Vazife-İ Uhreviyede Kanaatsızlığın Adı: Rekabet

yozgati

Well-known member
Vazife-İ Uhreviyede Kanaatsızlığın Adı: Rekabet



“Rekabetkârane ihtilafları..[1]” insanın olduğu her yerde rekabet olmaktadır. Bu kaçınılmaz bir şeydir. Lakin bu rekabet müsbet manada olursa bir sıkıntı arz etmemektedir. Amma bu munazaraHatta bu tekfire dek dayandığını “bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve tarafdar olduğu için hararetle sena ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi otuzbeş seneden beri siyaseti terkettim.[2]” diyerek ahirzamanın Bilal-i Habeşisi olan Bediüzzaman bize bunu anlatmaktadır. Hemde bizzat müşahede etmiş nakletmemiş. Demek ki işin içine kıskançlık veya aynı efkara, fikre sahip olmamak nerelere kapılar açmaktadır.

Ehl-i sünnet ve cemaatin mühim bir rüknü hatta beyin takımını teşkil eden Nur Talebeleri hassaten dikkat etmelidir. Rekabet ettiği, kıskandığı veya efkarına uygun bulmadığı kimse, hadise ve şeylere dikkat etmeli.

“Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder.[3]” mesleğimizin temel esaslarından birisi olan ihlas söz konusudur. Eğer ihlas varsa orada rekabet olamaz. Şayet ihlas söz konusu değilse rekabet doğrudur. O halde bizler başka bir mesleği veya bir fraksiyon olan mesleğimizdeki bir meşrebi adeta azılı düşmanımız gibi görmeye başlarız.

Nitekim hamiyet bahsini hatırlarsanız orada Hamiyet-i milliye ve diniye tabirleri geçmektedir.

Milliye en dar dairede enaniyet bir gömlek üstü ise meşrebcilik olmaktadır.

Diniye kısmı ise mesleki ittihaddır.

Diniyede ittihad ve ittifak edenler terakki etmeye ve adeta yön levhası, levhası olmaktadır. Milliyede saplanıp kalanların ruhunda bir marez olmaktadır. Bu hastalık ise onun malumatları artarken marifetullahının artmasını engeller. Bu sebeple muhabbetullah ve marifetullah ikliminde terakki edemez. İnbisat eder lakin inkişaf edemez. Yani malumatı artar ama o malumat onu kurtaramaz ve ilme dönüşemez.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikad u ameli mezhebinin adeta beyin takımı olan nur talebeleri bu meslek içerisindeki meşrebleri ve meşrebler içerisinde ki anlayış farkından ibaret olan ve zahiri bir balon olan fraksiyonları hazmedip bünyesine kabul edip zenginlik olarak kabul etmelidir. Hazmedemezse maddi ve manevi evhama ve vesveseye mübtela olması kaçınılmazdır. Başka bir fraksiyona ait olan bir derse gidince ders ne kadar mükemmel olsa da daima kusur aramak peşindedir. Bu tip mareze mübtela olanlar neyse ki Rasulü Ekrem (a.s.v.) döneminde yaşamadı. Çünkü Rasulü Ekrem (a.s.v.)’ın beşeriyetine bakıp onda bile kusur arayacakla bilirlerdi. “Yazık!. Eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar, hava gibi muhtelittir. Su gibi memzuç olmamışlar. İnşâallah elektrik-i hakaik-i İslâmiyetle imtizaç ederek, ziya-yı maarif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlid ederek, bir mizac-ı mutedile-i adalet vücuda gelecektir. [4]” Bizler de ne zaman bu hitaptaki gibi mezc olursak o zaman bir işe yararız. Su H2O yani 2 hidrojen su Oksijenin (yanan ve yakıcı maddeler) birleşmesiyle olur. Demek ki daima ortak paydada meselelerde buluşulmalı ki ittifak olsun. Rekabet olmasın. “azîm kâr, rekabetle ve ihlassızlık ile kaçırılmaz.[5]” hal durum vaziyet böyle iken biz bunu bilsek rekabete ve ihlassızlığa girmesek hem çok kazanır hem de çok kazandırırız.

“insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasılki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz.[6]” Bediülbeyan olan Bediüzzaman bize bunu söylemekte. Lakin okunup geçilirse anladım sanılarak ülfete düşmakta söz konusu olmaktadır. Bizler ülfete düşersek derslere gittiğimiz halde okumayı terkederiz. Ağzımız güzel laf yapar ama okumayı terk etmişizdir. Nadiren okur hale geliriz. Okuyamamak nur talebesi için maneviyat aleminde ciddi bir sıkıntıdır. Bu sıkıntının aşılması için ise okuma tarzını değiştirmek gerekir.



“Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû’-i istimale ve dolayısıyla ihtilafa ve rekabete sevkeden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memduha sayılan hırs-ı sevab ve vazife-i uhreviyede kanaatsızlık cihetinden ileri geliyor. Yani: “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler.” diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabetkârane vaziyet alır. “Şakirdlerim ne için onun yanına gidiyorlar? Ne için onun kadar şakirdlerim bulunmuyor?” diye, enaniyeti oradan fırsat bulup, mezmum bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlası kaçırır, riya kapısını açar.[7]” ders okuyan kimseler meşrebi içinde kim olursa olsun okunan dersten memnun olması gerektir. Meşreb içinde bile ihtilaf etmek ise feci bir şeydir. Ahmette okusa memnun olmalı Saidde okusa memnun olmalı. Yoksa ders okuma tarzını beğenmeyip benim tarzım değilse diye dersten kalkıp içeri çekilip kendisi dersi protesto manasında kitap okusa hata eder. Hele bunu yapan bilinen ve önde gidenlerden birisi ise yeni gelenlerce farklı anlaşılmaya da kapı açması sebebiyle daha fecidir. Düşünün ki derse başlandı bu bizim tarzımız deyip 5 kişi kalktı. İkinci derste de başkası okumaya başladı başka 5 kişi de bu da bizim tarzımız değil deyip kalkıp gitse oraya yeni gelenler ne düşünür? Ders ortamında kimse kalır mı?

Hatta fraksiyonlardan birisine giden varsa bundan memnun olunmalı. Yoksa niye oraya gidiyorlar bizim dershaneye gelmiyor deyip dert edinmek şeytanın insanı vartaya yuvarlamasından öte bir şey değildir. Nurlarla meşgul mü ne güzül aynı manaya hizmet etmektir bu. Yeter ki o meşreb çok sakat bir yer olmasın. Aslen bu efkara sahip olan birisinde zımni yani örtülü gizli olarak enaniyet göstergesidir bu efkar.



“Ehl-i hidayetin rekabetkârane ihtilafı, akibeti düşünmemekten ve kasr-ı nazardan olmadığı gibi; ehl-i dalaletin samimane ittifakları, akibet-endişlikten ve yüksek nazardan değildir. Belki ehl-i hidayet; hak ve hakikatın tesiriyle, nefsin kör hissiyatına kapılmayarak; kalbin ve aklın dûr-endişane temayülâtına tâbi’ olmakla beraber, istikameti ve ihlası muhafaza edemediklerinden, o yüksek makamı muhafaza edemeyip ihtilafa düşüyorlar.[8]



İnsanların fikri ayrılığa düşmesi beşeriyetin muktezasıdır. Bizler bir kasa hamsi değiliz ki ne aynı ne gayrı olalım. Herkes tek bir meşreb veya efkara malik olması hakikat mesleğince tezatlıktır. Ya oradaki ehl-i hak susturulmuş veya mesele mutlak surette tevile kapalı demektir. Ehl-i hak olanlar söylenen sözü irdeler. Yoksa hüsn-ü zanna binaen mesnedsiz ve delilsiz olarak sözleri kabul etmek ve uygulamak Nur Talebesinin karekteri olamaz.

“nâehillerin girmesi yüzünden bir derece sû’-i istimal ettiklerinden; rekabetkârane ihtilafa düşüp hem kendine, hem cemaat-ı İslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuş. [9]” hizmetlerin büyümesi sebebiyle hizmet içerisine giren ve tarzı bilmeyen kimseler o hizmet için problem teşkil eder. Çünkü hem o gelenleri bünyeye katmak için çok çaba lazım hem de bünyeye dahil olup olmayacağı ise meçhuldür. Şayet mesleken başka bir meslekten gelmişse bu imtizaç meselesi biraz zaman alabilir. Yoksa aynı hizmet anlayışının bir fraksiyonundan, meşrebinden gelmişse bünyeye hemen dahil olur. Aynı sistem çünkü. Başka meşrebden gelene bile yabani bakmak Risale-i Nurun ruhuna aykırı bir şeydir. “bizden değil!” demek ise ancak okumuş cahillik ve bağnazlık ve yobazlık göstergesidir.



“Ey ehl-i hakikat ve tarîkat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirane alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlas kaçıyor.[10]”



Hizmet mahalimizde kimler hizmet ediyorsa tebrik etmeli. Bir araba yolda kalsa onu itmek için ne kadar kimse olursa o kadar kolay olur. Biz de iman ve Kur’an davasında bu şuurla hareket edersek çok kazanırız.

Ötekileştirici bir hizmet anlayılına sahip olan kimseler hem mesleği hem de kendisi çevresinde istenmez olur.

Güzel olan her yerde güzeldir. Meslek meşreb bu mevzuda fark etmez. Bunu a fraksiyonu da yapsa b fraksiyonu da yapsa güzeldir.

Burada tadat edilemeyecek kadar çok menfaati olan ittihad ve ittifak meselesinde şunu da arz etmek isterim. Elin bir olalım ama burada bir olalım. Bu insanlar birleşmiyorlar gibi şeyleri söyleyenler kendisini adres gösteriyorsa şayet bununla batıl kastedilen hak bir söz kategorisinde ele alınır ve kabul edilmez.

Meşreblerin ittifak etmesi ve ittihadı ancak meşreblerin temsilcileri ile teşekkül edecek olan bir meşrebler üstü – yani mesleki – heyet ile mümkündür.

İnşallah böyle bir heyet teşekkül eder bizler de görürüz.

Ya Rabbi! Kusurumuzu affet bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizleri emanette emin kıl. Dahili ve harici desiselerden bizleri muhafaza eyle. İnsi ve cinni şerirlerden muhafaza eyle.



Allahımız bizleri ortak paydada birleşenlerden eylesin.amin.



Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

NurNet.Org - Dünyanız nurlansın

Haşiye- Mehaz:

[1] Lem’alar ( 148 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 621 )

[3] Lem’alar ( 151 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 78 )

[5] Lem’alar ( 165 )

[6] Lem’alar ( 160 )

[7] Lem’alar ( 152 )

[8] Lem’alar ( 153 )

[9] Lem’alar ( 156 )

[10] Lem’alar ( 157 )
 
Üst