El Fethu’r Rabbani

ASHAB-I BEDR

Well-known member


Bu konuşma, pazar sabahı Ribât'ta (*) yapıldı.


Konuşma tarihi: Hicrî 3 Şevval 545, Milâdî 1150.Kader başa geldiği zaman gönderene kafa tutmak, inancı öldürür, tevhid -Allah'ı birleme- nurunu söndürür, tevekkül ve ihlâsı yok eder.Îman sahibinin kalbi, "niçin ve neden oldu" gibi sözleri bilmez. Belki "şundan veya bundan oldu" gibi yersiz lafları da dile getirmez. Bildiği tek şey vardır, o da;"Baş üstüne, hoş geldi, sefalar getirdi!" diye karşılamaktır.


Nefis, tümüyle muhalefet safında durur. Durmadan niza çıkarır, daima karışıklık ister. Onun ıslahını dileyen, cihad ehli olsun. Ta şerrinden emin oluncaya kadar. O nefis, şer içinde şerdir. Onunla cihad edersen emin olabilirsin. Neticede göreceksin ki, hayır içinde hayır oluyor. Cihad devam ettiği müddetçe, onu her iyiliğe uyar bulursun. İbadetleri hoşlukla yapmaya koyulur. Ve bu uyarlık mükâfatı olarak şu ilâhî hitap ona gelir:

"Ey mutmainne -sakin, Hakk'a uyar- nefis, Rabb'ine dön! O, senden razı; sen de O'ndan hoşnut olarak!" (el-Fecr, 89/27-29)
Bu cihad sonunda, nefse itimat caiz olur. Çünkü şerli yönü ıslah olmuştur. Nefsi halkın eline bırakma! Ta ki, manevî pederi İbrahim'e (a.s) nispeti yerinde olsun.O ki, nefsi bir yana atmıştı. Ve herkesten ayrı tutmuştu. Şahsî hevesini söndürmüştü. Boşlukta uçuyordu. Bütün varlığı ile sakindi. Her şey onu ateşten korumaya geliyordu. Ama onun bunlara aldırış ettiği yoktu. Allah'tan başka kimseden talebi yoktu."O'nun hâlimi bilmesi, bana yeter!" diyordu.


Çünkü tam teslim olmuştu. Hakkiyle tevekkül etmiş, Rabb'ın zatına sığınmıştı. İşte bu sığınmadır ki;"Biz ateşe, İbrahim’e yakıcı olma, serin ve selâmet üzere ol!' dedik." (el-Enbiyâ, 21/69) mealinde gelen ilâhî fermanın inzaline sebep oldu.Sabırlı kullara, Allah'ın bu dünyada hesapsız yardımı olur. Âhirette ise sayısız nimetleri... Şu âyet-i kerime sözümüze şahittir:"Sabırlı kulların mükâfatı bol ve hesapsız verilir." (ez-Zümer, 39/10)

Sabırlı kulların bu âlemde çektiği cefa, O'nun gözünden kaçmaz.

Siz, bir an olsun O'nun uğruna sabır yolunu tutun; yıllarca ecrini alırsınız. Zaten ömür boyunca "Kahraman" lakabıyla gezen, onu, bir anlık cesaret sonunda almıştır.


"Allah sabırlı kişilerle olur." (el-Bakara, 2/153) Bu oluş, maddî bir terim değildir, manevîdir. Sabırlıyı Allah zafere ulaştırır, yardımını bol eder. Siz sabra devam ettikçe her an yardımcınız O olur. Yeter ki, O'na bağlanmayı ve O'nun varlığına sığınmayı bilesiniz. O'nunla sabredin, O'nunla ayık olun; gaflet uykusundan uyanın.Uyanmayı, ölüm anına bırakmayın; önceden uyanın. Biliniz ki, o anda uyanmanız sizi felâketin kucağından çeviremez. O'nun huzuruna varmadan uyanın. O'nun şedit emirlerini duymadan gözlerinizi açın. Sonra pişman olursunuz; ama ne çare ki, faydasız olur.Kalplerinizi ıslâh etmeye çalışın. Çünkü onun salâh bulması, bütün varlığın salâha ermesi sayılır. Bu mevzuda, Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in şu hadîs-i şerifini anlatmak yerinde olur:

"Ayık olun, insanda bir et parçası vardır. O iyi olunca, bütün duygular güzelleşir. O fesada uğrarsa bütün duygular iyiliğini kaybeder. İşte o et parçası kalptir.”Kalbin salâhı; takva, tevekkül ve bütün işlerde ihlâs sahibi olmakla mümkündür. Fesadı ise; bunların yokluğu ile olur.Kalp, şu bünye kafesinde bir kuş gibidir. Ve bir şişe içinde saklı inciye benzer; hazinede gizli, muteber bir meta gibidir. Bakılacak şey, kafes değil, içindeki kuştur. İçindeki inciye bakılmalıdır, şişeye değil. Hazinedeki muteber nesne dururken, duvarına, kerpicine bakmak neye yarar.Allah'ım, duygularımızı itaatinde kullan. Kalplerimizi marifet nurunla doldur. Hayatımız boyunca yolunda kalmak için bizlere başarı ihsan eyle! Bizleri geçmişteki iyilere kat. Onlara verdiğini bize de nasip et. Onlara zatını vermiştin; bize de ver! Âmin!Ey cemaat! Allah yolunda olun. Sâlihler böyle yaptı da erdi. Siz Allah yolunda olursanız, O da size yardımcı olur. Sâlih kişiler, hak yolda böylece erdiler; bir an bile ilâhi yardım onlardan kesilmedi.

Hak katından çıkacak kararların lehinize olmasını arzu ediyorsanız, O'nun itaatine koşun. O'nun yolunda sabırla devam edin. Yaptığı işlere boyun eğin. Hakk'ın hükmü ne olursa olsun, razı olun. Gerek size, gerekse başkasına bu yolda her ne ki geldi, uhdenize düşen razı olmaktır, teslim olmaktır.Allah yolcuları dünyayı bir yana attılar. Kısmetlerini alırken takva eli ile aldılar. Bu arada verâ -şüphelileri bırakma- hâlini de bir yana atmadılar. Bu hâli benliklerine sindirdikten sonra öbür âlemi istediler. Bu işleri bitince, âhiret yolculuğuna hazırlık yapmaya koyuldular. Nefislerine karşı isyan bayrağını çektiler. Yaratanları önünde boynu bükük ve itaat ehli oldular. Onların vazifesi, önce nefislerini yola getirmek, sonra başkalarını. Önce özlerine öğüt verdiler; sonra da başkalarına.


Ey evlat! Önce nefsine öğüt ver. Onu yola getir; sonra da başkalarını. Sana nefsin özelliklerini bulmak başlıca vazifedir. Bunu yapmadan başkasına gitme. Senin, henüz ıslaha muhtaç hâllerin vardır. Bunu sen de biliyorsun. Yazıktır; bunu bildiğin hâlde, gayrın ıslahı sana nice nasip olur? Gözlerin bir adım öteyi görmüyor. Körleri neyinle yola getirmek sevdasındasın? İnsanları, ancak ileri görüşlü ve basiret sahibi olanlar yola getirebilir. Daimî dalgalarla kabaran denizden ancak Mahmûd (s.a.v) -Peygamberimiz- kurtarabilir. Ve onun hakiki vârisleri... İnsanları Allah'a, Allah'ın irfan ve tam îman nasip ettiği kimseler götürebilir. Ama onun hakikî ilminden ve irfanından nasibi olmayanlar, öncü olamazlar.

Hak tasarrufundan sana laf açmak düşmez. Sana gereken; O'nu sevmek ve O'ndan gayrı kimseden korkmamak. Ve bütün işleri O'nun uğruna görmek... Bunlar kalple olur. Dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Herkesin içinde iddia etmek yakışmaz. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri, yalnız kaldığın zaman da söylüyor musun? Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman kabil oluyor mu?

İşte, en önemli iş, bu oluyorsa mesele yok! Kapı önünde tevhid, içeri girince de şirk! Yakışır mı? Bu, nifak alametidir. İçi bozuk olmanın ta kendisidir.
Acırım sana. Sözün ittikâ -kötülükten sakınma- dan açılıyor, kalbin ise fitne çıkarmaya meyyal. Şükrü dilinden bıraktığın yok; ama kalbin daima itiraz hâlinde. Allah Teâlâ bir kudsî hadiste şöyle buyurur:

"Ey insanoğlu, iyiliğim sana daima inmekte; ama senin de kötülüklerin bana gelmekte... Bu nasıl oluyor?"Tehlikede olduğunu görüyorum; acıyorum. Allah'a kul olduğunu iddia ediyorsun, ibadet ederken de kalbinde başkasını saklıyorsun. Hakiki mânada O'na kulluk etseydin, O'nda yok olurdun. O'nun varlığında erir, kaybolurdun.Tam îmana sahip olan, nefis şeytanına boyun eğmez. Şahsî arzularına uymaz. Aslında îman sahibi, nefis denen bir şeye hak tanımaz. Hakkı tanınmayan ve bilinmeyen bir varlığa nasıl boyun eğilir ki? Hele kötülüğü herkesçe müsellem olunca...

Îman sahibi, Rabb'inden başkasına inanmaz ve varlık tanımaz, O'nun gayrını bir yana atmıştır. Hele dünyalık şeylerden hiç hoşlanmaz, öbür âlemi arzular. Bu hâle eren, elbette ki Mevlâsı ile olur. Bütün kulluğunu O'nun uğruna yapar. Cümle vaktini O'nun yolunda geçirir.

Îman sahibi, can kulağı ile şu ilâhî hitabı işitmiştir:

"Onlar yalnız Allah'a kullukla emrolunmuşlardır. Din yolunda pak ve ihlâs sahibi olarak." (el-Beyyine, 98/5)Varlığında beslenen halkı, Hakk'a eş etmekten sakın. Allah'ı tevhid et. Çünkü bütün eşyanın yaratıcısı O'dur. Her ne varsa hepsi O'nun elindedir. Ey O'nsuz şey arayan adam, başta aklını ara! Sen aklını yitirmişsin. O'nun hazinesi dışında bir şey var mı? Şu âyet-i kerimeyi iyi dinle:"Bize göre, saklı hiçbir şey yoktur. Her şey bize malûmdur." (el-Hicr, 15/21)

Ey evlat! Kader oluğu altında uyu. Uyurken sabra yaslan, önce uyur görün, sonra tam uykuya dalar, hakikate erersin. Kurtuluş yolunu gözeterek kulluğa devam et. Böyle devam ettikçe, iyilikler akar, gelir. Yazılandan gayri gelmez. Bu arada iyi olmayacağını sandığın şeyler de gelebilir. Tam arzu ettiğin de gelir; hepsini hoş gör.Ey cemaat! Kadere uyun. Bu yolda hayli emek sarf eden Abdulkâdir'e dönün. Onun tuttuğu yolu siz de benimseyin. Kader, yolunda boynu eğiklerden olduğum için beni Kâdir'e -Allah'a- ulaştırdı.

Geliniz, varlığımızı bir yana atarak O'na koşalım. Bu yolda biraz da perişanlık çekelim. Halk bizi rezil (!) görsün. Ne çıkar! Biraz zahmet çeksen, O'na vardıktan sonra hepsi geçip gider. İçimize ve dışımıza sultan kesilen nefsimizi Hak yoluna çevirelim. Cihan Şahı'nın elçisine başvuralım. Onu gönderenin hatırı için elini eteğini bırakmayalım. (Peygamber'i kastediyor. Peygamber'e ulaştırıcı ve kavuşturucu olması sıfatıyla kendini kastetmesi de muhtemel) Tazim bizi küçültmez. Bilakis yükseltir. Size bir elçi gelse sözlerini dinlemeden kapıya mı koyarsınız? Tecrübe etmeden itimatsızlık mı beyan edersiniz? Onu sevin ve ona bağlanın. Bunu yaparsanız, Hakk'ın sohbetine erer, iyilik kaynağını bulursunuz.

İşte, dediklerimi dinle, göreceksin ki velayet derecesi kapıda seni bekliyor. Sen onu aramasan dahi o seni bulur. İlâhî ilim denizinden doya doya içmen böylece kabil olur.

O'nun fazilet kapısına anlattığımız yoldan gidilir. Başka yol yoktur. Fazilet sofrasına böyle oturmak kabil olur. O'nun rahmeti, kadere uyana gelir. Bu hâlin sahipleri teklerdir. Milyonda bir çıkar. Her soyda ve her kabilede bir tane ancak çıkar. Belki de çıkmaz.Takva hâli sana gerekli iştir. Allah yolunun gerçek erlerine uy. Nefsine uyar olma. Şeytan ve kötü arkadaşlarından kaç! Îman sahibi, bunların cihadından fariğ olmaz. Bunların elinden kurtulup başını dışa çeviremez.

Nefisle cihad etmekten alnının teri kurumaz. Onun üzerinden ne zırhı çıkar, ne de atının eğeri sökülür.
O büyükler, uykuyu yenmek için uyurlar. Nefse karşı çarpışmak için yerler. Zaruret olmadan konuşmazlar. Onlara âdet, susmaktır. Ancak Rabb'lerinin kaderi onları konuşturur. İlâhî fiiller onları konuşturur; onlar bunun farkına varmazlar. Benlikleri ölmüştür. Yarın kıyamet olduğunda duyular nasıl konuşursa, burada onlar öyle konuşur. Onları Allah konuşturur, Allah herkesi konuşturmaya güçlüdür. Sebepler yaratılır; onlar da konuşurlar. Herhangi bir iş için onların kullanılması gerekince, sebepler hazır olur.

Allah'ın dileği üstündür. Arzu ettiği şeyi yapar. O büyüklerin bu şekilde konuşmaları bir hikmete dayanır. Peygamberlerin vefatı sonunda, yerlerini bu büyükler aldı. Bir hüccet olarak konuşurlar. Her konuşmaları bir hükme dayanır. Yarın kıyamet günü olunca, halkın özrü kalmaz. Çünkü müjde ve çekinme mevzuunda, her sözü bu büyükler beyan etmiştir.

Peygamberlerden sonra halk, yararını onlardan öğrenecektir. Peygamberimiz:

"Bilginler, Peygamberlere vâristir." buyuruyor.

Asıl veraset, yukarıda anlattığımız ve daha anlatacağımız huyları benimsedikten sonra başlar.Ey cemaat! Allah'ın nimetlerine şükredin. Sizde bulunan nimetleri O'ndan görün. Çünkü yaratanımız buyurdu:"Sizde bir nimet varsa, o Allah'tandır." (en-Nahl, 16/53)

Hani O'nun nimetlerine şükrünüz? Hâlbuki O'nun iyilikleri sizi sarmıştır. Nimetleri içinde dönüp duruyorsunuz.Hâlin nicedir, iyiliği başkasından gören çaresiz! Bir taraftan iyiliği Allah'tan başkasına mal edersin, beri yana döner, nimeti az bulursun! Size gerekmeyeni, yaramazı neden beklersiniz? Allah'ın verdiği kuvvet ve kudreti O'na isyanda harcamanıza sebep ne?Ey evlat! Yalnız kaldığın zaman, seni kötü işten koruyacak duyguya muhtaçsın. Ayak kaymasını önleyecek tedbirin olmalı. Hakk'ın her an seni kontrol ettiğini içinden sezmelisin. Bu düşünceler varlığını sarmalı. Anlattıklarımıza şiddetle ihtiyacın vardır. Benliğini bu öğütlerle donattıktan sonra nefisle cenge çıkman kabil olur.

Halk arasında büyük olarak tanınan kimseleri ufak bir hata yıkabilir; zahidleri şehvetler perişan eder. Ebdâlleri, maddî varlığını manevî varlığa katmak isteyenleri, yersiz düşünce süründürür. Bilhassa yalnızlık hâllerinde, kötü fikirlerden kendilerini korumaları gerektir.Doğruların yıkılışı bir an işidir.

Çünkü bunlar şahın kapısında beklerler. Tek tek halkı Hakk'a çağırmaya memur edilmişlerdir. Onlar, mahlûkata şöyle hitap ederler:
"Ey kalpler! Ey Ruhlar! Ey insanlar ve cinler! Hak yolunu istiyorsanız bana gelin! Gelişiniz kalp adımı ile olsun. Takva ve vera' caddesinden aşın, gelin. Dünyayı bırakın. Âhireti bir yana atın. Mevlâ'nızdan başkasını düşünmeyin. Bana bu duygularla dolarak gelin!İşte, bize uyanlar böyle olur. Gayretleri sayesinde yerle gök arasındaki boşluk dolar.


Ey evlat! Nefsi bir yana at. Şahsî arzularından geç. Yukarıda, azıcık vasıflarını anlattığımız er kişilerin ayakları altında toz ol, toprak ol! Onlar ellerini birbirine vurduğu zaman gözden kaybolacak kadar küçül!


Hak, hem Aziz, hem de Yüce'dir, ölüyü diriltir. Dilediği an dirileri de öldürür.


İbrahim (a.s) Peygamber'in ana, babası küfürle gitmişti. O, iki ölüden diri çıkardı. Onlardan koca bir İbrahim Peygamber doğdu. Îman sahibi diridir. Küfür ehli ölü sayılır. Allah'ı tevhid nuru ile bilen diri; müşrik ise ölüdür. Allah Teâlâ, geçmişteki peygamberlerine indirdiği bazı kitaplarda şöyle buyurdu:"İlk defa şeytan öldü; çünkü bana karşı geldi. Bu yanlış iş, onun sonsuz yıkılışına sebep oldu."Artık yaşadığımız zaman, son demlerini geçirmektedir. Ortalığı yalan, nifak tohumlan kapladı. İçi dışına uymayan kimselere yanaşmayın. Yalancı ve insanları doğru yoldan saptıran kişilerden uzak durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri şeytana benzer.

Bu vasfı onların, yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz sezecek olursanız, onların fenalığını hemen anlarsınız. Kendi iç bünyende de bulabilirsin. Nefsin de şeytan kılığına girip seni azdırabilir. Onun da bir vasfı, deccal'dır. Onları da ıslaha çalış. Kötü arzularını da yenmeye gayret et. Nefsin fenalığını düşünmeden başkasını kötülersen, "sana yazıklar olsun!", derim. Varlığında her cins kötülük saklı; münafıklık, aldatıcılık, daha birçok fenalık onda varken başkasına sataşman ne gerek? O ayrıca Allah'a şirk de koşuyor; bunu bildiğin hâlde neden göz yumuyorsun?


Nefsine muhalif ol. Ona uyma. Onu kuvvetle bağla, çözme. Onu hapset. Yalnız hakkı kadar ver. Fazla verme, sonra azar, baş edemezsin. Her zaman onunla mücadele et ve onu yenmeye çabala.

Şahsî arzularına bin. Onlar sana yük olmasınlar; işte buna meydan verme. Tabiî hevâyı yık, yeniden yap. Onun aklı yoktur. Küçücük çocuğa benzer. Gözleri de kördür. Gideceği yolu sen göster. Ondan bir şey de öğrenmen mümkün değildir; kendi bildiklerinden ona belki öğretebilirsin. Öğrenmek istemez, ama hissen iyiye yanaşabilir. Aksi hâlde ondan kabul edeceğin her hareket, senin ebedî yıkılıp gitmene sebep olur.Şeytana nasıl yakın oluyorsun? O, senin düşmanındır. Aranıza bir kan davası girmiştir. Babanı öldürdü. Anneni kandırdı. Âdem Baba ile Havva Ana'ya neler etti. Bilirsin, ama yine ondan ayrı olmuyorsun. Kork, sonra onlara yaptığını, sana da yapar.Elindeki silah takva ve tevhid olsun. Yalnız hâlinde şüpheli iş tutma. Allah'tan yardım dile. Doğru olmak ve yardım dilemek, senin askerlerindir, işte silâh, işte asker, kumanda edebilirsen ne âlâ; yoksa yanarsın. Bunlar sana yeter. Gayret et, şeytanı da, nefsi de, kötü duyguları da yenebilirsin. Hak'tan yardım diledikçe, O seninledir. Bu olduktan sonra nasıl başarı elde edemezsin ki?


Ey evlat! Bir eline dünyayı, öbür eline de âhireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir. Aralarından çık. Mevlâ'na yönel. Tek olarak Hakk'a yönel. Kalbin çıplak olsun; onda ne dünya; ne de âhiret bulunsun. Hiç biri olmamalı.

Mevlâ'ya yöneldiğinde, sivâdan -Hak'tan gayrı işlerden- soyun. Yaratan ile yaratılmışları karıştırma. Hâlık'ı bırakıp halk ile olma. Bütün sebeplerden kesil. Yaratıcılık iddia edenleri yere vur. Bunları yap, sonra dünya ile âhireti bıraktığın yere git; dünyayı nefsine ver. Âhireti kalbine koy, Mevlâ'yı da sırrında sakla.Ey evlat! Nefisle olma. Kötü arzuyla olma. Dünya ile olma. Âhireti de bırak. Hakk'ın gayrı bildiğin her şeyden silkin. Bunları yapabildiğin an, tükenmez hazineye erersin, sonsuz hazine dedikleri budur. Hidayet bu yolda olur; oraya erersen ölmek senin için muhal sayılır.Günahtan dön. Koşar adımla efendine git. Tevbe edeceğin zaman dışını ve içini temizle. Tevbe ilk defa kalple olur.Tam ve pürüzsüz dönüşle Mevlâ'na sarıl; günah libasından çık. Mecazî mânada değil, hakikî mânada Allah'tan utan. Bunlar kalp işidir; olması için kalbin temiz olması şarttır. Peygamber'in göstermiş olduğu yola girmek gerekir.

Kalıbın kendine has işi vardır. Kalbe de has olan bazı işler bulunur. Sebep kisvesinden soyunmak, kullara dayanmamak, kalbin yapması gereken şeydir. Kalp, tevekkül denizinde yüzer. Allah bilgisini varlığına sindirir. O'nun sonsuz ilim denizine dalar. Sebebi bırakır. Sebebin asıl sahibini arar. Bu durumda vasat hâlde bulununcaya kadar zahmet çeker. Sonra içine döner ve şöyle der:

"Bizi yaratan, doğru yolu gösterir." (eş-Şuârâ, 26/78)

Sonra yoluna devam eder. Yerleri aşar. Sahilleri dolaşır. Sonra... Sonra, doğruyu bulur. Yolunu aydınlık kaplar. Allah'a hakiki mânasıyla inanır. Yolunu kesen engeller yok olur.

Hakk'ı arayanın kalbi, mesafeleri aşar. Her adımda görüşü ötelere geçer. Yürüdüğü yolda korkulu bir şey gelse, îman kalkanı onu saklar; ona şecaat duygusu verir. Korku buharı kalmaz, ateş korları yok olur, emniyet nuru gelir; yakınlık sevgisini benliğinde bulur.Ey evlat! Başına bir iş gelecek olursa, sabır eli ile karşıla. Şifa buluncaya kadar dur. Bağırma, çağırma. Şifa gelirse, şükür eli ile al. Bu hâle geldiğin zaman, en güzel şeyi bulmuş olursun.

Cehennem korkusu, îman sahiplerinin ciğerlerini parçalar. Renklerini değiştirir. Kalpleri mahzun olur. Bu duygu sonunda Allah'ın rahmet suyu üzerlerine saçılır. Lütuf hoşluğuna kavuşurlar. Âhiret kapısı onlar için açık olur; sevdikleri makamı görür ve sonunda oraya yerleşirler. Bir zaman rahat edip huzur bulduktan sonra, bu defa Celâl perdesi açılır. İlk korkudan daha büyük bir ürperme hâsıl olur. Kalpleri Hakk'a doğru uçmaya başlar. Bu devir de biterse, Cemâl kapısına yol açılır. Artık bulacaklarını bundan sonra bulurlar. Sakin ve emin olurlar; fakat bu emniyet ilk defadan çok üstün ve hoş olur. Dereceler bir bir artar, perdeler arka arkaya açılmaya başlar. Duyguları yeni yeni şeyler sezmeye koyulur, çünkü Hakk'ın tam yakını olmuş olurlar.Ey evlat! Gayretin yemek, içmek ve evlenmek olmasın.


Bunların tümünü gönlünden çıkar. Gayen bunlar olmasın. Çünkü hepsi nefsin arzularıdır. Tabiatın gereği sayılır. İlâhî kuvvet, bunlarla seni bulamaz. Bunlara kapılırsan kalbin hakikî isteği nerede kalır? Onlar, Hakk'ı ararlar. Sana da iç âlemin isteği gerek. Bütün gayretin en çok lâzım olana olmalı. O en lüzumlu olan ise Allah'tır. O'nu ara. Allah ve O'nun katında olan sana yeter.
Her şeyin bir karşılığı olur. Dünyaya âhiret, yaratılmışlara ise Yaratan bedeldir. Dünyayı kalbinden atarsan yerini âhiret alır; halk bir yana bırakılırsa onun yerini Hak alır.

Şu günün, ömrün için son olduğunu bil. İşlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter. Öbür âleme hazırlık yap. Ölüm meleğini candan bekle. Onun gelişi seni sevindirmeli.

Îman sahiplerine dünya, pişme ocağıdır. Âhiret onları hazır bekler. Hakk'ın gayreti onların kapalı perdesini açar. Onlarda Tekvin -istediğini yapabilmek- sıfatı tecelli eder. Bu, öbür âlemde olması gereken bir vasıftır. Ama onların dünyası da bir âhiret olur. Dünya ile âhiretin onlara bir değişik hâl getirmediği de, ayrıca iddiası gerekmez bir gerçektir.

Yalancı! Allah'ı sevdiğini belirtiyorsun. Nimet hâlinde "Allah!" de; sonra da kaç, kaybol; bu yakışır mı? Belâ geldi mi, sanki ilâhî duyguların sönüyor ve sen çırpınıyorsun. Allah'ı yalnız iyilik içinde mi anacaksın? Belâ karşısında dağ gibi olmalısın. Allah sevgisi o zaman belli olur. Bu duygudan mahrumsan hiçsin. Bu yol, içi bozukları hemen açığa çıkarır. En ufak bir değişik hâl, iç âlemi perişan etmeye yeter.Bir adam Peygamber (s.a.v) Efendimiz'e geldi:

"Seni seviyorum, yâ Rasûlallah!" dedi. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"O hâlde fakirlik hâline razı ol!" Bir kişi yine geldi:

"Ben Allah'ı seviyorum!" dedi. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buna da şunları söyledi:

"O hâlde, belâ gömleğini giy. Allah ve Peygamber sevgisini fakirlik hâli ve belâ takip eder."Bundandır ki, birçok iyiler şöyle derler:

"Belâ velilere -Allah dostlarına- gelir. Ta ki, bir iddia peşinde koşmayalar. Böyle olmasaydı herkes velilik iddiasında bulunurdu."Allah, belâ anında dimdik durmayı iyilere verdi. Fakirlik ve ihtiyaç hâli ise bu sevginin gereğidir.

"Yâ Rabbi, bizi ateşten koru. Dünyada iyilik, âhirette yine iyilik ver." (el-Bakara, 2/201)

* Ribât'ın birkaç mânası vardır. Tekke, hânikah, konak, menzil, kervansaray, han gibi. Buradaki mânası tekke olsa gerektir.
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: El Fethu’r Rabbani-1.Meclis





Bu konuşma medresede yapıldı.


Konuşma tarihi: 5 Şevval 545, Milâdî 1150.


Allah'a karşı aldanışın, seni O'ndan ayırdı. Bu aldanıştan dön. Başına vurulmadan bu hâlden ayrıl. Felâket gelmeden önce tedbir yollarını ara. Başına belâ akrepleri çöreklenmeden ve yılanlar başına üşüşmeden, kötü hâlinden çekil. Ama belâyı tatmadıktan sonra aldanman eksik olmaz. Bulunduğun hâl yalnız seni sevince boğmasın. Çünkü sevinç geçici şeydir. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede -meâlen- şöyle ferman buyurdu:


"Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık; boşa düştüler." (el-En'âm, 6/44)


Allah'ın indindekine kavuşmak, yalnız sabırla mümkün olur. O, her zaman sabırla emir buyurmuştur. Îman sahibinin çoğu hâli, sıkıntı ile geçer. Elindeki şeyler çok bile olsa, yine de sıkıntı içindedir. Çünkü bağlanmış olduğu birçok prensipler vardır. Onları yerine getirmek güçlüğü içinde kıvranır. Dünyada, ancak hiç bir prensibe bağlı olmayanlar rahat(!) eder. Onlar da hiç bir dine söz vermeyen dinsizlerdir. Allah'ın sevdiği kullar, belâya düştükleri zaman sabra koşarlar, ağlamaz ve sızlanmazlar. Îman sahipleri, belâ içinde dahi olsalar iyi işleri ararlar. Bulundukları hâl, onlar için Hak katında derece arttırır.


Evet, sabır olmasaydı beni aranızda göremeyecektiniz. Ben, kuş avlayan bir çocuk gibi, her an sizinle konuşmak istiyorum. Buraya koşarak geliyorum. Gece olur, uyuyamam. Gündüzleri bu yüzden gözlerim kapanık durur. Ayaklarım tuzağa tutulmuş gibidir. Allah Teâlâ, beni sizin için bu hâle getirdi. Ama yazıklar olsun ki, siz bu hâli anlamak istemiyorsunuz.


Eğer Hakk'ın muvafakati olmasaydı bu anlatılanlar olmazdı. Bir defa düşünün, aklı başında olan bir kimse, şu şehirde oturur mu? Kendi keyfine göre burada durması, içinde bulunan uygunsuz ve huysuz kimselerle kalması kabil mi? Riya ortalığı kapladı. Zulüm arttı. Şüpheliler şöyle dursun haramları bile aldırmadan yapıyorlar.


Hakk'ın nimetlerine küfür çoğaldı. Kötülere ve bilcümle fenalıklara yardım arttı. Çarşı-pazarı zındıklar -dinle alay edenler- kapladı. Kürsülerde şaraplar içiliyor. Hâlbuki orası hikmet kaynağı olmalı.


Eğer verilmiş bir hüküm olmasaydı, evinizde yaptığınız kötü işleri bir bir sayar dökerdim. Lâkin bana göre temel iş olan yavrularımın terbiyesi ve yetişmesi vardır. Durumunuzu söylersem aranızdan hemen ayrılmam gerekir. Bu, her işi yarıda bırakır. Bugünkü hâlimde, geçmiş büyüklerin himmetine muhtacım. Peygamberlerin ruhaniyetine inanıyorum. Âdem(a.s) Peygamberlerden bugüne kadar gelen bütün büyüklerin sabrını istiyorum. İlâhî ve ruhanî bir kuvvete muhtacım.


Yâ Rabbi, lütfet, yardım et. Bizi rızana kavuştur. Âmin!


Ey evlat! Dünyada daimi kalmak için yaratılmış değilsin. Onda yalnız yiyip içmek için durmuyorsun. Bulunduğun hâli hemen değiştir. Bulunduğun hâlde Allah'ın sevmediği şeyler mevcuttur. Mücerret Kelime-i Tevhid'le yetindin. Taat olarak yalnız bununla yetinmek senin için iyi bir iş değildir. Bu, sana fayda sağlamaz. Bunu başka ibadetler de takip etmeli.


Îman, söz ve işten ibarettir. Mücerret îman sahibi olman seni düşmüş olduğun çukurdan çıkaramaz. Bu hâlinde ısrar eder; namazı, orucu ve diğer farz ibadetleri bir yana atarsan, sadaka tanımazsan iyi olmaz. Bunları terk etmek senin için felâketten başka bir şey doğurmaz. Günah çukurundan tevhidin hangi harfi seni çeker, çıkarır?


"Allah'tan başka ilâh yok..." dediğin zaman bir dava peşine düşmüş oluyorsun. Her davada şahit isterler. Şahidi olmayan kaybeder. Bu durumda şahit; emirleri tutmak ve yasakları bir yana atmaktır. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü belâ ve mihnete göğüs gerip sabırlı olmak da bir şahit sayılır. Aynı zamanda bunlar senin için yol delili demektir. Söylediklerimiz yapılacağı zaman da ihlâsa sarılmak gerekir. Hiçbir söz amelsiz kabul edilmez. Ve hiçbir amel de ihlâs olmadan kabul edilir değildir. Peygamber'in (s.a.v) yolu, ihlâstan ibarettir.


Elinizde bulunan mallardan ihtiyaç sahiplerine verin. Kapınıza gelen dilencileri boş göndermeyin. Gücünüz yettiği kadar az veya çok bir şeyler vermeye gayret edin. Allah nasıl verdi ise, siz de öyle yapın. O'nun verdiği gibi verin. O'nun verdiklerini muhtaçlara dağıtarak şükür yolunu tutun. Hele bir bakın; size ne kadar bol ihsanlar etmiş. Saymakla bitiremiyorsunuz. Bu hâlinizde düşkünleri gözetmek size gerekli değil midir?


Yazıklar olsun. Eğer kapına gelen dilenci bir hediye getirseydi hemen alırdın; bana mı, demezdin. Hiç geri çevirmek istemezdin.


Şu anda yanımda oturuyor ve sözümü dinliyorsunuz. Gözlerinizden yaş da akıyor. Az sonra dışarı çıkıyorsunuz, sanki az önce öğüt dinleyen siz değildiniz. Ve gözlerinizden yaşlar akmıyor. Kalbiniz hemen katılaşıyor. Önünüze çıkan, hele bir fakir olunca, yanınıza bile yanaştırmak istemiyorsunuz. Bu anlatıyor ki, yalandan ağladın. Sözlerimi candan dinlemedin. Sözlerimi Allah için dinlemelisin. Ve Allah için gözlerinden yaşlar akmalı!


Yanında işittiğin söz, ilk başta sırrına geçmeli. Sonra kalbine akmalı, daha sonra bütün duygularına sirayet etmeli. Hayra böylelikle varılır. Bana geldiğiniz zaman, ilminizi, dilinizi, nesebinizi bir yana atınız. Çocuklarınızı ve bütün tanıdıklarınızı bir yana bırakınız. Yanımda, sizleri Hak'tan gayrı her şeyden ârî görmeliyim. Ancak böyle yaparsanız, O sizi fazlı ve ihsanı ile örter. Bu hâli kendinde benimsedikten sonra, iradesiz beslenen bir kuş gibi olursun. Kalbine Hak'tan nur gelir. Buna işaret olarak Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:


"Îman sahibinin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah'ın verdiği nurla bakar."


Ey içi bozuk adam, îman sahibinden çekin. Onun yanına günah pisliği ile girme. Çünkü o, Allah'ın nuruyla her hâlini sezer. Derununda saklı şirki, küfrü ve nifakı anlar. Giydiğin elbise seni onların nazarından saklayamaz. Ne kadar örtülere bürünsen, onlar yine görür. İyi görmekten mahrum olan, iyi olamaz. Sen bir hevesten ibaretsin, hevâ peşinde koşanlara sen de karışmaktasın.


Dertli bir şahıs, arkadaşına şöyle sordu:


"Bu körlük, ne zamana kadar gider?" Öbürü cevap verdi:


"Tabip bulununcaya kadar!"


Yılıp usanmadan bir tabip ara. Bulunca başını önüne koy ve yalvar. O tabip için iyi düşün; kötülük yapacağı aklına gelmesin. Onu töhmet altına almak isteme. Gözün hiç görmüyorsa, yavrunu yanına al. Beraberce tabip kapısına yönel. Bıkma, usanma; onun kapısında bekle. Vereceği her ilâcı itimatla kabul et. Acı gelirse de dayan. Böylece hâlin düzelir ve gözlerin açılır.


Allah için gönlünü engin kıl. Bütün işleri O'na bırak. Yapılan şeylerden kendin için bir pay çıkarma. Nefse haddi aştırma. Onu iflâs ayağıyla ez, halktan yana kapıları kapa.


O nefsin tek kapısı senin canibinde olsun. Her an nefsi yalnız bırakma. Her gün muhasebe et. Hatalara özür diletmeden bırakma. Her suçunu itiraf ettir. Sonra nefsi al, kendi varlığın varsa onu da bul, birlikte Hakk'a yönel. Fayda veya zarar, Hak'tan başkasından gelmez. Veren, alan, O'ndan gayrı değildir; buna inan. İnsan için en tatlı şey îmandır. Îmanın sonunda hayli iyi işler olur. Kalbin görmez tarafı kalkar. Kalbin ve ruh basiretin, hareket hâline gelir.


Ey evlat! Kaba elbise giymek iş değildir. Yemek ve içmek işini bir yana atmakta da iş yoktur. Asıl önemli şey, kalbin kötü şeyleri kabul etmemesindedir. Doğru olan, sofu libasını önce içine giyer, sonra dışına... Bu libasını ruhuna sevdirir, iç âlemine teşmil eder, daha sonra bütün varlığına...

Bu giyilen sofu libası, Hak yolcusunun iç âlemini biraz sıkar; sabrı bulursa Hakk'ın rahmet eli onu kurtarır. Mevlâ'nın acıma ve esirgeme tecellisi onun bütün hâlini gülistana çevirir. Cümle sıkıntılı hâllerini giderir. Hak yolcusu, yolunu iyi seçince, sahibi onu, bu kara balçık elbiseden çabuk alır. Ferah libasını giydirir. Belâ nimete, darlık genişliğe, korku emniyete döner. Uzak olmaz; yakın olur. Fakirlik kaybolur, gönül ve ruh zenginliği onun yerini alır.


Ey evlat! Eline gelen nasibi hırsla alma, sakin olarak al. Yemeğini mahzun olarak yiyen iyidir. Şen ve şatır olarak sofrasına kurulan pek iyi değildir; Mevlâ'sını unutmuşa benzer. Eline lokma aldığın zaman, kalbini Hakk'a ver. Bu hâlle yediğin sana nur olur. Şer varsa sana dokunmaz. Bir ilaç, hekimin tavsiyesi ile alınırsa zararı yoktur. Kendi keyfine göre alırsan sonu bilinmez. Zararı birden gelir, seni tutar. Çarpılmışa dönersin.


Kalbinizdeki karartı beni hayrete düşürüyor. Aranızdan itimat çıkmış. Birbirinize karşı itimat etmez olmuşsunuz. Birbirinize acımıyorsunuz. İlâhî emirler size emanet olarak bırakılmış; hâlbuki siz onu bir yana atmışsınız.


Sana yazıklar olsun, neden ahdini tutmuyorsun? Hak'la böyle mi ahdetmiştin? Bu hâlin devam ederse gözlerine yakında karasu iner. Ayaklarına ve ellerine inme gelir. Gezmek şöyle dursun, yerinden bile depreşmen kabil olmayacak. Allah'ın rahmet kapısı sana kapanacak. İnsanların kalbinden sana karşı kin ve nefret fışkıracak. Onların iyi düşünceleri senden uzak duracak. O zaman sana kim yardım eder?


İlâhî kudret ve kuvvet önünde başınızı esirgeyiniz. O'ndan çok korkunuz. O'nun kudretinden kurtulan yoktur. O'nun tutuşu şiddetli olur ve bir tuttu mu bırakmaz. O'nun sarsıntısına dayanmak, haddinize düşmemiştir. Afiyete belendiğiniz bir anda ve şen-şatır yaşadığınız bir demde yerin dibine geçersiniz. Şu gök kubbenin sahibi O'dur ve şu zümrüt zeminin Mevlâ'sı yine O'dur.


Şükürle O'nun nimetini saklamaya bakın. Emrini kabul edin. Yasak ettiği şeylerden kendinizi uzak tutun. O'nun cümle fermanını başınızın üstünde gezdirin. Bir güçlük gelince sabır kalkanı ile karşı durun. Kolaylığı arıyorsanız, şükür lâmbasını elinizden eksik etmeyin. Sizden evvel gelenler böyle yaptı. Peygamberlerin ve iyilerin hâli böyle idi. Nimet gelince:

"Hoş geldi, sefalar getirdi!" derlerdi.


Belâ gelince de bağırmaz, çağırmaz, Allah'tan yardım talep ederlerdi.


İsyan sofrasını hemen terk edin ve uzaklaşın. Taat sofrasına çömelin ve bol bol yiyin, için. Haddi aşmayın. Kolaylık karşınıza çıkınca şükre koşuşun. Sert bir işe çarpılınca, hatalarınızı hatırlayın ve istiğfar edin. Nefsinizi hesaba çekin. Allah hiç bir zaman kullarına zulmetmez.


Ölümü ve sonrasını düşünün. Yaratıcı'yı ve O'nun karşısında hesap vermeyi hatırlayın. Hatalarınız çıkınca O size nasıl bakar ve siz O'nun yüzüne hangi yüzle bakarsınız? İşte bu güç durumu düşünün. Ayık olun, bu uyku ne zamana dek devam edecek?


Bu bilgisizlik ve batıl içindeki bu tereddüt ne zamana kadar sürecek? Nefsin arzularına ne zamana kadar uyacaksınız? Neden Hakk'a kul olup edep ve terbiye yoluna girmediniz? Ve neden Peygamber'e (s.a.v) uyup, onun yolunu tutmadınız? İbadet, gelip geçici şeyleri muayyen bir zaman terk demektir. Neden bu yola girip Kur'ân'ın ve Peygamber'in (s.a.v) sözünü tutmadınız, Allah yolunu bulmadınız?


Bilgisizlikle ve iyiyi kötüyü sezme kabiliyetine sahip olmadan halka karışma; onların işine burnunu sokma. Her şeyi iyi belle, sonra gir. Onlara uyku ile karışırsan, aralarından teneşirle çıkarlar. Ayık ol. Bilgili ve basirete sahip ol. Onlarda iyi bir şey görürsen uy. Kötü hâllerini sezince de kaç. Elinden gelirse, yardım için, kötü işleri halktan uzak tut.


Siz tam manasıyla Hak'tan gafilsiniz. Hemen uyanmanız, gaflet hâlinizi bırakmanız lazım. Mescitlere girin. Orada Peygamber'e (s.a.v) salât ve selâm getirin. Korkmayın, orada sizi yiyen olmaz. Maneviyatınız kuvvet bulur. Afetlerden kurtulursunuz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz:


"Gökten ateş yağınca, kurtulacak bir kişi de olsa, namaz ehli olur." buyuruyor.

Namaza durduğunuz zaman halkla ilginizi kesiniz. Hak'la olunuz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz:


"Kulun, Allah'a en yakın anı secde hâlidir." buyuruyor.


Sana yazık oluyor. Nereye tevil ve ruhsat arıyorsun? Ne için kolaylık bekliyorsun? Bu hâlin nice zaman sürer? Tevil yoluna sapan, Hakk'ı inkâr ediyor demektir.


Vah bize! Azimet sahibi olarak Hak ve hakikatin peşinde koşsaydık bu hâle düşmezdik. İyi işler peşinden gitseydik Allah yardımcımız olurdu. Bizi kurtarırdı. Nasıl oldu da böyle azimeti bıraktık? Gayret ve fedakârlık gitti. Fedakârlık kayboldu. Herkes işin kolayını arıyor. Ortalık riyakârla doldu. Görsünler ve desinler için iş yapılıyor.


Nifak işleri bol, kimsenin işi içine uygun olmuyor, özü ve sözü bir olan kalmadı. Ne olacak hâlimiz? Mallar haksız yere alınıyor.


Namaz kılan çok, hakikisi yok! Hacı desinler diye Kâbe'ye gidiyor. Hareketleri niyetine göre olduğu için fayda bulamıyor. Bir iki iyi iş tutsa da kullar için yapıyor, Hakk'ı gözetmiyor. Şu devrin insanları için en ince iş, halkın peşinde koşmak oldu. Hâlık, gözlerinde yok. O'nun sevgisi ruhlarından silindi.

Hepinizin kalbi ölü, öldürdünüz kalbinizi. Yaptığınız hatalar onu perişan etti. Nefsinizi dirilttiniz. Hatalarınız buna sebep oldu. Şahsî arzularınız, her işin başında geldi. Yalnız dünyayı talep eder oldunuz.


Kalp, halkı aradan bırakınca diriliğe erer, Hak'la olur ve hayata kavuşur. Bu hâl, maddî bir tabir değildir. Hak'la olmak, emrine uymak demektir. Sözümüzün mânasını kavramanız gerek. Dış görünüşüyle anlamak, yerinde bir şey değildir. Sözlerimizin değeri ve tefsiri mânevîdir. Burada maddenin sözü geçmez.


Allah'ın emirlerine uyun. Yasaklarından kaçın. Kalbiniz böylelikle dirilir. Onunla belâya dayanır. Sabredin... Kaza ve kader hükümlerine boyun eğin... Bunları yaparsanız, manevî hayatın kapıları size açılır.



Ey evlat! O'nun işlerine boyun eğ, sonra O'nunla ol. İşin iyiliği bundan sonra başlar. Her işin bir temeli vardır. Bina temelin üzerine kurulur. Bu bina kolay kurulamaz. Üzerinde devamlı çalışmak icap eder; gece ve gündüz bir gaye uğruna harcanmalı. Aksi hâlde faydasız olur.



Sana acıyorum. Çok az düşünüyorsun. Tefekküre daldığın yok. İşlerini düşünerek yap. Tefekkür kalpten olur. Kalbine yönel. Hâlini düşün. İyilik üzere isen hâline şükret. Aksi hâlde tevbe et, nadim ol. Hakk'a yalvar. Dinini, tefekkürle canlandırman kabil olur. Şeytan ve kötü duygular, iyi düşünce ile yokluğa gömülür. İşte Peygamberimiz'in:



"Bir anlık iyi düşünce, bir gece sabaha kadar yapılan ibadetten hayırlıdır." buyurması buna dayanır. Tefekküre geçmeden yapılan her iş uğursuzdur. İnsanı selâmete çıkarmaz. Bilakis batağa gömer.


Ey Muhammed (s.a.v) ümmeti! Allah'a şükretmeye alışın. O'na yapılan ibadet, az da olsa, makbul olur. Zaten sizden önce gelenlere nispetle yaptığınız kulluk çok azdır. Bu sebeple yaptığınız hâlis olmalı, böyle olursa çok olur. Yeter ki, Hak yolunu candan tutasınız. Siz sonra geldiniz; ama kıyamet günü diğer ümmetlerden önce kalkacaksınız. Bu, sizin için bir fazilettir. Sizden iyi olanın iyiliğine yeter yoktur. İyilikte kimse onu geçemez. Sizler şahsınız. Diğerleri sizin tebaanızdır.


Doğru ol. Nefsin otağına yerleşip kaldığın müddetçe doğruyu bulamazsın. Tabiî ve şahsî arzuların eteğine tutunup koştukça hayrı göremezsin. Mademki halkın elinde olanı zorla kapmak emelini besliyorsun, doğruluk bekleme. Nifak, riya, benliğinin derinliğine sahip durdukça huzur bulamazsın. Doğruyu sezmen kabil olmaz.


Dünyalık işlerin ardından seğirtip gittikçe, gözlerini hırs bulutlarından ayırmadıkça, iyilik bekleme. Âhiret işlerinin esenlikle geçmesini dileme.



Hakk'ı ve hakikati bir yana atıp Allah fikrini değil, şeytan fikrini ruhunda beslemeye heves ettikçe, hayır kapısı sana kapalı durur.



Allah'ım, senin varlığınla bize iyilik ver. "Dünyanın ve âhiretin güzelliğini nasip et. Bizi ateşte yanmaktan sakla."

(el-Bakara, 2/201) Âmin!
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
3. MECLİS


Bu konuşma, Cuma günü dershanede yapıldı.



Konuşma tarihi: Hicrî 8 Şevval 545, Miladî 1150.


Ey şahsına gereken şeyleri bulamayan! Bu hâlin geçip gitmesini şiddetle isteme. Belki gelecek şeylerde seni helak edecek nesneler vardır.


Ey hasta! Hastalığın geçmesini mutlak olarak isteme. Afiyetin her zaman yararlı olacağını sana kim dedi? Şimdi hastasın, îmanın var; sağlam olunca bu îmanı kaybetmeyeceğini kim temin eder? Dünyalığa dalar, Allah'ı, Peygamber'i unutursun. Akıllı ol; her olur olmaz şeyin peşine koşma.



Kârını sakla. Kazandığın şeyin değerini bil. Bunda devam et; işlerin düzelir. Her işte başarı elde edersin. Elinde ne varsa, hırsı bir yana at; kanaatini ona yönelt. "Mutlaka artsın!" deme; fazla gelirse al. Olmadığı için üzüntü duyma. Allah'ın verdiğini ye ki, hoş ola. Şahsî isteklerini alırsan dertlenebilirsin. Dilencilik iyi değildir. Verilen alınır; ama dilenmek olmaz. Ancak iç âleminden kopup gelen arzu sonunda istenebilir. Bu da bir nevi tecrübe olur. Kuvvet sahibine sığınıp istemek yerinde olur her hâlde. Bu hâlde isteyene değil, istenene bakmak gerektir. Bu istek zararsızdır; hele kalbin ayık olması mutlaktır.


Kalp ayık olunca işler mübarek olur, keder vermez. İstekler yalnız dünyalık işlere olmamalı, biraz da âhiret işlerine olmalı. En çok dileğin af ve afiyet olmalı. Din, dünya ve âhiret için iyilik dile. Bunları yapabilirsen sana yeter; fazlası sana ne lâzım?


Allah hiç bir işi yapmaya mecbur değildir. O, mülkünde ancak dilediğini yapar. Allah'ı mülk sahibi bil. Bu sahip hayırlıdır. Başkasını seçme. Senin için iyi olmaz. Bir ağır yük kaldırdığın zaman sırf kuvvetini görme. Allah'ın kudretini sez. O'nun gücü olmasa senin gençliğinin, kuvvetinin ne değeri olur? Malına da pek güvenme. Mal sana ne yapabilir? Malın özünde manevî tesir olmadan hiç bir değer ifade etmez. Allah bir defa tutarsa bırakmaz. Maddiyatı bırak; biraz manevî ol. O'nun tutuşu manevî yollardan gelir. Maddî tedbirlerin pek tesiri olmaz. Olsa olsa, yine O'nun tesiri ve izni ile olur.


Yazık, dilin müslüman gibi konuşuyor, kalbin onu doğrulamıyor. Sözün Allah'a ve Peygamber'e inanmış gibi, özün tam tersine. İşlerin hiç birine uymuyor. Ne olacak hâlin? Halk arasına çıkınca, senden iyisi olmuyor; yalnız kalınca neden şeklin değişiyor?


Biliyor musun, yıllarca namaz kılsan, oruç tutsan sana hayır getirmez; ömrün boyunca hayırlı işlerde bulunsan hayır göremezsin; ancak, Allah rızasını gözeteceksin; bunu iyi bilmen gerek. Aksi hâlde yaptıkların boşuna; bu duruma göre, sana damga, "münafık ve içi bozuk" sözleri olur. "Allah'tan uzak" mührünü alnına vururlar. Şu anda yaptıklarından dön. Bir an bile yaşamana senedin yoktur. Ne kadar kötü işin varsa bırak, kötü sözlerden dön. Kötü niyetlerinden kendisini hemen çekiverir.



Allah yolcularının iç âleminde aksaklık göremezsin. Onlar, kurtulmuşlardır. Onlar, tam îmana sahiptir. Muvahhid onlardır. İhlâslı işi onlar tutar. Belâya onlar sabırla karşı koyar. Bir afet indiğinde sızlanmazlar; inlemezler. Metin ve vakur olarak işlerin sonunu beklerler. İyilik geldiği zaman şükür yoluna koyulurlar. İyiliği ilân eder, kötülüğü saklı tutarlar. Başlarında olan felâketli işlerden, kimseye şikâyet etmezler. Ellerinde bir bolluk varsa, herkese dağıtırlar. Dağıttıkları elde kalandan fazladır. Bu verişi severek yaparlar. Verdikten sonra üzüntü duymazlar. Kendi kazançlarından diğer kardeşlerine fayda sağladıkları için sevinirler.



Bu kullar ilk başta dilleri ile şükrederler. Sonra kalpleri ile, daha sonra da gönülleri ile... Halkı bilmezler. Halktan onlara bir eza gelirse sadece tebessüm ederler. Dünya şahları onların katında hiçtir. Yeryüzünde gezenler, onlara fakir, hasta ve ölü görünür. Onlar için cennet, tavanı çökmüş bir viranedir. Cehennemi, ateşi sönük, küllük bilirler. Ne cennete yerleşmek için fazla arzu duyarlar; ne de cehennem korkusundan titrerler. Cennete girmekle cehennemde kalmak onlar için eşittir. Semanın yüceliği, onları Hak'tan ayrı edemez. Yer, tabiî güzelliği ile onları aldatamaz. Onlar, yeryüzünde yaşayanlarla gökyüzünde uçanlar arasında eşit şart görürler. Hepsini tek kuvvetin esiri bilirler. O da, Allah'tır.



Onları bir zaman dünya ehline karışmış görürsün. Gafillerden biri bilirsin; ama değil. Bir zaman sonra âhiret ehline karışırlar. Onlarla sohbet ederler. Az sonra kendi iç âlemlerine tâbi olurlar. Gözlerinde dünya yok olur. Âhiret silinip gider. Her iki cihanın Rabbi ile olurlar; zaten aradıkları da bundan başka bir şey değildi. O'na gider ve koşarlar. Sevdikleri yalnız O'dur. Gönül kapıları bu kez Hakk'a açıktır. Başkasını ne ederler; yalnız Hak sevgisi ile dolarlar. Kalpleri Hakk'a karşı yürümeye koyulur. O'na tam vasıl oluncaya kadar yolculukları devam eder. Artık onlara Hak dostluğu hâsıl olmuş olur.



Yukarıda belirtilen yolculuk mecazîdir. Kalbin maddî yolu yoktur. Yol tabiri, yolcuya anlatmak için kullanılır. Yoksa ne yol var, ne de yolculuk. Hepsi bir an işidir. Hakk'a varma arzusu akla gelince, yol görünmeden varılmış olur. Menzil alınır, yol kat edilir. Kapı açılmadan eve girilir.


İşte hâl böyle... Her şey Allah'ı anmakla başlar. Bu duygu kalpte yerleşince işler bitmiş olur. Evvelâ anmak, son nefeste yine O... Herkes, Hakk'ı andığı kadar erebilir. Bu sebeptendir ki, büyükler daima Allah'ı anarlar. Bu anış onların benliklerini yıkar. İç âlemlerini kaplayan her cins kötülüğü eritir. Hak'tan gayrı ne ki var, benliklerinden silinir; kaybolur. Cümle varlık, Hak varlığı ile dolar.


O büyük insanlar, Hak Teâlâ'nın şu emrini işitmişlerdir:
"Beni anın; sizi anarım. Şükür yolumu tutun; küfür yolunu tutmayın." (el-Bakara, 2/152)
O büyükler, Allah'ı anmak için ellerinden geldiği kadar doğru yola koşarlar. Bunu severek yaparlar. Onlar, şu yüce kelâmı dinlerler:


"Ben, beni zikredenin yanındayım."


O sevgili kullar, uygunsuz yerlerden kaçarlar, iyi şeylerle uğraşırlar. Her hâllerinde Allah'ı anar ve O'nunla ülfet ederler.



Ey cemaat! Kötü heveslere kapılmayın. Aklınızı, mantığınızı çalıştırın. Hisle, hevesle hareket etmeyin; bunlarla olan, yolda kalır. Size bir hâl olmuş. Hep duygularınızla hareket etmektesiniz. Mantığınız ve aklınız çalışmaz olmuş. Önce bilgilerinizi geliştirin. İlim kaynaklarına kendinizi kavuşturun. İlme ererseniz işleriniz kolay olur. Varlığınızı koruyabilirsiniz. Mücerret ve muayyen bilgi ile yetinmeyin.


Her gün bir başkasını öğrenin. Sipsivri bir bilgi sizi kurtaramaz. Siyahla beyazı seçme kabiliyetini gösterebilecek bilgiyi elde etmeye bakınız. Kendi varlığınızda istiklâlini ilân edecek şeyi öğrenin. Müftünün fetvası ile değil, iç âleminizden kopan buyrukla hareket edin. Bu bilgiyi Allah duygusu sağlayabilir. Hak irfana sahip olan, tam bilgi sahibidir. Akan suların miktarını ölçen ve toprak kalınlığını hesap eden, âlim değildir. Gerçi bu da bir ilimdir; ama bu ilimle birlikte yüce ve ulvî şeyleri de bilmek gerekir.

İlk başta hak ilimle ruhunuzu bezeyin. Sonra, bu bilginin gerektirdiği gibi dış varlığınızı da Allah'ın emrine göre düzeltiniz. Allah, size neyi öğrenin diyorsa onu belleyin. İlk işiniz bu olsun, sonra diğerleri...

Gün gün, ay ay, O'nun yolunda iş tutun. Böyle olursanız, yaptıklarınızın iyi meyvesini alabilirsiniz. Aksi hâlde bir serap uğruna yokluğa gömülürsünüz; size yazık olur.


Ey evlat! Bildiklerinden sorumlusun. Yerinde kullanmadığın takdirde sahibi sana çıkışır. Ayrıca bilgi de senden davacı olur ve bağırarak:


"Beni iyiye kullan; yoksa hakkında şikâyetçi olurum." der. İyiye kullanırsan, öbür âlemde lehinde şehadet eder; över ve şöyle der:


"Ben, buna şahidim, beni iyiye kullandı, onu bağışla Allah'ım!" Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:


"İlim, işi çağırır; iş, onun çağrısına uyarsa, iyi, uymadığı takdirde sahibinin boynunda çekilmez vebal olur."


İş böyle olunca, âhiret günü o ilmin yararını da göremez. Sahibini yalnız bırakır. İlme sahip olmak gerek. O, bir defa yola çıktı mı, artık geri dönmesi güç olur.


Bildiklerinle iş tut. Onun yalnız kabuğunu taşıma. Biraz da özüne vâkıf ol. Özsüz nesne payidar olmaz.


Peygamber'e (s.a.v) lâfla uyulmaz. Onun çizdiği yola girmek ve yaptıklarını yapmak icap eder. Bunu yaptığın takdirde kalbin doğruya döner. Bundan sonra, nefis ıslah olur. Asıl ve öz varlık olan sır da katlanır ve Hakk'a uçar.


Kalbine ne oldu? Neden ilmin çağrısına uymuyor? Kalbini körelttin. Ona yazık ettin. Bilgi sözünü kalp kulağı ile dinlemedin. Kalp kulağını ilme ver. Sırrını o tarafa yönelt. Ve fayda almaya bak.


Bildiklerinle amel etmek, seni Hakk'a götürür. Bilgi sahibine, bilgi ile gidilir. Cahil yol alamaz. Hakk'ın ilim sıfatı âlimlerde tecelli eder.


Ameller, Peygamber'in (s.a.v) emirleri gereğince olmalı. Ondan akan kaynaktan feyiz almak lazım... İçler onun risâlet membaından akan nurla dolmak icap eder. Bu da bir bilgidir. Ve ilk öğrenilmesi gereken şeydir. İlmin kaynağını öğrenmeyen ilmi bulamaz. Bundan sonra insan kendi iç varlığına girmelidir. Öğrenmeli, öğretmeli ve işleri ile bilgisini bir araya koymalıdır. Sözü başka, işi başka, bilgisi de hepsinden ayrı olandan hayır gelmez. Kul, kendi irfanını Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in ilim deryasına karıştırırsa artık ona yeter bir şey olmaz. İlim bunun için olmalı... Çalış ve bul.


Bu hâle erdiğinde kalbini hikmetler kaplar. Zahir ve batın -iç ve dış- ilimlerini öğrenmiş olursun. Netice olarak bildiklerinin zekâtını vermek sana vacip olur. Din kardeşlerine Hakk'ı tavsiye edersin. Allah yolunu arayanlara yol gösterirsin. Her şeyin zekâtı ayrıdır. Malın zekâtı, her yıl kırkta birini fakirlere vermektir. Bilginin ise, her zaman Allah âşıklarını Hakk'a ve hakikate çağırmaktır.


Ey evlat! Sabırlı adam, kuvvet sahibi olur. Buna işaret olarak Allah Teâlâ şöyle buyurdu:


"Sabırlı kullara hesapsız mükâfat verilir." (ez-Zümer, 39/10)


Alın terinle kazandığını ye. Dinini satarak geçime çalışma. Kazan ve ye, başkalarına da dağıt. Îman sahiplerinin kazancı, doğru kimselerin kârı bu yoldan gelir. Îman sahibi için kazanç bir önem taşımaz. Ancak sadaka verirken ehlini bulmak zor olur. Asıl ihtiyaç sahiplerini çok aramak lazımdır. Ayrıca bir kazanç yolu arayan olursa göstermeli; bu bir sadakadır. Çok kere düşkün olanlara yardım etmek yerinde olur. İnsan, daima Allah kullarının rahatını temenni etmelidir. Bu arzu, ruhu Hakk'a aparır. Kalbe ilâhî sevgi aşılar. Îman sahipleri, şu yüce sözün önünde tazimle dururlar:


"Hak ehli ve bunlara çok yakın olanlar, çevresine faydası çok olanlardır."


Allah'ın sevgili kulları, halkın dedikodusunu işitmez. Halk sözüne karşı onlar sağır ve dilsizdir. Hakk'a yakınlıkları onları bu hâle koymuştur. Boş lâfı ne işitirler, ne söylerler. Boş lâfı neye söylesinler ve niçin işe yaramaz lâfı duysunlar. Onların kalbi Hakk'a yönelmiştir. Kalıpları başkası ile olsa da kıymet ifade etmez; iç âlemleri bozulmaz. Hak heybeti onları bir hoş eder. Hak yakınlığı onları sarhoş eder.

Sevgili yanında, sevgi onları dağlar. Onlar, şiddet ifade eden Celâl sıfatı ile tatlılık ifade eden Cemâl sıfatı arasında devrederler. Sağa ve sola arzuları ile dönemezler. Çünkü onlarda, arzu diye bir şey yoktur. Onlar birer öncüdür. Herkes onlara tâbi olur. İnsanlar, bu gözle görülmeyen cinler, melekler onlara hizmetçidir. İlim ve hikmet onlara hizmet eder. Herkes ilmi ve hikmeti ararken, bu büyükleri, ilim ve hikmet arar. Gıdaları fazilettir. Fazilet yemeği yer, hoşluk şarabı içerler. Onlara göre meşgale Hak kelâmıdır. Halk onlara uzaktır. Yaratılmışlar bir yana; onlar başka yerlerdedir. Tabiî, bu uzaklık kalple olur.


Büyük insanlar, Allah emrettiği için hakkı söylerler. Gerçeği söylerken kimseden korkmazlar. Kötü şeylerden halkı sakındırırlar. Yolunu şaşıranları bunlar yola getirir. Her zaman için çalışmaları bu yolda olur. İşlerini çeşitli vesile ile yaparlar. Bazen bizzat, bazen de başkalarının eli ile yaparlar. Onlar için her şey bir vasıtadır. Her zaman hakikati yerine getirmeye gayret ederler.


Kulların hakkını kesip kendileri bol bol almazlar. Her kim ki fazilete lâyıktır, ona liyakatini verirler. Nefislerinin hasis arzusunu desteklemezler. Tabiî ve kötü arzularının ardından koşmazlar. Sevince, Allah için severler. Darılmak icap ederse, yine Hak için yaparlar. Onlar yalnız Allah yolunda olurlar. Başka yol onlara göre yoktur. Onların öyle nasibi vardır ki, bir kişiye ondan zerre miktar verilse başkasını istemez olur. Bu nasip Allah dostluğudur. Allah dostunu, Allah'ın yaratmış olduklarının hepsi sever. Kurtuluş bu yola varanlaradır. Yer onların hatırı için yemişler verir. Sema onların gönlü hoş olsun diye rahmet yağdırır.


Ey içi dışına uymayan, kullara ve sebeplere dayanan zavallı, bu çirkin hâlinle sana o büyük nasip gelmez; Hak dostluğunu bulmak mümkün değildir. Bulunduğun, iyi olmayan hâl devam ettikçe hayır bekleme. İzzet senin için bir seraptır, önce İslâm ol. Doğruya bağlan. Tevbe et. İhlâs sahibi ol. Kurtuluş bu yoldadır. Aksi hâlde hidayet yolu sana kapalıdır, uzaktır.


Sana acırım; benim sert konuşmam seni üzüyor; biliyorum. Ama yanılıyorsun. Aramızda düşmanlık yok. Yalnız şu var ki, ben gerçeği söylüyorum. Seni emir dışında görmem beni böyle söyletiyor. Büyüklerin sözü seni sıkıyor.


Haklısın; gurbet ilinde gezen, hak söze az dayanır. Fakirlerin pek azı engin gönüllü olur. En ufak öğüde gönül koyarlar.


Benden bir şey işitince kabul et. Allah'tan bil. Ben de bir âletim. Söyleten O'dur. Beni aradan çıkar, O'nu gör. Bir kuru taşı bile konuşturmak O'nun kudreti dâhilindedir.


Bana geldiğin zaman sade gel. Nefsini bir yana at. Şahsî isteklerini terk et. Hakikî bir basirete sahip olsaydın, beni, cümle varlığımdan soyunmuş, Hak varlığı ile var olmuş görürdün. Lakin hasta ve hatalı anlayışın, bunu sezmeye yeterli değildir.


Hak yolcusu, sohbetime gel. Sohbetimden faydalan. Hâlimde dünyalık göremezsin. Dünya ve âhiret iç âlemimden uzaktır. Elimde, tevbekâr olan arzusunu bulur. Bana karşı iyi düşünce şarttır. Sözlerimle amel etmek gerek. Bunları yapan aradığını bulur. Hak yola az zamanda varmış olur.


Allah Teâlâ, Peygamberi'ni kelâm sıfatı ile terbiye eder. Sevdiği kulları ise ilham yoluyla ıslah eder. İlham velîlere, kelâm da Peygamberlere gelir. Peygamberlerin vasileri, veli kullardır. Onlar Peygamberlerin hakikî vekilleridir. Velî olanlar, Peygamberlerin evladıdır.


Allah, konuşur. Musa Peygamber'le konuştu. O'nun konuşması maddî yapılı değildir. O kelâm sıfatının ölçüsü, tartısı, kalıbı yoktur. O'nun kelâm sıfatı yaratır; fakat o sıfatı bir şey yaratmış değildir. O sıfatın yaratıcısı Hak'tır. Hakk'ın kelâm sıfatı derin mânalar taşır. İşitenin fehmine göre renk alır. Musa Peygamber'e aklı kadar konuştu. Vasıta kullanmadı. Bizim Peygamberimiz'le de (s.a.v) vasıtasız konuştu; bizzat kelâm sıfatının tecellisini gösterdi.


Yâ Rabbi, hidayet yolunu, bütün kullara nasip eyle. Hepsine merhamet et. Cümlenin tevbesini kabul buyur. Âmin!


Halife Mu'tasım'ın bir hikâyesi anlatılır. Mu'tasım vefatı anında yanında bulunanlara şöyle dedi:


"İmam-ı Ahmed b. Hanbel'e yaptığım eza dolayısıyla tevbe ediyorum. Ben, Kur'ân'ın hiç bir harfini değiştirmedim. Buna özenenler çok oldu; ama hiç biri yapamadı."


Zavallı, sana yararlı olmayan sözü bırak. Taassubu -batıl şeye yapışmayı- da bırak. Dünya ve âhirette sana yarayana bak. İşine yaramayacak işi ne yaparsın? Faydasız şeyleri toplamak nene gerek? Yaptığın işleri iyi tut. Ayarsız iş tutarsan, yakında seni yere serecek haber gelebilir. İşlerin yakın zamanda mendil gibi önüne açılır. Sözümü unutma, her kötü şeyin meydana çıktığı zaman hatırlarsan yararını bulman kabil olmaz. O dem seni koruyacak bir kalkan bulunamaz. Sen nasıl korunursun o dem? Şimdiden çareler ara.


Dünya dertlerinden soyun. Kalbini temizle. Hatalardan, arzunla ayrıl. Nasıl olsa ayrılacaksın. Parasız kalırsın, ihtiyar olursun; bunlar da olmasa ölürken bırakırsın. Bir lokma için bin defa yalvarma. Acından ölen yoktur. Varlığını esirge. Yaratan'a teslim ol. Kalbini O'na ver. Mutlaka iyi geçim ara. İyi geçim olmayabilir; olması da kabildir. Sana gereken, olması veya olmaması değil, aramaktır. Eline gelen için de, "iyidir" de. Daha iyisini de aramadan kalma. Bunları yaparken ciddiyetini elden bırakma. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:


"İyi geçim, âhiret için temenni edilmeli; rahat orada beklenmeli."


Ümitlerin için bir köşk yap. En güzeli, zühd hâlidir. Bu hâl, önünden sonuna kadar şahane bir ülkedir.


Emellerini kıs. Dünyada sana hemen zühd gerek. Çünkü baştan sona zâhidlik, az emelli olmaktan ibarettir.


Seni yıkan kötü arkadaşların olduğunu biliyor musun? Onları bırak. Onlarla arana yarlar aç. Sevgi duygularını onlardan uzak tut. Yakın olacağın kimseler sâlih kişiler olmalıdır. Kötüler sana ne kadar yakın olmak istiyorlarsa, sen o kadar uzak dur. İyiler de senden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, ara ve bulmaya gayret et. Her kime bir sevgi duyuyorsan aranızda manevî bir bilgi hâsıl olur. Bu bağlılığın ve ilginin kimlere ve nelere olduğunu ve olması gerektiğini iyi öğren. İşlerini ona göre düzenle. Birçok büyükler:


"Sevgi yakınlıktır, yakınlık ise sevgidir." derler.


Bunlar, maddî sebeplerle uzak da olsa, manen yakındırlar.


Verilen veya verilecek olan şeyler seni yormamalı. Verilmesi mukadder olan şeyi aramak, yorgunluktan başka nedir ki? Keza, senin kısmetine gelmesi imkânsız şeyi beklemek ele ne geçirir? İnsan için olmayacak işlerin peşinde koşmak, sadece hüsran getirebilir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buna işaret ederek şöyle buyurur:


"Allah'ın kula verdiği büyük cezalardan biri de, kulun kendine nasip olmayacak şeyi aramasıdır."


Ey evlat! Kâinatın her zerresinde Allah'ın güzel sanatı vardır. Bu güzel sanatların her biri Hakk'a vardıran delildir. Bu delillere yapışan herkes Hakk'a varabilir. Derin düşüncelere dal. Düşüncen derinlere kök saldıkça yükselirsin ve yücelirsin.


Îman sahibinin, hem zahir -dış- hem de batın -iç- gözü vardır. Dış gözleri ile Allah'ın yarattığı, tabiî manzaraları görür. Yere serpilen sonsuz hikmetli işlere bakar. İç gözüyle de, madde ötesindeki varlıklara bakar. Sema ve ötesinde saklı duran ulvî, ruhanî varlıkların seyrine dalar. İşte bu iki göz görmeye başladıktan sonra, bir göz daha hâsıl olur ki, o da kalp gözüdür. Kalp gözünün açılması için iç ve dış gözünün, salim duyguya sahip olması gerekir. İşte bundan sonradır ki ensiz ve boysuz bir deme geçer. Yakınlık mefhumu anılmayan bir yakınlığa erer. Dış mânası ile bilinmesi kabil olmayan bir sevgi âlemine varır. Artık o kul sevgilidir; ondan saklı hiç bir şey yoktur.


Ancak, bu hâle ermek kolay değildir. Kalbin yaratılmış nesnelerden ve nefsin tabiî istek ve cümle şehvet arzularından uzak olması icap eder. Her cins şeytanî duygudan âri ve beri olması gerekir. Buna ruh temizliği derler. Bu temizliğe erene, yer hazineleri açık olur. Sema yolları onun uğruna döşenir. Ona göre, taşla toprak arasında fark yoktur. Ve çamurla altın ona eşittir.


Akıllı ol; söylediklerimi iyi düşün. İyi anlamaya çalış. Dikkat el: Ben sözün özünü söylerim. Sözlerim birer cevherdir. Daima büyüme istidadındadır. Zaman ve zemine göre binlerce mâna taşır.


Ey evlat! Allah'ı kula kesme. Kul hata işlerse elinden tut, Hakk'a götür. Allah'ın kula gücü yeter. Ama kul Allah'a bir şey edemez.


Saklanması gereken birçok şeyler vardır. Saklanması gereken şeyi saklamak insanı hazine sahibi kılar. Sır saklamak büyük iştir. Herkesin kârı değildir. Musibet anını sabırla gizlemek, hastalık anında Allah'a yalvarmak en büyük iştir. Bunlar saklı ve gizli yapılmalıdır. Saklı tutulması gerekenler arasında sadaka da vardır. En önemli şey de budur. Birine yapacağın iyilik olursa sağ elinle ver; fakat sol eline duyurma. Mümkün olduğu kadar bunu yapmaya çalış. Sonra, şeytanın ve dünyanın tuzaklarına kapılırsın.


Baştan sona kadar kötülüklerle dolu olan dünya denizine dalma. Ona her dalmak isteyen, az sonra boğuldu ve kayboldu. Buna çokları düştü. Ancak tekler kurtuldu. Bu kurtulan tekler, halk arasında özellikle seçilmiş olanlardır. Dünya denizi derindir. Herkesin ona yanaşması mukadderdir. Allah'ın kurtarmak istediği kimseler kendini saklar. Allah, kulları arasından dilediğini kurtarır. Dünyada pisliklere dalanların öbür âlemdeki yeri cehennemdir. Onların pisliklerini ancak ateş temizler. O ateşin üstünde bir köprü vardır. Cümle kullar onun üstünden geçerler. Pisler aşağı yuvarlanır, temizler de kurtulur. Kurtulanlar Allah'ın sevdiği ve seçtiği kimselerdir. Bunu haber veren şu âyetin mânasını iyi düşün:


"Sizden herkes cehenneme uğrayacak." (Meryem, 19/71) Yine dinle:


"Ey ateş, serin ve selâmet ol!" (el-Enbiyâ, 21/69)


İkinci hitap, dünyada İbrahim (a.s) Peygamber'e oldu. Öbür âlemde ise, cümle îman sahiplerine olacaktır. Şöyle rivayet edilir:


Kıyamet koptukta cehennem üzerine köprü kurulur. Herkesin geçmesi için ferman çıkar. O anda ateşe de şu ferman verilir:


"Ey ateş, serin ve selâmet ol. Bu hâli îman sahipleri için göster. Bana ibadet edenler geçsin. Beni arzulayanlar rahat yürüsün. Öbür âlemde benim için arzularını atanlar buradan gitsinler."


Nemrud'un ateşine de bu hitap vaki idi. Alevler saçılırken gül-gülistan oldu. Keza, cehennem ateşine erişen bu hitap da onu îman sahiplerine dokunmaz kılar.


Kendini bataklığa kaptırma. Allah'a güven ve O'nun yoluna gir. O'nun yolunda devam ettikçe, seni dünya yutamaz. Kötülük selleri seni sürükleyemez. Çünkü ona, şu hitap gelir:


"Ey dünya denizi ve seli, şu adamı boğma. O sevgili kuldur. O tarafımdan istenen zattır. Onu zatıma bırak."


Bu hitabın eriştiği zat boğulmaz. Musa'yı (a.s) deniz yuttu mu? Kavmi denizde boğuldu mu? Allah fazlını dilediğine verir. "Sevdiklerini hesapsız rızıklandırır." (el-Bakara, 2/212) Bütün hayır onun elindedir. Hâl böyle olunca nasıl başkasına gidersin? O'nun yolunu nasıl bırakırsın?


Sana verilen, O'nun eli ile gelir; alan yine O'nun kuvvet elidir. Kendinde bir kuvvet mi biliyorsun? O dilerse zengin eder; dilerse fakra düşürür. Öyle mi biliyorsun ki, izzet başkasından gelir, zillete başkası düşürür! O'nunla boy ölçüşmek kimin haddine? O'nunla kim cenge hazırlanır? Meğerki aklını yitirmiş ola. Akıllı adam, O'nun kapısına koşar. Başka kapıları aklının köşesinden bile geçirmez.


Ey tedbir eden kişi, yolun yanlışa çıkıyor. Yaptığın iş halkı sevindirmekten ibaret mi olmalı idi? Hâlık'ı darıltıp halkı sevindirmek ha! Öyle mi? Dünyayı yapmak için âhireti yıkmak! Bu iş sana yakışmıyor. Yakında her şeyin elinden çıkacak.


Yakalayışı çetin olan biri, her varını senden alacak. O alıcı, bizzat Allah'tır. O, tuttuğunu bırakmaz. O'nun tutuşu başka şeye benzemez. O'nun tutuşu bir yönden gelmez; birçok şekli vardır. Senin tek renk ve düzensiz işlerine benzemez.


İlk defa bulunduğun makamdan atılmanla olur. Uslanırsan pekâlâ! Uslanmazsan hasta eder. Sonra fakir eder. Zelil eder; kimsenin yanında yüzün kalmaz. Perişan ve derbeder olursun.


Bunlar da seni yola getirmezse, artık dert ve belânın çeşitleri üzerine yıkılmaya başlar. Hepsinden büyüğü, iç sıkıntısı gelir. Öyle zaman olur ki, içinden kopup gelen sıkıntı, seni bir yana bile oynatmaz. Bunların dışında, bir de halkın diline düşmek var. Sokağa dökülen bir sürü reziller seni dillerine dolarlar. Şerefini bir paraya indirirler. Allah, herkesin eli ve dili ile seni yıkıp viran etmeye muktedirdir. Yeryüzünde gezen ufak bir karınca, seni ve yuvanı dağıtmaya kâfidir. Allah'ın, en ufak bir mahlûkunda en büyük kuvveti gizlidir. Uyan, ey gafil! Uykuyu bırak, ey zavallı!


Allah'ım, bizi sen uyandır; uyanıklığımız seninle ve senin için olsun. Âmin!
Ey evlat! Dünyalık toplarken dikkatli ol. Dikkati elden bırakma. Gece odun toplayan gibi olma. Elini attığın zaman, neyi alacağını önceden kestirmelisin. Gece odun toplayan eline gireni bilmez. Seni de ona benzetiyorum. Ayık ol; sonra felâketin azim olur.


Dünya geceleri karanlık olur. O gece gelince güneş kaybolur. Işık bulmak lâzım... Kendiliğinden aydınlık geç olur. Kendine ışık bul. Sonra yırtıcı hayvanlar seni perişan eder. Bataklık da olur. İnişli çıkışlı yolları da olur. Karanlıkta kalırsan ilk sürçmede yere serilmen mümkündür. Zaten ne kuvvetin var ki, zavallı!


Sana düşen, gece yolculuğunu tasarlamadan evvel, gece için yakacak temin etmektir. Gece lâzım olması muhtemel olanı, gündüzden bulman gerektir ki, karanlık basınca, yerden bir şeyler aramaya kalkmayasın; zararlı şeyleri toplamaktan kurtulasın.



Bütün hâlinde tevhid -Allah'ın birliği- güneşini ara. Onun nuruyla dolaş. Onun nurundan çok faydalan. İslâm dininin esaslarına iyi yapış. Kötü şeylerden sakınmayı kendine huy edin. Bu hâl seni muhtemel felâketlerden korur; nefse uydurmaz. Şeytana da kapılmazsın. Şirkten kurtulursun. Halkın şerrinden emin olursun. Yolda yürümeye seni alıştırır; aceleciliği benliğinden siler.



Yazık sana, acele etme. Aceleci hatadan kurtulamaz. Aceleci ya hata eder veya hataya meyli artar. Dikkatli ve düşünceli giden, er-geç aradığını bulur yahut bulmaya yakınlaşır. Aceleyi kalbe şeytan getirir. Dikkatli hareket etmek, Rahman olan Allah tarafından kalbe gelir. Seni aceleye iten şey, mutlaka dünya hırsı olmalı; çünkü başka acele edecek ne var? Hırsı olmayan adam, her şeyin kendi iradesi dışında olup bittiğini sezer ve ona göre hareketlerini ayarlar. Şunu iyi bilmek gerek ki, hırs, insanı içinden çıkılması kabil olmayan felâketlere sürükler.


İnsan olan, hırs değil kanaat sahibi olmalıdır. Kanaat tükenmez bir hazinedir. Dünyada senin için olan şeyler muayyendir. Başkasına gitmez. Hırsı bırak; sebebe yapış. Ama o sebebin sahibini de kalbinden çıkarma. Günlük işlerine devam et. Katî olarak senin olacağına inanmadığın şeyler peşinde hırsla koşup durma. Her şeyi hâline bırak; sadece çalış.



Nefsine sahip ol. Elinde olan mevcutla yetin. Bu hâle devam et. Ta ilâhî hikmetlere arif oluncaya kadar... İrfan sahibi olduğun zaman işlerin kolay olur. Hırs kalmaz o zaman. Kalbin kuvvet bulur. İçin nurla dolar. Rabb'in sana bilmediğin şeyleri öğretir. Dünya işlerini kolay çevirirsin. Dış gözünü dünyaya verir, iç gözünü âhirete yöneltirsin. Mâsivâ -Hakk'ın zatından gayrisi- derununa tesir etmez. Hiç bir kimse, büyüklüğüne seni inandıramaz; olduğundan fazla gösteremez. Sana göre, yalnız Allah yücedir.


Devam et; göreceksin ki, her varlık sana karşı saygı hissi besliyor.


İnsanlar biraz tuhaftır. Her arzularını tatmin yolunu ararlar. Ama doğru yol gösterilince gelmek istemezler. Hele biraz da güçlük olursa... Hâlbuki her tatlının önü sıra az da olsa acı olur. Bir tatlıyı yemek için önce yorulmak icap eder. İşte bu sebeple deriz ki; ey evlat, her arzunun yerine gelmesini istiyorsan, Allah'ın yasak ettiği şeylere yanaşma. Önünde duran kapıların açılmasını istiyorsan, muttaki -kötü şeylerden sakınan- ol. Her hayır kapısının anahtarı, Allah'ın yasak ettiği haram işlere yanaşmamaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:



"Bir kimse kötülükleri bırakırsa ona kurtuluş yolları açılır. Tahmin etmediği yollardan rızkı gelir." (et-Talâk, 65/2-3)



Hak'la çekişme. Nefsin için onu kötüleme. Çocukların için Hakk'a çıkış yapma. Malın azaldı diye O'nu itham etme. İnsanlar sana yüz vermiyor diye O'nu suçlu bulma. Suçu evvelâ kendinde ara. Allah'a emir mi vereceksin? Bunu yapmaktan utanmaz mısın? Her iş senin keyfine göre olsun, istiyorsun. En büyük hüküm, senin mi olmalı, yoksa O'nun mu? Sen mi fazla biliyorsun, yoksa O mu? Senin merhametin O'ndan çok mu? Yazık sana, sen ve bütün yaratılmışlar, O'nun kulu, kölesidir. Hepinizin yöneticisi O'dur.


Dünyada O'nunla sohbet istiyorsan sessiz ol. Sakin ve sessiz ol. Allah'ın sevgili kulları edeplidir. O'nun gözünde en büyük edep gereklerini yerine getirirler. Attıkları her adım, açık izne bağlıdır. Kalplerini hoş etmeyecek hiç bir işe yakın durmazlar.

Yaptıkları mubah iş, onlara ilham yoluyla anlatılır. Giyecekleri elbise manen gösterilir. Alacakları hanım onlara işaret yoluyla anlatılır. Bütün sebepler onlara, kalp canibinden gösterilir. İzinsiz ve emirsiz hiç bir işe yanaşmazlar.


Hak'la kaimdirler. Kalpleri O'na bağlıdır. Basiretleri Hak yolda açıktır. Hakk'ın kudreti önünde karar yetkisini kendilerine hoş görmezler. İşte dünyada böylece Allah'lık olurlar. Varlıkları dünyada nur olur. Hakk'a vasıl olurlar, öbür âlemde ise bizzat ereceklerine ererler.


Allah'ım, bize dünya ve âhirette, sana ermiş olmayı nasip et. Sana yakınlık tadını ver. Seni görmeye kavuştur. Gayrı görmeden, Zat'ınla yetinen kişilerden kıl. "Dünyanın iyiliğini ver, Öbür âlemin hoşluğuna erdir. Bizleri ateşten koru." (el-Bakara, 2/201) Âmin!
 
Üst