33. Söz / Ondördüncü Pencere

Ahmet.1

Well-known member
ﻗُﻞْ ﻣَﻦْ ﺑِﻴَﺪِﻩِ ﻣَﻠَﻜُﻮﺕُ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ٭ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻋِﻨْﺪَﻧَﺎ ﺧَﺰَٓﺍﺋِﻨُﻪُ ٭ ﻣَﺎ ﻣِﻦْ ﺩَٓﺍﺑَّﺔٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﺍٰﺧِﺬٌ ﺑِﻨَﺎﺻِﻴَﺘِﻬَﺎ ٭ ﺍِﻥَّ ﺭَﺑِّﻰ ﻋَﻠٰﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺣَﻔِﻴﻆٌ
"Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin." İsrâ Sûresi, 17:44. "De ki: Herşeyin mülk ve tasarrufu kimin elindedir?" Mü'minun Sûresi, 23:88. "Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın." Hicr Sûresi, 15:21. "Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın." Hûd Sûresi, 11:56. "Muhakkak ki benim Rabbim herşeyi hakkıyla koruyucudur." Hûd Sûresi

sırlarınca: Herşey herşeyinde ve her şe'ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelal'e muhtaçtır. Evet kâinattaki mevcudata bakıyoruz ve görüyoruz ki: Zaaf-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahüratı var. Ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor. Meselâ nebatatın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri hârika vaziyetleri gibi. Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gına-i mutlakın tezahüratı var: Kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakiraneleri ve baharda şaşaalı servet ve gınaları gibi. Hem cümud-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhatı görünüyor: Anasır-ı camidenin zîhayat maddelere inkılabı gibi. Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahüratı görünüyor: Zerrelerden yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizamat-ı âleme ve mesalih-i hayata ve metalib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârane vaziyetleri gibi.


Şe'n: İş. *Hal, tavır. *Hadise, olay.
Hâlık-ı Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah.
Zaaf-ı mutlak: Mutlak zayıflık, son derece zayıflık.
Kuvvet-i mutlaka: Mutlak kuvvet, sınırsız ve sonsuz güç.
Tezahürat: Görünmeler, meydana çıkmalar.
Acz-i mutlak: Mutlak acz, sonsuz güçsüzlük.
Kudret-i mutlaka: Sınırsız ve sonsuz kudret (güç).
Âsâr: Eserler, işaretler.
Nebatat: Bitkiler.
Ukde-i hayat: Hayat düğümü, can noktası.
İntibah: Uyanıklık, uyanma.
Gına-i mutlak: Sonsuz zenginlik, tam zenginlik.
Vaziyet-i fakirane: Fakirce durum.
Gına: Zenginlik.
Cümud-u mutlak: Tam cansızlık, tam donukluk.
Hayat-ı mutlaka: Sınırsız ve kayıtsız hayat. Tam ve kesin bir hayat.
Tereşşuhat: Sızmalar, sızıntılar.
Anasır-ı camide: Cansız maddeler.
Cehl-i mutlak: Tam bir bilgisizlik.
Muhit: İhata eden, kuşatan, çevreleyen.
Nizamat-ı âlem: Kainatın düzenlemeleri.
Mesalih-i hayat: Hayata ait faydalar.
Metalib-i hikmet: Gözetilen gaye ve faydaların gerekleri.
Şuurkârane: Şuurlucasına, bilinçli şekilde.


İşte bu acz içindeki kudret ve zaaf içindeki kuvvet ve fakr içindeki servet ve gına ve cümud ve cehil içindeki hayat ve şuur; bilbedahe ve bizzarure bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zâtın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar. Heyet-i mecmuasıyla büyük bir mikyasta bir cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlahiyeyi tanımazsan; herbir şeye, hattâ herbir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.

Cümud: Kupkuru ve cansız, katı, sert, donuk.
Bilbedahe: Apaçık, açık olarak, besbelli.
Bizzarure: Zorunlu olarak, ister istemez.
Kadîr-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Allah (cc).
Kaviyy-i Mutlak: Sonsuz kuvvet sahibi.
Ganiyy-i Mutlak: Sonsuz zenginliklerin sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah (cc).
Alîm-i Mutlak: Herşeyi bilen sonsuz ilim sahibi olan Allah (cc).
Hayy-ı Kayyum: Her canlıya hayat veren ve onları ayakta tutan Allah (cc).
Vücub-u vücud: Varlığının zorunlu olması, olmaması imkansız olan varlık.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
Cadde-i nuraniye: Nurlu, aydınlık cadde.
Kudret-i İlahiye: Allah'a (cc) ait kudret, Allah'ın sonsuz gücü.
Ekser: Çoğunluk, çoğu.
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
Onbeşinci Pencere

ﺍَﻟَّﺬِٓﻯ ﺍَﺣْﺴَﻦَ ﻛُﻞَّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺧَﻠَﻘَﻪُ "O herşeyi en güzel şekilde yaratandır." Secde Sûresi, 32:7.

sırrınca: Herşeye, o şeyin kabiliyet-i mahiyetine göre kemal-i mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü san'at ile tertib edilip, en kısa yolda, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekilde, (meselâ kuşların elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalarına ve istimal etmelerine bak) hem israfsız hikmetli bir tarzda vücud vermek, suret giydirmek, eşya adedince diller ile bir Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna şehadet ve bir Kadîr-i Alîm-i Mutlak'a işaret ederler.

Kabiliyet-i mahiyet: Mahiyetin kabiliyeti, temel yapının kabiliyeti.
Kemal-i mizan: Tam ölçü, mükemmel ölçü.
Hüsn-ü san'at: Sanat güzelliği.
İstimalce: Kullanımca, kullanım bakımından.
Sâni'-i Hakîm: Hiçbir şeyi gayesiz ve faydasız bırakmayıp herşeyde sayısız gayeler ve faydalar gözeten sanatkar yaratıcı.
Vücub-u vücud: Varlığının zorunlu olması, olmaması imkansız olan varlık.
Kadîr-i Alîm-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz ilim ve kudret(güç ve kuvvet) sahibi olan Allah (cc).
 

Ahmet.1

Well-known member
Onaltıncı Pencere

Rûy-i zeminde mevsim be-mevsim tazelenen mahlukatın icad ve tedbirlerindeki intizamat ve tanzimat, bilbedahe bir hikmet-i âmmeyi gösterir. Sıfat, mevsufsuz olmadığından; elbette o hikmet-i âmme, bizzarure bir Hakîm'i gösterir. Hem o perde-i hikmet içinde hârika tezyinat, bilbedahe bir inayet-i tammeyi gösterir. Ve o inayet-i tamme, bizzarure inayetkâr bir Hâlık-ı Kerim'i gösterir. Ve o perde-i inayette umuma şâmil bir taltifat ve ihsanat, bilbedahe bir rahmet-i vasiayı gösterir. Ve o rahmet-i vasia, bizzarure bir Rahman-ı Rahîm'i gösterir. Ve o perde-i rahmet üstünde dahi bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iaşeleri ve irzakları, bilbedahe terbiyekârane bir rezzakıyet ve şefkatkârane bir rububiyeti gösterir. Ve o terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ı Kerim'i gösterir.

Rûy-i zemin: Zemin yüzü, yeryüzü.
Mevsim be-mevsim: Mevsimden mevsime.
İntizamat: İntizamlar, düzgünlükler, düzenlilikler.
Tanzimat: Tanzimler, düzenlemeler.
Bilbedahe: Apaçık, açık olarak, besbelli.
Hikmet-i âmme: Herşeyi kapsayan ve herşeyde görünen gaye ve fayda.
Mevsuf: Vasıflanan, nitelenmiş.
Hikmet-i âmme: Umumi hikmet, genel hikmet.
Bizzarure: Zorunlu olarak, ister istemez.
Perde-i hikmet: Gayeler ve faydalar perdesi.
Tezyinat: Tezyinler, süslemeler.
İnayet-i tamme: Tam ve eksiksiz iyilik ve yardım.
İnayetkâr: İyilik yapan, yardım eden.
Hâlık-ı Kerim: Çok cömert, iyiliksever ve bağışlayıcı olan yaratıcı.
Şâmil: Çevreleyen, içine alan, kaplayan, içeren.
Taltifat: Lütuflar, bağışlar, iyilikler.
İhsanat: İhsanlar, iyilikler.
Rahmet-i vasia: Geniş rahmet, her şeyi içine alan geniş rahmet.
Rahman-ı Rahîm: Çok acıyıcı ve şefkatli olup sayısız nimetlerin sahibi ve vericisi olan Allah (cc).
Zîhayat: Hayat sahibi, canlı.
İaşe: Besleme, geçindirmek.
İrzak: Rızıklandırma, her türlü ihtiyaçlarını verme.
Terbiyekârane: Terbiye edercesine.
Şefkatkârane: Şefkatlicesine, şefkatli şekilde.
Rububiyet: Allah'ın (cc) terbiyecilik sıfatı, Allah'ın herşeyin sahibi, ihtiyaçlarının karşılayısı ve terbiye edicisi olması.
Rezzak-ı Kerim: Çok cömert ve bağış sahibi olan rızık verici Allah (cc).


Evet zeminin yüzünde kemal-i hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm, Rezzak'ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti dahi tazammun eden umum masnuata şâmil inayet-i tamme; ve inayet ve hikmeti tazammun eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şâmil olan rahmet-i vasia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti de tazammun eden umum zîhayata şâmil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rızk ve iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak! Nasılki elvan-ı seb'a, ziyayı teşkil eder. Ve yeryüzünü tenvir eden o ziya, nasıl şübhesiz güneşi gösterir. Öyle de; o hikmet içindeki inayet ve inayet içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerim, Rahîm, Rezzak bir Vâcibü'l-Vücud'un vahdetini ve kemal-i rububiyetini büyük bir mikyasta, yüksek bir derecede, parlak bir surette gösterir.

Kemal-i hikmet: Kusursuz ve mükemmel olarak gayeleri ve faydaları gözetmek.
Kemal-i inayet: Mükemmel şekilde yardım ve iyilik.
Tezyin: Süsleme, bezemek.
Kemal-i rahmet: Rahmetin mükemmelliği, acımanın son derecesi.
Taltif: İltifat etme, iyilikte bulunmak, ödüllendirme.
Kemal-i şefkat: Tam bir şefkat, mükemmel bir şefkat.
İaşe: Beslenme, geçindirmek.
Sâni'-i Hakîm: Hiçbir şeyi gayesiz ve faydasız bırakmayıp herşeyde sayısız gayeler ve faydalar gözeten sanatkar yaratıcı.
Kerim: Bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Rahîm: Çok merhametli, çok acıyan, çok şefkatli.
Rezzak: Rızık verici, bütün varlıkların rızıklandırıcısı olan Allah (cc).
Mecmuunda: Toplamında, bütününde.
Tezahür: Görünme, belirme, meydana çıkma.
Bilbedahe: Apaçık, açık olarak, besbelli.
Hikmet-i âmme: Heyşeyi kapsayan ve herşeyde görünen gaye ve fayda.
Tazammun: İçine almak.
Şâmil: Çevreleyen, kaplayan, içeren.
İnayet-i tamme: Tam ve eksiksiz iyilik ve yardım.
Mevcudat-ı arziye: Arza ait mevcudat, yerdeki varlıklar.
Rahmet-i vasia: Geniş rahmet, herşeyi içine alan geniş merhamet.
Kerimane: Kerimce, cömertçe.
İaşe-i umumiye: Bütün canlıların yiyecek ve içeceklerinin verilmesi.
Elvan-ı seb'a: Yedi renk.
Tenvir: Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma.
İaşe-i rızkî: Her türlü ihtiyaçların karşılığı olan nimetlerle beslemek.
Vâcibü'l-Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan, Allah (cc).
Kemal-i rububiyet: Varlıkları yetiştirme ve terbiye etmekteki mükemmellik.


İşte ey sersem münkir-i gafil! Göz önündeki bu hakîmane, kerimane, rahîmane, rezzakane terbiyeti ve bu acib ve hârika ve mu'cize keyfiyeti ne ile izah edebilirsin? Senin gibi serseri tesadüfle mi? Ve kalbin gibi kör kuvvetle mi? Ve kafan gibi sağır tabiatla mı? Ve senin gibi âciz, camid, cahil esbabla mı? Yoksa nihayetsiz derecede mukaddes, münezzeh ve müberra, muallâ ve nihayetsiz derecede Kadîr, Alîm, Semî', Basîr olan Zât-ı Zülcelal'e nihayetsiz derecede âciz, cahil, sağır, kör, mümkin, miskin olan "tabiat" namını verip nihayetsiz hata işlemek mi istersin? Hem güneş gibi parlak şu hakikatı, hangi kuvvet ile söndürebilirsin? Hangi perde-i gaflet altında saklayabilirsin?

Münkir-i gafil: Allah'ı (cc) unutmuş olan inkarcı.
Hakîmane: Hikmetli olarak, herşeyde faydalar ve gayeler gözetircesine.
Rezzakane: Rızıklandırır şekilde.
Camid: Cansız. *Donuk.
Münezzeh: Pâk, kusur ve noksanlardan uzak.
Müberra: Fenalıktan uzak kalmış. Münezzeh. Temiz. Noksansız.
Muallâ: Yüksek, yüce.
Kadîr: Sonsuz güç ve kuvvet.
Alîm: Sonsuz ilim sahibi.
Semî': İşiten, duyan.
Zât-ı Zülcelal: Sonsuz yücelik ve gücün sahibi olan Allah (cc).
Perde-i gaflet: Gaflet perdesi, Allah'a (cc), emir ve yasaklarına karşı ilgisiz kalma perdesi, Allah'ı düşünmeme, unutma ve hesaba katmama alışkanlığı.
 
Üst