Günümüzde alevilik

Hamiyetkar

Well-known member
GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK

(Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini [Kur’anı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur.)”[1]
“(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.)[2]
“(Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.)”[3]
(De ki: Bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.)”[4](14 asır geçtiği halde, birçok din düşmanı, hâşâ Allah’ı yalancı çıkarmak için uğraşmışsa da bunu yapamadılar.]
“(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?)”[5]
“(Eğer o [peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.)”[6]
“(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamdettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.)[7] [Kur’anı Allah indirdiği için, onu bozabilecek birisinin çıkamayacağı açıkça bildiriliyor.]
“(Kur’an gibi [eşsiz] bir kitabı sana indirmemiz, [mucize olarak] yetmez mi?)”[8]
“([Ey Resulüm, bu Kur’an sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derlerdi.)”[9]
Tezkiye-i ehl-i beyt kitabının müellifi Osman efendi anlatıyor:
Maarif meclisine gittiğim zamanlarda, Sebecilerin bir sandık içinde tefsirleri geldi. Basılmasına izin verilmedi. Sebebini sordular: (İslamiyet’e uymayan bir yeri mi var?) dediler. Evet, (Hz. Ali’nin kâfir ve zalim olduğunu yazıyorsunuz) dedim. Hiddetten gözleri döndü. Kızma, az dinle dedim:
Kitabın başında yazılmış ki: (Talha, Ali’ye sordu ki, Osman Kur’andan 70 âyeti, Ömer de, 80 âyeti çıkardı deniyor. Bu söz doğru mu? Ali evet doğrudur, dedi. Talha yine sordu ki: Değişmemiş olan Mushaf sende imiş, öyle mi? Ali, evet bendedir. Hem de, bu Kur’anın iki katı bende var, dedi. Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermeyecek misin? dedi. Eğer Ebu Bekir yerine, beni halife yapsalardı verirdim. Bana biat etmedikleri için, vermem ve vasiyet edip, kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalacak, buyurdu.) Tefsirinizde böyle yazıyor.
Yahudiler, Tevrat’taki Muhammed aleyhisselamı bildiren 20 âyeti sakladıkları için, Allahü teâlâ, bunlara (Kâfir) diyor. Hz. Ali, Kur’anın iki mislini ki üç binden fazla âyeti saklamış oluyor. Bu yazınız ile, Hz. Ali’ye kâfir demiş oluyorsunuz, dedim.
Sebeci, şaşırıp kaldı, bir cevap veremedi. Daha sonra “Ben ne şii, ne de sünniyim, ben masonum” dedi. [Masonluğu da Yahudiler kurmuştur. Her tefrikanın, her oyunun içinde bir Yahudi parmağı niçin vardır?] Bu yalanları çıkaran kimseler, açıkça gösteriyor ki, ne şii, ne de sünnidir. İbni Sebe denilen bir Yahudi ve onun oyununa gelen zavallılardır. (Tezkiye-i ehl-i beyt)
Sünnilerle Alevileri yakınlaştıracak en güçlü ortak ittifak noktası Kur’andır.Bu Hz.Ali ve zamanındakiler için geçerli olduğu gibi zamanımızdakiler içinde aynen geçerlidir.
Zayıf ve mantık dışı bir görüşde olsa,bazılarınca Kur’anın Hz.Alide olduğunu onunda bunu gizlediğini söylemek hayatı Kur’an uğruna geçen böyle bir şahsiyete iftiradır.
“Lâkayd Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfızîliğe dayandı. Hem zalime karşı miskinliği esas tutan Hristiyanlık,nihayet tecellüd; cebbarlığa ve zalime karşı cihad, izzet-i nefsi esas tutan İslâmiyet eyvah nihayet miskinlikte karar kıldı.”[10]

Alevilikte inançta bir netlik yok,amel mutlak olarak zikredilir.Neye nasıl inanılacağı,nasıl bir amelde bulunulacağı hususunda bir netlik yoktur.Hz.Aliye mensubiyet söz olarak söylenildiği halde yaşantıda tamamen taban tabana zıd bir yaşayış içerisinde bulunulmaktadır.
Farklı noktalara isnad edilmektedir.Aynı kaynaktan istifade edilmemektedir.Birinci kaynak Olan Hz.Ali veya onunda kaynak kabul ettiği Kur’an-a bağlılıkta tam bir netlik görülmemektedir.
Yeterli bilgiye sahib değillerdir,bilgilendirilmemişlerdir.
Kur’an-a şüpheli bakmakta,sahiplenilmekte veya yetersiz kalınmaktadır.
Ehli sünnete yakın olanlar;Caferiye,ehli beyt vakfı,cem evlerini temsil eden dedeler.Buna rağmen alt yeterli bir yaklaşıma sahib kılınmamakta,bilgilendirilmemektedir.
Bektaşilikle Hindulara bağlandırılmaya çalışılmakta,eski olaylar adapte edilmektedir.Sürekli bulanık tutulmakta,siyasetle iç içe bulundurulmaya çalışılmaktadır.Bektaşilik ve Rafizilik,Alevi ve Caferilerden farklı olarak değerlendirilmelidir.
Tabanla tavandakiler arasında tam bir mutabakat bulunmamaktadır.
İdeolojik ve siyasete hep alet edilmeye çalışılmışlardır.Bunun ise yeni yeni farkına varmakta fakat içinde bulunanlar devam etmektedirler.
İbadet gibi kavramlar,insana hizmet ve kalbime bak kabilinden yorumlarla geçiştirilmektedir.
Alevilikte Temsil problemi bulunmaktadır.Ehli sünneti Diyanet temsil ediyor dersek,ya Alevileri kim temsil edip bilgilendiriyor?
Herkesin ortak bir noktaya çekilip asgari müştereklerin tesbit edilmesi gerektir.
Aleviler dışlanmış mı,dışlamış mı?Her iki durumda söz konusu olmaktadır.
Alisiz Alevilik,İslamiyetsiz Alevilik haline mi getiriliyor ve getirilmiş?Alevilik Hz.Ali ile mezcedilmemektedir.Böyle bir durum olsa mesele kendiliğinden çözülecek ve bir çok ortak noktalarda birleşimle yoluna gidilecektir.
Sünni dayatması var mı?Pek denilemez.
Bir kısmı islamın içinde ama daha evrensele uzanma hesabı bilinçsizce yapılmaya çalışılıyor,islamın evrenselliği anlaşılamıyor.
Hakikat inkişaf olunca,şeriat irtifa olur denir mi?Yanlış olarak kendilerinin hakikata gitmekte olduğunu ifade ederek dini vecibelerden soyutlanmış olarak değerlendirmektedirler.
Alevi,ya ateistleştiriliyor ya da Sünnileştiriliyor mu,nereye adapte edilmekteler,yoksa her yere mi?Başı boş dolaşan koyunu elbette kurdun biri kapar.Belirsizlikler çok belirsizlikleri doğurmaktadır.
Caferi,şerri Allaha vermez.Allah’ı tenzih düşüncesiyle şerrin yaratılmasını Caferiler Allah’a vermezler.Oysa şerrin yaratılması ayrı şeydir,kesb ve işlenmesi ayrı şeylerdir.Yani Halkı şer,şerri yaratmak şer değil,kesbi şer yani şerri işlemek şerdir.Ateşin varlığının çok faydaları olmakla beraber kişi kendisi için şer yapabilir,bu da ateşin şer olmasını gerektirmez.
İçi boş bir sevgi öne çıkarılmaktadır.
Namaz kılmamaya Bektaşi örnekleri verilmektedir.
Bir Bektaşiye: "Ne için namaz kılmıyorsun?" demişler. O da: "Kur'anda:”La takrabus salate”var" demiş. Ona demişler: "Bunun arkasını, yani;”Ve entüm sükara”yı da oku" denildiğinde, "Ben hâfız değilim" demiş…”[11]
Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[12]
“Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rüfaî Tarîkatlarının bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-yı Raşidîn, Aşere-i Mübeşşere'ye
ilişmemek şartıyla muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid'alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç-dört faidesi var:
Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.
İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt'i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt'in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faidedir.
Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine âlet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali'dir (R.A.) ve Nur'un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.”[13]
Bir ramazan bayramı dönüşü altıncı sınıf öğrencilerimin geçen bayramlarını tebrik etmiştim.O sınıfın çoğu öğrencisi yatılı,aynı köyden ve alevi idiler.O saf ve temiz bir kalb ile kızın birisi kalkarak;Hocam bizim köyde bayram kutlanmadı,biz kutlamıyormuşuz,dedi.
Bende kendisine bu bayramın hepimizin bayramı olduğunu,Hz.Ali’nin de bundan farklı kutlamadığını ve onun örnek hayatından kesitler sunarak izah etmeye çalıştım.
Ve bu çocuk bu belirsizlikler içerisinde büyüyecek ve büyütecektir.
Bir alevi öğrencimde ramazan ayı ve mübarek gecelerde kendilerinin cem evlerine gittiklerini ve oraya saz çalmaya gelenlerin kendilerini eğlendirdiklerinden bahsetti.Ve orada bulunmalarının saz ve çalgı gösterisinden ibaret,manevi bir havayı teneffüs etmediğini ifade etmiş oldu.
Bir öğrencimde,sınıfta uzun boylu anlattığım namaz konusunu evde dile getirerek,neden kendilerinin de namaz kılmadıklarını söylemesi üzerine annesi,Sünnilerin caminin önüne Hz.Ali’nin resmini koyup,ona basarak geçmelerinden dolayı kılmadıklarını bana ilettiğinde şunu söyledim;Hz.Alininde küçük yaştan itibaren peygamberimiz ile birlikte namaz kıldığını,namaz emredildikten sonra küçük olduğu halde peygamberimizden ancak iki vakit namaz az kılıp tamamıya namazı terk etmeden kıldığını,şehid edilirken bile namaz uğrunda şehid edildiğini ve bazılarının da o namazda şehid edildiğinden biz namaz kılmıyoruz demesine karşı,eğer Hz.Ali yemek yerken öldürülseydi yemek yemiyecekler miydi,uyurken veya başka herhangi bir işle meşgul iken öldürülseydi onu yapmıyacaklar mıydı?
Birde zaten o zamanda resim denilen bir olay yoktu ki,cami kapısına resmi konulupta ona basarak geçilmiş olsun.Farzı muhal olarak bir kişi bile böyle yapmışsa buda herkesi bağlamaz ve kılmamaya bir özür teşkil etmez.
Bu durum bize birazda Agop’un halini hatırlatmaktadır.Düşündürmesi sebebiyle yazmaya fayda görmekteyim:
Yahudi olan Agop hanımına Yahudilikten vaz geçeceğini söyler.Hanımıda sen bilirsin,der.Hahambaşına gelerek Yahudilikten ayrıldığı söyler ve bir papaza gelerek;Ben hristiyan olacağım fakat önce araştırmak istiyorum,der.
Papazda buna gerekli kitapları verir ve Agop hristiyanlığı araştırarak kafasına yatmadığını papaza bildirerek dinlerine girmeyeceğini söyler.
Nihayet Müslümanları temsilen bir Müftüye gelerek Müslüman olacağını ancak önceden araştırmak istediğini söyler.Müftü beyde kendisine gerekli kitapları verir.Araştırmasını ister.Çünki bir elbise değiştirme değilki hemen oracıkta değiştirsin.
Ancak Agop islamiyeti araştırırken ecel vaki olur ve ölür.
Hanımı kocasını Yahudi mezarlığına götürür,kabul etmezler.Hristiyan mezarlığına götürür onlarda hristiyan olmadığını ifade ederek kabul etmezler.Müslümanların mezarlığına koyacağı sırada onlarda daha Müslüman olmadığını söyleyerek kabul etmezler ve Agop kendi dininden ayrıldığı diğer dinleride kabul edemeden öldüğünden ortada kalır.
Hanımı baş ucuna eğilerek şöyle ağıt yakar;Agop Agop!Musayı kızdırdın,İsayı küstürdün,Muhammedi de bulmadın,kaldın ortada kaldın ortada…
Sünniler dini konularda bu kadar bilgilendirilmeye sahibken yetersiz kaldıkları halde,Alevilerin bunlardan mahrum olarak ne derece yetersiz olacakları düşünülsün!!!

Mehmet ÖZÇELİK
29-01-2004
[1] Enam 115.

[2] Hicr 9.

[3] Bakara 23-24.

[4] İsra 88.

[5] Nisa 82.

[6] Hakka 44-47.

[7] Fussilet 41-42.

[8] Ankebut 51.

[9] Ankebut 48.

[10] Sünuhat.21-22.

[11] Şualar 284,Tarihçe-i Hayat 414,Muhakemat.15.

[12] Mesnevî-i Nuriye 183.

[13] Emirdağ Lâhikası-1 242.
 

rayeema

New member
allevilerin böyle bi düsünceye sahip olduklari icin kendimizi sorgulamak gerekmmiyomu?acaba onlara yaklasimimiz nasil?dini islami nasil taniyorlar?insan dislanarak ve hor görerek hic bisey ögrenmez,daha cok tepkili olur.
neden insanlar diger dindekiler ve avrupadaki insanlar bizi kötü taniyo?öcü gözüyle bakiliyo bize?bunu sorumlusu bizler degilmiyiz?bilmemek ayip degildir bizim ögretmemiz gerekir.
 

La_tahzen

Member
Yine google sağolsun:) bir konu araştırırken alevilerin forumunu okuma fırsatım oldu hemde saatlerce :( Bu yaşıma kadar tanıdığım ya da tahmin ettiğim alevilerin aslında birer dinsiz:(( oldukları kanatine vardım ki...Kendileride bunu ifade ediyor .İslam yok,biz müslüman değiliz,alevilik mezhep değil ,-haşa- kuranı kerim yok,alevilik apayrı bir dindir(!) deme cüretinde bile bulunuyorlar ..
Bu yazı tamamiyle onların caresizliklerini sergilemiş ..Farkında olmadıkları çaresizliklerini....
Onlara farklı yaklaşalım ,islamı nasıl sevdirebiliriz konusu ise coook vahim :((( bir hristiyan ,bir yahudi nasıl nefret ediyorsa bizlerden aynı derece belki daha fazla önyargı ve nefrete sahipler ..(kişisel fikrimdir)
 

seviyeli

Yeni Üye
kuran hadis fıkıh yani ehli sünnet vel cemaat ve diğerleri var oda bundan şuda şuna yakın safsatadan başka bir şey değil ya ehli sünnetsin yada diğerleri
 

sarýklý genç

Active member
Alevilerin bir kısmının İslam sınırlarının dışına çıktığı doğrudur.Ama çoklarına dinsiz demek ne bize yakışır ne de risaleden aldıklarımıza...Biz aşikar bir şekilde küfrü ifade etmeyen kişilere karşı hüsün zanna memuruz...Lütfen ifadelerinize dikkat ediniz...
 

sarýklý genç

Active member
Alevîlik nasil doğmuştur? Bir mezhep mi yoksa bir tarikat midir?

[FONT=&quot]ALEVÎLİK NASIL DOĞMUŞTUR? BİR MEZHEP Mİ YOKSA BİR TARİKAT MIDIR?[/FONT]

[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Alevîlik aslında bir fırka veya mezhep değildir. Âl-i Beyt’in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır.

Meselenin tarihi seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şekline gelişmesi şöyle olmuştur:

Timur, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayazıt’ı yendikten sonra Anadolu’dan aldığı otuz bin kadar esiri İran’a götürmüştü. Bunları Erdebil’e yerleştirmişti. Bunlar zamanla, Şah İsmail’in dedesi olan ve Erdebil Şeyhi olarak ta bilinen Şeyh Ali’ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldılar. Bir süre sonra Timur, ara sıra ziyarete gittiği Erdebil Şeyhinin kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh, “Hiçbir dileğim yok, sadece Anadolu’dan esir olarak getirmiş olduğun Türkleri serbest bırakmanı istiyorum.” dedi. Timur, şeyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onları serbest bıraktı. Bu esirler, bu vesile ile, şeyhe olan muhabbetlerini aşırı derecede ziyâdeleştirdiler. Şeyhin bu sofilerinin bir kısmı Anadolu’ya döndü, bir kısmı da Erdebil’de kaldı.

Erdebil Şeyhi, Anadolu’ya dönen bu müritleriyle alâkasını devam ettirdi. [/FONT][FONT=&quot]Erdebil Şeyhi’nin tarikatında “Hz. Ali muhabbeti” esas alındığı için, bu tarikata devam edenler Hz. [/FONT][FONT=&quot]Ali sevgisi ile tamamen boyandılar. Bunlara bu niteliklerinden dolayı “Alevî” denildi. Aslında bu esirlerin ecdatları ve kendileri, bu tarikat ile bağ kuruncaya kadar, Ehl-i Sünnet inanışında idiler. Bu tarikatla irtibatlarını yoğunlaştırdıktan sonra, tamamen Erdebil tekkesinin emrine girdiler. Oradan gelen her emri, harfiyen yerine getirmeye gayret gösterdiler. Öyle ki, bu müritler vergi, sadaka ve zekâtlarını bile Erdebil’e tahsis ettiler. Bunların bu fedakârane gayretleri ve karşılıklı diyalogları, gidip gelmeleri devam etti. Hattâ Erdebil’den gönderilen ve şeyhin “halifesi” olarak isimlendirilen şahıslar, Anadolu’da “nezir” ve “sadaka” namıyla para topluyor ve bu paraları gizli olarak İran’a gönderiyorlardı.

Böylece Erdebil Şeyhi’nin tekkesi gittikçe genişliyor, müritleri çoğalıyordu. Bu Şeyh’in asıl amacı, gerek İran’da, gerekse Anadolu’da müritlerini çoğaltarak irşat postundan saltanat tahtına, şeyhlikten şahlığa geçmekti. Ancak bu arzusuna nâil olamadan ölünce, yerine oğlu Şeyh Cüneyd geçti. O da babasının gizli emelini sürdürmeye devam etti. Bunu hisseden o zamanın İran hükümdarı Cinahşah, kendisini İran’dan sürdü. Bunun üzerine Şeyh Cüneyd Anadolu’ya geldi. Onun altı yıl süren bu Anadolu ziyareti, tarikatına çok mürit kazandırdı. Sadece bir şeyh değil, aynı zamanda bir “seyyid” unvanı ile de dolaştığı için beklediğinin çok üstünde taraftar topladı.

Artık Erdebil tekkesi Anadolu’da güçlenmiş, küçümsenmeyecek kadar büyük bir etki sahasına sahip olmuştu. Şeyh Cüneyd de babasının âkıbetine uğradı. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi takip etti. Bütün gayret ve ihtiraslarına rağmen o da siyasî amacına eremedi. Nihayet oğlu Şah İsmail, babasının ve dedelerinin rüyalarını gerçekleştirmeye maalesef muvaffak oldu. 13 yaşında iken Anadolu’daki müritlerinden teşkil ettiği bir orduyla, o gün İran’da hâkim olan Akkoyunlulara harp ilân etti ve Akkoyunlu hükümdarını devirerek irşat postundan saltanat tahtına çıkmaya muvaffak oldu ve Safeviler Devleti’ni kurdu. Bununla beraber Şah İsmail Anadolu’dan elini çekmedi. Zaman zaman birçok halifeler göndererek Anadolu’daki nüfûzunu kuvvetlendirmek için çalıştı. Bu çeşit faaliyetler, Çaldıran Muharebesi’ne kadar artan bir hızla devam etti.

Bu muharebeden sonra İran’la Osmanlı Devleti arasında kesin hudutlar çizildi. Böylece Erdebil sofileriyle Anadolu arasındaki irtibat kesilmiş oluyordu. Bunun neticesi olarak Anadolu’daki müritler, pirlerin tesirinden gitgide uzaklaştılar. Bu tarikatın Anadolu’da kalan mensupları, Erdebil tekkesinden aldıkları tesirle, kendilerinin dışında kalan Müslümanları Ehl-i Beyt’e gerektiği gibi muhabbet beslemedikleri zannına kapıldılar. Onların bu anlayış ve davranışları diğer Müslümanlarla aralarında bir soğukluk ortaya çıkardı. Bu soğukluk, zamanla ayrılığa dönüştü.

Bu ayrılık sonucunda, Erdebil tekkesine bağlı Anadolu Türkleri medreseden uzak kaldıkları için, İtikada, ibadete,... ait birçok hükümleri gereği gibi öğrenemediler. [/FONT][FONT=&quot]Sadece babadan oğula intikal eden birtakım telkinlerle yetindiler. Diğer Müslümanlar ise, bunlarla yakın alâka kuramadı ve onlara karşı görevlerini lâyıkıyla yerine getiremediler. Ölçüsüz tartışmalar, yersiz tenkitler ve davranışlarla, aradaki soğukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrılığa dönüştü. Buna bir de idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanları arasında Sünnîlik ve Alevîlik şeklinde bir ikilik ortaya çıktı.

Aslında bir Müslüman’ın veya bir tarikatın Hz. Ali muhabbetini meslek ve meşrebine esas almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur. Diğer sahabelere tecâvüz etmemek, Kur’an ve Sünnet’in ışığında namazını kılmak, orucunu tutmak ve diğer sorumluluklarını yerine getirmek kaydı ile, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt muhabbetini rehber edinmenin hiçbir mahsuru yoktur. Gerçek şu ki, Kitap ve Sünnet’i bilen ve gereği gibi yaşayan hakikî bir Alevî, ancak Allah-ü Teâlâ’yı ma’bûd olarak tanır. Kendisini, İslâmiyet’in bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur’ân-ı Kerîm’i de son semavî kitap kabul eder.

Bu sun’î ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kur’an’ın ışığı altına girmek ve O’nu yegâne ölçü kabul etmektir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız.” buyurmakla, bütün Müslümanların Kur’an etrafında toplanmasını emretmektedir.

Müslümanların birlik ve beraberlikleri ancak böylece temin edilebilir, ayrılıklar onun prensipleriyle ortadan kaldırılabilir. Her türlü hurafe ve safsatalardan ancak böylece uzak kalınabilir.

Kur’an ayetlerinin Allah’a ait beyanları her insanı ikna edecek bir kuvvettedir. Sıradan halk, O’nun beyanının sadeliğine meftûn, bilim adamları da fesahat ve belagatına hayrandır. “Kalpler O’nun zikriyle tatmin olur.” ve her seviyedeki fikir adamı, inanma ihtiyacını O’nunla karşılarlar, O’na uymakla kemâle ererler.

Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Gerçekten bu Kur’an, insanları en doğru yola götürür.” (İsrâ, 9)

Bir insan nelere, nasıl inanmakla iman dairesine gireceğini ve hangi amelleri işleyip nelerden çekinerek İslâm dairesinde kalacağını Kur’an ve Sünnet’ten öğrenecektir.

Madem ki, bütün Müslümanların ölçüsü Kur’an ve Sünnet’tir, o halde bir Müslüman beşerî her fikri, her iddiayı, her inancı, her itikadı Kur’an’a ve onun birinci derecede tefsiri olan Hadîs-i şeriflere göre değerlendirecek ve muvazene edecektir. [/FONT]
 

Sirac

Well-known member
Hubb-u Ehl-i Beyti meslek yapan Aleviler

ne kadar ifrat da etse, Rafizi de olsa, zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez.

Çünkü muhabbet-i Al-i Beyt ruhunda esas oldukça,

Peygamber ve Al-i Beytin adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler.

İslamiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar.

Böylelerini daire-i sünnete tarikat namına çekmek büyük bir faydadır.

Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasi cereyanlar

Alevilerin fıtri fedakarlıklarından istifade edip kendilerine alet etmemek için

Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır.

Madem Nur şakirtlerinin üstadı İmam-ı Ali Radıyallahu Anh tır

ve Nur'un mesleğinde hubb-u Al-i Beyt esastır;

elbette hakiki Aleviler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.

Emirdağ Lâhikası 210
 

leylak

Active member
Benim anlayamadığım aleviliğin kaynağı ve varoluş sebebi hz. Ali ye olan sevgi ve muhabbet'ken nasıl oluyorda alevilik hz .Ali'den bu kadar kopuyor uzaklaşıyor.
Hatta yıllar önce yine alevilik konusu çok büyük gündem olmuş ve tv ler de günlerce alevi olduğunu iddia eden dedeler tarafından alevilik anlatılmıştı ve o kadar çok alevilik çeşidi çıkmıştıki içlerinde biz Aliyi tanımayız Ali ile alakamız yok diyenler bile çıkmıştı.
Yine anlamadığım hz. Muhammedi(S.A.V) peygamber kabul eden Ashabı-Kirama saygı duyan, hz . Ali yi canı gibi seven ,farzları farz, sünnetleri sünnet bilen alevilerle ne farkımız var yani onlarmı sünni yoksa bizmi aleviyiz:)
 

Alevi

Yeni Üye
Merhaba Esra ben tesadüfen okudum yazdıklarınızı ordan bakınca çok mu dinsiz görünüyoruz Hz Ali yi hangi alevi yok sayabilir ve sizler pek fazla bir bilgiye sahip olmadığınız ortada kınıyorum resmen sizi site işmin altında böle bilinçsiz insanların çıkması utandırdı beni...
 

mihrimah

Well-known member
Merhaba Esra ben tesadüfen okudum yazdıklarınızı ordan bakınca çok mu dinsiz görünüyoruz Hz Ali yi hangi alevi yok sayabilir ve sizler pek fazla bir bilgiye sahip olmadığınız ortada kınıyorum resmen sizi site işmin altında böle bilinçsiz insanların çıkması utandırdı beni...
Galiba ortada bir yanlış anlama söz konusu, sizin yanlış gördüğünüz noktaları açarak aydınlatabilirsiniz. Bu sizin en doğal hakkınız. Ayrıca siz diye hitabım nezaketten geliyor başka bi sebepten değil önemle belirtmek istedim.
Buyrun konuya dair doğrularınızı paylaşabilirsiniz.
Burada herhangi bir ayırım söz konusu değildir, site kurallarına uygun çerçevede herkes paylaşımda bulunabilir.
Selam ve dua ile..
 
Alevilik köken olarak İslamî değildir. Ama İslam'dan az da olsa etkilenmiştir.

Mesela öz bir Alevi köyüne giderseniz, giyim kuşakları ve kültürleriyle Zerdüşt inancına ne kadar yakın olduğunu göreceksiniz.

* Kürt Alevilerden bahediyorum.
 
Tefsir etmesi, başka birinin görüşünü açıklaması demektir. Yine birinin görüşü sonuçta yani. Ki Kur'an ve hadislerde de böyle birşey geçmiyor.
 

mihrimah

Well-known member
Risale-i Nur'da yazılması görüşü doğrulamaz ki.

Sonuçta Said-i Kurdî(Nursî) de görüş belirtmiş sadece.
Bazı sabit kalınacak hakikatlerde kişi sıkılmadan yanlış ifade kullanıyorsa, o hakikatlere değer veren insanların tenkidine uğraması çok doğal.
Dini mevzular herkesin meselesi olsa idi Allah cc, hakkı hakikati anlatmak için özel donanımlı insanları göndermezdi. Önce Efendimiz (asv), sonra sahabe, tabiin, tebei tabiin, aşerei mübeşşere vs, vs. evliyalar ve alimler....
Alim denildiği zaman durmak lazım, onlar sıradan insanlar değiller. Bunu buradaki birkaç cümle ile değilde, alimlerin özelliklerini araştırdığımızda dahi iyi anlarız. Bediüzzeman Said Nursi hz. asrın alimlerinden biri. Bir alimin ortaya koyduğu eseri dile getirirken daha dikkatli olunmalı. Kaldı ki üstad hz. Risale-i Nurlar'ı yazmadım yazdırıldı diye ifade ediyor. Dolayısıyla nazara verdiğimiz dikkati vurgulamakla mükellefiz.
Kişi düşüncesinde özgürdür, biz nasıl ki sizin görüşünüze saygı duyuyor bu ifadenizi burada tutuyor isek, sizin de bizim bu tutumumuza saygı göstereceğinizi ümid ediyoruz.
"Bu Risale-i Nur'lar bana yazdırıldı ve ben önce nefsime yazdım. Benim gibi düşünen yani doku uyumu olan insanlar Risale-i Nur'lardan hakkıyla istifade edebilirler" Bediüzzeman Said Nursi Hz.
 

meftun

Active member
Selamün aleyküm kardeslerim kisa bir katkida bulunmak istiyorum, Alevilik hz alinin ehlibeytini seven onlara asik olan topluluga verilmis bir isim diye biliyorum, hz Ali ra Ilmin kapisi, Velayat makaminin sahidir , Velilerin feyiz kapisi olmustur, bu yüzden alevi oldunu iddia eden kardeslerimiz aceba neden bir ehlibeyt soyundan gelen imam ,Gavs ebulalemeyn Seyyid Ahmet -er-rifainin ki 1118 yilinda dünyaya gelmis 1180 yillarda vefat etmis hayati hizmetle gecmis ve bir seyyid Abdulkadir geylaninin yolunu tutmamislar bu hep ilgimi cekmistir? cünkü bu tarikatlara ayni zamanda alevi tarikatlar da denir,ve her aleviyi ayni kefeye koymamak lazim kardeslerim, eger alevilik onlari sevmekse bendeniz enkoyu aleviyim o zaman vesselam, Rabbim ruzi mahserde imam Ali ra ve imam hüseyn ra ve ehlibeytiyle beraber etsin insaallah
 
Üst