Kur’an ve sünnet penceresinden tasavvufi hayat (ii)

mihrimah

Well-known member
Her kültür, bir yönüyle kendi kutsal kitabı ile ilgilidir. Batı kültürünün temelinde İncil olduğu gibi, İslam kültürünün temelinde de Kur’an-ı Kerim vardır. İslam düşüncesinin önemli bir bölümünü meydana getiren tasavvufi düşüncenin esasları da Kur’an-ı Kerim’den alınmıştır. Bu düşünce, tarihi seyir içinde takip edildiği zaman, diğer ilimlerle ilgilide aynı durumun olduğunu görürüz.


İslam tasavvufu, hicri ilk asırlardan itibaren kaynağını Kur’an ve Hadisten alan İslam tefekkür tarihinde müstesna bir yere sahiptir.


Gerçekten de İslam tasavvufu, Hicri I., Miladi VII. asırda görülen ‘’zühd’’ hareketiyle başlamıştır. Zühd:’’İnsanın varlıklar karşısında, İslam’ın arzuladığı tavır’’şeklinde tarif edilebilir. Bu zühdü hayatın en mükemmelini önce Hz.Muhammed’in(aleyhissalatu vesselam) hayatında daha sonra sırası ile dört halife, sahabe, tabiin, tebei tabiin ve daha sonra gelen insanlar arasında sayısız misallerini verebiliriz.


Yalnız, İslami ilimler Hz. Peygamber devrinde müstakil bir ilim haline gelmediğinden, Tasavvuf ilmi de müstakil bir ilim hüviyeti kazanmamıştı. Daha sonraları nasıl ki hadis, tefsir, kelam gibi ilimler müstakil bir ilim haline gelmişse, aynı şekilde tasavvuf da bu ilimlere paralel olarak müstakil bir ilim haline gelmiştir.


Zühd ve tasavvuf döneminden sonra tarikat dönemi başlamıştır. Hicri VI. asırda başlayan bu dönem, günümüze kadar gelmektedir. Bu dönemde tasavvuf düşüncesinin en güçlüsü olan tarikatlar birer-birer ortaya çıkmış, bunlar zamanla sosyal hayatın bir parçası haline gelmiş ve şiir ve edebiyatta kıymetli tasavvufi ürünler ortaya çıkarmışlardır. Bu eserlerin en bariz örneklerinden biri; aslen bir Türk olan Mevlana’nın yazmış olduğu ‘’Mesnevi’’dir. Yediyüz yıldan beri bütün dünyada değişik dillere çevrilerek ölmez eserler arasında yer almıştır.


Bu günün insanının hayat şartları ile, Mesnevi’nin yazıldığı dönemin insanı arasında büyük uçurumlar oluşmuştur. Günümüz insanı maddi imkânlar elde etmiş, zenginleşmiş ve kendini rahata kavuşturmuştur. Fakat manevi bir buhrana da sürüklenmiştir. Günümüz insanı eski insanın sabrını, ilim aşkını, manevi gücünü, kaybetmiştir. Hâlbuki Tasavvufi hayat, gönül ehli olmaya, manevi hayatı yaşamaya, fazilet ve hidayet nuru ile dolu olmaya, onunla manen birlik olmaya bir vesiledir. İnsan olarak bu duygular hepimizde vardır. Fakat bu duyguları uyandıracak, bize heyecan verecek, bir mürşide ihtiyaç vardır.


Tasavvufi düşünce, bizi ilahi aşka, müsamahalı bir görüşle insanı, insanlığı sevdirmektedir. Mevlana’nın:’’Gel ne olursan yine gel…’’ feryadı da bu duygudandır.


Esasında tasavvufi düşünce, insan hayatının bütün cephelerine uzanan bir değerdir. İşte miladi IX. Asırdan itibaren İslam dünyasının değişik yerlerine yayılmış bulunan ve insanlığın ulvi yolculuğunda hizmeti gaye edinen sufi ve mutasavvıflar, Allah yolculuğunda bizlere ışık tutan birer rehberdirler. Muhammed KOCAKAYA
 
Üst