Açıklamalı Birinci Söz

Huseyni

Müdavim
Bismillahirrahmânirrahîm. Ve bihi nestaînü. Elhamdülillahi rabbil alemine vessalâtü veselamü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlar ve ancak Ondan yardım dileriz. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Efendimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile âline ve ashâbına ise salât ve selâm olsun.


Birinci Söz


BİSMİLLÂH her hayrın başıdır.

Bismillah kısaca Allah'ın adıyla demektir. Ve Üstad Risale-i Nur Külliyatının en başına ve en birinci kelimesi olarak bu mübarek kelimeyi koymuş. Çünkü O'nun adıyla olmayan işte hayır yoktur. Bismillah'la başlamıştır ki; idrakimize sunulan bu tefsir hayırlarla doludur diyebiliriz ve öyledir de. Hayır olmayan işlerin başında bilincini yitirmemiş bir mü'min Bismillah çekmez. Bir işin hayır olup olmadığına hükmetmek içinde Allah'ın rızasına uygun olup olmadığına bakılır. Allah'ın yapmamızı istediği işlerde, buna bağlı olarak Peygamber Efendimizin S.a.v. tavsiyelerinde ve onu bize anlatan alim ve evliyaların, Allah dostlarının tavsiyelerinde hayır vardır. Nefsi ve şeytani istek ve arzularda hayır yoktur.

Allah'ın adıyla, O'nun rızasına uygun başlanmış bir işte gidişatı ne olursa olsun, netice itibarıyle mutlaka hayır vardır. Çünkü O'nun adıyladır, Allah'ın adı anılarak başlanmıştır. Besmeledeki zenginlikler, bize hem bu dünyada, hem ahirette kazandırdıkları anlatmakla bitmez. O yüzden fazla tafsilata girmeyeceğiz.

Bismillah berekettir. Besmele ile alakalı Peygamber Efendimiz'den nakledilen çok hadis vardır ki bunlardan bereket hakkında olanlardan birini hatırlayalım inşallah.

Hz. Aişe radıyu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir defasında) Ashabından altı kişiyle beraber yemek yiyordu. Bir bedevi gelerek (hazır) yemeği iki lokmada ye(yip bitir)di. Resulullah aleyhissalâtu vesselâm:

"Eğer bu (müsafir) "Bismillah" deseydi, (yemek) hepinize yeterdi. Öyleyse biriniz yemek yediği vakit "Bismillah" desin: Yemeğin başında "Bismillah" demeyi unutacak olursa, (hatırlayınca) "Bismillahi fi evvelihi ve âhirihi (başında da sonunda da bismillah)" desin!" buyurdular."



Biz dahi başta ona başlarız.

Bu cümleden de anlıyoruz ki; Bismillahla dersimize başladığımız gibi ilk başta da yine onun izahını yapmakla devam ediyoruz. O'nunla başlayıp O'nu -haşa- bir kenara bırakmıyoruz. Her daim O eksenli dersimizi devam ettiriyoruz. Zaten manevi boyutu olan bütün eserlerin ortaya çıkması Bismillahladır.

Bil, ey nefsim,

Üstad r.a. bizlere verdiği dersleri önce kendi nefsine veriyor. Birinci Söz'e girmeden evvel de "Kim isterse nefsimle beraber dinlesin" diyor. Çünkü nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. O yüzden günlük hayatımızda bir şeyi anlatırken önce nefsimizin anlattığımız şeye ne kadar ikna olmuş olduğunu iyi anlamak lazım. Gayemiz ilk olarak anlamak, Cenab-ı Hakkın rızasına uygun yaşamak ve sonrasında da bildiklerini, yaşadıklarını anlatmak olmalıdır. Yani buradan Besmele dersi aldığımız gibi bir nevi tebliğ dersi dahi veriyor Üstad hz. bizlere. Önce nefsiniz bilsin, önce o tatmin olsun, önce o boyun eğsin. Sonrasında başkalara ders vermek şüphesizki daha tesirlidir.

şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır.

Besmelenin, mübarek bir kelime olduğundan, berekete ve hayra sebep olduğundan yukarıda bahsetmiş, bir hadis ile de örnek vermiştik. Şimdi biraz da Besmelenin islam nişanı olması hakkında bir kaç söz edelim inşallah. Mesela, Avrupada bir ülkeye gitsek, oradaki insanın İslamiyete inandığını nasıl anlarız ? Bir kişinin müslüman olduğunu anlamamız için önce onun hareketlerini, sözlerini vs. takibe alırız. Veya bir ülkede İslamiyetin yaygın olup olmadığını anlamak için kafamızı kaldırır cami, minare ararız. Bir ezan duymak isteriz. Bunlar varsa eğer orada "İslamiyet vardır." sonucunu çıkartırız. Namaz kılmak, selam vermek gibi farz, vacip ve sünnet ibadetlerden de islam nişanı olanlar vardır.

Gelelim Bismillah'ın bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânı olmasına.Şu cümle mevcudatın lisan-ı haliyle Bismillah’ı virdi zeban ettiğini bildiriyor. Burada şöyle bir soru akla gelebilir. Bütün mevcudat buna dahilse inanmayan bir insan lisan-ı haliyle nasıl Bismillah der ?

Besmele; Kur'anın anahtarı, kainat; Kur’anın varlıkla yazılmış hali, insanda kainatın bir fihristesidir. Allah’ın kainatta tecelli eden esmaları, insan küçük bir kainat olduğu cihetle, insanda da tecelli eder. Öyleyse insan lisan-ı haliyle Bismillah der, yani Allah’ın adını hal diliyle devamlı okunan bir zikir yapar. Vücud emanetini taşıyan insanın kendi yanlış tercihleriyle bunu yapmaması lisan-ı haliyle bu daim zikri yapmasına mani değildir. İnsanın midesi, kalbi, beyni vs. tüm hücreleri ve zerreleri bu zikirle faaliyetlerini devam ettirir, Allah’ın adıyla hareket eder.

Lisan-ı haliyle Bismillah diyen insanda aynı zamanda kavi bir imanda mevcutsa, yani fiilende Bismillah diyorsa; Hz. İbrahim as. gibi dağ gibi ateş yığınlarına meydan okur. Hz. Muhammed a.s.m gibi “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz, dâvâmdan vazgeçmem” dedirtir ve her türlü işkencelere, sıkıntılara ve hakaretlere rağmen davasından vazgeçmez ila ahir.


Bismillâh ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedarik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır. İşte, böyle bir seyahat için, iki adam sahrâya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. Alanı her yerde selâmetle gezdi. Bir kàtıu’t-tarîke rast gelse, der: “Ben filân reisin ismiyle gezerim.” Şakî def olur gider, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.

Kısaca bu hikayedeki çölde seyahat eden bir insanın, kabile reisinin ismini alma gerekliliğine açıklık getirmek için Üstadîn hayatından bir örnek verelim dilerseniz.

"Birgün, bir münakaşa arasında Mustafa Paşaya, "Yine mi zulme başladın, seni Hak namına öldüreceğim" tehdidinde bulunur; Paşanın katibi ortaya atılır.

O sırada Molla Said, Mustafa Paşayı zulmünden dolayı çok tahkir eder. Paşa bu tahrike tahammül edemeyerek, öldürmek için üzerine hücum eder; fakat, Mîran ağaları zaptederler.

Nihayet Mustafa Paşanın oğlu Abdülkerim, Molla Said'e yaklaşarak, "Onun akîdesi yanlıştır. Rica ederim, şimdilik buradan başka yere teşrif ediniz" der.

Abdülkerim'in sözünü kırmaz; yalnız olarak bedevîlerin meskeni olan Biro Çölüne doğru hareket eder. Yolda bedevî eşkıyalarına tesadüf eder. Bedevîlerin silahları mızrak ve Molla Said'in silahı mavzer olduğundan, eşkıyalara doğru kurşun atmaya başlar; eşkıyalar çekilirler. Yoluna devam ederken ikinci çeteye tesadüf eder. Bu defa eşkıyalar çok olduğundan, etrafını çevirirler. Kendisini öldürecekleri sırada içlerinden birisi tanıyarak, "Ben bunu Mîran aşîretinin içinde gördüm. Bu meşhur bir adamdır" deyince, derhal bedevîler çekilerek kusurlarının af buyrulmasını dilerler. Ve korkulu olan yerlerde kendilerine muhafızlık yapmak istemişlerse de, Molla Said reddedip, yalnız olarak yoluna devam eder. Birkaç gün sonra Mardin'e gelir."
Tarihce-i Hayat

Kendi adına hareket edenin gücü, kendi gücü kadardır. Gücü nisbetinde düşmanları karşısında dayanıklılık gösterebilir.

İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür.

Nefis daima kötülüğe sevkeder. Dizginlenmeyi istemez. Her tür gayr-ı meşru faaliyeti şiddetle ister ve reddetmez. Hatta hayır olan işlerde bile, yapılan hayrı sahiplenmeye kalkar. Dünyamız hikayede çöle benzetilmiştir ki; çölde her tehlike mevcuttur. Saklanacak bir yer olmadığından da çöldeki seyyah savunmasızdır. Seyyah ise çölde yani dünyamızda bizimle birlikte seyahat eden nefsimizdir. Nefsimiz bu dünyanın binbir türlü tehlikeleriyle karşı karşıya. Her an günahlar, gayr-ı meşru hevesatlar, eğlenceler, tul-i emeller nefsimize hücum ediyor. Nefiste zaten dünden razı. Sonunda kaybedeceklerinin farkında olmak bile istemiyor.

Aczin, fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcâtın nihayetsizdir.

Aczimiz; sahibi olduğumuzu zannettiğimiz şeyleri elimizde tutacak güç ve kuvvetimizin olmaması, fakr ise; Sahip olamadığımız, muhtaç olduğumuz herşey. Mesela canımız var ve onu muhafaza edecek bir kuvvete sahip değiliz. Yani onu muhafaza etmekten aciziz. Ne kadar düzenli bir hayat yaşarsak yaşıyalım neticede ölüyoruz. Gücümüz, kuvvetimiz canımızı muhafaza etmeye yetmiyor. Hatta kendimizden belki milyonlarca defa ufak bir mikroba karşı bile yenik düşüyoruz çoğu zaman.

İhtiyacımız olan şeyler o kadar çok ki; mesela şu an bu mevsimde olmayan bir meyvenin burda olmasını istiyoruz ama onu elde etmeye elimiz yetişmiyor, yani onun fakiriyiz. Kışta bahar gelsin istiyoruz ama onu getirmeye muktedir değiliz. Evlat istiyoruz, Allah cc. dilerse veriyor, zenginlik istiyoruz, Allah cc. dilerse veriyor, güzellik istiyoruz ona keza. Belki birgünde olmasını istediğimiz şeyleri bir yere yazsak bir sayfa yazı çıkar. Nihayetsiz, sonsuz istek ve arzularla techiz edilmiş, donatılmışız.


Kısaca diyebiliriz ki; geçici olarak sahib olduğumuz şeyler sayısınca aciziz çünkü onları muhafaza edemiyoruz ve elde etmeyi arzuladığımız, ihitiyacımız olan şeyler adedince de fakiriz çünkü onları tedarik edecek kudrete sahip değiliz.

Madem öyledir; şu sahrânın Mâlik-i Ebedî ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın.

Madem biz bu anlatılanları dinledik, tasdik ettik. Aczimizin, fakrımızın, ihtiyaçlarımızın sonsuz olduğuna kanaat getirdik, nefsimizin bu dünya çölünde nihayetsiz düşmanları olduğunu kabul ettik. Peki o zaman ne yapacağız ? Yok mu bunun bir çaresi ?

Nasıl ki doktor hastalığı teşhis eder, ona göre de ilaç verir. Bizi bizden iyi bilen Rabbimiz de, bizim için en iyi çıkış yolunu bize bildirmiştir. Peki Rabbimiz bizden ne istiyor, nasıl hareket etmemizi istiyor ?

Rabbimiz bizden bu tehlikelere, acizliklere, fakirliklere karşı manen diyor ki;

"Ey kulum! acizsen bana istinad et, bana güven.
O elinde tutamadığın şeyleri benim istediğim gibi kullan. Bu dünyada onları elinde tutamasan da ebedi alemde sana onlardan daha iyisini vereceğim, hem ebedi bir surette vereceğim. (Altıncı Söz'e bakabilirsiniz geniş izah için.)

Fakrını bil ve Benden istimdad eyle, benden iste, istediklerine ancak Ben dilersem sahib olabilirsin. Ve Seni en iyi Ben biliyorum ve senin için hayırlı olacak şeyi de en iyi bilirim. Verdiğim zaman şükret, vermezsem Rabbimin hikmeti böyle iktiza ediyormuş de, isyan etme ve istemeye devam et. Sana veremeyecek olanlardan isteme, dilencilik etme, eğilme. Sebepler bir perdedir, onlar veremezler, onlarda boğulma.

Yarattıklarımdan mı korkuyorsun ? Kahhar olan, Celil olan Benim. Öyleyse Benden kork. Ebedi cehenneme girmekten kork.


Sevgilimi istiyorsun ? Vedud olan Benim. Herşeye rağmen seni seven benim. Öyle ise fani sevgileri kalbinden çıkar, ebedi olanı sev, Beni sev. Sev ki; hem dünyanın firaklarından, hem de ebedi azaplardan müteessir olmayasın.

Düşmanların mı çok ? Benim adımla hareket et ki selamete eresin. Ben istemedikten sonra hiç bir düşmanını alt edemezsin.

Nefsin kötülükleri mi istiyor ? Ben nasıl terbiye etmeni istiyorsam öyle yap ki sen nefsine değil, nefsin sana musahhar olsun."


Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahîmin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar.

Gafletten sıyrılıp çevremizde olan bitene baktığımızda, aczin ve fakrın aslında ne kadar güç ve kuvvet ve zenginlik olduğunu anlıyabiliriz. Acz ve fakrını Allah'a c.c. lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile yani hal dili veya bizzat isteyerek sunanlar; herşeye gücü yettiğini zannedenlerden daha güçlü, zengin olduğunu sananlardan daha zengindirler. Çünkü aczini ve fakrını tam anlamıyla Allah'a c.c. izhar eden maksuduna muvaffak olur. Mesela bir ağaç acizdir; kendini korumaya gücü yoktur. Fakirdir; kendisinden çok uzakta olan güneşe söz geçirip "beni ısıtacaksın, ışıtacaksın, benim sana ihtiyacım var" deyip, ona boyun eğdiremez. Suyu, yağmuru kendine getiremez. O ağaç yerinden kımıldamaya bile muktedir değildir. Fakat görüyoruz ki o ağacın bütün ihtiyaçları çok uzaklardan ayağına kadar geliyor. Lisan-ı hal ile aczini ve fakrını Allah'a c.c. izhar ettiğinden, Allah c.c. aczini ve fakrını ona en makbul şefaatci yapıp; güneşi, havayı, suyu, toprağı o ağaca musahhar ediyor.

Yine yeni doğmuş bir bebeğin lisan-ı hali verdiğimiz ağaç misalinden farksızdır. Güçsüz ve kuvvetsiz olan o bebeğin doğumuyla ona en latif olan, en besleyici bir gıda olan süt, acizliğine ve fakirliğine istinaden verilir. Anne, baba, akraba vs. hepsi o bebeğin etrafında pervane olur, ne dilerse, ne isterse istekleri yerine getirilmeye çalışılır. Çünkü aciz ve fakirdir. Ne zamanki "ben güçlüyüm, kendime yeterim" der, sütte kesilir, etrafında onu her daim gözetip kollayanlar da, onu kendi haline bırakmaya başlar. Su istese "git kendin iç" denir. Oysa ilk halinde herkes, herşey ona bir nevi hizmetkardır.

Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki, askere kaydolur, devlet namına hareket eder, hiçbir kimseden pervâsı kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.

Başta demiştik: Bütün mevcudat lisan-ı hâl ile “Bismillâh” der. Öyle mi?

Evet. Nasıl ki, görsen, bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin, o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir, devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder.


Kainatın sahibine asker olanlar da kendi gücünün çok çok üstünde işler görebilir.

Öyle de, herşey Cenâb-ı Hakkın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek herbir ağaç “Bismillâh” der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.

Allah'ın kudretine ve rahmetine bakın. Evet Rabbimiz kudretiyle çekirdeğe, rahmetiyle de bize muamele ediyor. Çekirdek Allah'ın cc. adı ile hareket ediyor, Bismillah diyor. Bir çekirdeğe, kendinin belki milyon katı büyüklüğündeki ağacı taşıtıyor ve o ağacın eliyle bizlere türlü türlü meyveleri ikram ediyor. Normal şartlarda bakıldığında bir çekirdeğin bu kadar yükü kaldırması düşünülebilir mi ? Ancak ve ancak Allah'ın cc. adıyla hareket ettiği takdirde bunu izah edebiliriz.

Herbir bostan “Bismillâh” der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.

Yeryüzünde mevsim be mevsim değişen yüzbinlerce çeşit nimet sofraları yine Allah'ın adıyla hareket ettiği takdirde vücuda gelebilir. Bizler de kendimize uygun sofranın etrafında oturan, bağdaş kuran insanlarız. Bizim gibi çok varlıklar var ki; bu sofralardan ihtiyacını temin ediyor. Her bir canlının sofrasını ayrı kurmuş Rabbimiz, kudretiyle ve rahmetiyle. Ve O'nsuz bu nimet sofralarını kurmaya gücü yetecek hiç bir şey yoktur.

Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillâh” der, rahmet feyzinden birer süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzak namına en latîf, en nazif, âb ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar.

Bir inek, deve, koyun ve keçi nasıl olur da süt çeşmesi olur ? Sütün geldiği yerde sütü üretebilecek bir makine mi var ? Ayetteki ifadesiyle kan ve fışkı arasından süt geliyor. Kan ve fışkıyı karıştırsak süt elde edebilir miyiz ? Veya kan ve fışkının arasından su veya başka bir madde döksek, geçiş esnasında süt olur mu ? Elbetteki olamaz.

Oysa bu bahsettiğimiz şeyler dünyada her an milyarlarca varlık üzerinde icra ediliyor. Demek başka türlü açıklayamadığımız bu faaliyetler Allah'ın adıyla oluyor. Evet o isterse herşey olur. O'nun işi sadece "Kün feye kün" demektir. "Ol der, oluverir." Herşeyden birşeyi yaptığı gibi birşeyden herşeyi yapmak da ancak O'na mahsustur. Ve Allah'ın adıyla gerçekleşen bu faaliyetin sonucunda bizler en latif, en hoş, vücudumuzun en mühim ihtiyacı olan sütle rızıklanmış oluyoruz.

Yine görüdüğümüz gibi kudretiyle ineğe ve rahmetiyle bize muamelede bulunuyor. Yani mucizevari bir surette meydana gelen süt Allah'ın sonsuz kudretini ve o sütün bizim için en çok ihtiyaçlı olduğumuz bir gıda olması ise, Allah'ın bize olan merhametini gösteriyor. Sadece bir sütün oluşunda bile O'nun çok isimlerinin faaliyetini anlıyabiliriz. Şimdilik o konuya daha fazla girmiyoruz.



Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert taş ve toprağı deler, geçer. “Allah namına, Rahmân namına” der; herşey ona musahhar olur.

Evet, havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i suhuletle intişar etmesi ve yeraltında yemiş vermesi, hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi

1 “(Bir zaman da Mûsâ, kavmi için su arayıp Allah’a yalvarmıştı.) ‘Vur asânı taşa’ buyurduk.” Bakara Sûresi, 2:60. emrine imtisal ederek taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı İbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı 2 (Biz ateşe şöyle ferman ettik ) ‘Ey ateş, serin ve selâmetli ol. Enbiyâ Sûresi, 21:69. âyetini okuyorlar.

Tabiiyyunun, yani "herşeyi tabiat yaptı" iddiasında bulunanların inandıkları şeyler maddi olduğundan, yalnız gördüklerine inandıklarından, onlara sorsanız "taş mı kuvvetlidir yoksa ot mu?" Ya da "güneşin şiddetli hararetinin bir yaprağa etkisi nasıl olur ?" deseniz elbette birinci soruya taş cevabını ve ikinci soruya da yaprağın kuruyacağı şeklinde cevap verecektir. Çünkü görünüşte güçlü olan güneştir ve taştır. Fizik kurallarında da da bu böyledir.

Ne var ki Allah cc. kanuna tabi değildir. Kanunlar O'na tabidir. Allah'a inanmayan bir tabiatperstin fiziği, kimyası bu faaliyeti açıklamaktan acizdir. Kanunda, fizikte, kimya da, matematikte O istediği an devre dışı kalmaya mahkumdur. İşte bu ve benzeri olaylar aklı gözünde olanlara diyor ki;

"Bak, ey herşeyi birtakım kanunlarda, sebeplerde arayan zavallı insan ! Biz öyle Birinin namına hareket ediyoruz ki; O istemezse, senin inanmış olduğun kanunların hiçbiri, bize hiç bir şekilde müdahele edemez. O kanunların haricinde de biz, bizden beklenmeyen şeyleri yapabiliriz. Gücümüzün çok fevkinde muvaffakıyetimiz olabilir. Bir ateş icabında bizim gibi incecik ve çok nazik bir otu bile yakmaya yetmez. O incecik ve çok zayıf halimizle bir kayayı delip geçebiliriz. ilaahir."

Ve her an bu olayları onların gözüne sokacak kadar yaygın bir şekilde icra ediyor Allah cc.


Madem herşey mânen “Bismillâh” der; Allah namına, Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi “Bismillâh” demeliyiz. Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız. Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız.

Evet, yine buraya kadar, Allah'ın adıyla hareket etmenin, ne bitmez, tükenmez bir kuvvet, ne kadar makbul bir şefaatci ve ne kadar Allah'ın rahmetini celbeden bir kelime olduğunu anlamış olduk. O halde hiç şüphemiz olmamalı ki; biz de bu kuvveti, bu bereketi, bu rahmeti elde etmek için Bismillah demeliyiz. Onun rızası dahilinde alışverişimizi yapmalıyız. Yalnız burada şöyle istisnai bir durum sözkonusudur.
"Eğer o Bismillah demiyor, fakat sen de almaya muhtaç isen; sen Bismillah de, onun başı üstünde Rahmet-i İlahiyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. (Lem'alar)


SUAL: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah ne fiyat istiyor?

ELCEVAP: Evet, o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.

Başta “Bismillâh” zikirdir. Âhirde “Elhamdü lillâh” şükürdür. Ortada, bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mucize-i kudreti ve hediye i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip Mün’im-i Hakikîyi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen, Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle, vesselâm.


Dünyada, yaşam faaliyetlerimizi devam ettirebilmemiz için; öncelikle beslenmek zorunda olduğumuz herkesçe malumdur. Sonrasında başımızı sokacak bir evimiz olsun isteriz ve bir ev alırız veya kiralarız. Sahip olduğumuz imkanlara göre ihtiyaçlarımız da farklılaşır. Arabamız yoksa araba alırız, bilgisayar alırız, cep telefonu alırız vs.

İhtiyaçlarımız ne olursa olsun bir fiyatı vardır, o ihtiyacımızı temin eden (zahirde) insanlar tarafından bir fiyat belirlenmiştir. O istenilen fiyatı vermezsek, istediğimiz şeye sahip olamayız. Ancak o fiyatı verdiğimiz takdirde, ihtiyacımız olanı temin edebiliriz. Tablacı olan insanlara verdiğimiz fiyatlar bu türdendir.

Bununla beraber; yokluktan varlık alemine ilk adım attığımızda (ruhen ya da bedenen), hiçbir fiyat vermeden buna sahip olduk. Ve Allah bedenimizle birlikte, en büyük nimetlerinden olan hayatı vermiş, buna da bir fiyat vermedik. Bize sunduğu hayat nimetinin yanında , akıl nimetini de vermiş ki, hikmetleri saymakla bitmez. Bu akıl sayesinde tüm hayatımızı yönlendiriyoruz ve ona da bir ücret vermeden sahip olmuşuz. Soluduğumuz oksijen, güneş, gece gibi farkında bile olmadığımız ve hiç bir ücret ödemeden kullandığımız sayısız nimetler var. Bu saydıklarımızın bi çoğundan mahrum olan hayvanlar ve bitkiler bile Allah'ı bir an olsun tesbih etmekten geri durmazlar.

Peki o zaman Allah bizden de bu nimetlerine karşılık bir fiyat beklemez mi ? Elbette bekler. Bu yüzden dünyadayız zaten. Allah'ın bize verdiği bu sayısız nimetlere bedel istediği fiyat Üstadımızın da söylediği gibi 3 şeyden ibaret olan zikir, şükür, fikirdir. Başta "Bismillah" zikir, Sonda "Elhamdüliillah" şükür ve ortada, o nimetin Allah'ın sanatı ve mucizesi olduğunu düşünmek, idrak etmek fikirdir. Bu üç fiyatı verdiğimizde inşaallah o nimetlerden ve benzerlerinden ebeden istifade edebiliriz. Aksi takdirde nankörlüğün cezası olarak, o nimetlerden ebediyyen mahrum kalacağız. Allah cümlemizi muhafaza buyursun. Amin.


Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmet ile merhamet et.

Sübhaneke lâ ilmelenâ illâ mâ alemtenâ innekeke entel alîmül hakîm. Lillâhi teale'l fatiha.




سُبْحَانَكَلاَعِلْمَلَنَاۤاِلاَّمَاعَلَّمْتَنَااِن َّكَاَنْتَالْعَلِيمُالْحَكِيمُ

el Fatiha

 

memluk

Hatim Sorumlusu
lisan-ı hal ile "Bismillah" demek ne demek? hal lisanıyla bir elma misal masanın üstünde dururken nasıl "Bismillah" der? bunu nasıl anlamak lazım?


Bütün mevcudat lisan-ı hâl ile “Bismillâh” der.

Yaratılan herşey Cenâb-ı Hakkın adına hareket ediyor tohumlar, çekirdekler, içinde koca ağaçları taşır.

Demek herbir ağaç “Bismillâh” der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor,


yani burdan anlaşılacağı gibi kardeşim henüz zerreyken içine bismillah yerleştirmiş Kudreti ilahi ve soframıza geldiğinde bunuda biz içimizdeki Bismillah'ın derecesiyle anlıyoruz ...
 

Huseyni

Müdavim
lisan-ı hal ile "Bismillah" demek ne demek? hal lisanıyla bir elma misal masanın üstünde dururken nasıl "Bismillah" der? bunu nasıl anlamak lazım?


Bütün mevcudat lisan-ı hâl ile “Bismillâh” der.

Yaratılan herşey Cenâb-ı Hakkın adına hareket ediyor tohumlar, çekirdekler, içinde koca ağaçları taşır.

Demek herbir ağaç “Bismillâh” der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor,


yani burdan anlaşılacağı gibi kardeşim henüz zerreyken içine bismillah yerleştirmiş Kudreti ilahi ve soframıza geldiğinde bunuda biz içimizdeki Bismillah'ın derecesiyle anlıyoruz ...


Allah razı olsun memluk.

Şimdi elmaya manai ismi ile bakarsak elmayı sebeblerden biliriz. O elmanın masamıza kadar gelişinde bi çok sebep sıralanabilir. Mesela elma bi çekirdekti, çekirdek sudan, havadan, ışıktan, tpraktan beslendi ağaç oldu, sonra elma meyvesini verdi. Daha sonra onları biri topladı manava sattı biz gittik manavdan aldık gibi çok sebepler var elma masaya girene kadar. Fakat bunlar her ne kadar da olsa zahiri sebeplerdir, yani Birinci Sözdeki ifadeyle zahiri münimlerdir. Derinlemesine tefekkür ettiğimizde bu saydığımız sebeplerin hiç biri o elmayı icad edebilecek ilme, sanata, kudrete, tasarıma, yani elmanın meydana getirilmesinde gereken vasıflara ve sıfatlara malik değil. Elma meyvesinde hiç bi sebep yoktur ki onu ağaç icad etsin. Ağaçta o elmayı meydana getirecek vasıflar ve sıfatlar yoktur. Ağaç çamurdan beslenir ama elma çamura benzemez. Yani görünüşteki sebepler sadece Allahın koyduğu kanunlar silsilesidir. Yoksa elmayı icad edebilecek kabiliyete sahip değillerdir. Bu da gösteriyor ki herşey Allahın adıyla hareket ediiyor. O isterse oluyor. "Herşey Cenabı-ı Hakkın namına hareket eder ki zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar" o ağaçlarda elma oluyor, armut oluyor, "hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor." evet sadece tablacı. Kudret, ilim sahibi değller, hayat veremezler.
 

Bezminur

Well-known member


Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmet ile merhamet et.

Sübhaneke lâ ilmelenâ illâ mâ alemtenâ innekeke entel alîmül hakîm. Lillâhi teale'l fatiha.

[/SIZE]



سُبْحَانَكَلاَعِلْمَلَنَاۤاِلاَّمَاعَلَّمْتَنَااِن َّكَاَنْتَالْعَلِيمُالْحَكِيمُ

el Fatiha




AMİN ECMAİN.

Çok güzel bir ders olmuş ALLAH CC. razı olsun.
 

Bezminur

Well-known member
memluk ve lemaat; yansıma kardeşin sormuş olduğu soruya açıklamış olduğunuz güzel bilgilerinizden dolayı teşekkür ederim.ALLAH CC. razı olsun. inanın açıklamış olduğunuz bilgilerden çok istifade ettim.Ben risale-i nur ları devamlı okumak okuduklarımıda anlamayı çok istiyorum Bu eserleri gittiğim yerlerde okuyup anlatmak istiyorum ama benim çok eksikliklerim var, şimdi RİSALE-İ nur'lara çalışarak yetişiyorum. Daha önce Risale-i nurları anlamak için bende böyle bir iştiyak yoktu:( Şimdi o iştiyak çok. RABBİM İNŞ DAİM EDER beni nefsime ve şeytana uydurmaz.

Yalnız ŞUNU BİLESİNİZ sizin forumda açıklamalı derslerinizden inanın çok istifade ediyorum.
 

Bezminur

Well-known member
Tabi sadece okumak ve anlamak değil Risale-i nurları okuyup anlamak anladıklarımızıda yaşantımıza yansıtmak gerekiyor,yoksa sen oku anla yaşantına yansıtma ne fayda.

Ben bu hakikatları anlama iştiyakı duyduğumdan beri dünyam değişti sanki yeniden dünyaya geldim.
Benim bir muhabbet kuşum var muhabbet kuşumu severken onunla konuşurken ALLAH sana görmen için göz uçman için kanat vermiş diyordum.Ama cenab-ı hakkın isimlerini göremiyorudum:( Biliyorsunuz manevi kardeşimin ısrarı üzerine ders yapma konumuna geldim, benim ilk dersim 11. söz olmuştu eşimle beraber 11.söze çok çalışmıştım hatta dersi cemaaete okuduktan sonra evde 5,4 gün o dersi okudum defalarca okumama rağmen bana başka başka açılıyordu okudukça feyizleniyor iliklerime kadar istifade ediyordum, risale-i nur külliyatından 11. sözde cemal ve kemal isminden bahsediliyor,Ve üstadımız alemin yaratılış sebebini çok güzel temsillerle anlatmış hamdü senalar olsun. Şimdi ise kuşuma bakarken muhabbet kuşumda Cenab-ı hakkın cemal ismini,kemal ismini, müzeyyen ismini,rezzak ismini görüyorum cemal ismi ile güzelliğini tecelli ediyor,kemal ismi ile mükemmelliğini tecelli ediyor,müzeyyen ismi ile süsünü tecelli ediyor,rezzak ismi ilede rızkını tecelli ediyor.Kuşun rızkı ayrı bizim rızkımız ayrı değil mi? Biz onun yediğini yemiyoruz oda bizim yediklerimizden yemiyor.Rabbim'in kudretine bir bakın, bütün canlıların rızkını rezzak ismi ile gönderiyor rezzak ismi ile tecelli ediyor.


Benim daha öğreneceğim çok şey var.
 

Bezminur

Well-known member
Bugün komşularıma okuyacağım yer 11. söz.
Sağolsunlar 15 günde bir geliyorlar.
Bu arada muhabbet kuşumda nurcu oldu manevi kardeşim komşularıma ikinci dersi kendisi yapmıştı ikinci dersi yapmaya geldiğinde kuşuma ÖĞRENMESİ İÇİN ben nurcuyum dedi ve banada sürekli bu kuşa ben nurcuyum de öğrensin dedi , bende ara ara söylüyordum ve manevi kardeşimde bana gidip geldikçe kuşuma ben nurcuyum diye diye muhabbet kuşumda artık ben nurcuyum diyor anlayacağınız oda nurcu oldu:)ELHAMDÜLİLLAH.Kısa bir vecize söylesem onuda söyleyecek, çünkü subhanekeyide okuyor:) subhanekeyi bir ara baştan sonra kadar okuyordu birgün bi arkadaşım ya bu subhanekeyimi okuyor dedi evet dedim,komşumda baştan sona kadar subhanekeyi okuduğunu duyunca çok şaşırmıştı.Bir kuş kuş olmanın gereğini görevini yerine getiriyor biz insan olarak cenab-ı hak'kı tam anlamı ile tanıyormuyuz acaba?
Kuşuma söylemesi için Kısa bir vecize ne söylesem diye düşünüyorum ama aklıma gelmiyor kısa ve öz olmalı:)Muhabbet kuşum Nurcuyum diyorsa birde vecize öğrense daha iyi olmaz mı?

Muhabbet kuşum çok sevimlidir.Çok güzel konuşuyor, çok güzel kelimelerimiz var RABBİM İZİN VERMESE İDİ KONUŞAMAZDI RABBİM KONUŞTURUYOR.
ALLAHUEKBER,BİSMİLLAH,ALLAH BİR DEMESİNİ BİR DUYSANIZ ÇOK YÜREKTEN SÖYLÜYOR,söylettiriliyor. Komşularımda kuşumu çok severler. MAŞAALLAH diyin olurmu?
eşimin ismini benim ismimi ve daha birçok şey söylüyor elh.
 

Bezminur

Well-known member
Allah razı olsun memluk.

Şimdi elmaya manai ismi ile bakarsak elmayı sebeblerden biliriz. O elmanın masamıza kadar gelişinde bi çok sebep sıralanabilir. Mesela elma bi çekirdekti, çekirdek sudan, havadan, ışıktan, tpraktan beslendi ağaç oldu, sonra elma meyvesini verdi. Daha sonra onları biri topladı manava sattı biz gittik manavdan aldık gibi çok sebepler var elma masaya girene kadar. Fakat bunlar her ne kadar da olsa zahiri sebeplerdir, yani Birinci Sözdeki ifadeyle zahiri münimlerdir. Derinlemesine tefekkür ettiğimizde bu saydığımız sebeplerin hiç biri o elmayı icad edebilecek ilme, sanata, kudrete, tasarıma, yani elmanın meydana getirilmesinde gereken vasıflara ve sıfatlara malik değil. Elma meyvesinde hiç bi sebep yoktur ki onu ağaç icad etsin. Ağaçta o elmayı meydana getirecek vasıflar ve sıfatlar yoktur. Ağaç çamurdan beslenir ama elma çamura benzemez. Yani görünüşteki sebepler sadece Allahın koyduğu kanunlar silsilesidir. Yoksa elmayı icad edebilecek kabiliyete sahip değillerdir. Bu da gösteriyor ki herşey Allahın adıyla hareket ediiyor. O isterse oluyor. "Herşey Cenabı-ı Hakkın namına hareket eder ki zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar" o ağaçlarda elma oluyor, armut oluyor, "hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor." evet sadece tablacı. Kudret, ilim sahibi değller, hayat veremezler.

tabiiyyuncular;herşeyin tabiattan olduğunu savunanlar idrak edemiyorlarmı güneş olmasa idi su olmasa idi elma nasıl gelişecekti suyu ve güneşin ısısını teneffüs ediyor sonra toprak tan çıkıyor, bir iğne ustasız değildir değilmi? bu koca kainat nasıl ustasız olabilir bunu idrak edemiyorlarmı? KAİNATTA görünen herşey cenab-ı hakka tabidir.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Bugün komşularıma okuyacağım yer 11. söz.
Sağolsunlar 15 günde bir geliyorlar.
Bu arada muhabbet kuşumda nurcu oldu manevi kardeşim komşularıma ikinci dersi kendisi yapmıştı ikinci dersi yapmaya geldiğinde kuşuma ÖĞRENMESİ İÇİN ben nurcuyum dedi ve banada sürekli bu kuşa ben nurcuyum de öğrensin dedi , bende ara ara söylüyordum ve manevi kardeşimde bana gidip geldikçe kuşuma ben nurcuyum diye diye muhabbet kuşumda artık ben nurcuyum diyor anlayacağınız oda nurcu oldu:)ELHAMDÜLİLLAH.Kısa bir vecize söylesem onuda söyleyecek, çünkü subhanekeyide okuyor:) subhanekeyi bir ara baştan sonra kadar okuyordu birgün bi arkadaşım ya bu subhanekeyimi okuyor dedi evet dedim,komşumda baştan sona kadar subhanekeyi okuduğunu duyunca çok şaşırmıştı.Bir kuş kuş olmanın gereğini görevini yerine getiriyor biz insan olarak cenab-ı hak'kı tam anlamı ile tanıyormuyuz acaba?
Kuşuma söylemesi için Kısa bir vecize ne söylesem diye düşünüyorum ama aklıma gelmiyor kısa ve öz olmalı:)Muhabbet kuşum Nurcuyum diyorsa birde vecize öğrense daha iyi olmaz mı?

Muhabbet kuşum çok sevimlidir.Çok güzel konuşuyor, çok güzel kelimelerimiz var RABBİM İZİN VERMESE İDİ KONUŞAMAZDI RABBİM KONUŞTURUYOR.
ALLAHUEKBER,BİSMİLLAH,ALLAH BİR DEMESİNİ BİR DUYSANIZ ÇOK YÜREKTEN SÖYLÜYOR,söylettiriliyor. Komşularımda kuşumu çok severler. MAŞAALLAH diyin olurmu?
eşimin ismini benim ismimi ve daha birçok şey söylüyor elh.

Maşallah Barekallah .....
Hayvan kadar olamıyan kendini insan sanan insanlarada nasip eylesin Allah.
 
Üst