Bir kâfirin masiyet-i küfriyesi mahduddur

Ahmet.1

Well-known member
İşarat-ül İ'caz

S- Bir kâfirin masiyet-i küfriyesi mahduddur, kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedî ve gayr-ı mütenahî bir ceza ile tecziyesi, adalet-i İlahiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i ezeliyeye de muvafık değildir. Merhamet-i İlahiye müsaade etmez?

Masiyet-i küfriye: İnkarcılık günahı, inkar suçu.
Mahdudd: Sınırlı, hudutlu, az sayılı.
Ebedî: Sonsuz, sonsuzlukla ilgili.
Tecziye: Cezalandırma.
Adalet-i İlahiye: Allah'ın (cc) adaleti.
Hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmet, sonsuz hikmet.
Merhamet-i İlahiye: Allah'ın (cc) merhameti.


C- O kâfirin cezası gayr-ı mütenahî olduğu teslim edildiği takdirde, kısa bir zamanda irtikâb edilen o masiyet-i küfriyenin, gayr-ı mütenahî bir cinayet olduğu altı cihetle sabittir:

Gayr-ı mütenahî: Sonsuz, nihayet bulmaz.
İrtikâb: İşlemek, yapmak, çirkin ve kötü iş işemek.


Birincisi: Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömür ile yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenahî ömrünü behemehal küfür ile geçireceği şübhesizdir. Çünki kâfirin cevher-i ruhu bozulmuştur. Bu itibarla o bozulmuş olan kalbin gayr-ı mütenahî bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh ebedî cezası, adalete muhalif değildir.

Behemehal: Her halde, mutlaka.
Cevher-i ruh: İnsanın özü ve esası olan ruh.
İstidad: Kabiliyet, yetenek.


İkincisi: O kâfirin masiyeti; mütenahî bir zamanda ise de, gayr-ı mütenahî olan umum kâinatın vahdaniyete olan şehadetlerine gayr-ı mütenahî bir cinayettir.

Masiyet: Günah, isyan, emre karşı gelme.
Mütenahî: Sonlu, sonu gelen.
Gayr-ı mütenahî: Sonsuz, nihayet bulmaz.
Vahdaniyet: Birlik, Allah'ın (cc) birliği.


Üçüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahî nimetlere küfran olduğundan, gayr-ı mütenahî bir cinayettir.

Küfran: Nankörlük.

Dördüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahî olan zât ve sıfât-ı İlahiyeye cinayettir.

Sıfât-ı İlahiye: Allah'ın (cc) sıfatları.


Beşincisi: İnsanın vicdanı, zahiren mütenahî ise de, bâtınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibarla, gayr-ı mütenahî hükmünde olan o vicdan, küfür ile mülevves olarak mahvolur gider.

Zahiren: Görünüş olarak, görünüşe göre.
Mütenahî: Sonlu, sonu gelen.
Bâtınen: İçyüzü bakımından.
Mülevves: Kirli, pis. *Karışık.


Altıncısı: Zıd zıddına muanid ise de, çok hususlarda mümasil olur. Binaenaleyh iman lezaiz-i ebediyeyi ismar ettiği gibi, küfür de âlâm-ı elîmeyi ve ebediyeyi âhirette intac etmesi şe'nindendir.

Muanid: İnatçı, direnen.
Mümasil: Benzeyen, benzer.
Lezaiz-i ebediye: Ebedî lezzetler, sonsuz sürecek zevkler.
İsmar: Meyve vermek, fayda vermek.
Âlâm-ı elîme: Şiddetli elemler.
İntac: Netice verme, doğurma, meydana getirme.
Şe'n: İş. *Hal, tavır. *Hadise, olay.


Bu altı cihetten çıkan netice ve gayr-ı mütenahî olan bir ceza, gayr-ı mütenahî bir cinayete karşı ayn-ı adalettir.

Gayr-ı mütenahî: Sonsuz, nihayet bulmaz.
Ayn-ı adalet: Adaletin ta kendisi, tam adalet.


S- Kâfirin o cezasının adalete uygun olduğunu teslim ettik. Fakat azabları intac eden şerlerden hikmet-i ezeliyenin gani olduğuna ne diyorsun?

Hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmet, sonsuz hikmet.


C- Kavaid-i esasiyedendir ki, arasıra vukua gelen şerr-i kalil için hayr-ı kesîr terkedilmez. Terkedildiği takdirde, şerr-i kesîr olur. Binaenaleyh hakaik-i nisbiyenin sübutunu izhar etmek, hikmet-i ezeliyenin iktizasındandır. Bu gibi hakaikın tezahürü, ancak şerrin vücuduyla olur. Şerden, haddi tecavüz etmemek için, terhib ve tahvif lâzımdır. Terhibin vicdan üzerine tesiri, terhibi tasdik etmekle olur. Terhibin tasdiki ise, haricî bir azabın vücuduna mütevakkıftır. Zira vicdan, akıl ve vehim gibi, haricî ve ebedî hakikat hükmüne geçmiş bir azabdan yapılan terhible müteessir olur. Öyle ise dünyada olduğu gibi âhirette de, ateşin vücudundan yapılan terhib, tahvif ayn-ı hikmettir.

Kavaid-i esasiye: Asıl kaideler, temel kurallar.
Şerr-i kalil: Az kötülük.
Hayr-ı kesîr: Çok hayır, çok iyilik.
Şerr-i kesîr: Çok kötülük.
Hakaik-i nisbiye: Nisbi hakikatlar, şartlara, durumlara veya birbirlerine göre ortaya çıkan, değer alan ve değişen gerçekler.
Sübut: Sabitleşme, sabit oluş, kesin olarak ortaya çıkma.
İzhar: Açığa vurma, meydana çıkarma, gösterme, ortaya koyma.
Hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmet, sonsuz hikmet.
Terhib: Korkutma.
Tahvif: Korkutma, korku verme, ürkütme.
Mütevakkıf: Bağlı.
Ayn-ı hikmet: Gayeler ve faydalar gözetmenin ta kendisi.


S- Pekâlâ o ebedî ceza hikmete muvafıktır, kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?

Şefkat-i İlahiye: Allah'ın (cc) kutsal ve kusursuz şefkati.


C- Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir, ya ademe gidecektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun velev Cehennem'de olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücud ise velev Cehennem'de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahâzâ kâfirin meskeni Cehennem'dir ve ebedî olarak orada kalacaktır.

Adem: Yokluk, hiçlik.
Şerr-i mahz: Tam kötülük, kötülüğün kendisi.
Masiyet: Günah, isyan, emre karşı gelme.
Mercii: Kaynağı.
Hayr-ı mahz: Tam hayır, bütünüyle iyilik.
Maahâzâ: Bununla beraber, bununla birlikte.


Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a'mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadîsiye vardır.

Kesb-i istihkak: Hak kazanma.
Ülfet: Alışma, alışkanlık.
Peyda: Ortaya çıkma, olma, kazanma, belirme.
A'mal-i hayriye: Hayırlı ameller, iyi işler.
Mükâfaten: Mükafat olarak, ödül olarak.
İşarat-ı hadîsiye: Hadisin (Peygamberimizin (asm) sözlerinin) işaretleri.


Maahâzâ cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe'nidir. Evet dünyada çok namus sahibleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için, kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir ve isteyenler de vardır.

İzale: Giderme, ortadan kaldırma.
Hacalet: Utanma, utanç.
Tahfif: Hafifleştirme, kolaylaştırma.
İcra-yı adalet: Adaleti yerine getirmek, adaleti uygulama.
iştiyak: Şiddetli arzu ve istek.
Hicab: Utanma, çekinme. *Perde, örtü.
 

Ahmet.1

Well-known member
Eğer dikkatle kendi küfürlerinin içyüzüne ve dalaletlerinin mahiyetine bakabilseler görecekler ki imanda bulunan makul ve lâyık ve lâzım olan azamete karşı, yüz derece muhal ve imkânsızlık ve imtina o küfrün altında ve içindedir. Şualar
 

Ahmet.1

Well-known member
Arkadaş! Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir. İman yolu ise suda, havada, ziyada yürümek ve yüzmek gibi pek kolay ve zahmetsizdir. Mesela bir insan, gövdesinin cihat-ı sittesini güneşlendirmek istediği zaman, ya bir Mevlevî gibi dönerek gövdesinin her tarafını güneşe karşı getirir veya güneşi o mesafe-i baîdeden celb ile gövdesinin etrafında döndürecektir. Birinci şık, tevhidin kolaylığına misaldir. İkincisi de küfrün zahmetlerine misaldir.

Mesnevi-î Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Nasıl ki küfür, cehennemin bir çekirdeğidir. Öyle de cehennem, onun bir meyvesidir. Nasıl küfür, cehenneme duhûlüne sebeptir; öyle de cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir. Sözler
 
Üst