Sevde Binti Zem'a

Nûrolog

Well-known member
Büyük ve vefalı eş Hz. Hatice vefat ettiğinde, Kâinatın Efendisi (sas) büyük bir üzüntü içindeydi. Nasıl üzülmesin ki, acılı ve sıkıntılı zamanlarda, müşriklerin akla hayale gelmedik eza ve cefaları karşısında bu büyük eş, âdeta Resulullah’a (sas) kalkan oluyor, onu teselli ediyor ve bir nebze de olsa acılarını dindiriyordu. Ancak her canlı gibi Hz. Hatice’nin de ayrılış vakti gelmiş, sevgili eşi ve Peygamberi Hz. Muhammed’e (sas) veda etmişti. Vefatıyla arkada yetimler bırakmıştı. Bir insan olarak şefkat âbidesi Allah Resulü (sas) yetimlerine bakıyor, evde kendisine enîs ü celîs olan eşinin yokluğunu kalbinin en derinliklerinde hissediyor ve mahzun oluyordu.

Resulullah’ın (sas) bu mahzun durumunu gören sahabiler üzülüyor, içlerinden: “Keşke Allah’ın Şerefli Elçisi evlenip de bu kederli durumdan kurtulsa!” diye geçiriyorlardı. Ancak Kâinatın Sevgilisi’ne karşı büyük bir edep içinde olduklarından, bu düşüncelerini O’na bir türlü açamıyorlardı.

Günler böylece geçerken artık buna bir son vermek gerekiyor, yerin göğün kendisi için yaratıldığı Kerim Peygamber’in (sas) yalnızlığına son vermek gerekiyordu. O, aslında yalnız değildi. Allah’ın vahyine mazhar oluyor, gökyüzünün Emin’i olan Cibril’le sık sık görüşüyor, meleklerle selâmlaşıyor, tabiattaki her bir varlık kendi diliyle onu selâmlıyor ve ona arkadaşlık yapıyordu. Ancak bütün bunlara rağmen O da bir beşerdi ve evinde dertlerini paylaşacağı bir dert ortağına ihtiyacı vardı.

Nihayet sonunda sahabiden Osman b. Maz’un’un eşi Havle binti Hakîm bütün cesaretini toplayarak Resulullah’a (sas): “Ey Allah’ın elçisi, görüyorum ki Hatice’den sonra biraz kederli gibisiniz.” deyince sanki Resûl-i Ekrem’in (sas) yarasına dokunmuş gibi oldu. Cevaben Resûlullah (sas): “Evet, Hatice evin işlerine, çocukların idare ve terbiyesine bakıyordu.” dedi. Havle tam da aradığı cevabı bulmuş ve kaçırılmayacak fırsatı yakalamıştı. Bir ara nazarları uzaklara daldı, sonra kendini yeniden toparladı ve şu teklifi yaptı:
“Evlenseniz!”

Ortada derin bir sessizlik oldu. Şefkat ve vefa insanı derin bir düşünceye daldı, mazinin yapraklarını gözden geçirdi. 25 yıl birlikte yaşadığı Hatice’yi hatırladı. Ondan gelen evlilik teklifi, birlikte geçirdikleri acı-tatlı günler, arkada kalan yetimler…

Sonra şu soruyu sordu: “Peki Hz. Hatice’den sonra kiminle?”

Havle, Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) eş olarak Sevde binti Zem’a’yı teklif etti. Resûlullah (sas) da bu teklifi kabul etti. Böyle bir kabul edişte aynı zamanda bir vefa örneği sergileniyordu. Çünkü Sevde binti Zem’a ilk Müslümanlardan olduğundan, değişik sıkıntılar yaşamıştı. Hicret etmek mecburiyetinde kalmış ve kocasını da kaybederek yetimleriyle dul kalmıştı.
Sevde, doğup büyüdüğü, dağında ovasında gezdiği, gençliğini geçirdiği, yeryüzünün ilk mâbedinin kurulduğu, Halilullah olan Hz. İbrahim’in yüzlerce hatırasının bulunduğu kudsî mekândan ayrılmak zorunda kalmıştı. Memleketinden ayrılıyordu, aynı zamanda gittiği yer meçhul bir yerdi. Daha önce gitmemişti, insanlarını ve kültürlerini bilmiyordu, dillerini anlamıyordu, hattâ gittiği yerdeki insanların dinleri bile farklıydı. Yani şartların tamamı aleyhte gibiydi. Ama o yine de fedakârlık yapmış ve dini için gitmişti. Sonra da bir hanımın hayattaki en önemli sığınağı olan kocasını kaybetmişti. Şefkate ve uzatılacak bir emin ele ihtiyacı had safhadaydı.
Evet, o Allah rızası için hicret etmişti. Hicret, sıkıntılarla birlikte Allah'ın ekstra lütuflarına mazhariyetin de bir vesiledir. Yüce Yaratıcı’nın şu müjdeleyici beyanları da bunu göstermektedir: “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulü’ne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisâ, 4/100) “Zulme mâruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri, elbette dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi!” (Nahl, 16/41)

Hicret, Allah katında en üst mertebeye erme ve kurtuluşu kazanmaya vesiledir. “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar!” (Tevbe, 9/20)

Hicret, affedilmeyecek günahların affına ve gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşerin aklından dahi geçemeyeceği derecede sürprizlerle dolu Cennet’e girmeye vesiledir. “Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu: Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zâyi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur. Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim. En güzel ödüller Allah’ın yanındadır.” (Âl-i İmrân, 3/195), “Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabb’in, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra mücahede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir. Evet, Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.” (Nahl, 16/110)

Belki de Yüce Mevlâ bu mübarek annemize, âyetlerde vermeyi müjdelediği ücret ve mükâfatı, Kâinatın Efendisine (sas) bir eş olarak takdir buyurmasıyla yerine getiriyordu.

Vefada zirveyi tutan Allah Resûlü de (sas) bu büyük fedakârlığı, vefasıyla gösterecekti. Geride kalanlara sahip çıkma, yetimleri bir baba gibi şefkat kanatlarının altına alma, dul hanımları sahipsiz bırakmama vefası… İşte bunları düşünmüş olacak ki, ‘evet’ dedi.

Teklifin kabul edildiğini gören ve buna çok sevinen Havle hemen Hz. Sevde’nin evine koştu. Çünkü hayırlı işlerde acele etmek gerekiyordu. Büyük bir sevinç ve heyecanla:

“Ey Sevde, Allah’ın senin için ne büyük bereket ve hayırlar verdiğini biliyor musun?” deyince, olup bitenden haberdar olmayan Sevde Validemiz: “Nedir onlar? Bilmiyorum” dedi.

Havle: “Resûlullah (sas) beni sana evlilik teklifi için gönderdi.” deyince Sevde Validemiz yapılan böyle eşsiz bir teklif karşısında büyük bir sevinç ve şaşkınlık içinde, bir ara ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Sonra kendini toparlayarak titrek bir sesle:

“İsterim! Ancak bir de babama söylesen!” dedi.
Babası Müslüman değildi. Ancak o da Hz. Muhammed’in (sas) kim olduğunu, nasıl eşsiz bir şahsiyet olduğunu çok iyi biliyordu. Âdeta altın tepsi içinde kendisine bir şans sunulmuştu. Bir kız babası için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Kızı Sevde’yi çağırdı ona da bu konudaki fikrini sordu. Cevap müspet olunca, çok sevindi ve böyle değerli bir insana kızını vermede hiç tereddüt göstermedi. Hemen kabul etti ve nikâhlarını da bizzat kendisi kıydı. Kaynakların bildirdiğine göre bu sırada tarih Peygamber Efendimiz’in (sas) nübüvvetinin 10. yılıydı. Resûlullah’ın (sas) yaşı 50, Sevde Validemiz’inki ise 55 idi.

Mekkeli’ler böyle bir evliliği duyunca inanamamışlardı. Gözleri sadece maddeyi gördüğünden, her şeyi ona göre değerlendiriyor, “Hatice gibi zengin ve itibarlı bir kadından sonra, nasıl olur da Muhammed gibi biri, dul, yaşlı ve fakir bir kadınla evlenir?” diyorlardı. Ancak İnsanlığın gerçek mualliminin ölçüsü farklıydı ve olaylara onlardan farklı bakıyordu.

Gerçekleşen Rüya
Hz. Sevde, kocasının vefatından önce şöyle bir rüya görmüştü: Rüyada Peygamberimiz (sas) mübarek ellerini Sevde’nin omzuna koymuşlardı. Hz. Sevde de gördüğü bu rüyasını, kocasına anlatmıştı. Rüyayı dinleyen Sekran dedi ki:

“Ey Sevde, sen gerçekten böyle bir rüya gördünse, bu benim mutlaka öleceğime, senin de Peygamber Efendimiz’le evleneceğine bir işarettir.”

Hz. Sevde birkaç gün sonra başka bir rüya daha gördü. Rüyasında, kendisi bir yastığa yaslanmış, gökyüzünden inen Ay da, başının etrafında dönmüştü. Hz. Sevde, gördüğü bu güzel rüyasını da kocası Hz. Sekran’a anlattı. Sekran bu rüyayı da dinledi ve şöyle dedi:

“Ey Sevde! Bil ki, artık benim ölümüm yaklaşmıştır. Ben öyle inanıyorum ki, benim ölümümden sonra mutlaka evleneceksin!” Gerçekten de Hz. Sekran bu rüyadan birkaç gün sonra vefat etti.

Sevde binti Zem’a
Kureyş kabilesinin Âmir b. Lüey koluna mensup Zem’a adında birinin kızıdır. Sevde, Süheyl b. Amr’ın kardeşi Sekran ile evlenmiştir. Kocasından önce İslâm dinini kabul etmiş ve bir süre sonra eşinin bu dini seçmesinde önemli rol oynamıştır. Kutlular kervanına ilk katılan Müslümanlardandır. Müslümanlığın ilk yıllarında taş kalbli Mekkeli müşriklerin eziyetlerine maruz kalıp da dinlerini yaşayamaz hâle gelince, hicret ederek kocasıyla Habeşistan’a gitmiştir. Ancak takdir-i İlâhî olarak dönüşte kocasının vefat etmesi üzerine dul ve kimsesiz kalmıştır. Efendimiz, onunla evlenerek, bu kalbi kırığın yarasını sarmış, onu perişan olmaktan kurtarmıştır. Zaten sadece Efendimiz'in nikâhı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu.

Sevde Validemiz’le, Mekke’de iken nikâh akdi yapılmıştı. Yani Allah Rasûlü’nün (aleyhi ekmelüttehâyâ) ikinci hanımı Sevde Validemiz oluyordu. Resulullah’ın (sas) hayatı boyunca O'nun rızasının dışına çıkmamış, Resulullah’ın (sas) evde kalan yetimlerine gerçek bir annelik yapmıştı.

Evliliğin Semeresi
Akrabalıklar insanları birbirlerine yaklaştırır. İnsanların daha yakından tanışmalarına vesile olur. Haklarında sadece duyduklarına göre karar verdikleri kişileri, akraba olunca daha iyi tanımış olurlar. Kâinatın Efendisi’ni (sas) tam olarak tanımayan, tanımadıkları için de düşman olan -çünkü kişi bilmediği şeyin düşmanıdır- Sevde Validemiz’in babası, kardeşi ve kabilesi, kısa bir süre sonra Müslüman oldular. Zîrâ bu insanlar, Resulullah’ın (sas) akrabalığıyla, ona daha da yakınlaşmış oldular. Sevde Validemiz’deki güzel ahlâk, onları derinden etkiledi. Belki onlara bu mükemmel dine girmeleri için diliyle bir şey demiyordu. Ancak davranışları, hâl ve hareketleri, onları çekim alanına almış ve sonunda da aysberglerin sıcak sularda erimesi gibi onları eritmişti. Dolayısıyla aradaki düşmanlıklar eridi, sıcak ilişkiler başladı ve böylece pek çok insanın ebedî hayatı kurtulmuş oldu.

Dış görünüş itibariyle bu, sadece normal bir evlilik gibi gözüküyordu; ancak dünyalara bedel neticeler alınmıştı. Çünkü bir insanın hidayeti bulması, Güneşin üzerine doğup-battığı her şeyden daha kıymetliydi. Hem sadece bir kişi de değil, koca bir insan topluluğuydu hidayet ışığını bulanlar.

Pişmanlık
Hz. Sevde’nin, Peygamberimiz (sas) ile evlenmesini duyan kardeşi Abdullah bin Zem’a çok üzüldü. Saçını başını yolmaya başladı. Eline yüzüne üzüntüsünden toprak serpmişti. Daha sonra Abdullah b. Zem’a yaptıklarından pişman olduğunu şöyle anlatmıştır:
“Kardeşim Sevde’nin Resûlullah’a (sas) nikâhlandığını duyunca, saçımı yolduğum, başım ve yüzüme topraklar serptiğim zamanki kadar, gülünç ve aşağı duruma düştüğümü hiç hatırlamıyorum.”

Büyük Fedakârlık
İnsanlar melek olmadıklarından, zaman zaman insanî vasıflar göstermesi kaçınılmazdır. Resulullah’ın (sas) eşleri de olsa, onların arasında da zaman zaman az da olsa bazı küçük memnuniyetsizlikler olabiliyordu. Belki de böyle anlardan birinde, ancak hangi mülâhaza ile olduğunu tam bilemiyoruz, bir aralık Allah Rasûlü (sas), bu validemizi boşamak istemişti. Sevde Validemiz bunu duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Ve hemen Allah Rasûlü’nün (sas) huzuruna koştu. Hattâ araya vasıtalar koydu ve yalvarırcasına şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Resûlü! Sen’den dünyalık hiçbir şey beklemiyorum. Bana ayırdığın bir günü de Âişe’ye verdim. İstersen ömür boyu benim hatırımı sormak için dahi yanıma uğrama. Ama ne olur beni nikâhın altında bulunmaktan mahrum etme! Ben âhirete de Sen’in nikâhlın olarak gitmek arzusundayım. Başkaca da hiçbir düşüncem yok.”

Onun bu arzusu Allah Rasûlü (sas) tarafından kabul edildi ve Sevde Validemiz Ezvâc-ı Tâhirât’tan biri olarak kaldı.

Cömertliği
Hz. Sevde de Peygamberimiz ile birlikte, diğer hanımları gibi, sırası geldiğinde savaşlara iştirak ederdi. Uhud Savaşı’na katılarak, oradaki birçok Müslüman’ın yarasını sarmış, onlara su taşıyarak çok büyük hizmetler etmiştir. Kâinatın Efendisiyle (sas) son veda haccında bulunmuş, Onun vefatından sonra, bir daha hac ve umreye gitmemiştir. Hz. Sevde, alçakgönüllülüğü, cömertliği ve bolca sadaka dağıtmasıyla tanınırdı. Çünkü o, insanların en cömerdi olan Allah Resulü’nün hâle-i tedrisinde bulunmuş, cömertler cömerdi ve hayatında Tahiyyattaki Lâ olmasaydı ağzından Lâ (hayır, yok) çıkmayan Efendiler Efendisi’nden öyle görmüştü.

Kendisine ait geceyi Hz. Âişe’ye vererek ulaşılmaz bir îsar örneği sergilediği gibi, kendisine gelen bütün hediyeleri de fakirlere dağıtır ve onların sevinmesinden büyük bir zevk duyardı. Çünkü mümin, başkası adına yaşayan, başkasının sevinciyle sevinen kişidir. İşte o da bunu yapıyordu. Bu konuda Hz. Âişe hâriç, diğer hanımlar arasında en ön sırada yer alıyordu. Bir gün Hz. Ömer (ra), Hz. Sevde’ye bir kese göndermişti. Hz. Sevde, kesenin içinde ne bulunduğunu sordu. Para olduğunu öğrenince, bu paranın derhal fakirlere dağıtılmasını emretmişti...

Sevde Validemizden rivayet edilen hadîslerin toplamının 4–5 civarında olduğu söylenmektedir. Bu rivayetlerden birisinde Söz Sultanı Allah Resûlü’nün (sas) hem gaybî mu’cizesi haber verilmekte hem de kullandığı güzel bir mecaz bulunmaktadır.

İşte bu konudaki hadîsi bize Sevde Validemiz rivayet etmiştir: Bir defasında Peygamber Efendimiz’in (sas) hanımları huzuruna toplanarak şöyle sormuşlardı:

- Yâ Resulallah (sas), içimizden hangimiz size en önce kavuşacak?”

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sas): “Vefatımdan sonra bana ilk kavuşacak olan, kolu uzun olanınızdır.” buyurmuştu.

Bunun üzerine birbirimizin kolunu ölçmeye başladık. Peygamberimiz’in (sas) vefatından sonra, hanımlarının içinde, en çok sadaka dağıtan ve cömert olan Hz. Zeyneb binti Cahş vefat edince, Peygamberimiz’in sözündeki uzun koldan maksadın, bolca malından dağıtan anlamına geldiğini o zaman anlayabildik.

Aynı Zamanda Şakacıydı
Sevde Validemiz (r.anha) aynı zamanda şakacıydı ve lâtifeyi de severdi. Bunu bilen Allah Resûlü (sas) onun yanındayken şakalar yapardı. Sevde Validemiz şöyle anlatıyor: Bir defasında Resulullah (sas) benim yanıma geldi, kendisine bulamaç aşı yaptım. Önüne koyduğumda elini değdirdi, onu sıcak bularak elini çekti ve şöyle buyurdu:

“Ey Havle, biz sıcağa da, soğuğa da sabredemeyiz (dayana­mayız).” dedi.

Hz. Âişe’den de şöyle bir rivayet nakledilir: “Kendisi için yaptığım bula­maç aşını Resulullah’a (sas) getirdim. Resûlulah (sas) benimle Sevde arasında oturuyordu. Sevde’ye yemesini söyledim, o yemedi. Kendisine ‘Ya yersin, ya da onu yüzüne bularım!’ dedim. Yine yemedi. Bunun üzerine elimi aşa daldı­rıp onun yüzüne buladım. Allah Resulü (sas) güldü ve bizzat eliyle koyarak Sev­de’ye ‘Sen de onun yüzünü bula!’ buyurdu. Hz. Sevde de onu yüzüme buladı. Re­sulullah (sas) da bunun üzerine tebessüm buyurdular.”

Allah’ın Âyetlerinden Bir Âyet
Âyet, Yüce Yaratıcı’nın kâinatta kendisini gösteren ve hatırlatan şeylere denir. Kur’ân’ın âyetleri de birer âyettir. Her bir canlı da aslında bir âyettir. İnsanların âyet olması ise kendilerine bakıldığında Allah’ın hatırlanmasıdır.. konuşmasıyla, davranışlarıyla Allah’ın hatırlanması. Zaten Peygamber Efendimiz de (sas) “Gerçek mümin odur ki, kendisine bakıldığında Allah hatırlanır.” buyurmuyorlar mı?

İşte bu yüksek seciyeli Sevde Validemiz vefat ettiğinde, sahabenin en bilginlerinden ve Efendimiz’in duasına mazhar olan İbn Abbas (ra) onu âyet olarak isimlendirmişti.

İkrime (ra) anlatıyor: “(Bir gün) Sabah namazından sonra, İbn Abbas’a (ra), Hz. Sevde’nin vefat ettiği söylen­mişti, hemen secdeye kapandı. Niye böyle davrandığı sorulunca da şu cevabı verdi:
“Resûlullah (sas) ‘(Allah’ın âyetle­rinden) bir âyet gördüğünüz vakit secde edin!’ buyurmuştu. Resûlullah’ın (sas) hanımlarının vefatından daha daha büyük bir âyet mi vardır?” demiştir.

Savaşlarda Yardımcı
Hz. Sevde, Peygamberimiz (sas) ile birlikte, diğer hanımları gibi, sırası geldiğinde savaşlara katılırdı. Çünkü savaşlarda özellikle hanım sahabiler, hastaların yaralarını sarar, onlara en muhtaç oldukları anlarda su içirir, gerektiğinde düşman saflarına bile girerlerdi. Sevde Validemiz de Uhud Savaşı’na katılarak, oradaki birçok Müslüman’ın yarasını sarmış, onlara su taşıyarak çok büyük hizmetler etmiştir.

Rivayet Ettiği Çok Önemli Bir Hadîs
Resulullah’ın (sas) değişik hanımlarla evliliklerindeki hikmetlerden birisi de kendisine sorulan sorulara verdiği her cevabın veya hayatının her safhasındaki olayın -aynı zamanda dinin bir hükmü olduğundan- korunması ve diğer insanlara aktarılmasıydı. Her bir eş, bunları titiz bir şekilde muhafaza ediyor ve başkalarına aktarmada bu önemli görevi yerine getiriyordu. Bu mânâda Sevde Validemiz’in rivayet ettiği ve herkes için önemli ölçü olacak şu hadîs bunlardan sadece biridir.
Sevde binti Zem’a Validemiz rivayet etmektedir: Bir gün Resûlullah’a (sas) bir sahabi gelerek şöyle bir soru sordu: “Ey Allah’ın elçisi! Babam yaşlı, hacca gitmeye gücü yetmiyor. Ne yapayım?” Resûlullah (sas): “Şayet babanın bir borcu olsa, sen de o borcu onun yerine versen, bu kabul edilir mi?” Sahabi: “Evet” dedi. Bunun karşısında Resûlullah (sas): “Allah çok merhametlidir. Babanın yerine sen haccedebilirsin." (Ahmed b. Hanbel, 6/429.)

Sevgilisinin Yanına Varması
Ölüm, kaçınılması mümkün olmayan bir hakikattir. Ölüm sevgiliye veya sevgililere ulaşmaktır. Dünyanın ağır yüklerinden, hiçbir mükellefiyetin olmadığı Bostan-ı Cinân’a varmadır ölüm. Şefaat-i Uzmâ sahibi olan Resulullah’a (sas) hem de bir eş olarak kavuşmadır Sevde Validemiz için. Zaman, Hz. Ömer’in hilâfet günleridir. Hicretin 19. yılı Pâk Validemiz Allah Resûlüyle buluşmak için dünyaya veda etmiştir. Nur içinde yatsın, Cenâb-ı Hak ona bizleri komşu eylesin. Amin!

Sevde Validemiz’in Resûlullah (sas) ile evliliğindeki yaşı 55’dir. Peygamber Efendimiz’in (sas) yaşı da 50’dir. 14 yıl beraberlikleri olmuştur.

* Sakarya Üniv. İlâhiyat Fak. Öğrt. Üyesi.
Doc. Dr. Muhittin Akgul


Kaynaklar
Bintuş-şâtî, Ayşe Abdurrahmân, Terâcîm-u Seyyidât-i Beytin-Nübüvve
İbn Hacer, Ebu’l-Fadl b. Ali b. Hacer el-Askalânî, el-İsabe fî temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1992.
İbn Hişâm, Cemâlüddin Abdulmelik, es-Sîratü'n-Nebeviyye, Dâr-u İhyâi't-Turâsi'1-Arabî, Mısır ts.
İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Dâr-u Sadr, Beyrut ts.
İbn Seyyidi’n-Nâs, Ebu’l-Feth Muhammed b. Muhammed b. Muhammed, Uyûnu’l-Eser, Dâr-u İbn Kesir, Beyrut 1992
İbn’ül-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, Dâr-u Şa’b,
İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Sıfatu’s-Safve, Dâr-u İbn Haldun, Kahire 1994.
Mevlana Şibli, Asr-ı Saâdet, Eser Neşriyat, İstanbul 1977.

 

zerrat

Well-known member
''Evet, o Allah rızası için hicret etmişti. Hicret, sıkıntılarla birlikte Allah'ın ekstra lütuflarına mazhariyetin de bir vesiledir. Yüce Yaratıcı’nın şu müjdeleyici beyanları da bunu göstermektedir: “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulü’ne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisâ, 4/100) “Zulme mâruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri, elbette dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi!” (Nahl, 16/41)

Hicret, Allah katında en üst mertebeye erme ve kurtuluşu kazanmaya vesiledir. “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar!” (Tevbe, 9/20) ''


ALLAH(C.C.) Razı Olsun.RABB'İMİZ(C.C.) O güzide insanlar gibi teslim olabilmeyi cümlemize nasip eylesin inşaALLAH.(Amin)



 
Üst