahman Gürses Hocaefendi’ye müjdeleri
Beyazıt camii imamı Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi kansere tutulmuştu. Doktor Necmeddin Beyin arkadaşı baştabibin hastanesine ameliyat olmak üzere yatar. Baştabip ameliyatta bakmış ki, hastalık müzmin açtığı yeri geri hemen dikmiş, Hafız Efendi de komaya girmiş. Durumu haber alan doktor Necmeddin Bey, Sami Efendi’yi de haberdar eder. Sami Efendi, "Hemen ziyaretine gidelim." buyururlar.
Üç kişi hastaneye ulaşır, odayı bulurlar. Kapıda "kimse giremez" diye yazı asılıdır. Doktor Necmeddin Bey arkadaşı da olan baştabipten kısa bir görüşme için "müsaade" ister.
Baştabip; “Necmeddin Efendi, hastanın yarım saatlik ömrü var. Yarım saat sonra ölecek. Hem de komada, geleni gideni bilmez” diye açıklama yapar. Kısa bir görüşme için de "buyur" eder.
İçeri girerler, hakikaten komadadır. Gözleri kapalı, bir nefes alıp vermektedir. Sami Efendi hastanın yanına yaklaşıp sağ kulağına şifa ayetlerini okur. Hasta o anda gözlerini açar fakat yine komaya girer. Sami Efendi bu kez sol kulağına eğilip: “Daha çok Kur’an okuyacaksın, daha çok Kur’an okuyacaksın” buyururlar.
Necmeddin Bey ve arkadaşı şaşkınlık içindedir. Çünkü, "yarım saatlik ömrü kaldığını" az önce baştabip söylemiştir. Fakat Sami Efendi de "Daha çok Kur’an okuyacaksın" buyurarak, Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi’nin daha çok yaşayacağını söylemiştir.
Onların ziyaretinden sonra hasta ayıkmış, taburcu olmuş, sonra da sıhhatine kavuşmuştur. Ve nice seneler Kur’an okuyarak ümmete hizmet etmiştir. Baştabip de şaşkınlığını gizleyemez; "Benim bu işe aklım ermedi. Bizim tıp burada iflas etti" der.
Sevenlerinin dilinden
Gönenli Mehmed Efendi: "Sami Efendi bu ümmetin en büyüğü idi. Başka ne söylense boştur."; Mahir İz ise: "O Hazret-i Sami’dir. Biz devr-i padişahîden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik." demiştir.
Bekir Hâki Efendi, Sami Efendi’yi bir ziyaretinde, sohbet meclisinde bulunan zengin kimselerin edeble diz üstü saatlerce oturması karşısında şöyle demiştir: "Bu zenginleri saatlerce diz üstü sessizce oturtmak, Boğaz’dan gelen bir gemiyi Sarayburnu’nda bağlamaktan daha zordur. Bunu biz yapamayız. Bunu ancak Sami Efendi yapabilir."
Muhammed Harranî, Şam’da 1965 senesinde hacca giden bir topluluğa şunları söyler: "Siz Mahmud Sami Efendiyi bilirsiniz. Ben arzı tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstad gibi Muhammediyyü’l meşreb bir veli kimseyi göremiyorum. Bu zat asırlar içinde ender görülen bir yüce zattır. Kadir ve kıymetini biliniz."
Muhammed Haccar, Halepli, alim, zahid, maneviyat ehli idi. Üç oğlunu birden şehid etmişlerdi. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Musa Efendi ile her görüştüklerinde şu sözü tekrar ederlermiş: "O kadar manevî meclislerde bulundum. Mahmud Sami Efendi Halep'e uğradıklarında hatm-i Hace yaptırmıştı. Ben de bulunmuştum. Bir daha o kadar tesirli ve huşulu bir toplantı göremedim."
Sami Efendi’den sonra irşad
Sami Efendi’nin vefatından sonra irşad vazifesini merhum Musa Topbaş Efendi (ölümü: 16 Temmuz 1999, Cuma) devam ettirmiştir. Tanzim edilen silsile-i şerifin Es’ad Efendi’den başlayan, Sami Efendi’yi ve sonra Musa Efendi’yi halkaya dahil eden kısmı şöyledir:
“Eyleriz arz-ı dehâlet dergeh-i sâdâta biz / Es'ad’ı ihvân-ı dîne mağfiret kıl ey Hudâ // Sami dostun hürmetine ey Cenâb-ı Kibriyâ / Cümle ihvânı cemâlinle cinânda kıl bekâ // Feyz-i carî Hazret-i Musa ki, ol sahib vefâ / Pek sahî hayrü'l-halef Osman Nuri’yi pür hayâ.”
Mahmud Sami Efendi’nin Erkam yayınları tarafından basılan eserleri şunlardır: Hz. İbrahim; Hz. Yusuf; Yunus ve Hud Sureleri Tefsiri; Bedir Gazvesi ve Enfal Suresi Tefsiri; Uhud Gazvesi; Tebük Seferi; Hz. Ebubekir; Hz. Ömer; Hz. Osman; Hz. Ali; Hz. Halid bin Velid; Ashab-ı Kiram(1-2); Musahabe(1-6); Fatiha Suresi Tefsiri; Bakara Suresi Tefsiri; Mükerrem İnsan ile Dualar ve Zikirler.
Kaynaklar
Sultanü’l-rifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu, Sâdık Dânâ, Erkam yayınları, İstanbul, 1991
Arifler Sultanı Mahmud Samii, Osman Karabulut, Şems yayınları, Konya, 1994
ALLAH Dostunun Dünyasından, Musa Topbaş Efendi ile Sohbetler, Erkam yayınları, İstanbul, 1999
Sahabeden Günümüze ALLAH Dostları, Cilt: 10, Şûle yayınları, İstanbul
http://irsadforum.net/forum/mahmud-...dise-siruhu)/mahmud-sami-ramazanoglu-(k-s)-1/
Allah Dostları Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.S)
Mahmud Sami Ramazanoğlu, nüfus kayıtlarına göre 1892 yılında Adana'da dünyaya geldi. Aile,tarihte Ramazanoğulları diye bilinen soydandır. Babası Mücteba Bey, annesi ise Ümmügülsüm Hanımdır. Sami Efendi’nin büyük dedelerinden Abdülhâdi Bey’in tespit ettiği şecereye göre, Ramazanoğullarının, aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden olduğu ve Nureddin Şehid yoluyla sahabeden Halid bin Velid nesline dayandığı anlaşılmaktadır.
Doğumuna ilişkin şöyle bir menkıbe anlatılır: Mahmud Sami henüz dünyaya gelmeden bir gün, Hızır aleyhisselam, kapılarına gelerek hizmetçi kadın vasıtası ile annesini çağırır. Her ne kadar anne; "Kızım ne isterlerse kendilerine ver." tenbihinde bulundular ise de, ziyaretçi; "Hayır, muhakkak kendisi ile görüşmem lazım." diyerek ısrar edince, annesi mecburen, kapının arkasına gizlenir ve geleni dinlemeye başlar:
- Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak. Uzun müddet İslâmiyete hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helale dikkatli ol. Çocuğun ismini de Mahmud Sami koy.
Bu müjdeyi işiten anne şaşkınlık ve sevinç içindedir. Ziyaretçi, teberrüken anneden bir gömlek ister. Anne gömleği getirinceye kadar gelen misafir gitmiştir.
İlk, orta ve lise tahsilini Adana'da tamamlayan Sami Efendi, yüksek tahsil için İstanbul'a geldi. Darûl-Fünûn Hukuk Mektebi’ne girdi. Hukuk fakültesini birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini yedek subay olarak yine İstanbul'da yaptı. Hukuk fakültesinden diplomasını alıp giderken karşısına ihtiyar, Ali Baba isminde bir zat çıkarak selam vermiş ve kendisine sormuş:
- Evladım nereye gidiyorsun?
- Efendim, Hukuk fakültesini bitirdim, diplomamı aldım, evime gidiyorum, demiş.
Ali Baba da:
- Oğlum, mademki dünya tahsilini bitirip diplomayı almışsın, gel seni bir yere götüreyim, bir de ahiret diploması al, buyurmuşlar. Yolları doğruca Cağaloğlu’nda bulunan Gümüşhaneli dergâhına çıkmıştır.
Zahir ilimlerini devrin ulemasından ve müderrislerinden tamamlayan Sami Efendi için sıra manevî ilimlere ve batın imarına gelmişti. Fıtrat-ı necîbesinin aşırı meyli sebebiyle tasavvuf yoluna derhal sülûk etti. Devrin meşhur Nakşi tekkesi Gümüşhaneli dergâhında bir müddet erbaîn ve riyâzâtla meşgul olduktan sonra arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad Efendi’nin babası Rüşdü Efendi’nin delâletiyle Kelâmî dergâhı şeyhi ve meclis-i meşayıh reisi Erbilli Es'ad Efendi’ye intisap etti. Kısa zamanda yüksek mertebelere erip seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra hilafetle irşada mezun oldu.
Es’ad Erbili'nin halifelerinden Ali Yekta Efendi hakkında şöyle demiştir: "Kelâmî dergâhının en feyizli günlerinde oraya devam eden pek çok ulema ve fuzela vardı. Fakat Sami Efendi o zaman pek genç olmasına rağmen bugünkü gibi kâmil ve hal sahibi idi."
Kelâmî dergâhında kalanlardan birisi Sami Efendi’yi şöyle anlatmaktadır: "Mahmud Sami Hazretleri geceleri hiç yatmazdı. Bizler yatar uyur idik. O, kıbleye karşı oturur, üzerine bir örtü örter, örtünün altında Huzur’la meşgul olurdu. Her sabah şeyhinin huzuruna boy abdesti alır öyle çıkardı."
Yine, aynı dergâhta kalmış olan Karaman müftüsü Damburacızade Hacı Mustafa Efendi şu hadiseyi anlatmıştır: Dergâhın temizliğini bir gün de ben yapayım diye gece erken kalkmıştım. Baktım ki dergâh temizlenmiş. Ertesi günü daha erken kalktım, yine temizlenmiş. Ertesi günü yine biraz daha erken kalktım, yine temizlenmiş. ALLAH ALLAH, diyerek hayretler içinde kaldım. Artık bu gece yatmayayım da, bu dergâhı kim temizliyor, göreyim diye oturdum.
Bir ara oturduğum yerde dalmış kalmışım. Birden bire uyandım. Kendime geldim. Ne göreyim!? Sami Efendi yine dergâhı süpürmüş, tam çöpü atacakmış, hemen kalktım koştum:
- Vay mübarek, bu işi sen mi yapıyordun? Müsaade buyurun, çöpü de ben atayım, dedim.
- Siz zahmet buyurmayın efendim, ben atarım, dedi.
Ben de:
- Hayır, siz müsaade buyurun, derken Üstadımız Es’ad Efendi Hazretleri odasından çıkarak:
- Durun, durun beraber atalım. Melekler sizin şu halinize hayran oldular, diyerek yanımıza geldiler. Üçümüz o çöpü beraberce çöp kutusuna döktük.
İcazetnamesi ve irşadı
Şeyhi Es’ad Erbilî Hazretlerinin yanında tasavvuf terbiyesini tamamlayan Sami Efendi, mürşidinin 134 numaralı mektubu ile "tarikat-ı âliyye-i Nakşibendiyye’de ihvan-ı dine ta’lim-i ayin-i tarikata mezun edilmiştir."
Sami Efendi’yi irşada mezun eden Es’ad Efendi aynı icazetnamede, ihvana da bir nasihatta bulunur.
"Ne ticaretin ne de alışverişin ALLAH’ın zikrinden alıkoyamadığı kimseler vardır. (Nur, 37) ayet-i celilesinin ahkâmına vakıf olan ihvan-ı kirama arz edebilirim ki, tasfiye-i bâtın ve tezkiye-i nefse talip olanlar ve doğrusu silsile-i celile-i Nakşibendiyye’den ahz-ı füyûzâta ragıp bulunanlar, mümaileyhin musahabesine devam ve beyan eyleyeceği adabın riayetine ihtimam sayesinde nail-i meram olacakları şüphesizdir."
Mahmud Sami Efendi Hazretleri tekkelerin kapatılmasından sonra memleketi Adana'da bir yandan Cami-i Kebir'de vaaz ve hususi sohbetleriyle irşad hizmetini yürütürken, diğer yandan da maişetini temin için bir kereste ticarethanesinin muhasebesini tutuyordu. O, babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve "Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir." Hadîs-i Şerîfi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir.
Adana’daki hizmetleri esnasında yaşanılan bir hadiseyi kardeşi Ferid Bey şöyle anlatmaktadır: "Ağabeyim Adana camilerinde vaazlarına devam ederlerken, ölü kalpler diriliyor, cemaatten mahrum camiler insanla dolup taşıyordu. Genç, ihtiyar, memur, esnaf, ayyaş, fasık ve facir insanlar dersine koşuyor, nefislerini düzelterek sırat-ı müstakimi buluyordu.
Artık kahvehaneler, sinemalar, meyhaneler boşalmış, buralara itibar azalmıştı. Adana’da yepyeni bir hayat nizamı başlamıştı. Bir taraftan böyle İslâm nizamına koşanlar çoğaldıkça diğer taraftan da kalbi mühürlenmiş, basireti kapanmış kimseler hased ve kinlerinden Sami Efendi’yi çekemeyerek aleyhinde gösteriye başladılar.
Bir gün meyhanecinin biri içmiş içmiş, Sami Efendi’yi öldürmek kasdı ile onun her zaman geçtiği bir yere gizlenmiş. Kamasını eline alıp beklerken Sami Efendi oradan geçer. Tam üzerine hücum edeceği an, Sami Efendi:
- Esselamü aleyküm, der.
Ayyaş adamın bu selam karşısında dizinin bağı çözülür, donup kalır, kaması da elinden düşer, böylece emeline ulaşamaz."
Adana'da uzun yıllar müştak gönüllere aşk-ı İlahî şerbeti sunarak hizmet etti. Yazlarını Adana'nın Namrun ve Kızıldağ yaylası ile bazen de Kayseri'nin Talas'ında geçirirdi. Hac yolunun açıldığı 1946 yılında ilk defa hacca gitti. 1951 yılında İstanbul'a geldi. İki yıl kadar İstanbul'da kaldıktan sonra 1953 yılında tekrar hacca gitti, dönüşte de arkadaşı Konyalı Saraç Mehmed Efendi ile Şam'a geldi ve oraya yerleşti. Bilahare ailesi, damadı ile birlikte yanına, Şam’a gitti. Ancak bu Şam hicreti dokuz ay kadar sürdü. Dokuz ay sonra tekrar İstanbul'a geldi. İstanbul'a bu gelişlerinde önce Bayezid-Laleli'ye sonra da Erenköy'üne yerleşti. Şam’dan İstanbul'a bu gelişlerinde hanımına: "İstanbul'a tekrar geldik. Gönlümüz Medine'de atıyor. Ahir ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz." buyurmuşlardır. Sami Efendi’nin bu arzusu, duası kabul olmuş, ahir ömrünü Medine’de geçirmiştir.
Helale çok dikkatli idiler
Mahmud Sami Efendi 1953 senesinde, İstanbul'u teşrif ettiklerinde, Tahtakale semtinde kendisini sevenlerden bir müessese sahibi, kendilerine defterlerinin muhasebeciliğini yapması için rica ediyorlar.
Muhterem Sami Efendi hemen kabul etmemiş, evvela defterlerini tetkik etmişlerdir. Alış verişleri nasıl? Meşru mu, yoksa karışık mı? Faizle alakası var mı? İhtikarı ve bazı yolsuz hareketleri var mı? Bu hususları iyice tetkik ve tespit ettikten sonra, müessese sahibini yapılması gerekenleri, yerine getirmesi için ikaz etmişlerdir. Tam arzuları, istekleri tahakkuk ettikten sonra, muhasebecilik vazifesini kabul etmişlerdir.
Kendilerinden nasihat ve öğüt almak için ziyaretlerine gelenlere ilk işleri, helal haram hususuna dikkatli olup olmadıklarını ve mesleklerini sormak olurdu, daha sonra başka bilgiler alırlardı. Bu bilgileri aldıktan sonra, muhataplarına gerekli nasihatları yaparlardı.
İstanbul'da bulunduğu yıllarda Erenköy Zihnipaşa Camii’ndeki vaazları ve hususî sohbetleriyle irşad hizmetini yürütmüştür. Maişetini Tahtakale’deki ticarethanenin muhasebeciliği ile temin eden Sami Efendi’nin, Zihnipaşa Camii’ndeki bu vaaz, irşad ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnaf, işçi, memur, tüccar ve fabrikatör binlerce insan istifade ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir. İhvanını manevî himaye kanatları altında toplayarak onları cemiyetin her türlü kötü cereyanından korumaya çalışmıştır.
Ömrünün son yıllarında şöhretinin artması ve dışarıda kendisine iltifatın nazar-ı dikkati celbedecek seviyeye ulaşması sebebiyle köşesine çekildi. İhvanı ile gerek devlethanesinde ve gerekse Ramazan'da hatimle kılınan teravih namazlarında görüşüyordu.
Son yılları
1976 yılının sonbaharıdır. Musa Efendi, Erenköy’ündeki devlethanelerinde üstadını ziyaret eder. Güler bir yüz ile Musa Efendi’yi huzurlarına kabul eder. Odada başka kimse de yoktur. Sami Efendi, aralarında kalması şartıyla bir müjde verir: "Medine-i Münevvere’ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartıyla. Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın." buyururlar.
Aradan altı geçtikten sonra Sami Efendi bu arzusunu hanımı Rabia Hanımefendi’ye açar ve hane halkına duyurur. Bu hicret haberini duyanlar, İstanbul ve Anadolu’daki sevenler için için üzülürler, yanıp yıkılırlar. Sami Efendi, Resulullah’a kavuşacaktır ama buradakiler ondan ayrı kalacaktır. 1979 yılında gönlündeki muhabbet-i Resûlullah onu Medine’ye hicret ettirir. Nitekim 1957 senesinde yakınları, kendilerine Eyüp Sultan'dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde:
- Herkesi arzusuna bıraksalar biz Cennetü'l-Baki'yi arzu ederiz, buyurmuşlardır.
Cenab-ı Hak sevdiği kulunun arzusunu kabul buyurdu. Nitekim İstanbul'da bulunduğu yıllarda mübtela oldukları amansız hastalık, orada da yakasını bırakmadı. Rahatsızlıkları günden güne arttı. Tıbbî müdahaleler sonuç vermiyor, zaten nazik hafif olan bedenleri adeta eriyordu. Tansiyonları sık sık yükseliyordu. Bu ağrı ve ıztıraplara rağmen bir defa olsun, en acılı, ağrılı zamanlarında bile o, hiçbir şikayette bulunmamış, yüzünden tebessümü eksik olmamıştır. Vefatı, 10 Cemaziyelevvel 1404 /12 Şubat 1984 Pazar günü saat: 4.30'da ALLAH ALLAH zikri ile vaki olmuş ve Cennetü'l-Baki'de Hazret-i Osman’ın ve Said El-Hudri Hazretlerinin yakınlarındaki mukaddes toprağa defnolunmuştur.
Vefatına şu ifadelerle tarih düşüldü:
“Kutb-i vâsılîn ü gavs-ı şuyûh-ı ızâmı
Nûr-i Hüdâ mürşid-i merdüm-ı ihtirâmi
Belde-i Tahire'de tevhidle deyüp ALLAH
Vasl-ı cinan eyledi Şeyh Mahmûd Sâmi” (1404 H.)
Hilye ve şemaili
Sami Efendi uzuna yakın orta boylu, naif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, çukurca ela gözlü, hilal kaşlıydı. Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kâbil olmazdı. Etrafa ziyalar saçan gözlerinin isabet ettiği vücud, tir tir titrerdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını ya tamamen kestirir veya kulak memesine kadar uzatırdı. Bedenleri zayıf ve naif olmasına rağmen mütenasip vücudlu idi. Gül yüzünü görenler meftun olur, yanından ayrılmak istemezdi. Yüzleri mütebessim olmasına rağmen içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Orta boylu olmasına rağmen yakınında bulunanlardan uzun ve heybetli görünürlerdi. Yürürken sağı takip eder, suhuletle ağır ağır yürürler, fakat çok yol kat ederlerdi.
Ahlâken gayet halim selim, mutevazı, yumuşak huylu melek sıfatlı idi. Üstadı Es’ad Erbilî Hazretleri onun hakkında: "Bütün evliyaullahın hasretle gıpta ettiği mahviyyet hali evladımız Sami Efendi’de mevcuttur." buyurmuşlardır.
Sami Efendi’nin ahlâkı, adabı kısacası her hali, büyük devlet adamı, tarihçi Ahmed Cevdet Paşa’nın, Kısâs-ı Enbiya’sındaki fahr-i kainat Efendimizin hilye-i saadetlerine; şair, kemal ehli Mustafa Asım Köksal Beyefendi’nin İslâm Tarihi’ndeki Resulullah Efendimizin şemail-i şeriflerine tamamen uygundu.
Sohbet adabı
Pek az yerler, pek az uyurlar, daima sükutu ihtiyar ederlerdi. Seher vaktini ihya etmek en büyük zevkleriydi. Sohbet mevzularını ayet-i kerime, ehadis-i şerife, Peygamber Efendimizin ve diğer enbiya-ı izam, ashab-ı kiram ve evliya hazeratının ahlâkları, gazaları, ALLAH yolunda fedakârlıkları, sabır ve tahammülleri, tavır ve hareketleri ile nasihatları teşkil ederdi. Kalp mevzuunda ısrarla dururlar, kalbin nazargâh-ı İlahî olduğundan bahsederek, Kabe’nin banisi İbrahim aleyhisselam fakat kalbin banisi Cenab-ı Hakk olduğuna işaret ederlerdi.
Sami Efendi sohbete çok önem gösterir, müridin manevî âlemde yetişmesi, kemal bulması için sohbete ihtiyaç olduğunu beyan ederlerdi. Bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardır: "Diğer tarikatlarda riyazat vardır, erbain vardır. Kırk gün çilehaneye koyarlar, ölmeyecek kadar yerler, zikir, fikirle meşgul olurlar. Kimse ile görüşmezler ancak şeyhleri ile görüşürler. Kırkıncı gün çilehaneden çıktıkları zaman benizleri liman sarısı gibi olur. Bizim yolumuzda riyazat yoktur, ne yersen ye. Erbain yoktur ancak az yemek, az uyumak, az konuşmakla beraber sohbetle terakki vardır. Şah-ı Nakşıbend ve Mevlâna Halid Efendilerimizin düsturları sohbetle terakki idi."
Sohbetlerinde Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin Fethu’r-Rabbanî, Fütûhu’l-Gayb; İmam Gazalî Hazretleri’nin İhyaü’l-Ulûm ve Mükâşefetü’l-Kulûb; Ahmed er-Rüfaî Hazretleri’nin Haletü Ehli-l-Hakikat; İmam Şaranî Hazretleri’nin Tenbihü’l-Muğterrin; İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri’nin Rûhü’l-Beyan tefsiri gibi eserlerden okuturlardı.
Sevdiklerine, evlatlarına daima dürüst, müstakim olmalarını tavsiye ederler, istikamet ve ihlasın her mü’min üzerinde farz-ı daima olduğunu tekrarlardı. Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseden ve insana nefsinin tehlikesinden korunabilmesi için şunları tavsiye buyururlardı: Açlık ve az yemek, oruca devam; Az uyumak ve teheccüde devam; Huşû ile ibadet, manasını düşünerek Kur'an okumak; Zikr-i daim içinde bulunmak; Salih ve sadıklarla beraber olmak...
Sohbetlerinde sık sık "O gün kalb-i selimden başka ne evlad, ne mal hiçbir şey fayda vermez."(Şuara, 88-89) ayetini okuyarak kalb-i selimi izah ederlerdi. Onun tefsirine göre kalb-i selim ne incinen ne de inciten kalpti. "İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir. Ama incinmemek elde değildir" derlerdi. Sami Efendi, Bursa’yı çok sever: "Bursa salihler ve salihalar diyarıdır” derlerdi.
Abdurrahman Gürses Hocaefendi’ye müjdeleri
Beyazıt camii imamı Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi kansere tutulmuştu. Doktor Necmeddin Beyin arkadaşı baştabibin hastanesine ameliyat olmak üzere yatar. Baştabip ameliyatta bakmış ki, hastalık müzmin açtığı yeri geri hemen dikmiş, Hafız Efendi de komaya girmiş. Durumu haber alan doktor Necmeddin Bey, Sami Efendi’yi de haberdar eder. Sami Efendi, "Hemen ziyaretine gidelim." buyururlar.
Üç kişi hastaneye ulaşır, odayı bulurlar. Kapıda "kimse giremez" diye yazı asılıdır. Doktor Necmeddin Bey arkadaşı da olan baştabipten kısa bir görüşme için "müsaade" ister.
Baştabip; “Necmeddin Efendi, hastanın yarım saatlik ömrü var. Yarım saat sonra ölecek. Hem de komada, geleni gideni bilmez” diye açıklama yapar. Kısa bir görüşme için de "buyur" eder.
İçeri girerler, hakikaten komadadır. Gözleri kapalı, bir nefes alıp vermektedir. Sami Efendi hastanın yanına yaklaşıp sağ kulağına şifa ayetlerini okur. Hasta o anda gözlerini açar fakat yine komaya girer. Sami Efendi bu kez sol kulağına eğilip: “Daha çok Kur’an okuyacaksın, daha çok Kur’an okuyacaksın” buyururlar.
Necmeddin Bey ve arkadaşı şaşkınlık içindedir. Çünkü, "yarım saatlik ömrü kaldığını" az önce baştabip söylemiştir. Fakat Sami Efendi de "Daha çok Kur’an okuyacaksın" buyurarak, Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi’nin daha çok yaşayacağını söylemiştir.
Onların ziyaretinden sonra hasta ayıkmış, taburcu olmuş, sonra da sıhhatine kavuşmuştur. Ve nice seneler Kur’an okuyarak ümmete hizmet etmiştir. Baştabip de şaşkınlığını gizleyemez; "Benim bu işe aklım ermedi. Bizim tıp burada iflas etti" der.
Sevenlerinin dilinden
Gönenli Mehmed Efendi: "Sami Efendi bu ümmetin en büyüğü idi. Başka ne söylense boştur."; Mahir İz ise: "O Hazret-i Sami’dir. Biz devr-i padişahîden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik." demiştir.
Bekir Hâki Efendi, Sami Efendi’yi bir ziyaretinde, sohbet meclisinde bulunan zengin kimselerin edeble diz üstü saatlerce oturması karşısında şöyle demiştir: "Bu zenginleri saatlerce diz üstü sessizce oturtmak, Boğaz’dan gelen bir gemiyi Sarayburnu’nda bağlamaktan daha zordur. Bunu biz yapamayız. Bunu ancak Sami Efendi yapabilir."
Muhammed Harranî, Şam’da 1965 senesinde hacca giden bir topluluğa şunları söyler: "Siz Mahmud Sami Efendiyi bilirsiniz. Ben arzı tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstad gibi Muhammediyyü’l meşreb bir veli kimseyi göremiyorum. Bu zat asırlar içinde ender görülen bir yüce zattır. Kadir ve kıymetini biliniz."
Muhammed Haccar, Halepli, alim, zahid, maneviyat ehli idi. Üç oğlunu birden şehid etmişlerdi. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Musa Efendi ile her görüştüklerinde şu sözü tekrar ederlermiş: "O kadar manevî meclislerde bulundum. Mahmud Sami Efendi Halep'e uğradıklarında hatm-i Hace yaptırmıştı. Ben de bulunmuştum. Bir daha o kadar tesirli ve huşulu bir toplantı göremedim."
Sami Efendi’den sonra irşad
Sami Efendi’nin vefatından sonra irşad vazifesini merhum Musa Topbaş Efendi (ölümü: 16 Temmuz 1999, Cuma) devam ettirmiştir. Tanzim edilen silsile-i şerifin Es’ad Efendi’den başlayan, Sami Efendi’yi ve sonra Musa Efendi’yi halkaya dahil eden kısmı şöyledir:
“Eyleriz arz-ı dehâlet dergeh-i sâdâta biz / Es'ad’ı ihvân-ı dîne mağfiret kıl ey Hudâ // Sami dostun hürmetine ey Cenâb-ı Kibriyâ / Cümle ihvânı cemâlinle cinânda kıl bekâ // Feyz-i carî Hazret-i Musa ki, ol sahib vefâ / Pek sahî hayrü'l-halef Osman Nuri’yi pür hayâ.”
Mahmud Sami Efendi’nin Erkam yayınları tarafından basılan eserleri şunlardır: Hz. İbrahim; Hz. Yusuf; Yunus ve Hud Sureleri Tefsiri; Bedir Gazvesi ve Enfal Suresi Tefsiri; Uhud Gazvesi; Tebük Seferi; Hz. Ebubekir; Hz. Ömer; Hz. Osman; Hz. Ali; Hz. Halid bin Velid; Ashab-ı Kiram(1-2); Musahabe(1-6); Fatiha Suresi Tefsiri; Bakara Suresi Tefsiri; Mükerrem İnsan ile Dualar ve Zikirler.
Kaynaklar
Sultanü’l-rifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu, Sâdık Dânâ, Erkam yayınları, İstanbul, 1991
Arifler Sultanı Mahmud Samii, Osman Karabulut, Şems yayınları, Konya, 1994
ALLAH Dostunun Dünyasından, Musa Topbaş Efendi ile Sohbetler, Erkam yayınları, İstanbul, 1999
Sahabeden Günümüze ALLAH Dostları, Cilt: 10, Şûle yayınları, İstanbul
http://irsadforum.net/forum/mahmud-...dise-siruhu)/mahmud-sami-ramazanoglu-(k-s)-1/