ﻗُﻞْ ﻣَﻦْ ﺑِﻴَﺪِﻩِ ﻣَﻠَﻜُﻮﺕُ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ٭ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻋِﻨْﺪَﻧَﺎ ﺧَﺰَٓﺍﺋِﻨُﻪُ ٭ ﻣَﺎ ﻣِﻦْ ﺩَٓﺍﺑَّﺔٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﺍٰﺧِﺬٌ ﺑِﻨَﺎﺻِﻴَﺘِﻬَﺎ ٭ ﺍِﻥَّ ﺭَﺑِّﻰ ﻋَﻠٰﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺣَﻔِﻴﻆٌ
"Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin." İsrâ Sûresi, 17:44. "De ki: Herşeyin mülk ve tasarrufu kimin elindedir?" Mü'minun Sûresi, 23:88. "Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın." Hicr Sûresi, 15:21. "Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın." Hûd Sûresi, 11:56. "Muhakkak ki benim Rabbim herşeyi hakkıyla koruyucudur." Hûd Sûresi
sırlarınca: Herşey herşeyinde ve her şe'ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelal'e muhtaçtır. Evet kâinattaki mevcudata bakıyoruz ve görüyoruz ki: Zaaf-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahüratı var. Ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor. Meselâ nebatatın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri hârika vaziyetleri gibi. Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gına-i mutlakın tezahüratı var: Kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakiraneleri ve baharda şaşaalı servet ve gınaları gibi. Hem cümud-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhatı görünüyor: Anasır-ı camidenin zîhayat maddelere inkılabı gibi. Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahüratı görünüyor: Zerrelerden yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizamat-ı âleme ve mesalih-i hayata ve metalib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârane vaziyetleri gibi.
Şe'n: İş. *Hal, tavır. *Hadise, olay.
Hâlık-ı Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah.
Zaaf-ı mutlak: Mutlak zayıflık, son derece zayıflık.
Kuvvet-i mutlaka: Mutlak kuvvet, sınırsız ve sonsuz güç.
Tezahürat: Görünmeler, meydana çıkmalar.
Acz-i mutlak: Mutlak acz, sonsuz güçsüzlük.
Kudret-i mutlaka: Sınırsız ve sonsuz kudret (güç).
Âsâr: Eserler, işaretler.
Nebatat: Bitkiler.
Ukde-i hayat: Hayat düğümü, can noktası.
İntibah: Uyanıklık, uyanma.
Gına-i mutlak: Sonsuz zenginlik, tam zenginlik.
Vaziyet-i fakirane: Fakirce durum.
Gına: Zenginlik.
Cümud-u mutlak: Tam cansızlık, tam donukluk.
Hayat-ı mutlaka: Sınırsız ve kayıtsız hayat. Tam ve kesin bir hayat.
Tereşşuhat: Sızmalar, sızıntılar.
Anasır-ı camide: Cansız maddeler.
Cehl-i mutlak: Tam bir bilgisizlik.
Muhit: İhata eden, kuşatan, çevreleyen.
Nizamat-ı âlem: Kainatın düzenlemeleri.
Mesalih-i hayat: Hayata ait faydalar.
Metalib-i hikmet: Gözetilen gaye ve faydaların gerekleri.
Şuurkârane: Şuurlucasına, bilinçli şekilde.
İşte bu acz içindeki kudret ve zaaf içindeki kuvvet ve fakr içindeki servet ve gına ve cümud ve cehil içindeki hayat ve şuur; bilbedahe ve bizzarure bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zâtın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar. Heyet-i mecmuasıyla büyük bir mikyasta bir cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlahiyeyi tanımazsan; herbir şeye, hattâ herbir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.
Cümud: Kupkuru ve cansız, katı, sert, donuk.
Bilbedahe: Apaçık, açık olarak, besbelli.
Bizzarure: Zorunlu olarak, ister istemez.
Kadîr-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Allah (cc).
Kaviyy-i Mutlak: Sonsuz kuvvet sahibi.
Ganiyy-i Mutlak: Sonsuz zenginliklerin sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah (cc).
Alîm-i Mutlak: Herşeyi bilen sonsuz ilim sahibi olan Allah (cc).
Hayy-ı Kayyum: Her canlıya hayat veren ve onları ayakta tutan Allah (cc).
Vücub-u vücud: Varlığının zorunlu olması, olmaması imkansız olan varlık.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
Cadde-i nuraniye: Nurlu, aydınlık cadde.
Kudret-i İlahiye: Allah'a (cc) ait kudret, Allah'ın sonsuz gücü.
Ekser: Çoğunluk, çoğu.
"Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin." İsrâ Sûresi, 17:44. "De ki: Herşeyin mülk ve tasarrufu kimin elindedir?" Mü'minun Sûresi, 23:88. "Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın." Hicr Sûresi, 15:21. "Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın." Hûd Sûresi, 11:56. "Muhakkak ki benim Rabbim herşeyi hakkıyla koruyucudur." Hûd Sûresi
sırlarınca: Herşey herşeyinde ve her şe'ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelal'e muhtaçtır. Evet kâinattaki mevcudata bakıyoruz ve görüyoruz ki: Zaaf-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahüratı var. Ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor. Meselâ nebatatın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri hârika vaziyetleri gibi. Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gına-i mutlakın tezahüratı var: Kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakiraneleri ve baharda şaşaalı servet ve gınaları gibi. Hem cümud-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhatı görünüyor: Anasır-ı camidenin zîhayat maddelere inkılabı gibi. Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahüratı görünüyor: Zerrelerden yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizamat-ı âleme ve mesalih-i hayata ve metalib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârane vaziyetleri gibi.
Şe'n: İş. *Hal, tavır. *Hadise, olay.
Hâlık-ı Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah.
Zaaf-ı mutlak: Mutlak zayıflık, son derece zayıflık.
Kuvvet-i mutlaka: Mutlak kuvvet, sınırsız ve sonsuz güç.
Tezahürat: Görünmeler, meydana çıkmalar.
Acz-i mutlak: Mutlak acz, sonsuz güçsüzlük.
Kudret-i mutlaka: Sınırsız ve sonsuz kudret (güç).
Âsâr: Eserler, işaretler.
Nebatat: Bitkiler.
Ukde-i hayat: Hayat düğümü, can noktası.
İntibah: Uyanıklık, uyanma.
Gına-i mutlak: Sonsuz zenginlik, tam zenginlik.
Vaziyet-i fakirane: Fakirce durum.
Gına: Zenginlik.
Cümud-u mutlak: Tam cansızlık, tam donukluk.
Hayat-ı mutlaka: Sınırsız ve kayıtsız hayat. Tam ve kesin bir hayat.
Tereşşuhat: Sızmalar, sızıntılar.
Anasır-ı camide: Cansız maddeler.
Cehl-i mutlak: Tam bir bilgisizlik.
Muhit: İhata eden, kuşatan, çevreleyen.
Nizamat-ı âlem: Kainatın düzenlemeleri.
Mesalih-i hayat: Hayata ait faydalar.
Metalib-i hikmet: Gözetilen gaye ve faydaların gerekleri.
Şuurkârane: Şuurlucasına, bilinçli şekilde.
İşte bu acz içindeki kudret ve zaaf içindeki kuvvet ve fakr içindeki servet ve gına ve cümud ve cehil içindeki hayat ve şuur; bilbedahe ve bizzarure bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zâtın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar. Heyet-i mecmuasıyla büyük bir mikyasta bir cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlahiyeyi tanımazsan; herbir şeye, hattâ herbir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.
Cümud: Kupkuru ve cansız, katı, sert, donuk.
Bilbedahe: Apaçık, açık olarak, besbelli.
Bizzarure: Zorunlu olarak, ister istemez.
Kadîr-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Allah (cc).
Kaviyy-i Mutlak: Sonsuz kuvvet sahibi.
Ganiyy-i Mutlak: Sonsuz zenginliklerin sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah (cc).
Alîm-i Mutlak: Herşeyi bilen sonsuz ilim sahibi olan Allah (cc).
Hayy-ı Kayyum: Her canlıya hayat veren ve onları ayakta tutan Allah (cc).
Vücub-u vücud: Varlığının zorunlu olması, olmaması imkansız olan varlık.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
Cadde-i nuraniye: Nurlu, aydınlık cadde.
Kudret-i İlahiye: Allah'a (cc) ait kudret, Allah'ın sonsuz gücü.
Ekser: Çoğunluk, çoğu.
Son düzenleme: