İlim-irfan
Well-known member
Zikrullah :
İÇİNDEKİLER:
Kur’anda Zikir
Hadislerde Zikir
Ashabın Zikre Teşviki
Zikri Sevmemek
Tarikatlarda Zikir
Zikrin Çeşitleri
Zikrin Âdabı
Zikrullah
Allah’ı her an hatırda tutmak, hiç unutmamak, O’nun isimlerini çeşitli şekil ve sayılarda söylemek olan zikrin, tasavvuf ve tarikatların ana unsurlarından olduğunu, konuyla ilgili bazı ayetlere de işaret ederek daha önce söylemiştik. Kısa da olsa zikrin önem ve faydalarına da işaret etmiştik. Oradaki amaç; zikrin Kur’an’da istenen bir ibadet olduğunu ifade idi.
Ancak tarikatlarda bir amel olarak zikir üstünde, burada biraz daha ayrıntılı durmak istiyoruz. Konuyla ilgili ayet ve hadisleri belirttikten sonra, zikrin önem ve faydalarını, adabı ile birlikte yazmak faydalı olur kanaatindeyiz.
Sözlükte zikir, bir şeyi unutmamak için hatırda tutmak, unutulursa hatırlamak, teleffuz etmek, söylemek, bir şeye devam etmek, korumak vb. anlamlara gelir.1
Tasavvufta ise zikir, müridin sesli veya sessiz, toplu veya tek başına Allah’ı şiddetle severek ve sayarak, O’nun zat ismini veya başka isim ve sıfatlarını, kelime-i tevhidi veya başka cümleleri tekrar ederek anması, unutmaması, kalp ve/ya dille bazı mübarek lafızları usulüne uygun olarak tekrar etmesi, böylece Allah ile olmasıdır.
Kur’an’da zikir kelimesi, türevleri (müştakları) ile birlikte 256 yerde geçmektedir2 ve başlıca şu anlamlarda kullanılmaktadır: Kur’an, Cuma namazı, ilim, dil ile anmak, vb.3 Hadis-i şeriflerde de zikir üstünde önemle durulmuştur.4
Sahabenin hayatı da göz önüne getirilirse,5 zikrin İslam dini içinde ve dindar bir yaşamda ne kadar önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Evliya ve ülemanın hayatlarını yazan tabakat ve teracim kitapları da, doğrusu bu ehemmiyetin açık şahitleridir.
İslam’da ibadetlerin en yücelerinden sayılan zikrin fazilette yeri hakkında ihtilaflar vardır. Gazali onu, Kur’an’dan sonra en büyük ibadet olarak kabul eder.6 Şah Veliyyullah Dehlevi, zikir ve tefekkürü namazdan üstün görür ve onları sadece ruhları ulvileşmiş insanlardan bekler.7 Ahmet Fetullah El-Cami ise: “Namaz hariç zikirden daha faziletli bir şey yoktur. Olsaydı size söylerdim”diyor.8 Mahir İz de “En büyük ve etemm-i zikir namazdır. İnsan bütün varlığıyla Kur’an ile, selavat ile, dua ile bir arada namaz içinde Hakk’ı zikretmiş olur.” der.9 Said Havva da, zikrin önemini şöyle belirtir: “Yüce Allah namaz için: “Beni anmak (zikir) için namaz kıl”10 buyurmaktadır. Ayrıca oruç ibadetinden bahsederken: “Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tesbih etmenizi ister”11 der. Hacc ibadetinden bahsederken: “Sayılı günlerde Allah’ın ismini ansınlar.”12 buyurur. Şeytanı taşlamadan bahsederken de: “Sayılı günlerde Allah’ı zikredin”13 buyurmaktadır.
Böylece görüyoruz ki ibadetler ya zikirdir, ya zikrin yerine getirilmesi, yahut zikre ulaşmamıza yardımcıdırlar
. Allah’ın dininde zikrin önemini işte buradan anlıyoruz.14
Zikir, dinin özüdür. Her ibadetin bir vakti ve şekli vardır. Ama zikre gelince farz veya mendup her vakitte ve her şekilde, yani Kur’an ifadesiyle “Ayakta, otururken, yatarken”15 gizli veya açık, dille veya kalple, yalnız veya cemaatle, her an ve mekanda, her halukarda zikir mümkündür, belkide memurdur. Kalp ancak onunla yatışır, kul Allah’a ancak onunla vasıl olabilir.
Şahsen kendim de şu iki rivayeti gördüğümde bir hayli şaşırdım ve derin derin düşündüm. Onlardan ilki Hz. Aişe anamızın şu ifadeleridir:
“Peygamberimiz heladan çıkınca “Ğufraneke”derdi.”16 Bunun anlamı “Mağfiretini isterim” demekti. Ama niçin? İhtiyaç gidermek ayıp ve kusur değil ki? Şaşırdım ve okuduğum kitabın işaret edilen dipnotuna baktım; Mansur Ali Nasıf orada diyor ki: “Bunun manası, “Hela anında seni zikredemediğim için, istemeden geçen bu uzun gafletten dolayı mağfiretini istirham ederim.”17 Sübhanellah!
.
Hz. Aişe şöyle diyor: “Peygamber (s.a.s.) (müsaid olan) her anında, Allah’ı zikrederdi.”18
Bunu da okuyunca şaşkınlığım ancak gitti ama, yerine başka bir şaşkınlık geldi. Aman Allah’ım, O’nun Allah ile rabıtası ne kadar güçlü idi. Öyle ya, “Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz” demiyor muydu? O, uykusunda bile gaflet edip Rabbından uzak kalmıyordu
.
İkinci rivayet de şu idi: “Peygamberimiz (sav) buyurdular ki :
-Size, Rabbiniz katında amellerinizin en hayırlısı ile en temizini, derecelerinizi en çok yükselteni, size altın ve gümüş infakından daha hayırlı, düşmanınızla karşılaşıp da boyunlarını vurmanızdan ve onların da sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlı olanını haber vereyim mi? Ahab-ı Kiram (r.a):
-Evet, ya Rasul
!dediler. Peygamberimiz:
-Yüce Allah’ı zikretmektir, buyurdu.19
Şu rivayet de, bunun bir tamamlayıcısı gibidir. Bir adam Peygamber (sav)’e:
-Kıyamet gününde Allah nezdinde en üstün dereceli ibadet hangisidir? diye sordu. Peygamber (sav):
-Allah’ı çok çok zikreden erkeklerle kadınlar, buyurdu. Adam :
- Bunların derecesi Allah yolunda savaşan gaziden de daha üstün müdür? deyince, Peygamberimiz:
-Eğer gazi, kafir ve müşriklerle kılıcı kırılıp kana bulanıncaya kadar vuruşsa, yine de Allah’ı zikredenlerin derecesi onlardan daha faziletlidir.20 Bu rivayetleri derleyen Mansur Ali Nasıf, Muaz b. Cebel (ra.)’in “Allah’ın azabından, zikrullahtan daha kurtarıcı bir şey yoktur.” Sözünü aktardıktan sonra şöyle söylüyor: “Bu hadislere göre kuşkusuz zikir, her şeyden, hatta sadaka ve cihattan da daha faziletlidir. Bunlar, zikre teşvik içindir. Ancak zekat gibi farz olan sadakalar daha faziletlidir; çünkü o dinin rüknüdür. Cihad da efdaldir, çünkü o da Allah rızası uğruna ruhu bezletmektir.”21
Öyle yada böyle, elbette her ibadetin kendine göre bir nuru, bir özelliği ve erdiriciliği vardır. Ancak, kul ile Allah arasındaki bütün perdeleri kaldırıcı ve tabiri hadisten alırsak sanki Allah’ı kul ile diz dize getirici ve konuşturucu yegane ibadet, zikrullahtır. Hadis’i Şerifte bu gerçek şöyle ifade ediliyor. “La ilahe İll
” zikri ile Allah arasında ona erişinceye kadar perde yoktur.”22 “Kulum beni zikredince ben onunla beraberim
.”23
Bütün bunlardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Allah teala’yı zikretmek, hiçbir yerde, hiçbir zaman Allah’ı hatırdan çıkarmamak, daima O’nu anmak, O’nu övmek, O’nu tesbih etmek, O’na ta’zim göstermek, korku ile ümit arası O’na yalvarmak, kitabını okumak, peygamberine salat ve selam getirmektir. Ne çoluk çocuğun, ne mal ve mülkün, ne alış ve verişin, O’nun zikrine engel olmasına izin vermemektir. İşte en büyük ibadet budur. Ve bunu başaranlar hakiki erlerdir.
Zikir, münferid yapılabileceği gibi, cemaat halinde toplu olarak da yapılabilir. Müminler bu amaçla bir araya gelerek zikir meclisleri kurmalı, Kur’an okuyup tefsirini yapmalı, tevhit kelimesini veya diğer zikir kelimelerini içten ve ihlasla söylemeli, tevbe ve istiğfar ile dualar etmeli, Selavat-ı Şerifeler getirmelidirler. Böylece, ileride de görüleceği gibi, Allah’ın sevdiği, övdüğü, övündüğü kullar haline gelirler.
İslam alimleri zikrin anlamını bazen kendi özel anlamından alarak bütün ibadetlere teşmil etmişlerdir. Said b. Cübeyr der ki: “Allah’a itaat maksadıyla, Allah için bir iş yapan herkes Allah’ı zikr ediyor demektir.”
Selef ulemasından bazısı, bu umumi hükmü hususileştirerek, zikri amellerin bir kısmına hasretmişlerdir. Bunlardan Ata şöyle demiştir: “Zikir meclisleri gerçekte helali yapma, haramdan kaçma yerleridir. Alışveriş, namaz kılma, oruç tutma, nikah, haccetme ve benzerleri gibi.”
Kurtubi şöyle demiştir: “Zikir meclisi, ilim öğrenme ve Allah’ı anma meclisidir. Allah’ın kelamının ve Rasulün sünnetinin anlatıldığı, selef-i salihin ile önce geçen takva sahibi, yapmacılıktan, bid’adtan, kötü maksad ve tamahtan uzak alimlerin haberlerinin bahsedildiği meclislerdir.”24
Bu konuda Mahir İz’in ifadeleri bir hayli düşündürücüdür: “Zikre mülazemet, tefekkürle hakkı anmaktır. Yoksa bir fikre istinat etmeden, düşünmeden, ne yaptığını bilmeden “esma-i hüsna”yı çekmek, Kur’an’ın zikri tarif ettiği medlüle uygun düşmez.
Evinden çıkıp işine giden adam, karşısına çıkan canlı cansız neye baksa, ondaki varlığın haktan olduğunu düşünmesi zikirdir. Saksıdaki çiçeğe, uçan kelebeğe, vızıldayan arıya, rastladığı karınca yuvasına, uçuşan kuşlara, hülasa yerde gökte ne görürse onu ibretle düşünüp halikin kudretini anması zikirdir.
Oduncu baltasını sallarken, demirci örse vururken, bahçıvan toprağı bellerken, şair şiirini, muharrir yazısını, müellif kitabını yazarken bileklerinde, kollarında, kafalarında mevcut kuvvetin ancak hakkın vergisi olduğunu hatırlamak zikirdir.
Karada dolaşan karadaki mahlukat, vapurda, kayıkta gezen, denizleri, okyanusları ve içindeki binbir yaratığı, uçakta giden gökyüzünün azamet ve dehşetini ve bilenler Kur’an’ı Kerimde bunlara ait ayetleri hatırlayıp halik-i kainatın kudretini, azametini düşünmeleri hep ayrı ayrı birer zikirdir ki Kuran Kerim ile memur olduğumuz zikirler bunlardır. Zikre mülazametten maksad da budur. Yoksa işi gücü bırakıp bir köşeye çekilerek tesbih çekmenin sevap yerine sorumluluğu artıracağını bilmek zamanı artık gelmiş ve geçmektedir.
Evet sorumludur. Çünkü efdal-i ibadetin ne olduğunu ve hangi fiilin kendisi için ameli salih olacağını düşünüp öğrenmemiştir. Alimin, hakkın rızası için bilgisini yaymasını, parası olanın fazlasını, yine hakkın rızası için başkalarına dağıtması, bedeni güçlü olanın ona muhtaç olana ulaştırması ve kendisinde mevcut o kudretin Hak’kın bir lutfu olduğunu düşünerek hareket etmesi yine bir zikirdir. Zikri böyle etraflı anlamadan sofi huviyeti tahakkuk etmez.”25
Bu sözler zikrin amacını da ifade ederler. Biz bir kere daha kısaca ifade edersek zikirden amaç, mezkur (zikredilen) ile olmaktır. Allah’ı zikrettikçe o iman ve düşünce içinde derinleşip yoğunlaşarak O’na sevgi ve manevi yakınlık hissini duymaya çalışmaktır.26
Bu girişten sonra şimdi biz, konuyla ilgili ayet ve hadisleri, ashab-ı kiram’ın hayatındaki örnekleri yazarak zikrin dini delillerini bir parça belirtmek istiyoruz. Önce zikrin faziletine ve terkinin kötülüğüne dair ayetleri yazacak, daha sonra da, konu başlıklarına göre içinde hadis-i şeriflerin bir kısmını sıralayacak, bir nebze de, ashab-ı kiram’ın söz ve davranışlarını dile getireceğiz.
İÇİNDEKİLER:
Kur’anda Zikir
Hadislerde Zikir
Ashabın Zikre Teşviki
Zikri Sevmemek
Tarikatlarda Zikir
Zikrin Çeşitleri
Zikrin Âdabı
Zikrullah
Allah’ı her an hatırda tutmak, hiç unutmamak, O’nun isimlerini çeşitli şekil ve sayılarda söylemek olan zikrin, tasavvuf ve tarikatların ana unsurlarından olduğunu, konuyla ilgili bazı ayetlere de işaret ederek daha önce söylemiştik. Kısa da olsa zikrin önem ve faydalarına da işaret etmiştik. Oradaki amaç; zikrin Kur’an’da istenen bir ibadet olduğunu ifade idi.
Ancak tarikatlarda bir amel olarak zikir üstünde, burada biraz daha ayrıntılı durmak istiyoruz. Konuyla ilgili ayet ve hadisleri belirttikten sonra, zikrin önem ve faydalarını, adabı ile birlikte yazmak faydalı olur kanaatindeyiz.
Sözlükte zikir, bir şeyi unutmamak için hatırda tutmak, unutulursa hatırlamak, teleffuz etmek, söylemek, bir şeye devam etmek, korumak vb. anlamlara gelir.1
Tasavvufta ise zikir, müridin sesli veya sessiz, toplu veya tek başına Allah’ı şiddetle severek ve sayarak, O’nun zat ismini veya başka isim ve sıfatlarını, kelime-i tevhidi veya başka cümleleri tekrar ederek anması, unutmaması, kalp ve/ya dille bazı mübarek lafızları usulüne uygun olarak tekrar etmesi, böylece Allah ile olmasıdır.
Kur’an’da zikir kelimesi, türevleri (müştakları) ile birlikte 256 yerde geçmektedir2 ve başlıca şu anlamlarda kullanılmaktadır: Kur’an, Cuma namazı, ilim, dil ile anmak, vb.3 Hadis-i şeriflerde de zikir üstünde önemle durulmuştur.4
Sahabenin hayatı da göz önüne getirilirse,5 zikrin İslam dini içinde ve dindar bir yaşamda ne kadar önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Evliya ve ülemanın hayatlarını yazan tabakat ve teracim kitapları da, doğrusu bu ehemmiyetin açık şahitleridir.
İslam’da ibadetlerin en yücelerinden sayılan zikrin fazilette yeri hakkında ihtilaflar vardır. Gazali onu, Kur’an’dan sonra en büyük ibadet olarak kabul eder.6 Şah Veliyyullah Dehlevi, zikir ve tefekkürü namazdan üstün görür ve onları sadece ruhları ulvileşmiş insanlardan bekler.7 Ahmet Fetullah El-Cami ise: “Namaz hariç zikirden daha faziletli bir şey yoktur. Olsaydı size söylerdim”diyor.8 Mahir İz de “En büyük ve etemm-i zikir namazdır. İnsan bütün varlığıyla Kur’an ile, selavat ile, dua ile bir arada namaz içinde Hakk’ı zikretmiş olur.” der.9 Said Havva da, zikrin önemini şöyle belirtir: “Yüce Allah namaz için: “Beni anmak (zikir) için namaz kıl”10 buyurmaktadır. Ayrıca oruç ibadetinden bahsederken: “Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tesbih etmenizi ister”11 der. Hacc ibadetinden bahsederken: “Sayılı günlerde Allah’ın ismini ansınlar.”12 buyurur. Şeytanı taşlamadan bahsederken de: “Sayılı günlerde Allah’ı zikredin”13 buyurmaktadır.
Böylece görüyoruz ki ibadetler ya zikirdir, ya zikrin yerine getirilmesi, yahut zikre ulaşmamıza yardımcıdırlar
Zikir, dinin özüdür. Her ibadetin bir vakti ve şekli vardır. Ama zikre gelince farz veya mendup her vakitte ve her şekilde, yani Kur’an ifadesiyle “Ayakta, otururken, yatarken”15 gizli veya açık, dille veya kalple, yalnız veya cemaatle, her an ve mekanda, her halukarda zikir mümkündür, belkide memurdur. Kalp ancak onunla yatışır, kul Allah’a ancak onunla vasıl olabilir.
Şahsen kendim de şu iki rivayeti gördüğümde bir hayli şaşırdım ve derin derin düşündüm. Onlardan ilki Hz. Aişe anamızın şu ifadeleridir:
“Peygamberimiz heladan çıkınca “Ğufraneke”derdi.”16 Bunun anlamı “Mağfiretini isterim” demekti. Ama niçin? İhtiyaç gidermek ayıp ve kusur değil ki? Şaşırdım ve okuduğum kitabın işaret edilen dipnotuna baktım; Mansur Ali Nasıf orada diyor ki: “Bunun manası, “Hela anında seni zikredemediğim için, istemeden geçen bu uzun gafletten dolayı mağfiretini istirham ederim.”17 Sübhanellah!
Hz. Aişe şöyle diyor: “Peygamber (s.a.s.) (müsaid olan) her anında, Allah’ı zikrederdi.”18
Bunu da okuyunca şaşkınlığım ancak gitti ama, yerine başka bir şaşkınlık geldi. Aman Allah’ım, O’nun Allah ile rabıtası ne kadar güçlü idi. Öyle ya, “Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz” demiyor muydu? O, uykusunda bile gaflet edip Rabbından uzak kalmıyordu
İkinci rivayet de şu idi: “Peygamberimiz (sav) buyurdular ki :
-Size, Rabbiniz katında amellerinizin en hayırlısı ile en temizini, derecelerinizi en çok yükselteni, size altın ve gümüş infakından daha hayırlı, düşmanınızla karşılaşıp da boyunlarını vurmanızdan ve onların da sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlı olanını haber vereyim mi? Ahab-ı Kiram (r.a):
-Evet, ya Rasul
-Yüce Allah’ı zikretmektir, buyurdu.19
Şu rivayet de, bunun bir tamamlayıcısı gibidir. Bir adam Peygamber (sav)’e:
-Kıyamet gününde Allah nezdinde en üstün dereceli ibadet hangisidir? diye sordu. Peygamber (sav):
-Allah’ı çok çok zikreden erkeklerle kadınlar, buyurdu. Adam :
- Bunların derecesi Allah yolunda savaşan gaziden de daha üstün müdür? deyince, Peygamberimiz:
-Eğer gazi, kafir ve müşriklerle kılıcı kırılıp kana bulanıncaya kadar vuruşsa, yine de Allah’ı zikredenlerin derecesi onlardan daha faziletlidir.20 Bu rivayetleri derleyen Mansur Ali Nasıf, Muaz b. Cebel (ra.)’in “Allah’ın azabından, zikrullahtan daha kurtarıcı bir şey yoktur.” Sözünü aktardıktan sonra şöyle söylüyor: “Bu hadislere göre kuşkusuz zikir, her şeyden, hatta sadaka ve cihattan da daha faziletlidir. Bunlar, zikre teşvik içindir. Ancak zekat gibi farz olan sadakalar daha faziletlidir; çünkü o dinin rüknüdür. Cihad da efdaldir, çünkü o da Allah rızası uğruna ruhu bezletmektir.”21
Öyle yada böyle, elbette her ibadetin kendine göre bir nuru, bir özelliği ve erdiriciliği vardır. Ancak, kul ile Allah arasındaki bütün perdeleri kaldırıcı ve tabiri hadisten alırsak sanki Allah’ı kul ile diz dize getirici ve konuşturucu yegane ibadet, zikrullahtır. Hadis’i Şerifte bu gerçek şöyle ifade ediliyor. “La ilahe İll
Bütün bunlardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Allah teala’yı zikretmek, hiçbir yerde, hiçbir zaman Allah’ı hatırdan çıkarmamak, daima O’nu anmak, O’nu övmek, O’nu tesbih etmek, O’na ta’zim göstermek, korku ile ümit arası O’na yalvarmak, kitabını okumak, peygamberine salat ve selam getirmektir. Ne çoluk çocuğun, ne mal ve mülkün, ne alış ve verişin, O’nun zikrine engel olmasına izin vermemektir. İşte en büyük ibadet budur. Ve bunu başaranlar hakiki erlerdir.
Zikir, münferid yapılabileceği gibi, cemaat halinde toplu olarak da yapılabilir. Müminler bu amaçla bir araya gelerek zikir meclisleri kurmalı, Kur’an okuyup tefsirini yapmalı, tevhit kelimesini veya diğer zikir kelimelerini içten ve ihlasla söylemeli, tevbe ve istiğfar ile dualar etmeli, Selavat-ı Şerifeler getirmelidirler. Böylece, ileride de görüleceği gibi, Allah’ın sevdiği, övdüğü, övündüğü kullar haline gelirler.
İslam alimleri zikrin anlamını bazen kendi özel anlamından alarak bütün ibadetlere teşmil etmişlerdir. Said b. Cübeyr der ki: “Allah’a itaat maksadıyla, Allah için bir iş yapan herkes Allah’ı zikr ediyor demektir.”
Selef ulemasından bazısı, bu umumi hükmü hususileştirerek, zikri amellerin bir kısmına hasretmişlerdir. Bunlardan Ata şöyle demiştir: “Zikir meclisleri gerçekte helali yapma, haramdan kaçma yerleridir. Alışveriş, namaz kılma, oruç tutma, nikah, haccetme ve benzerleri gibi.”
Kurtubi şöyle demiştir: “Zikir meclisi, ilim öğrenme ve Allah’ı anma meclisidir. Allah’ın kelamının ve Rasulün sünnetinin anlatıldığı, selef-i salihin ile önce geçen takva sahibi, yapmacılıktan, bid’adtan, kötü maksad ve tamahtan uzak alimlerin haberlerinin bahsedildiği meclislerdir.”24
Bu konuda Mahir İz’in ifadeleri bir hayli düşündürücüdür: “Zikre mülazemet, tefekkürle hakkı anmaktır. Yoksa bir fikre istinat etmeden, düşünmeden, ne yaptığını bilmeden “esma-i hüsna”yı çekmek, Kur’an’ın zikri tarif ettiği medlüle uygun düşmez.
Evinden çıkıp işine giden adam, karşısına çıkan canlı cansız neye baksa, ondaki varlığın haktan olduğunu düşünmesi zikirdir. Saksıdaki çiçeğe, uçan kelebeğe, vızıldayan arıya, rastladığı karınca yuvasına, uçuşan kuşlara, hülasa yerde gökte ne görürse onu ibretle düşünüp halikin kudretini anması zikirdir.
Oduncu baltasını sallarken, demirci örse vururken, bahçıvan toprağı bellerken, şair şiirini, muharrir yazısını, müellif kitabını yazarken bileklerinde, kollarında, kafalarında mevcut kuvvetin ancak hakkın vergisi olduğunu hatırlamak zikirdir.
Karada dolaşan karadaki mahlukat, vapurda, kayıkta gezen, denizleri, okyanusları ve içindeki binbir yaratığı, uçakta giden gökyüzünün azamet ve dehşetini ve bilenler Kur’an’ı Kerimde bunlara ait ayetleri hatırlayıp halik-i kainatın kudretini, azametini düşünmeleri hep ayrı ayrı birer zikirdir ki Kuran Kerim ile memur olduğumuz zikirler bunlardır. Zikre mülazametten maksad da budur. Yoksa işi gücü bırakıp bir köşeye çekilerek tesbih çekmenin sevap yerine sorumluluğu artıracağını bilmek zamanı artık gelmiş ve geçmektedir.
Evet sorumludur. Çünkü efdal-i ibadetin ne olduğunu ve hangi fiilin kendisi için ameli salih olacağını düşünüp öğrenmemiştir. Alimin, hakkın rızası için bilgisini yaymasını, parası olanın fazlasını, yine hakkın rızası için başkalarına dağıtması, bedeni güçlü olanın ona muhtaç olana ulaştırması ve kendisinde mevcut o kudretin Hak’kın bir lutfu olduğunu düşünerek hareket etmesi yine bir zikirdir. Zikri böyle etraflı anlamadan sofi huviyeti tahakkuk etmez.”25
Bu sözler zikrin amacını da ifade ederler. Biz bir kere daha kısaca ifade edersek zikirden amaç, mezkur (zikredilen) ile olmaktır. Allah’ı zikrettikçe o iman ve düşünce içinde derinleşip yoğunlaşarak O’na sevgi ve manevi yakınlık hissini duymaya çalışmaktır.26
Bu girişten sonra şimdi biz, konuyla ilgili ayet ve hadisleri, ashab-ı kiram’ın hayatındaki örnekleri yazarak zikrin dini delillerini bir parça belirtmek istiyoruz. Önce zikrin faziletine ve terkinin kötülüğüne dair ayetleri yazacak, daha sonra da, konu başlıklarına göre içinde hadis-i şeriflerin bir kısmını sıralayacak, bir nebze de, ashab-ı kiram’ın söz ve davranışlarını dile getireceğiz.