Hicretin 4. yılı

müdavim

Üye Sorumlusu
Reci Vakası ve Bir'i Mauna Faciası

RECİ VAK'ASI

(Hicret 'in 4. senesi Sefer ayı)

Uhud Harbinden sonra, Müslümanların harbteki mağlûbiyetleriyle zaafa uğradıkları zannına kapılan etraftaki bazı Arap kabilelerinde, İslâm'ın merkezi Medine'ye karşı bazı kıpırdanma ve hareketlenmeler görüldü. Harekete hazırlananlardan biri de, Huzeyl Kabilesinden Hâlid b. Süfyan idi. Medine üzerine yürümek için hazırlıklarını tamamlamıştı ki, Peygamber Efendimiz durumu haber almıştı. Ashabı Suffa'dan Abdullah b. Üneys'i, haberin doğruluğunu tahkik için göndermişti. Yayılan haberin doğru olduğunu, bizzat hareketi plânlayan Hâlid b. Süfyan'dan öğrenen Abdullah b. Üneys, bir fırsatını kollayıp, kılıcıyla onu öldürmüştü.194

Bu hâdise, civar kabilelerin bir müddet sessiz sedasız durmalarını sağlamıştı, ama Müslümanlara karşı intikam ve taarruz hırslarını da bilemiş oluyordu.

Sinsi düşman, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkamayacağını anlayınca, bu intikam duygusunu tatmin için başka yollar aradı. Masum kılığına girerek Adal ve Kare Kabilesine mensup altı kişilik bir heyet, Medine'ye çıkageldi. Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar.

"Yâ Resûlallah!.. Kabilemiz arasında İslâmiyet yayılmış durumda. Sahabîlerinden birkaçını, İslâm hükümlerini tebliğ etmek, Kur'ân okuyup öğretmek üzere bizimle beraber gönder!"195 diye ricada bulundular.

Resûli Ekrem, İslâm'a hizmet teşkil edecek bu masum ve mâkul görünen talebi cevapsız bırakmadı; Mersed b. Ebî Mersed başkanlığında 10 sahabîyi gelenlerle birlikte gönderdi. İrşad vazifesiyle yola çıkan 10 sahabîden, isimleri bilinen yedisi şunlardı:

Mersed b. Ebî Mersed, Hâlid b. Ebî Bukeyr, Abdullah b. Târik, Âsim b. Sabit, Hubeyb b. Adiyy, Zeyd b. Desinne ve Muattib b. Ubeyd.196

İrşad heyeti, Huzeylilere âit Reci adındaki su başına geldiklerinde, âdi ve alçakça bir hıyanetle karşı karşıya bulunduklarını anladılar. Bir anda Benî Lihyan'dan 100 kadar okçunun hücumuna mâruz kaldılar. "Biz Müslüman olduk, bize irşad heyeti gönder." diye yalvaran bu adamlar, şimdi Müslüman mürşidleri Lihyanlann okçularına teslim ediyorlardı.

Müslümanlar, kılıçlarını sıyırarak bir dağa iltica ettiler. Kendilerini kılıçlarıyla müdafaa etmeye kalktılarsa da, kısa zamanda mukavemetleri kırıldı. Hainler, Müslümanların sığındıkları dağın etrafını sardılar:

"Eğer yanımıza inip teslim olursanız sizi öldürmeyiz!" diye seslendiler. Müslüman muallimler, müşriklerin bu sözlerine güvenmeyip teslim olmayı reddettiler. İçlerinden Asım b. Sabit, "Ben, müşriklerin himayesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim! Vallahi, ben bu kâfirlere asla teslim olmam!" dedi; sonra da, "Allah'ım, Resulünü durumumuzdan haberdar et!" diye dua etti. Bir taraftan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ok atarken de, "Ben ne diye çarpışmayayım ki?.. Gücüm kuvvetim serinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte."Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. "Takdir edilen elbette başa gelecektir! "İnsanlar er geç Allah'a dönecektir!

"Eğer ben sizinle çarpışmazsam annem evlâdsız kalsın." diyordu.197

Bu kahraman sahabî, oku bitince, mızrağını kullanmaya başladı. O da kırılınca kılıcına sarıldı. Böylece birçok müşriki yere serdikten sonra son duası ise şu oldu:

"Allah'ım!.. Ben, Senin dinini korumaya çalıştım; Sen de cesedimi müşriklerden koru!"
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Diğer sahabîler de kahramanca çarpıştılar. Ancak, 100 kişiye karşı 10 kişi ne yapabilirdi ki?.. Sonunda, aralarında Âsim b. Sâbit'in de (r.a.) bulunduğu yedi sahabî, müşrik oklarıyla şehid oldular. Geri kalan üç sahabî ise, müşriklerden kendilerini öldürmeyeceklerine dair kesin söz alınca teslim oldular. Müşrikler üçünü de yaylarının kirişiyle sıkıca bağladılar. Sonra Mekke'nin yolunu tuttular. Maksatları, onları götürüp Müslümanlara karşı kalbleri kin ve nefretle dolu Kureyş müşriklerine satmaktı!

Yolda, Abdullah b. Târik, bir fırsatını kollayıp kaçtı. Ancak bu kaçış hayata değil, şehâdete idi. Müşriklerin attıkları taşlarla o da şehid oldu. Geriye iki kişi kaldı: Zeyd b. Desinne ve Hubeyb b. Adiyy... Bunları da götürüp Mekke'de sattılar.

Âsim b. Sabit, Uhud Muharebesinde, Sülâfe adındaki azılı bir müşrik kadının iki oğlunu öldürmüştü. Bu şerir kadın, Hz. Âsım'ın başını eline geçirdiği takdirde, onunla şarap içeceğine dair yemin etmişti. Lihyan Oğulları bunu biliyorlardı. Bu sebeple hunharca şehid ettikleri Hz. Âsim b. Sâbit'in başını alıp Mekke'deki bu kadına götürmek istiyorlardı. Ancak Allah, kendilerine bu fırsatı vermedi. Âsim b. Sâbit'in (r.a.) şehid olmadan az önce, "Allah'ım!.. Müslüman olduğum günden beri Senin yüce dinini müdafaa ve himaye etmek için nefsimi feda ettim. Bugün, son günümdür. Sen de benim cesedimi (müşriklerin dokunmasından) muhafaza eyle!"198 diye ettiği duasını Cenâbı Hakk kabul etti. Müşrikler cesedinin başına yaklaşmak istedikleri sırada, cesedin başında birden bir arı sürüsü peyda oldu ve onları cesede yaklaştırmadı. Bunun üzerine cesedi sabahleyin gelip almak üzere ayrıldılar. Ancak, sabah geldiklerinde ceset ortada yoktu. Şaşırdılar. Çünkü Cenâbı Hakk, gece bir yağmur yağdırmış ve bu büyük sahabînin cesedini necis müşriklerin ellerinin dokunmasına fırsat vermeden sellere sürükletip götürmüştü!

HZ. HUBEYB İLE HZ. ZEYD'İN ŞEHÂDETLERİ

Lihyan Oğulları tarafından Mekke'ye götürülen Hz. Hubeyb b. Adiyy ile Zeyd b. Desinne, Bedir'de çok yakınları öldürülenler tarafından satın alınmış ve hapsedilmişlerdi. Kureyş'in kararı, bu iki sahabîyi şehid etmekti. Bir müddet hapiste işkence ve eziyetlere mâruz bıraktıktan sonra, bir gün alıp ikisini birlikte Ten'im mevkiine götürdüler. İki kahraman sahabî son olarak kucaklaşıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.

Ten'im denilen yer, sanki bayram yeriymiş gibi, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkekle dolmuştu: Bu iki masum sahabînin mâruz kalacakları gaddar hareketi seyre gelmişlerdi. Hürriyeti ve insanlığı ayaklar altına alan canileri alkışlamaya koşmuşlardı. Yarım kalan Uhud muvaffakiyetleri ile Bedir mağlûbiyetinin acısını çıkaramadıklarını biliyor ve o acıyı, hıncı ve intikamı, bu iki masum, müdafaasız ve silâhsız sahabîyi darağacında sallandırmakla almaya çalışıyorlardı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Hubeyb 'in Şehddeti

Çukur kazılmış, direk dikilmişti.

Hz. Hubeyb'i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah'ın ve Resulünün muhabbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüz idi. Allah'ın dini uğrunda şehid olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak için müsaade istedi. İzin verilince bütün samimiyetiyle Yüce Mevlâsınm huzuruna yöneldi. İki rekât namazını tamamladıktan sonra müşriklere dönerek, "Vallahi," dedi, "eğer Hubeyb ölümden korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım!"199

Hz. Hubeyb, bu hareketiyle, idamdan önce iki rekât namaz kılma âdet ve sünnetini de başlatan ilk insan oluyordu.200

Müşrikler ona, "Muhammed'in dinini terk eder ve ecdadının dinine dönersen sana eman veririz!" dediler.

Kahraman sahabî, "Vallahi, hayır!.. İslâm'dan asla dönmem! Hattâ, dünya, içindekilerle beraber bana verilse, yine de dönmem!" diye cevap verdi.

Bu sefer müşrikler, "Doğru söyle: Şimdi senin yerine Muhammed olsa ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?" diye sordular.

Gönlü Resûlullah'a muhabbetle yanıp tutuşan sahabîden gelen cevap, müşrik canileri şaşırttı, tüylerini diken diken etti: "Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, Peygamberimizin ayağına bir diken batmaktansa, evimden, hayatımdan, çoluk çocuğumdan olmaya razıyım!" Müşrikler, fedakârlığın böylesini görmemiş, Allah'a ve Resulüne bağlılığın tatlı saadetini yaşamamış oldukları için, Hubeyb Hazretlerinin bu cevaplarına gülüp geçiyorlardı.

Etrafına bakan büyük insan, hiçbir nurânî yüz göremiyordu. Bütün suratlar abustu; şirkin çirkinliği yüzlerine aksetmişti sanki... Kendisiyle Resûlullah'a selâmını iletecek kimsecikler yoktu o kocaman kalabalıkta... Bizzat kendi ağzıyla, hayatını uğruna feda ettiği Resûlullah'a darağacında selâm yollamaktan başka çâresi yoktu. Şöyle niyazda bulundu:

"Allah'ım!.. Şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremiyorum!

"Allah'ım!.. Burada selâmımı Resulüne ulaştıracak hiç kimse yok! Ne olur ona selâmımı Sen ulaştır!

"Allah'ım!.. Sen, bize Resulünün peygamberliğini bildirdin. Bize reva görülenleri de ona sabahleyin bildir."
201

Bu hazin dua yapılırken, Resûli Ekrem Efendimiz de, Medine'de, Hubeyb'in selâmını, "Aleykesselâm!" diyerek aldı; sonra da ashabına dönerek, "Kureyş, Hubeyb'i şehid etti." buyurdu.

Hz. Hubeyb, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşısında, babalan öldürülmüş 40 genç, ellerinde mızraklarla duruyorlardı. Emir alınca, dört bir taraftan mızrakları bu aziz sahabînin vücuduna batırmaya başladılar. Hubeyb'in, işkenceler altında ruhunu teslim etmesini istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb'in yüzü Kabe'ye döndü. Allah'a bundan dolayı hamdetti: "Hamdolsun o Allah'a ki, yüzümü, Kendisinin, Resulünün ve mü'minlerin razı oldukları kıbleye çevirdi!"

Kureyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzünü Kabe'den çevirdiler. Fakat, fedakâr sahabî, yüzü Kabe'ye doğru şehâdet makamına erişmek istiyordu. Rabbi Rahîmine, "Allah'ım!.. Eğer ben, Senin katında hayırlı bir isem, yüzümü kıblene çevir!" diye yalvardı.

Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler, bir daha başka tarafa çeviremediler.202

Hz. Hubeyb'in, ruhuyla yüce âlemlere yükselme zamanına kısa bir süre kalmıştı. Ruhunu teslim etmeden önce kendisine Allah'a ve Resulüne îman ve muhabbetten dolayı bu zulmü, bu eziyeti reva görenlere, "Allah'ım!.. Kureyş müşriklerini mahvet; topluluklarını tarü mâr et; onların birer birer canlarını al! Hiçbirini sağ bırakma Allah'ım!.."203 diye beddua etti.

Yüksek sesle yapılan bu beddua, Ten'im mevkiinde yankılandı, îmansız kalblere müthiş bir korku verdi: Kimisi yüzükoyun yere uzandı, kimi kulağını tıkadı. Bu korku, Hubeyb Hazretlerinin şehâdetinden çok sonraya kadar da devam etti.

Mızraklar göğsüne saplı Hz. Hubeyb, o ibret verici manzara içinde bir müddet Allah'ın varlık ve birliğini, Resulünün hak ve peygamberliğini şirk ehlinin suratlarına haykırdı. Az sonra da hayatını şehâdet mertebesiyle noktaladı. Böylece, Allah yolunda darağacında ruhunu teslim eden ilk Müslüman oldu.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Sıra, Hz. Zeyd'de...

Hz. Hubeyb'in şehâdetini, Hz. Zeyd'in şehâdeti takib edecekti.

Müşrikler onu da Ten'im'e alıp getirmişler ve darağacına bağlamışlardı.

Hz. Hubeyb'e yapılan tekliflerin aynısı ona da yapıldı. Fakat, bu büyük sahabî de, Hubeyb'in verdiği aynı cevapları pervasızca verdi.Ebû Süfyan, bu durum karşısında hayret ve takdirini gizleyemedi: "Ben, insanlar arasında ashabının Muhammed'i sevdiği kadar hiç kimsenin, hiç kimseyi sevdiğini şimdiye kadar görmüş değilim!"204

Tekliflerinden netice almayan müşrikler, Hz. Zeyd'i oklarına hedef aldılar ve onu da şehid ettiler. Cesedi bağlı bulunduğu yerde kalan büyük sahabînin ruhu kim bilir hangi yüce âlemde tayeran ediyordu?

Her iki sahabî de, îmanlarında, Allah'a ve Resulüne sadâkatte zerre kadar tereddüde düşmeden, işte böylesine imrenilecek güzel bir surette hayat defterlerini kapadılar.

Bİ'Rİ MAUNA FACİASI

Hicret'in 4. senesi Sefer ayı idi.

Benî Âmir Kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Bera Amir b. Mâlik, Peygamberimizi ziyaret maksadıyla Medine'ye geldi. Ebû Bera, samimî bir insan, Resûli Ekrem'e ve Müslümanlara dost biriydi. Efendimize hediye etmek üzere de iki at ile iki deve getirmişti. Ancak Resûli Ekrem, "Ben, müşriklerin hediyesini kabul edemem. Eğer hediyenin kabul edilmesini istiyorsan Müslüman ol!" diyerek onun hediyesini kabul etmedi ve kendisini Müslüman olmaya davet etti.

Ebû Bera o anda Müslüman olmadı, ama İslâmiyete karşı gösterdiği alâkadan da vazgeçmedi. Peygamber Efendimize, "Yâ Muhammedi.. Beni davet ettiğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer sahabîlerinden birkaçını Kur'ân ve sünneti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!" dedi.205

Resûli Kibriya Efendimiz, Necid halkına pek güvenmiyordu. Ashabına bir hainlikte bulunabilirler endişesini taşıyordu. Bu endişesini, "Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından korkarım!" diyerek de izhar etti.

Ancak Ebû Bera teminat verdi. "Onları" dedi, "ben himayeme aldıktan sonra, Necid halkının onlara dokunması hadlerine mi düşmüş?" Ebû Bera'nın güvenilir, sözüne itimat edilir biri olması, Peygamber Efendimizin endişesini giderdi. Sonunda, 40 veya 70 kişiden ibaret irşad heyetini göndermeye karar verdi. Altısı Muhacir, diğerleri Ensâr'dan idi. Hepsi de Suffa ehli idi. Başlarına Münzir b. Amr tâyin edildi.206

Peygamber Efendimiz, ayrıca Necid halkına ve Benî Âmir reislerine verilmek üzere heyetle birlikte bir de mektup gönderdi.

İrşad ve tebliğ heyeti Bi'ri Mauna denilen mevkie vardı. Burası, Medine'nin doğu tarafına düşen, Süleym ile Âmir Oğulları yurtları arasında kalan, Benî Süleym'e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz. Resûlullah'ın mektubunu Amir b. Tufeyl'e götürmek vazifesini, Haram b. Milhan üzerine aldı. Bu sahabî, mektubu götürüp ona teslim etti. Ne var ki, mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi sahabîyi orada şehid etti.207 Azîz şehidin, bu hain adamın darbeleri altındaki son sözleri şunlar oldu:

"Allahü Ekber! Kabe'nin Yüce Rabbîne yemin olsun ki, kazandım gitti!"208

Âmir b. Tufeyl, bu masum sahabîyi şehid etmekle de yetinmedi; Âmir Oğullarını, heyetteki diğer sahabîleri de öldürmek için yardıma çağırdı. Ancak, Âmir Oğulları, önceden Ebû Bera'ya, gelecek irşad heyetine dokunmayacaklarına dair söz vermiş bulunduklarından, bu adama yardıma yanaşmadılar.

Benî Âmir'den yardım konusunda red cevabı alan Âmir, bu sefer kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kin ile dolmuş Süleyman Oğullarından birkaç kabîlenin yardımını temin etti. Hep birlikte, Mauna Kuyusu mevkiinde olup bitenden habersiz bekleyen masum sahabîleri de şehid etmek üzere harekete geçtiler.

Bu arada, mektubu götüren sahabînin geciktiğini gören irşad heyeti, dinlendikleri Mauna Kuyusu mevkiinden durumu öğrenmek üzere Necid bölgesine doğru yol almışlardı.

Tam o sırada, karşılarında elleri silâhlı kalabalık bir müşrik topluluğu buldular.

Sahabîler, kılıçlarını sıyırarak kendilerini çepeçevre kuşatanlara, "Vallahi, bizim sizinle hiçbir işimiz yok. Biz sâdece Peygamberimizin verdiği bir vazife için yolumuza gidiyoruz!" dediler.209

Fakat, kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile etmediler. Kararlan kesindi: İslâm'ı ve îmanı öğretmek kutsî vazifesiyle yola çıkan bu fedakâr sahabîleri, teker teker şehid edeceklerdi.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Fakat, kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile etmediler. Kararlan kesindi: İslâm'ı ve îmanı öğretmek kutsî vazifesiyle yola çıkan bu fedakâr sahabîleri, teker teker şehid edeceklerdi.

Başlarına gelecekleri fark eden sahabîler, el açarak Rabbi Rahîmlerine, "Ey Rabbimiz!.. Durumumuzu Resulüne haber verecek burada kimsemiz yok. Selâmımızı ona Sen ulaştır! İlâhî!.. Peygamberin vasıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden razı oldu ve bizi de razı etti."210 diye yalvardılar.

Aynı anda Cebrail (a.s.), bu kahraman sahabîlerin selâmını ve durumlarını Resûli Kibriya Efendimize ulaştırdı. Selâmlarına, "Aleyhimüsselâm" diyerek karşılık veren Resûli Ekrem, ashabına dönerek, müşriklerin bu fedakâr kardeşlerini şehid etmek üzere olduklarını haber verdi ve onlar için mağrifet dilemelerini istedi.

Peygamber Efendimiz, ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde bulunan sahabîlerin birkaçı müstesna diğerleri hain düşman mızraklarıyla delik deşik edilmiş ve şehid olmuşlardı.Kurtulan sahabîlerden ikisi deve gütmeye gitmişlerdi, biri ise öldü diye şehidler arasında terk edilmişti. Develeri güden iki sahabî, bir müddet sonra Bi'ri Mauna mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ürperdiler. Bu ciğer parçalayıcı sahne karşısında gözyaşı döktüler. Kendine hâkim olamayan biri, müşriklerin arkasına takıldı ve şehid oluncaya kadar kendileriyle çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, ancak sonradan serbest bırakıldı. Şehidler arasında öldü diye terk edilen Ka'b b. Zeyd Hazretleri ise, müşrikler ayrıldıktan sonra, çıkıp Medine'ye geldi.2"

Peygamberimizin Bedduası

Bu seçkin sahabîlerinin haince bir suikaste kurban gitmelerinden dolayı, Peygamber Efendimiz, son derece üzüldü.

Enes b. Mâlik, "Resûlullah'ın, Bi'ri Mauna'da şehid edilen ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!"212 der.

Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu cahillikte bulunanlara beddua etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca şu bedduada bulundu:

"Allah'ım!.. Mudar Kabilelerini kahreyle!

"Allah'ım!.. Onların yıllarını Yusuf Peygamber'in kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına dar getir!

"Allah'ım!.. Lihyan Oğullarını, Adal, Kare, Zi'b, Rı'l, Zekvan ve Usayya Kabilelerini Sana havale ediyorum. Zîra, onlar, Allah'a ve Resulüne karşı geldiler!"
213

Peygamberimiz, bu bedduasına bir ay boyunca her vakit namazından sonra devam etti. Sahabei Kiram da "Âmin." dediler.214

Fahri Kâinat'in bu duası kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık kuraklık başladı, yağışlar kesildi, sular çekildi, her taraf yanıp kavruldu.

Diğer taraftan, Ebû Bera da, Resûli Ekrem Efendimizin, "Bu, Ebû Bera'nın başımıza getirdiği bir iştir." sitemine ve yapmış olduğu himaye taahhüdünün yeğeni Amir b. Tufeyl tarafından böylesine cânîce çiğnenmesine tahammül edemedi ve üzüntüsünden hastalanarak kısa zaman sonra öldü.

Ard arda meydana gelen Reci ve Bi'rMauna facialarında 80 kadar güzide sahabî şehid düşmüştü.

Peygamberimizin Anlaşmaya Sadâkat Göstermesi

Faciadan, Mudarîlerden olduğunu söylemekle kurtulan Amr b. Ümeyye, Medine yolunu tuttu. Yolda iki adama rastladı. Bi'ri Mauna'da sahabîlerı şehid eden kabîleye mensup kimseler olduğu zannıyla bir fırsatını bulup onları öldürdü.

Medine'ye gelip durumu haber verince, Resûli Ekrem Efendimiz, "Sen ne kötü bir iş yaptın!" buyurdu.

Zîra, bu iki kişi Âmir Oğullarından idiler ve Medine'ye gelerek Peygamberimizle görüşmüşlerdi. Ayrılırlarken de Resûli Ekrem kendilerine bir eman ve dokunmazlık yazısı vermişti. İşte Amr'ın öldürdüğü, eman verilmiş bu kimselerdi.

Dokunmazlık yazısını, öldürülen iki kişiyle Peygamber Efendimizden başkası bilmiyordu. Buna rağmen, Resûli Ekrem, verdiği sözün, bu sözünden haberi olmayan bir sahabî tarafından ihlâl edilmesi sebebiyle öldürülenlerin diyetini ödedi. Böylece, verdiği söze ve yaptığı anlaşmaya sadâkatini göstermiş oldu.


--------------------------------------------------------------------------------

194 ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 51.

195 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 178; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 55. Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 178;

196 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 55.

197 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 179; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 2, s. 294.

198 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 463; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 3, s. 189.

199 Buharî, Sahih, c. 3, s. 28.

200 Buharî, A.g.e., c. 2, s. 28.

201 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 182; Halebî, Insanû'lUyûn, c. 3. s. 190.

202 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 3, s. 191.

203 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 182.

204 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 181; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 56.

205 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 193194; ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 514; Taberî, Tarih, c. 3, s. 34.

206 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 194; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, Sahih, c. 3, s. 28.

207 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, A.g.e., c. 3, s. 29.

208 Buharî, A.g.e., c. 3, s. 29.

209 Buharı, A.g.e., c. 3, s. 28.

210 Buharî, A.g.e., c. 3, s. 29; Müslim, Sahih, c. 6, s. 45.

211 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 194; ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 52.

212 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 54.

213 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 53.

214 Ebû Davûd, Sünen, c. 2, s. 68.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Beni Nadir, Zatürrika ve Bedrül Mevid Gazası

BENÎ NADİR GAZASI

(Hicret 'in 4. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 625)

Benî Nadir, Hz. Harun'un (a.s.) neslinden gelen, zengin ve güçlü, büyük bir Yahudi kabîlesiydi. Medine'ye iki saatlik mesafede, Mekke yolu üzerinde sağlam kale ve hisarlarda otururlardı. Resûli Ekrem Efendimizle, İslâmiyet ve Müslümanların aleyhinde bulunmamak, bu hususta herhangi bir düşmana yardımcı olmamak, ayrıca ödenecek diyetler konusunda da yardımcı bulunmak üzere anlaşmaları vardı.215 Ancak, buna rağmen, Kureyş müşrikleri ve Medine münafıkları ile el altından iş birliği yapma gayretlerinden de vazgeçmiş değillerdi. Bilhassa, Uhud Harbinden sonra, müşrikler ve münafıklar ile olan münâsebetlerini daha da artırmışlardı.

Daha önce bahsettiğimiz gibi, ashabtan Amr b. Ümeyye, Peygamberimizden eman almış Âmir Kabilesinden iki kişiyi yanlışlıkla öldürmüştü. Benî Nadir Yahudilerinin altına imza attıkları anlaşmaya göre, bu iki kişi için ödenecek diyetin bir kısmını onların karşılamaları gerekiyordu.

Resûli Ekrem Efendimiz, paylarına düşen diyet miktarını istemek ve anlaşmaya ne derece sâdık olduklarını anlamak maksadıyla, yanına Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam, Hz. Talha b. Ubeydullah, Hz. Sa'd b. Muaz ve Hz. Üseyyid b. Hudayr'ı (r. anhüm), alarak yurtlarına gitti.

Yahudiler, önce Peygamber Efendimizi müsbet ve güleryüzle karşıladılar; hattâ, kendilerine kadar gelmiş olmalarından memnunluk duyduklarını, üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerini bile açıkça ifade ettiler.216

Peygamber Efendimiz, ashabıyla, bir evin duvarı dibine oturdu.

Peygamber Efendimizi zahiren gayet iyi karşılayan Yahudiler ise, bir köşeye çekilip aralarında konuşmaya başladılar.

"Siz bu adamı, şu andan daha müsait bir durumda bulamazsınız! Hemen şu evin damına çıkarak, onun üzerine bir kaya parçası bırakıp ondan kurtulmalıyız!" dediler. Sonra, "Hemen şimdi bu işi kim yapar?" diye sordular.

İçlerinden Amr b. Cıhhaş adlı şahıs ortaya atıldı. "Bu işi ben yaparım!" dedi.217

Bu esnada, ileri gelenlerinden biri olan Sellâm b. Mişkem söz aldı. "Ey kavmim!.. Bu sefer sözümü dinleyiniz; ondan sonra, isterseniz her zaman bana muhalefet ediniz!" dedikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:

"Vallahi, siz böyle bir işe teşebbüs edecek olursanız, bu ona vahiyle haber verilir. Bununla kendimize yazık etmiş oluruz. Hem bu, onunla aramızdaki anlaşmayı da ihlâl sayılır. Geliniz, böyle bir karardan vazgeçiniz! Eğer, böyle bir şeye teşebbüs ederseniz, bu, Yahudilerin kökünün kazınması, İslâmiyetin ise yükselip Kıyamet'e kadar sürmesi demek olur!"218

Peygamberlere hıyanet etmekle tanınan Yahudiler, buna rağmen kararlarından vazgeçmediler. O esnada vazifeyi üzerine alan Amr b. Cıhhaş da, Peygamberimizin üstüne taş bırakmak üzere dama çıktı.Cebrail 'in, Durumu Peygamberimize Haber Vermesi

Tam o esnada, tertiplenen suikast ve hıyaneti, Cebrail (a.s.) gelip Peygamber Efendimize haber verdi. Resûli Kibriya Efendimiz, bir ihtiyaç gidermek istiyormuş gibi davranarak yerinden kalkıp Medine yolunu tuttu. Hattâ sahabîler, tekrar gelecek zannıyla bir müddet orada oturdular. Gelmediğini görünce onlar da kalkıp oradan ayrıldılar.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Bir Yahudînin Kavmini ikazı

Yahudilerden biri olan Kinane b. Suriya, "Muhammed niçin kalkıp gitti, biliyor musunuz?" diye sordu.

Yahudiler, "Hayır," dediler, "biz bilmiyoruz. Sen biliyorsan anlat!"

Kinane anlatmaya başladı:

"Tevrat'a yemin olsun ki, ben, plânladığınız suikastin, Muhammed'e haber verildiğini biliyorum! Kendinizi boşuna aldatmayınız! Vallahi, o, Allah'ın Resulüdür, hem de peygamberlerin sonuncusudur! Ona, tasarladığınız suikast haber verildiği için kalkıp gitti. Siz, onun Harun Peygamber'in neslinden gelmesini umuyordunuz; Allah ise dilediğinden seçip gönderdi. Biz, Tevrat dersimizde, 'En son gelecek olan o peygamberin doğum yeri Mekke'dir, hicret yeri Yesrip'tir.' diye hiç değiştirmeden yazmışızdır. Gelecek son peygamberin sıfatı da, buna tamamıyla uymaktadır. Kitabımızdakine bir harf bile aykırı tarafı yoktur! Ondan önce, sizinle çarpışan kimse olmayacaktır! Ben, sizin eşyalarınızı develere yükleyip göç ettiğinizi, çocuklarımızın feryadlarını, evlerinizi barklarınızı, mal ve mülklerinizi geride bırakarak gittiğinizi görür gibi oluyorum! Geliniz, iki hususta bana itaat ediniz; üçüncüsünde ise hayır olmadığını biliniz!"

Yahudiler merakla, "Nedir o hususlar?.." diye sordular.

Kinane, "Müslüman olmanız, Muhammed'in ashabı arasına katılmanız! Ancak bu suretle, evlâdlarınızı ve mallarınızı emniyet altına almış, selâmete kavuşturmuş olursunuz; yurdunuzdan yuvanızdan da sürülüp çıkarılmazsınız!"

Bütün bunlara rağmen Yahudiler, "Biz, Tevrat'tan ve Musa'nın ahdinden asla ayrılmayız." diye karşılık verdiler.219
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamberimizin, Benî Nadir'e "Yurdumu Terk Ediniz!" Diye Haber Göndermesi

Benî Nadir Yahudilerinin plânladıkları bu suikast teşebbüsü, onların İslâm'a ve Müslümanlara dost olmadıklarını ve Peygamberimizle yaptıkları anlaşmaya da sadâkat göstermediklerini açıkça ortaya koyuyordu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de kendilerine karşı kesin tavır takındı.

Muhammed b. Mesleme'yi huzuruna çağırdı ve ona şu emri verdi:

"Nadir Oğulları Yahudîlerine git! Onlara, 'Resûlullah beni size, (Yurdumdan çıkıp gidiniz! Burada benimle birlikte oturmayınız! Siz bana, düşünülmeyecek bir suikast plânı kurdunuz! Size 10 gün süre tanıyorum. Bu müddetten sonra, buralarda sizden kim görülürse, boynunu vururum!) emrini bildirmek üzere gönderdi.' de!"220

Muhammed b. Mesleme (r.a.), Nadir Oğulları yurduna vardı. Resûlullah'ın emrini onlara bildirmeden önce şöyle konuştu:

"Musa Peygamber'e Tevrat'ı indirmiş olan Allah aşkına doğru söyleyiniz: Muhammed, peygamber gönderilmeden önce, Tevrat önünüzde iken, size geldiğimi ve şu meclisinizde bana Yahudiliği teklif ettiğiniz zaman, 'Vallahi, ben, asla Yahudî olmam!' dediğimi, sizin de buna karşılık, 'Dinimize girmekten seni alıkoyan şey nedir? Yahudî dininden başka din yoktur. Senin aradığın, istediğin, duyup işittiğin Hanif dininin aynısıdır o!.. Size gelecek olan peygamber, hem şeriat sahibidir, hem savaşçıdır. Gözlerinde biraz kırmızılık vardır. Kendisi Yemen tarafından gelecek, deveye binecek, ihrama (pelerine) bürünecek, az etli kemiğe kanaat edecek, kılıcı boynunda asılı bulunacak, konuştuğu zaman hikmetli konuşacaktır.' dememiş miydiniz?"


Benî Nadir Yahudileri, "Evet, biz bunları sana söylemiştik. Ama geleceğini sana haber verdiğimiz peygamber bu değildir!" diye karşılık verdiler.

Daha sonra Muhammed b. Mesleme, onlara Peygamber Efendimizin emrini bildirdi.

Nadir Oğulları Yahudileri, giriştikleri suikast teşebbüsünün kendilerine pahalıya mâl olduğunu anlamışlardı, ama artık iş işten geçmişti. Verilen emir doğrultusunda hareket etmekten başka görünen bir başka yol da yoktu. Muhammed b. Mesleme'ye, "Göç ederiz." diyerek hazırlığa başladılar.

Baş münâfıkın Gönderdiği Haber

Bu sırada başmünâfık Abdullah b. Übey'den kendilerine bir haber geldi. Haberde şöyle deniliyordu:

"Sakın mallarınızı ve yurdunuzu bırakıp gitmeyiniz! Kalenizde oturunuz. Gerek kavmimden ve gerekse şâir Araplardan iki bin kişiyi yardımınıza göndereceğim. Son nefeslerine kadar saflarınızda çarpışacaklardır. Ayrıca Benî Kurayza Yahudileri de size yardım edeceklerdir!"221
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Benî Nadir Yahudilerinin Küstahça Meydan Okumaları

Münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy'in gizlice gönderdiği bu haber üzerine, Nadir Oğulları göç fikrinden vazgeçtiler,Peygamber Efendimize de, "Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz! Elinden geleni yap!" diye adamlarıyla haber gönderdiler.222

Bu, açıkça ve küstahça bir meydan okuyuştu.

Peygamber Efendimiz, bu haberi alır almaz, "Allahii Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Müslümanlar da Efendimizin tekbirine katıldılar.

Sellam b. Miske m 'in, Huy ey b. Ahtab 7 İkazı

Benî Nadir Yahudîlerini böylesine tehlikeli bir maceraya sürükleyenlerin başında Huyey b. Ahtab geliyordu. Bu adam, kavmine tesellî babında şöyle diyordu:

"Pek çok mal yığdıktan sonra kalemize girer, büyük kapı ve sokakları tutarız. Kalemize taş taşırız. Bir yıl yetecek yiyeceğimiz de var. Kalemizdeki suyumuz da kesilecek değil!"

Yahudî ileri gelenlerinden biri de, Sellam b. Mişkem'di. O, bu fikre karşı çıktı. "Ey Huyey!.." dedi, "Vallahi, nefsin seni boş ve faydasız şeylerle aldatıp duruyor, gurur ve kuruntuya düşürüyor! Gel, bu işten vazgeç! Vallahi, sen dâhil hepimiz biliriz ki: Muhammed, Allah'ın Peygamberidir. Onun sıfatları da yanımızdaki kitaplarda vardır. Onu kıskandığımızdan ve son peygamberin Harun Oğulları arasından çıkmasını ümit ettiğimizden dolayı ona tâbi olmuyoruz. Gel, bize verilen emanı kabul edelim: Yurdumuzdan çıkıp gidelim. Muhammed üzerimize gelirse, bizi bir günde şu kalelerimizde kuşatır."

Mağrur Huyey, fikrinden vazgeçmeye niyetli değildi. "Muhammed, bizi muhasara altına alamaz! Bizi yenmeye imkân bulamadan geri döner gider. Abdullah b. Übey, bana birçok şey va'detti." diye Sellam'a karşılık verdi. Sellam, girilen yolun tehlikeli olduğunu biliyordu; ikazını tekrarladı: "Abdullah b. Übey'in sözü bir şey ifade etmez! O, seni ancak helak uçurumuna sürüklemek, bizi Muhammed'le harbe tutuşturmak ister. Bizi harbe tutuşturduktan sonra da evine çekilip oturur!"

Huyey b. Ahtab, bütün bu İkazlara kulak tıkadı, sonu pişmanlık olan gururunda direnip durdu.223
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Nadir Oğullarının Muhasara Altına Alınması

Hicret'in 4. senesi Rebiülevvel ayı idi.

Resûli Ekrem Efendimiz, Medine'de yerine Abdullah İbni Ümmî Mektum'u bırakıp Nadir Oğullan yurduna doğru hareket etti. Sancağı Hz. Ali taşıyordu.

Resûli Ekrem Efendimiz, ikindi namazını Nadir Oğullarının bağ ve bahçeleri arasında kıldı. Onları muhasara altına aldı. Nadir Oğulları, kuvvetli kalelerine sığınmışlardı.

Peygamber Efendimiz, onlara emrini bir kere daha tekrarladı: "Medine'den çıkıp gidiniz!"

Benî Nadir, bu teklifi kabule yanaşmadı. "Ölüm, bize, senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır. Ölümü göze alır, teklifini kabul etmeyiz!" diyerek âdeta meydan okudular.

Artık onlarla çarpışmaktan başka bir yol kalmamıştı. Fakat, kuvvetli kalelerine sığındıklarından ve bu kalelerden çıkıp çarpışmayı göze alamadıklarından çarpışmanın bir hayli güç olacağı muhakkaktı. Bu sebeple, Resûii Kibriya Efendimiz, çarpışmayı uygun görmed; Allah'ın izniyle, bir harb plânı tatbik etti. En yakın Yahudî ev ve kalelerini yıkma, hurma ağaçlarını yakıp kesme emrini verdi. Bu hareket, düşmanın kaleden dışarı çıkıp çarpışmasını temin gayesiyle yapılıyordu.

Evlerinin yıkıldığını, hurma ağaçlarının kesilip yakıldığını gören Yahudiler, "Yâ Muhammedi.. Sen bozgunculuğu, bozup dağıtmayı yasaklar ve bunu yapanları ayıplardın; şimdi ne diye yaş hurma ağaçlarını kestiriyor ve yaktırıyorsun?" diye bağrıştılar.224

Ömür dakikalarını bozgunculukla geçirenler, şimdi ağaç kesmenin bozgunculuk olacağından bahsediyorlardı! Bu bağrışmaları birtakım Müslümanları da tereddüde şevketti. Bunun üzerine inen âyeti kerîme, meseleyi açıklığa kavuşturdu: "Sizler, herhangi hurma ağacını kestiniz yahut kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, bu hareketiniz (fesad için değil) hep Allah'ın izniyledir ve fâsıkları perişan etmek içindir."225

Âyeti kerîmenin nazil olmasıyla, Müslümanların tereddüt ve endişeleri zail oldu.

Bu hâdiseye ve bu âyeti kerîmeye dayanarak, harb icabı her çeşit yaş ağacın yakılıp kesilmesinin mubah olduğu, âlimler tarafından belirtilmiştir.225

Münafıkların, Yahudilere "Direnin!" Diye Haber Göndermeleri

Muhasara devam ediyordu.

Bu esnada başta başmünâfık Abdullah b. Übey olmak üzere birçok münafık, Benî Nadir Yahudîlerine, "Eğer Müslümanlara karşı direnir ve karşı koyarsanız, biz sizi onlara teslim etmeyiz. Siz çarpışırsanız, biz de sizinle birlikte çarpışırız. Siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, biz de sizinle birlikte çıkıp gideceğiz." diye haber gönderdiler.

Benî Nadir Yahudileri, münafıkların bu sözlerine kandılar. Bir müddet daha direndiler.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Kur 'ân 'in Açıklaması

İşleri güçleri fitne ve fesad olan münafıkların bu hareketleri, Kur'ânı Kerîm'de şöyle açıklanmıştır:

"Ehli Kitap'tan o küfreden kardeşlerine, 'Andolsun, eğer siz yurtlarınızdan çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiniz. Eğer sizinle harb edilirse, muhakkak ve muhakkak biz, size yardım ederiz.' diyen o münafıkları görmedin mi? Halbuki, Allah şehâdet eder ki, onlar hakikaten ve kat'iyyen yalancıdırlar!

"Andolsun ki, onlar çıkarılacak olurlarsa (bu münafıklar) onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlar muharebeye tutulursa, bunlar onlara yardım da etmezler. Faraza yardım etseler bile, mü'minler karşısında dciyanamayarak arkalarına dönüp kaçarlar; sonra da kendileri hiçbir yerden yardım göremezler."
227

Teslime Mecbur Olup Eman Dilemeleri

Muhassarın 15. günüydü.

Abdullah b. Übeyy ve diğerlerinin kendilerine va'dettikleri yardımların gelmediğini gören Benî Nadir Yahudileri, teslim olmayı kabul edip eman dilediler.

Peygamber Efendimiz, kendilerine eman verdi ve hiçbirisinin canına dokunmadı; Silâhlarından başka, mallarından develerine yükleyebildikleri kadar eşya alarak çıkıp gitmelerine müsaade buyurdu.

Bu müsaade üzerine 600 deveye yükleyebildikleri kadar mal ve eşya yüklediler. Medine'den ayrılacakları sırada, sağlam kalmış olan evlerini, Müslümanlar oturmasın diye kendi elleriyle yıktılar. Başlarına gelen bu hâdiseden dolayı güya üzülmediklerini göstermek için, kadınlar en kıymetli elbiselerini giyinmişler, ziynetlerini takınmışlardı. Defler, düdükler çalarak Medine'yi terkettiler. Bir kısmı Şam, bir kısmı Hayber, diğer bir kısmı ise Yemen tarafına gitti. Bunların sürgünü üzerine münafıklar gizlice matem tuttular.

Geride Bıraktıkları Mallar

Benî Nadir Yahudileri, geride birçok hurmalık, ekin, akar ile davar, sığır ve at gibi birçok hayvan bıraktılar. Ayrıca arkalarında 50 adet zırh, 50 adet miğfer, 340 kadar da kılıç kaldı.228

Bütün bu inallar, devlet malı olarak doğrudan doğruya Peygamber Efendimize mahsustu. Çünkü çarpışmasız, at ve deve koşturmaksızın elde edilmişlerdi. Bu mallara "fey" denilmiştir. Fey, Allah'ın, din düşmanlarından—galebeyle değil, belki sürgün yahut cizye üzerine sulh olmak suretiyle—Peygamber Efendimize tahsis buyurduğu maldır. Peygamber Efendimiz, bu malı dilediği yerlere sarfetmekte hürdü.

Kur'ânı Kerîm'de bu husus şöyle açıklanır:

"Allah'ın onların mallarından Peygamberine verdiği feye gelince... Siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat, Allah, peygamberlerini dilediği kimseye musallat eder. Allah, her şeye hakkıyla kadirdir."229

Medine'nin yerlileri olan Ensâr, Muhacirlerin geçimlerini üzerlerine almıştı, onları kendi mallarına ortak etmişti. Bu sebeple, Muhacirlerin idareleri onların omuzunda bir yük sayılıyordu.

Resûli Kibriya Efendimiz, bu ganimet mallarını yalnız Muhacirler arasında bölüştürerek Ensârı Kiram'in bu yükünü hafifletmek istedi. Bunun için onları çağırdı ve, "İsterseniz Benî Nadir Yahudilerinin mallarından, Allah'ın bana verdiği malları, sizlerle Muhacirler arasında bölüştüreyim. Eskiden olduğu gibi Muhacirler yine evlerinizde otursunlar ve mallarınızdan faydalanmakta devam etsinler. Yok, eğer isterseniz, bu malları sâdece Muhacir kardeşleriniz arasında bölüştüreyim. Onlar da evlerinizden çıksınlar, mallarınız da size kalsın!" diyerek teklifte bulundu.

Medineli Müslümanlar gönülden, "Yâ ResûlallahL Nadir Oğullan mallarını Muhacir kardeşlerimiz arasında taksim ediniz. Onlar şimdiye kadar olduğu gibi evlerimizde otursunlar. Bizim mallarımızdan da istediğiniz kadarını alıp onlara veriniz!" dediler.230

O sırada Hz. Ebû Bekir ayağa kalktı; Ensâr kardeşlerine teşekkür ettikten sonra, "Allah, sizi hayırla mükafatlandırsın. Vallahi, bizimle sizin benzeriniz yoktur." diye konuştu.

Peygamber Efendimiz de, "Allah'ım!.. Ensâr'ı ve Ensâr'ın evlâdlarını koru, onlara merhamet et!" diyerek dua etti.231

Medineli Müslümanların bu asil ve civanmert davranışı üzerine, onların medh ve senası hakkında şu mealdeki âyeti kerîme nazil oldu:

"Onlardan (Muhacirlerden) önce (Medine'yi) yurt ve îman evi edinmiş olan kimseler (Ensâr), kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.

"Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç meyli bulmazlar. Kendilerinde fakr ve ihtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar* Kim nefsinin (mala olan) Bu haslete "isâr" derler. "Kişinin kendisi muhtaç iken, diğer kardeşinin ihtiyacını önde görerek yardımına koşması" demektir. Diğer bir ifadeyle, "kişinin, din kardeşini kendi nefsine, şerefte, makamda, teveccühte, hattâ maddî menfaat gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih etmesidir." İslâm tarihi, isâr hasletinin şaheser misalleriyle doludur.hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte muradlarına erenler onların tâ kendileridir.""
2

Medinei Münevvere'nin yerlileri olan Ensârı Kiram, bu davranışlarıyla hem Resûlullah Efendimizin hoşnutluğunu, hem de Cenâbı Hakk'ın rızasını kazanmış oldular.

Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz de, Nadir Oğullarından kalan ganimet mallarını, Cenâbı Hakk'ın da âyeti kerîmesinde tavsiye buyurduğu gibi,"3 yalnız Muhacirlere taksim etti. Bu suretle onları Ensâr'ın yardımına ihtiyaç duymayacak hâle getirdi.

Peygamber Efendimiz, Muhacirlerin hâricinde, Ensâr'dan Ebû Dücâne ile Süheyl b. Hüneyf e de (r.a.), çok fazla fakir olduklarından dolayı bazı şeyler verdi.234
 

müdavim

Üye Sorumlusu
ZÂTÜRRİKA GAZASI

(Hicret 'in 4. senesi Cemaziyelevvel ayı / Milâdî 625) Benî Nadir Yahudilerinin Medine'den sürgün edilmelerinden iki ay sonraydı.

Enmar ve Salebe Oğulları Kabilelerinin Müslümanlarla çarpışmak üzere toplanmış oldukları haberi Medine'ye ulaştı.

Peygamber Efendimiz, derhâl hazırlanarak, 400 (veya 700) mücâhidle Medine'den yola çıktı, Zatürrika mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu.

Müşrikler, mücâhidlerle çarpışmayı göze alamadıklarından dağ başlarına çekilmişlerdi. Geride sâdece bir kadın kalmıştı ki, o da esir edildi.

Resûli Kibriya Efendimiz, bir müddet burada bekledi. Öğle namazı vakti girince de, müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle salâtı havf, yâni korku hâlinde namaz kıldılar. Bu namazın kılınış şekli Nisa Sûresinin 101102. âyetlerinde tarif edilmiştir.

En tehlikeli anlarda bile Resûli Kibriya Efendimizin cemaatle namazlarını eda edişi, bize cemaatle namazın ne derece büyük bir ehemmiyeti haiz olduğunu ve ihmâl edilmemesi gerektiğini açıkça ders vermektedir.

Bir Mucize

Zatürrika Seferi esnasında idi.

Ashabtan Ulbe b. Zeyd, üç adet devekuşu yumurtası bulup getirdi.

Resûli Ekrem, "Ey Cabir!.. Bunları, al pişir." diye emretti. Hz. Cabir, yumurtaları bir çanak içinde pişirip getirdi.

Peygamber Efendimizle mücâhidler, o üç yumurtadan doyuncaya kadar yedikleri hâlde, yumurtaların çanakta olduğu gibi durduğunu gördüler.215

Allah 'm, Mü mirilere Merhameti

Yine, bu gaza esnasında idi.

Sahabînin biri, bir kuş yavrusu bulup getirdi. Anası veya babası, yavruyu kurtarmak için canını feda edercesine, onu elinde tutan sahabînin avuçlarının içine atılıveriyordu. Bu duruma sahabîler hayretler içinde bakarken, Resûli Ekrem ise şu ibret dersini verdi:

"Siz, yavrusunu tuttuğunuz şu kuşun yavrusu için, kendisini avucunuza atmasına mı hayret ediyorsunuz? Vallahi, Rabbinizin, size olan merhamet ve şefkati, şu kuşun yavrusuna olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır!"236

Devenin Şikâyeti

Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte Zatürrika'dan ayrılmış, Medine'ye doğru geliyordu. Harre mevkiine gelindiğinde, bir devenin, koşarak Resûli Kibriya Efendimizin yanına varıp tahiyyei ikram nevinden çöktüğü ve boynunu öne doğru uzatıp onunla konuştuğu görüldü.

Mücâhidler hayretler içinde bakımrken, Peygamber Efendimiz, "Bu deve ne söylüyor, biliyor musunuz?" dedikten sonra, "Bu deve, sahibinin zulmünden bana şikâyet ediyor: Kendisini senelerdir çalıştırdığını, şimdi ise boğazlamak istediğini söylüyor!" diye buyurdu. Arkasından Cabir b. Abdullah'a, devenin sahibini bulup kendisine getirmesini emretti.

Hz. Câbir, "Yâ Resûlallah, devenin sahibini tanımıyorum." deyince, aldığı cevap şu oldu:

"Deve, seni sahibine götürür!"

Gerçekten, deve, Peygamberimizden emir almış gibi, Hz. Câbir'in önüne düştü ve onu sahibine götürdü.

Hz. Câbir der ki:

"Ben de, deve sahibini alıp Resûlullah'ın yanına getirdim. Resûlullah, onunla deve hakkıda konuştu ve 'Devenin söyledikleri doğru mu?' diye sordu. Deve sahibi, 'Evet, yâ Resûlallah...' dedi.
""7
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Gazanın İsmi

Bu sefere, iştirak edenlerin hepsi piyade olup, çıplak ayaklan taştan dikenden parçalanmış ve tırnakları dökülmüş olduğundan, ayaklarını bez parçalarıyla bağlamış olmaları sebebiyle bu gazaya "Zatürrika" adı verildiği de kaynaklarda belirtilmiştir. Zîra, rika, "ruka"nın çoğuludur; "ruka" ise, elbise yırtığına vurulan bez parçasıdır ki buna da yama denir.

Ebû Musa elEş'arî, bu hususta şöyle der:

"Resûlullah'la (s.a.v.) bir gazaya çıktık. Sâdece bir devemiz vardı. Nöbetleşe biniyorduk. Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza bez parçası sarıyorduk. Ayaklarımıza bu suretle bez parçası sardığımız için bu sefere Zatürrika Gazası denildi.
238

RESÛLİ EKREM'İN BEREKET MUCİZESİ

Ensâr'dan Hz. Câbir'in babası Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud'da şehid düşmüştü. Geride altı kız çocuğunu yetim ve bir hayli de borç bırakmıştı.

Borç sahipleri, Yahudiler idi.

Abdullah b. Amr'ın, içinde çeşitli hurma ağaçlan bulunan iki bahçesi vardı; fakat, bunların mahsûlü borçlarını karşılayacak miktarda değildi. Sâdece bir tek Yahudîye borcu, 30 deve yükü hurma idi.

Hurma mevsimi girince, Yahudiler, alacaklarını ısrarla istemeye ve Hz. Câbir'i sıkıştırmaya başladılar. Hz. Câbir, onlara hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiği hâlde kabul etmediler.

Bunun üzerine Hz. Câbir, Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna vararak, "Yâ Resûlallah!.. Biliyorsunuz ki, babam Abdullah, Uhud günü şehid düştü. Geride birçok borç bıraktı. Alacaklılara, hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiğim hâlde kabul etmediler." dedi ve bu hususta kendisine şefaatçi ve yardımcı olmasını diledi.

Resûli Kibriya Efendimiz de, Abdullah b. Amr b. Haram'm borcuna karşılık hurma bahçesinin bütün mahsûlünü almalarını ve borcunu silmelerini alacaklılara teklif ettiyse de, yanaşmadılar. Alacaklılar, Resûli Ekrem Efendimizin, "Borcun bir kısmını bu yıl, kalanını da gelecek yıl alınız." teklifini de kabul etmediler.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz. Câbir'e, "Sen git; ben yarın kuşluk vakti yanına gelirim." dedi.

Ertesi gün, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i yanına alarak Hz. Câbir'in hurma bahçesine gitti. Ona, "Git, hurmanı topla ve tasnif et! İyi cins olanı bir boy, diğerlerini de bir boy yaptıktan sonra bana haber ver!" buyurdu.

Hz. Câbir, derhâl emri yerine getirdi ve gelip durumu Serveri Kâinat Efendimize arzetti. Hz. Câbir, alacaklıları da çağırmıştı. Onlar, Peygamber Efendimizi görünce, isteklerini tekrarlamaya başladılar.

Resûli Kibriya Hazretleri, hurma öbeklerinden en büyüğünün çevresini üç kere dolaşıp dua ettikten sonra, Hz. Cabir'e, "Şu alacaklıları yanıma çağır." dedi.

Alacaklılar geldi. Borçlarına karşılık kendilerine hurma yığınından ölçülüp ölçülüp verilmeye başlandı. Borç tamamıyla ödendi.

Hz. Câbir (r.a.), müşahedesini şöyle anlatır:

"Tek, Allah, babamın borcunu ödesin de, vallahi ben, kız kardeşlerimin yanına bir hurma tanesiyle dönüp gitmeye bile razı idim. Hâlbuki, Resûlullah, ondan, bütün alacaklılara hurma verdiği hâlde, bir hurma bile eksilmediğini gördüm!"239

Borç sahipleri olan Yahudiler de, bu hâdiseden çok taaccüp edip hayrette kaldılar.

Bu, Resûli Kibriya Efendimizin apaçık bir mûcizesiydi!
 

müdavim

Üye Sorumlusu
BEDRÛ'LMEV'İD GAZASI

(Hicret 'in 4. senesi Şaban ayı / Milâdî 626)

Daha önce bahsi geçtiği gibi, Ebû Süfyan, Uhud'dan dönüp giderken Müslümanlara, "Sizinle gelecek sene Bedir'de buluşalım!" demiş, Hz. Ömer de Resûlullah'm emriyle, "Olur! İnşallah orası bizimle sizin çarpışma yeriniz olsun!" cevabını vermişti240

Uhud Muharebesinin üzerinden bir sene geçmişti.

Resûli Ekrem, verdiği sözü yerine getirmek için harb hazırlıklarına başladı.

Öte yandan, Kureyş'in reisi Ebû Süfyân da, harb hazırlıklarını sürdürüyordu. Fakat, o sene Mekke'de büyük bir kuraklık ve kıtlık hâkimdi. Bu sebeple Ebû Süfyan, halkı teşvik etmesine rağmen, kendisi harbe pek niyetli değildi.

Ebû Süfyan 'in Başvurduğu Taktik

Bedir'e gitmek kararından vazgeçmek arzusunda olan Ebû Süfyan, Peygamberimizin de Müslümanlarla oraya gelmesine mâni olmak istiyor, bunu nasıl başarabileceğinin yollarını araştırıyordu!

O sırada henüz Müslüman olmamış Nuaym b. Mes'ud'la, Mekke'de karşılaştı. Nuaym, Mekke'ye umre yapmak maksadıyla gelmişti.Ebû Süfyan, "Ey Nuaym!.." dedi, "Ben, Muhammed'le ashabına, 'Bedir'de buluşalım, çarpışalım!' diye söz vermiştim. Vakit gelip çattı! Hâlbuki, bu yıl, bizde kıtlık ve kuraklık hâkimdir. Böyle bir yıl işimize gelmez. Onun için, bu yıl Muhammed'le karşılaşmak istemiyoruz! Karşılaşmamız ise, onun cesaretini artıracaktır!" deyip niyet ve endişesini izhar ettikten sonra, Nuaym'e teklifini şöylece yaptı:

"Sen, hemen Medine'ye dön! Benim, karşı konulmayacak kadar kuvvet topladığımı bildir ve onları Bedirde bizimle çarpışmaktan vazgeçir! Bu işi becerirsen, sana yetişkin 70 deve veririz."241

Nuaym, derhâl Medine'ye döndü. Va'dedilen mükâfata konmak için, Mekkeli müşrikler lehinde kesif bir propagandaya girişti; Kureyşlilerin karşısına çıkılmayacak kadar güçlü bir ordu hazırlamış olduklarını söyleyip durdu. Münafıkların da bu yolda olanca gayretlerini ortaya koymalanyla, Müslümanlarda müşriklere karşı savaşma hususunda bir gevşeme meydana geldi. Yahudilerle münafıklar, bu duruma son derece sevindiler; "Muhammed, artık şu Müslüman topluluktan kimseyi bu niyetinden vazgeçiremez!" deyip sevinçlerini küstahça izhar ettiler.

Peygamberimizin Kesin Kararı

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, durumu derhâl Resûli Ekrem Efendimize bildirdiler.

Resûli Ekrem Efendimizin kararı kesindi. "Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, va'dedilen yere Medine'den hiç kimse gitmek için çıkmasa bile, ben tek başıma oraya çıkar giderim!" dedi.242

Cesaret dolu bu kararlı sözler, Müslümanların kalbinde şimşekler gibi çaktı, Allah'ın da yardımıyla, yüreklerine düşen korku ve tereddüdü bir çırpıda yok etti.

Resûli Ekrem, yerine Abdullah b. Revaha'yı vekil bırakarak bin 500 mücâhidle Medine'den ayrıldı. Sancağı Hz. Ali taşıyordu. Orduda sâdece 10 atlı vardı.

Mücâhidler, ayrıca beraberlerinde ticaret malları da götürüyorlardı. Çünkü, gidecekleri yerde, Araplar her sene bir ticaret pazarı, bir panayır kurarlardı. Sefere çıkışları da zaman bakımından panayır mevsimine rastlıyordu. Eğer düşman gelirse, onunla çarpışacaklardı; şayet gelmezse, ticaretlerini yapmış olacaklardı!

Peygamber Efendimiz, ordusuyla Bedir'e gelip beklemeye başladı. Fakat, düşman kuvvetleri görünürde yoktu.

Zîra, hazırlıklarını tamamlayıp Mekke'den yola çıkan Ebû Süfyan kumandasındaki iki bin kişilik müşrik ordusu, ancak Mecinne denilen nahiyeye kadar gelebilmiş, oradan ileriye tek adım atabilme cesaretini gösterememiş ve Müslümanlarla çarpışmayı, sayıca fazla oldukları hâlde göze alamadıklarından Mekke'ye geri dönmüşlerdi!

Hz. Resûlullah, mücâhidlerle Bedir'de sekiz gece bekledi.

Ticaret pazarına gelen Arap kabileleri, Müslümanların güç ve kuvvetlerini koruduklarını, cesaret ve ümitlerini yitirmediklerini bir kere daha gördüler; nazarlarında Kureyş'in itibarı da böylece kırıldı.

Mücâhidler, düşmanın gelmediğini görünce, panayırda alış veriş yapıp kat kat kâr ettiler.

Sekiz gecelik bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte sevinç ve ferah içinde Medine'ye döndü.

Bu gazanın diğer bir adı, Küçük Bedir'dir.


--------------------------------------------------------------------------------

215 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 199.

216 217 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 199; İbni Sa'd, Tabakat, c. 2. s. 57. ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 199; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 560.

218 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

219 Vakidî, Megazi, s. 284285.

220 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

9O1Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

222 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

224 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 200.

225 Haşir, 5.

226 Bkz.: Tecrid Tercemesi, c. 12, s. 167.

227 Haşir, 1112.

228 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 58. 9 Haşir, 6.

230 Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser c. 2, s. 5051.

231 İbni Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 5051.

232 Haşir, 9.

233 Haşir, 8.

234 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 201202.

235 Halebî, Insanû'lUyûn, c. 2, s. 289.

236 ibni Kesir, Sîre, c. 3, s. 165.

237 Halebî, A.g.e., c. 2, s. 289.

238 Buharî, Sahih, c. 3, s. 35.

239 Buharı, Sahih, c. 3, s. 84, 199; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 373, 393; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 120121.

240 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 99100; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 58.

241 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 59; Taberî, Tarih, c. 3, s. 41.

242 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 59.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Efendimizin Ümmü Selemeyle Evlenmesi

Asıl ismi "Hind" olan Hz. Ümmü Seleme, Mahzum Oğulları Kabilesinden Ümeyye b. Muğire'nin kızı idi. Kocası Abdullah b. Abdû'1Esed, İslâmiyeti kabul etmesinden dolayı müşriklerin eza ve cefasına mâruz kalınca, Habeşistan'a hicret etmişti. Birçok Kureyşlinin Müslüman olduğu şayiası üzerine Mekke'ye dönmüş, ancak haberin asılsız olduğunu öğrenince, bin bir güçlükle bu sefer Medine'ye göç etmişti.

Habeş ülkesine her iki hicrette de, Hz. Ümmü Seleme, kocasıyla birlikte bulunmuştu.

Kocasının Uhud Harbinde yaralanması sonucu Hicret'in 4. yılının Cemaziyelahir ayı sonuna doğru vefat etmesiyle birlikte, dört çocuğuyla Hz. Ümmü Seleme dul kalmıştı.

Ahidleşmek İstemeleri

Hz. Ümmü Seleme, henüz vefat etmeden, bir gün kocasına, "Duyduğuma göre, Cennetlik kocası ölen Cennetlik bir kadın, sonradan başka birisiyle evlenmezse, muhakkak Allah onu Cennet'te kocasıyla bir araya getirecektir. Aynı şekilde, Cennetlik hanımı ölen Cennetlik bir erkek de, sonradan başka bir kadınla evlenmezse, Allah, muhakkak onu da Cennet'te karısıyla biraraya getirecektir!" dedikten sonra şu teklifi yapmıştı:

"O hâlde gel, seninle sözleşelim: Ne sen, benden sonra evlen; ne de ben, senden sonra evleneyim!"

Fakat, Ebû Seleme bu teklifi kabul etmemiş ve, "Sen, benim sözümü dinle: Ben öldüğüm zaman sen evlen!" demişti; sonra da şu duayı yapmıştı:

"Allah'ım!.. Ümmü Seleme'ye, benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasîb

et!"
243

Peygamberimizin, Ümmü Seleme 'yle Konuşması

Hz. Ümmü Seleme, daha önce Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den gelen evlenme tekliflerini kabul etmemişti. Bundan sonra, Peygamber Efendimiz, kendisiyle evlenmek istediği haberini gönderdi. Hz. Ümmü Seleme, mazur görülmesini diledi ve, "Ben hem yaşlı, hem de kıskanç bir kadınım; aynı zamanda çoluk çocukluyum. Şâhid olarak da velilerimden yanımda hiç kimse yoktur." dedi.

Teklifine bu cevabı veren Hz. Ümmü Seleme'ye bu sefer Peygamber Efendimiz gitti ve evlenme teklifini bizzat tekrarladı. Sonra da şöyle konuştu:

"Yaşlı bir kadın olduğunu söylüyorsun: Hâlbuki, bir kadına, kendisinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesi ayıp değildir! 'Yetimlerin annesi' olduğunu söyledin: Bunu bil ki, onların geçimleri Allah'a ve Resulüne aittir. 'Kıskanç bir kadınım.' diyorsun: Bunun da senden izalesi için Allah'a dua ederim. Yanında velilerinden kimsenin bulunmadığını söylüyorsun: Onlardan hazır bulunan veya bulunmayanlardan bana razı olmayacak hiçbir kimse yoktur!"

Bunun üzerine Ümmü Seleme, yanında bulunan oğluna dönerek, "Kalk yâ Ömer!.. Beni Resûlullah'a nikâhla."244 dedi.

Böylece, Cenâbı Hakk, Ebû Seleme'nin vefatından önce, "Allahım!.. Ümmü Seleme'ye benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, onu incitmeyecek bir koca nasîb et."245 tarzında yaptığı duasını kabul buyurmuş ve Ümmü Seleme'ye insanların en hayırlısına hanım olmayı nasîb etmiş oluyordu.

Resûli Ekrem Efendimizle evlendiğinde 44 yaşında bulunan Hz. Ümmü Seleme, Hicret'in 59. senesinde 84 yaşında iken vefat etti. Cenaze namazını Ebû Hüreyre (r.a.) kıldırdı ve Bakî Mezarlığına defnedildi.246

Okuma bilen, fakat yazmayı öğrenemeyen Hz. Ümmü Seleme, fıkhı iyi bilenler arasında yer alıyordu. Resûli Ekrem Efendimizden rivayet ettiği hadîs sayısı 378'dir.


--------------------------------------------------------------------------------

243 ibni Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 88.

244 İbni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 8990.

245 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 88.

246 ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 96.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hicretin 4. Senesinin Diğer Mühim Bazı Hadiseleri

İçkinin Haram Kılınması

İçki, Hicret'in 4. yılında, Benî Nadir Yahudilerinin yurtlarından sürgün edilip çıkarıldıkları sırada haram kılınıp yasaklandı.

İçki, üç safhada inen âyetlerle haram kılındı.

Resûli Ekrem Efendimiz, Medine'ye teşrif ettikleri zaman Müslümanlar arasında da içki içiliyor, kumar oynanıyordu.

Peygamber Efendimiz gelince, ondan içkinin ve kumarın hükmünü sordular. O sırada Hz. Ömer de, "Yâ Rabbi!.. İçki hakkında bize, açık ve kesin bir beyanda bulun!" diye dua etti.

Bir müddet sonra, "Sana, içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: 'Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür.'"247 mealindeki âyeti kerîme nazil oldu.

Bunun üzerine, Müslümanlardan bir kısmı zararından dolayı içkiyi bıraktı, bir kısmı ise içmeye devam etti.

Ancak, içenler arasında bu arada bazı nahoş durumlar meydana geldi. Hattâ, ashabtan biri, akşam namazım kıldırırken, kıraati yanlış ve ters mânâ çıkacak şekilde karıştırdı.

Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım!.. İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!" diye dua etti.Çok geçmeden, "Ey îman edenler!.. Siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bitinceye ve cünüb iken de yolcu olmanız müstesna gusledinceye kadar namaza yaklaşmayınız!"248 mealindeki âyeti kerîme nazil oldu.

Bu da, yasağın ikinci safhasını teşkil ediyordu.

Bunun üzerine Müslümanlar, "Yâ Resûlallah!.. Biz, namaz vakti yaklaşınca içki içmeyiz!" dediler. Peygamber Efendimiz, onlara cevap vermeyip sustu.

Haliyle, Müslümanlar arasında içki içenlerin sayısı da bir hayli azaldı.

Namaz kılınacağı zaman da, Resûli Kibriya Efendimizin emriyle, "Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın!" diye nida edilirdi.

Buna rağmen Müslümanın biri akşamleyin içki içip namaza geldi.

Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım!.. İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!" diye dua etti.

O zaman şu âyeti kerîme nazil oldu:

"Ey îman edenler!.. İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, Şeytan'ın murdar, kötü bir işinden başka bir şey değildir. Bunun için onlardan kaçınınız ki, korktuklarınızdan kurtulup umduklarınıza erebilesiniz!

"Şeytan, içki ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık, bunlardan vazgeçtiniz, değil mi?"
249

Bundan sonra Müslümanlar, "Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz!.." dediler.

Bu da, içki yasağının üçüncü safhasıydı. Ve böylece, içki, bütün Müslümanlara haram kılınıyordu.

Bu âyetlerin nazil olması üzerine Resûli Kibriya Efendimizin emriyle, münâdî, "Haberiniz olsun ki, içki haram kılınmıştır!" diyerek Medine sokaklarında nida etti.

Bu emri duyan Müslümanlar, evlerinde bulunan bütün içkileri derhâl döktüler. Dökülen içkiler, Medine sokaklarında sel gibi aktı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Konuyla ilgili birkaç hadîsi de nakledelim:

"Muhakkak ki Allah, içkiye, onu yapana, yapılan yere, onu içene, içirene, taşıyana, taşıtana, satana, satın alana, onun bedelini ve kazancını yiyene lanet etmiştir."250

"Her sarhoş edici şey içkidir ve her sarhoş edici içki haramdır. Kim dünyada devamlı içki içer ve tevbe etmeden ölürse, âhirette o kimse, âhiret şerbeti içemez!"251

"İçkiden uzak durunuz; çünkü o, her kötülüğün anahtarıdır."252

"İçki, ümmü'lhebaistir [bütün murdarlıkların, kötülüklerin anasıdır]."253

"Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır."254


Hz. Zeyneb binti Huzeyme 'nin Vefatı

Peygamberimizin zevcesi Hz. Zeyneb, İslâmiyetten önceki devirde, yoksul ve muhtaçlara çok acıdığı, şefkat ve merhametli davrandığı, onlara devamlı yemekler yedirdiği ve sadakalar verdiği için "Ümmü'lMesakin [Miskinler, Düşkünler Annesi]" diye bilinir ve yâd edilirdi. Resûli Kibriya Efendimizle evliliği Hicret'in 3. yılı Ramazan ayında olmuştu. Hicret'in 4. yılı Rebiülâhir ayı sonunda ise, 30 yaşında iken vefat etti.

Resûli Kibriya Efendimiz, namazını kıldırdıktan sonra onu, Bakî Kabristanına defnetti. Efendimizin hayatında Hz. Haticei Kübra ile Hz. Zeyneb'ten başka zevcesi vefat etmemiştir!

Hz. Ali 'nin Validesi Fâtıma Hâtûn 'un Vefatı

Fâtıma binti Esed, Nebîyyi Muhterem Efendimizin amcası Ebû Tâlib'in zevcesi idi. İlk sıralarda Müslüman olmuş ve Medine'ye hicret etmişti. Peygamber Efendimize çocukluğunda büyük hizmetlerde bulunmuştu. Onu çocuklarından daha çok sever ve ihtimam gösterirdi. Peygamber Efendimiz de her zaman onu saygıyla anar, hâl hatırını sorar, onu ziyaret ederdi.

İşte, yüksek ahlâk sahibi bu İslâm kadını, Hicret'in 4. yılında Medine'de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Resûli Kibriya Efendimiz, ona olan sevgi ve saygısından dolayı, "Bugün, annem vefat etti." dedi.

Hz. Ali (r.a.), "Annem Fâtıma binti Esed vefat ettiği zaman, Resûlullah (s.a.v.), kendi gömleğini sırtından çıkarıp ona kefen olarak sardırdı ve cenaze namazını kıldırdı." demiştir.Resûli Kibriya Efendimiz, bu mübarek ve muhterem kadının kabrine de indi ve bir müddet kabrin içinde uzandı. Sonra kabirden çıktı. Gözleri yaşlarla doluydu. Müslümanlar, "Yâ Resûlallah!.." dediler, "Biz, senin buna yapmış olduğun şeyi, başkasına yaptığını görmemiştik."

Nebîyyi Muhterem Efendimiz, şu cevabı verdi:

"Ebû Tâlib'ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir başka kimse olmamıştır. Ona, Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim! Kabir hayatı kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de kabirde yanına uzandım."255

Bundan sonra da Resûli Zîşan Efendimiz, şu duayı yaptı: "Allah, sana merhamet etsin ve hayırla mükâfatlandırsın!

"Allah, sana rahmet etsin, ey annem!.. Sen, benim annemden sonra annem idin! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin giymez, beni giydirirdin! En iyi nimetlerden nefsini alıkoyar, bana tattırırdın! Bunu da ancak, Allah rızâsını ve âhiret yurdunu umarak yapardın.

"Allah ki, diriltendir, öldürendir; Hayy ve Kayyumdur O!..

"Allahım!.. Annem Fâtıma binti Esed'i af ve mağrifet et; ona hüccet ve delilini anlat; onun kabrini genişlet!

"Ben Resulünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duamı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!.."
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamberimizin Torunu Hz. Hüseyin 'in Dünyaya Gelişi

Hicret'in 4. yılı Şaban ayında, Resûli Ekrem Efendimizin torunu, Hz. Ali'nin ikinci oğlu Hz. Hüseyin, Hz. Fâtıma'dan dünyaya geldi.Doğumunun yedinci gününde, Peygamber Efendimiz, bu nur topu torunu için akika kurbanı olarak iki koç kestirdi; kulağına ezan okuyup ismini koydu ve saçını kestirdi.

Torunu Hz. Hasan gibi, Hz. Hüseyin de Nebîyyi Muhterem Efendimize benzerdi. Bu her iki torunu için Efendimiz, "Allah'ım!.. Ben, bunları seviyorum; Sen de sev bunları..."'256 diyerek dua etmiştir.

Bir gün, Ebû Eyyûb elEnsârî (r.a.), Resûli Kibriya Efendimizin huzuruna girerken, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'i, önünde oynuyorlar görmüştü:

"Yâ Resûlallah, sen onları çok mu seversin?" diye sorunca. Peygamber Efendimiz şu karşılığı vermişti:

"Nasıl sevmiyeyim ki?.. Bunlar, benim, dünyada kokladığım iki reyhanımdır!"257

Zeyd b. Sabit Hazretlerinin, Arap, İbranî ve Süryanî Yazısını Öğrenmesi

Zeyd b. Sabit (r.a.), Hicret'ten önce Evs ve Hazreç Kabileleri arasında Buas Günü vuku bulan çarpışmalarda babasının ölmesiyle yetim kalmıştı. O sırada altı yaşında idi.

Resûli Kibriya Efendimiz, Bedir'de esir alınan Kureyş müşriklerinden malî durumu fıdyei necat ödemeye müsait olmayan her birisinin, Ensâr çocuklarından 10 çocuğa iyice okuma yazma öğrettiği takdirde serbest bırakılacaklarını bildirmişti. İşte, Zeyd b. Sabit de, o zaman okuma yazma öğrenmiş olan Ensâr çocuklanndandı.

Hz. Zeyd b. Sabit, son derece zekî idi.

Hicret'in 4. senesinde Resûli Ekrem Efendimiz, kendisine Yahudî yazısını, yâni İbranîceyi öğrenmesini emretti ve, "Ben,yazılarımı, onların değiştirmeyeceklerinden emin değilim!"258 buyurdu.

Bunun üzerine, Hz. Zeyd, 15 gün içinde İbraniceyi öğrendi; hattâ onda maharet sahibi oldu. Resûli Kibriya Efendimiz, bundan sonra Yahudîlere bir şey yazacağı zaman, onu Hz. Zeyd'e yazdırır, Yahudilerden gelen yazıları da ona okuturdu.259

Yine bir gün, Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Zeyd'e, "Süryanîce güzelce okuyup yazabilir misin? Çünkü bana, Süryanîce yazılar geliyor." dedi.

Hz. Zeyd cevaben, "Hayır, iyi okuyup yazamam." deyince, Peygamber Efendimiz, "O hâlde, sen onu iyice öğren." buyurdu.

Bu emir üzerine Hz. Zeyd b. Sabit, 17 günde Süryanîceyi öğrendi.260

Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı

Hz. Osman, Habeşistan'a hanımı Hz. Rukiyye ile birlikte hicret etmişti. Orada bir çocukları dünyaya gelmiş ve ismini Abdullah koymuşlardı.

Abdullah altı yaşında bulunduğu sırada bir horoz yüzünü gözünü gagaladı. Yüzü gözü şişti. Fena hâlde hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayarak da Hicret'in 4. senesi Cemaziyelevvel ayında vefat etti.

Bu torununun cenaze namazını bizzat Peygamber Efendimiz kıldırdı. Kabrine ise, onu, babası Hz. Osman indirdi.261

Abdullah'ın mezar taşını diken Resûli Kibriya Efendimizin gözlerinden yaşlar döküldü. Şöyle buyurdular:"Allah Teâlâ, kullarından, merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder!"262


--------------------------------------------------------------------------------

247 Bakara, 219.

248 Nisa, 43.

249 Mâide, 9091.

250 Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 292.

251 Müslim, Sahih, c. 6, s. 100.Hakim, elMüstedrek, c. 4, s. 145.Dare Kutni, Sünen, c. 4, s. 247.

254 Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 294.

255ibni Abdi'lBerr, elistiab, c. 4. s. 1891.

256Tirmizî, Sünen, c. 5. s. 661. Tirmizî, A.g.e., c. 5. s. 657.

258 Taberî, Tarih, c. 3, s. 42; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 5. s. 186.Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 286; Tirmizî, Sünen, c. 5. s. 6768.

260 Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 5. s. 182.

261 İbni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 5354.

262 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 401.
 
Üst