Yirmibirinci Lema'dan (İhlas hakkında)

Ahmet.1

Well-known member
Bu Lem'a lâakal(en azından) her onbeş günde bir defa okunmalı.

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﻭَﻟﺎَ ﺗَﻨَﺎﺯَﻋُﻮﺍ ﻓَﺘَﻔْﺸَﻠُﻮﺍ ﻭَﺗَﺬْﻫَﺐَ ﺭِﻳﺤُﻜُﻢْ ٭ ﻭَ ﻗُﻮﻣُﻮﺍ ﻟِﻠَّﻪِ ﻗَﺎﻧِﺘِﻴﻦَ ٭ ﻗَﺪْ ﺍَﻓْﻠَﺢَ ﻣَﻦْ ﺯَﻛَّﻴﻬَﺎ ٭ ﻭَ ﻗَﺪْ ﺧَﺎﺏَ ﻣَﻦْ ﺩَﺳَّﻴﻬَﺎ ٭ ﻭَﻟﺎَ ﺗَﺸْﺘَﺮُﻭﺍ ﺑِﺎَﻳَﺎﺗِﻰ ﺛَﻤَﻨًﺎ ﻗَﻠِﻴﻠﺎً

"İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider." Enfâl Sûresi, 8:46.

"Allah için kıyamda bulunup Ona kulluk edin." Bakara Sûresi, 2:238.
"Nefsini günahlardan arındıran, kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran ise hüsrana düşmüştür." Şems Sûresi, 91:9-10.
"Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin." Bakara Sûresi, 2:41.)

Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır.

Madem ihlasta mezkûr hâssalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var.. ve madem bu müdhiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalaletler içerisinde bizler gayet az ve zaîf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş; elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi' olur, devam etmez; hem şiddetli mes'ul oluruz. ﻭَﻟﺎَ ﺗَﺸْﺘَﺮُﻭﺍ ﺑِﺎَﻳَﺎﺗِﻰ ﺛَﻤَﻨًﺎ ﻗَﻠِﻴﻠﺎً âyetindeki şiddetli tehdidkârane nehy-i İlahîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına manasız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfüruşane, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliye ve menafi'-i cüz'iyenin hatırı için ihlası kırmakla; hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur'aniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.

Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak esbabdan; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻨَّﻔْﺲَ ﻟَﺎَﻣَّﺎﺭَﺓٌ ﺑِﺎﻟﺴُّٓﻮﺀِ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﺭَﺣِﻢَ ﺭَﺑِّﻰ "Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o başka." Yusuf Sûresi, 12:53. demesiyle, nefs-i emmareye itimad edilmez. Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın. İhlası kazanmak ve muhafaza etmek ve manileri defetmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.

Said Nursi
Hizmet-i Kur'aniye: Kur'ana ait hizmet, Kur'anın hizmeti.
Uhrevî: Ahirete ait, ahiretle alakalı, öbür dünya ile ilgili.
Metin: Sağlam.
Nokta-i istinad: İstinad noktası, dayanma noktası, dayanılacak yer.
Tarîk-ı hakikat: Hakikat yolu, doğruya ve gerçeğe götüren yol.
Dua-yı manevî: Manevî dua.
Vesile-i makasıd: Gayelerin elde edilme sebebi, gayelere ulaşma sebebi.
Haslet: Ahlak, huy.
Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın (cc) emir ve yasaklarına uymak.
İhlas: İçten, gönülden, samimi, Allah'ın (cc) emirlerini Allah (cc) emrettiğinden dolayı ve rızası için yapmak.

Mezkûr: Bahsedilmiş, anlatılmış ve belirtilmiş.
Hâssa: Özellik.
Tazyikat: Sıkıştırmalar, zorlamalar, baskılar.
Savlet: Saldırma.
Bid'a: Dine aykırı olarak sonradan uydurulan âdet ve davranışlar, anlayışlar ve hareketler. İbedetle ilgili hükümlerde yeni uydurmalar.
Dalalet: Sapıtma, doğru yoldan ayrılma, iman ve islâm yolundan sapmak.
Vazife-i imaniye: İmana ait vazife, imanla ilgili görev.
İhsan-ı İlahî: Allah'ın (cc) iyiliği.
Hizmet-i kudsiye: Kutsal hizmet, mukaddes hizmet.
Tehdidkârane: Tehdit edercesine, korkuturcasına.
Nehy-i İlahî: Allah'ın (cc) yasaklaması.
Saadet-i ebediye: Ebedî saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Hodfüruşane: Kendini beğendirmeye çalışırcasına, öğünür şekilde.
Sakil: Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Riyakârane: Riya edercesine, gösteriş yaparcasına, iki yüzlülük eder şekilde.
Hissiyat-ı süfliye: Süfli hisler, aşağılık duygular.
Menafi'-i cüz'iye: Cüzî menfaatler, sınırlı, az ve küçük faydalar.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.

Umûr-u hayriye: Hayırlı işler, iyi ve güzel işler.
Hâdim: Hizmetçi, hizmet eden.
Esbab: Sebepler.
Aleyhisselâm: Selâm O'nun üzerine olsun.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
 

Ahmet.1

Well-known member
Birinci düsturunuz:

Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk'ın rızasını esas maksad yapmak gerektir.

Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
Rıza-yı İlahî: Allah'ın (cc) rızası, Allah'ın (cc) memnunluğu ve hoşnutluğu.
 

Ahmet.1

Well-known member
Ikinci düsturunuz:

Bu hizmet-i Kur'aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir. Çünki nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.

Hem nasılki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa'ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.

İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur'anın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin a'zâlarıyız.. ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sahil-i selâmet olan Dâr-üs Selâm'a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz. Elbette dört ferdden bin yüz onbir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlası kazanmak ile, tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.

Evet üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz onbir kıymet alır. Dört kerre dört ayrı ayrı olsa, onaltı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksad ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbin dörtyüz kırkdört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi.. hakikî sırr-ı ihlas ile, onaltı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.

Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir ferd, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. {(Haşiye): Evet sırr-ı ihlas ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi; korkulara hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünki ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-yı İlahî yolunda, âhirete müteallik işlerde, kardeşleri adedince ruhları olduğundan biri ölse, "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar; zira o ruhlar her vakit sevabları bana kazandırmakla manevî bir hayatı idame ettiklerinden ben ölmüyorum." diyerek, ölümü gülerek karşılar. "Ve o ruhlar vasıtasıyla sevab cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum." der, rahatla yatar.}


Hizmet-i Kur'aniye: Kur'ana ait hizmet, Kur'anın hizmeti.
Faziletfüruşluk: Üstünlük taslayan.
Gıbta: İmrenme.
İkmal: Tamamlama, mükemmelleştirme, bitirme.
Muavenet: Yardım.
Vücud-u insan: İnsan vücudu.

Rekabetkârane: Rekabet edercesine, kıskanırcasına, üstünlük yarışına girercesine, öne geçmeye çalışırcasına.
Tekaddüm: Öne geçme.
Sa'y: Çalışma, iş.
Atalet: Tembellik, işsizlik, boş durma, hareketsizlik.
İstidad: Kabiliyet, yetenek.
Tevcih: Döndürme, yöneltme, çevirme.* Tefsir etme, açıklama.
Tesanüd: Dayanışma, birbirine dayanma.
Gaye-i hilkat: Yaratılma gayesi.
Tahakküm: Zorbalık, baskı.
Akîm: Neticesiz, sonuçsuz.

Risale-i Nur şakirdleri(talebeleri): Risale-i Nuru okuyup yaşamaya ve başkalarına ulaştırmaya çalışanlar.
Risale-i Nur: Bediüzzaman Said Nursinin (ra) Kur'anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
İnsan-ı kâmil: Kâmil insan, olgun ve üstün insan.
Şahs-ı manevî: Menevi kişi, aynı gayeyi ve düşünceyi paylaşanların oluşturduğu topluluk, topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve özellikler. Düşünce hareketi.
Hayat-ı ebediye: Ebedî hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Sahil-i selâmet: Selâmet sahili, kurtuluş sahili.
Dâr-üs Selâm: Hiçbir tehlike ve korkunun bulunmadığı kurtuluş ve güven yeri olan cennet.
Ümmet-i Muhammediye: Hz. Muhammede (asm) inanan ve izinden giden müslüman millet.
Sefine-i Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah'ın (cc) gemisi.
Kuvvet-i maneviye: Menevî güç.
Sırr-ı ihlas: İhlas sırrı.
Tesanüd: Dayanışma.
İttihad-ı hakikî: Gerçek birlik, hakiki ittihad.

İttihad: Birleşme, birlik.
Sırr-ı adediyet: Sayı olarak bir çizgi üzerinde dizilişteki gizli mana, sayı olarak yanyana olma kuralı.
Sırr-ı uhuvvet: Kardeşlikteki gizli gerçek , uhuvvet sırrı.
İttihad-ı maksad: Gaye birliği, gayede birleşme.
İttifak-ı vazife: Görev birliği, vazife ittifakı.
Tevafuk: Birbirine uygunluk, birbirine uygun gelme, düzenlenmiş gibi birbirine uygun olmak. Rast gelme.
Vukuat-ı tarihiye: Tarihî vakalar, tarihle ilgili olaylar.

Sair: Diğer, başka.
Müttehid: İttihad etmiş, birleşmiş, birleşik, birlikte.
Nokta-i istinad: Dayanma noktası, istinad noktası.
Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye : Gerçek kardeşliğin derin ve ince manası, hakiki uhuvvet sırrı.
Rıza-yı İlahî: Allah'ın (cc) rızası, Allah'ın (cc) memnunluğu ve hoşnutluğu.
Müteallik: Alakalı, bağlı, ilgili.
 

Ahmet.1

Well-known member
üçüncü düsturunuz:

Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Evet kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.

Evet kuvvet hakta ve ihlasta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlas, bu davayı isbat eder ve kendi kendine delil olur. Çünki yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul'da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada sizinle yedi-sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul'da burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garib, yarım ümmi, insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında yedi-sekiz sene sizinle ettiğim hizmet; yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakıyeti gösteren manevî kuvvet, sizlerdeki ihlastan geldiğine kat'iyyen şübhem kalmadı.

Hem itiraf ediyorum ki: Samimî ihlasınızla, şan ü şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyadan beni bir derece kurtardınız. İNŞÂALLAH tam ihlasa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlasa sokarsınız.

Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (R.A.) o mu'cizevari kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı A'zam (K.S.), o hârika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlasa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârane teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar. Evet hiç şübhe etmeyiniz ki, bu teveccühleri, ihlasa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz.

Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz. Böyle manevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz ﻭَ ﻳُﺆْﺛِﺮُﻭﻥَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻧْﻔُﺴِﻬِﻢْ "Onları kendi nefislerine tercih ederler." Haşir Sûresi, 59:9. sırrıyla ihlas-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ en latif ve güzel bir hakikat-ı imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki; en masumane, zararsız bir menfaattir. Mümkün ise, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaş ile yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevab kazanayım, bu güzel mes'eleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur. Fakat mabeyninizdeki sırr-ı ihlasa zarar gelebilir.


İhlas: İçten, gönülden, samimi, Allah'ın (cc) emirlerini Allah (cc) emrettiğinden dolayı ve rızası için yapmak.

Hizmet-i ilmiye: İlme ait hizmet.
Ümmi: Okuma ve yazma bilmeyen.
Tarassudat: Gözetlemeler.
Tazyikat: Sıkıştırmalar, zorlamalar, baskılar.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Kat'iyyen: Kesinlikle.

Şan ü şeref: Şan ve şeref.
Riya: Gösteriş, iki yüzlülük.

Mu'cizevari: Mu'cizeye benzer, mucize gibi.
Keramet-i gaybiye: Gaybî keramet, gizli keramet.
Himayetkârane: Korurcasına, korur şekilde.
Teveccüh: Yönelme, dönme, yöneliş. *Alaka, ilgi gösterme.
Binaen: -den dolayı.

Tahattur: Hatırlama.
Zahîr: Yardımcı, arka çıkan, destekleyen.
İhlas-ı tâmm: Tam ihlas, Allah'ın (cc) emirlerini yanlız Allah (cc) emrettiğinden dolayı ve rızası için yapmak.
Menfaat-ı maddiye: Maddî menfaat.
Hakikat-ı imaniye: İmana ait hakikat, imanla ilgili gerçek.
Masumane: Masumca, suçsuz şekilde.
Hodgâm: Kendi keyfini düşünen, bencil.
Mabeyninizdeki: Aranızdaki.
 

Ahmet.1

Well-known member
Dördüncü düsturunuz:

Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.

Ehl-i tasavvufun mabeyninde "fena fi-ş şeyh, fena fi-r resul" ıstılahatı var. Ben sofi değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte "fena fi-l ihvan" suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna "tefani" denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani: Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.

Zâten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz "Haliliye" olduğu için, meşrebimiz "hıllet"tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üss-ül esası, samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.

Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübra-yı Kur'aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İNŞÂALLAH Risale-i Nur yoluyla Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.

Ey hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarım! İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tûl-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani: Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat, Kur'an-ı Hakîm'in
ﻛُﻞُّ ﻧَﻔْﺲٍ ﺫَٓﺍﺋِﻘَﺔُ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕِ ٭ ﺍِﻧَّﻚَ ﻣَﻴِّﺖٌ ﻭَﺍِﻧَّﻬُﻢْ ﻣَﻴِّﺘُﻮﻥَ "Her nefis ölümü tadıcıdır." Âl-i İmrân Sûresi, 3:185. "Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler." Zümer Sûresi, 39:30. gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevaidi pek çoktur. Hadîste ﺍَﻛْﺜِﺮُﻭﺍ ﺫِﻛْﺮَ ﻫَﺎﺩِﻡِ ﺍﻟﻠَّﺬَّﺍﺕِ Tirmizî, Zühd: 4, Kıyâmet: 26; Nesâî, Cenâiz: 3; İbni Mâce, Zühd: 31; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:321. -ev kema kal- yani "Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!" diye bu rabıtayı ders veriyor.

Fakat mesleğimiz tarîkat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı ehl-i tarîkat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmağa mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikata uygun gelmiyor. Belki akibeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet hiç hayale, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlas-ı etemme yol açar.


Fazilet: Yüksek değer, üstün ahlak derecesi, dinde üstün vasıf ve özellikler.
Tasavvur: Zihinde şekillendirme, tasarlama, düşünme.
Şâkirane: Şükreder şekilde, şükreder gibi.

Ehl-i tasavvuf: Tasavvufçular, tarikat yolunda olanlar.
Fena fi-ş şeyh: Kendi anlayışından ve hayat görüşünden tam sıyrılıp şeyhin hayatını ve anlayışını benimsemek.
Fena fi-r resul: Hz.Peygamber'de (asm) fani olmak, kendi isteklerini ve anlayışlarını bırakıp Hz.Peygamber'in (asm) hayatını ve anlayışını benimseyerek kendinde onu görmek.
Istılahat: Istılahlar, tabirler, deyimler.
Sofi: Tasavvuf yolunda giden, tarikatçı.
Fena fi-l ihvan: Birbirinde fani olmak, kendi hislerini ve zevklerini terk edip kardeşinin hisleriyle ve zevkleriyle yaşamak.
Hissiyat-ı nefsaniye: Nefisle ilgili hisler, nefsin zevk ve menfaatle ilgili duyguları.
Meziyat: Meziyetler, iyi ve güzel özellikler.
Hissiyat: Hisler, duygular.

Uhuvvet: Kardeşlik.
Şeyh: Tarikatta müridlerin başı. Dinde manevi terbiye ve olgunluk kazanma yollarında yetkili kişi.
Mabeynindeki: Arasındaki.
Haliliye: Samimi, gönülden dostluk ve kardeşlik.
Meşreb: Gidiş şekli, anlayış tarzı.
Hıllet: Candan ve gönülden arkadaşlık.
Civanmerd: Mert, sözünde sağlam.
Üss-ül esas: Hakikî sağlam temel.

Cadde-i Kübra-yı Kur'aniye : Kur'ân'ın büyük ve geniş, sağlam caddesi.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Daire-i kudsiye: Mukaddes daire, kutsal saha.
Sukut: Düşme, alçalma, inme.

Hizmet-i Kur'aniye: Kur'ana ait hizmet, Kur'anın hizmeti.
Müessir: Tesir eden, etkileyen, tesir edici.
Rabıta-i mevt: Ölüm alakası ve bağı, mevt rabıtası, kendi ölümünü ve dünyanın geçici olduğunu düşünme ve alaka kurma.
Riya: Gösteriş, iki yüzlülük.
Tûl-i emel: Emel uzunluğu, istek ve arzu uzunluğu, bitmek ve tükenmek bilmeyen istek.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Mülahaza: Düşünme, düşünce.
Desise: Gizli hile, oyun, tuzak.
Ehl-i tarîkat: Tarikata bağlı olanlar.
Ehl-i hakikat: Hakikat ehli, islâmiyetin ve Kur'anın bildirdiği gerçekleri kabul edip yaşayanlar.
Kur'an-ı Hakîm: Hikmetlerle dolu Kur'an.
Sülûk: Girip izleme. *Manevî olarak ilerleyip yükselme.
Menşei: Kaynağı.
Tevehhüm-ü ebediyet: Ölümsüzlük ve sonsuz yaşamak duygu ve hayaline kapılmak.
Rabıta: Bağ, alaka.
Farazî: Farz edilen, varsayılan, sanki varmış gibi kabul edilen.
Tahayyül: Hayale getirmek, hayalde canlandırmak.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Emel: Ümit, kuvvetli istek, ummak.
Fevaid: Faydalar.

Tarîkat: Yol, manevî terbiye yolu.
Ehl-i tarîkat: Tarikata bağlı olanlar.
Meslek-i hakikat: Hakikat mesleği, akıl ve kalbin beraberliğinde olan manevî gelişme yolu.
Müstakbel: Gelecek, gelecek zaman.
Zaman-ı hazır: Hazır zaman, şimdiki zaman, şu anki zaman.
İstikbal: Gelecek, gelecek zaman.
Fikren: Fikir olarak, düşünce olarak.
Mevt: Ölüm.
Müşahede: Görme, seyretme, gözle görme.
İhlas-ı etemm: Tam ihlas.
 

Ahmet.1

Well-known member
İkinci Sebeb: İman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sâni'i netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm'in hazır nâzır olduğunu düşünüp, ondan başkasının teveccühünü aramayarak; huzurunda başkalarına bakmak, meded aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmek ile o riyadan kurtulup ihlası kazanır.

Her ne ise.. bunda çok derecat, meratib var. Herkes kendi hissesine göre ne kadar istifade edebilse, o kadar kârdır. Risale-i Nur'da riyadan kurtaracak, ihlası kazandıracak çok hakaik zikredildiğinden ona havale edip, burada kısa kesiyoruz.


İman-ı tahkikî: Araştırmaya, delil ve ispata dayanan ve yaşanan sağlam iman, Allah'ın (cc) varlığı ve birliği ile ilgili her bir şeydeki delillerden faydalanarak kazanılan sarsılmaz kuvvetli iman.
Marifet-i Sâni': Sanatkar yaratıcı olan Allah'ı (cc) tanıma ve bilme.
Masnuat: Sanatlı eserler, sanatlı yaratılmış varlıklar.
Tefekkür-ü imanî: İmanla ilgili düşünme ve düşünceyi çalıştırma.
Lemaat: Lem'alar, parıltılar.
Hâlık-ı Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli yaratıcı.
Nâzır: Nezaret eden, bakan, gözeten, gören.
Teveccüh: Yönelme, dönme, yöneliş. *Alaka, ilgi gösterme.
Meded: Yardım, imdat.
Muhalif: Zıt, aykırı, uymayan.

Derecat: Dereceler, basamaklar.
Hakaik: Hakikatlar, gerçekler ve doğrular.
 

Ahmet.1

Well-known member
İhlası kıran ve riyaya sevkeden pek çok esbabdan iki-üçünü muhtasaran beyan edeceğiz:

Birincisi: Menfaat-ı maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlası kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır.

Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi' etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip, hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla lisan-ı hal ile dahi istenilmez, belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlası zedelenir. Hem ﻭَﻟﺎَ ﺗَﺸْﺘَﺮُﻭﺍ ﺑِﺎَﻳَﺎﺗِﻰ ﺛَﻤَﻨًﺎ ﻗَﻠِﻴﻠﺎً "Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin." Bakara Sûresi, 2:41. âyetinin nehyine yanaşır, ameli kısmen yanar.

İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmare hodgâmlık cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o hususî hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder. Ehl-i hakikat nazarında sakîl bir vaziyet alır. Ve maddî menfaati de kaybeder.

Her ne ise.. bu hamur çok su götürür, kısa kesip yalnız hakikî kardeşlerimin içinde sırr-ı ihlası ve samimî ittifakı kuvvetleştirecek iki misal söyleyeceğim.



Muhtasaran: Kısa olarak, öz olarak.
Menfaat-ı maddiye: Maddî menfaat.
Netice-i hizmet: Hizmetin neticesi, hizmetin sonucu.
Muavenet: Yardım.
Bilfiil: Uygulamada, doğrudan doğruya gerçek halinde.
Hakikat-ı ihlas: İhlasın gerçeği, özü, hakikati.
Sadıkane: Sadıkçasına, bağlılık gösterircesine, samimi şekilde.
Hacat-ı maddiye: Maddi ihtiyaçlar.
Lisan-ı hal: Hal lisanı, durum ve görünüş konuşması.
Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
Muntazır: Bekleyen, gözleyen.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Hodgâmlık: Kendi keyfini düşünen, bencil.
Kudsiyet: Mukaddeslik, kutsallık.
Ehl-i hakikat: Hakikat ehli, islâmiyetin ve Kur'anın bildirdiği gerçekleri kabul edip yaşayanlar.
Sakîl: Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Sırr-ı ihlas: İhlas sırrı.
İttifak: Söz birliği etme, anlaşma.
 

Ahmet.1

Well-known member
Birinci Misal: Ehl-i dünya, büyük bir servet ve şiddetli bir kuvvet elde etmek için, hattâ bir kısım ehl-i siyaset ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin mühim âmilleri ve komiteleri, iştirak-i emval düsturunu kendilerine rehber etmişler. Bütün sû'-i istimalât ve zararlarıyla beraber, hârika bir kuvvet, bir menfaat elde ediyorlar. Halbuki iştirak-i emvalin çok zararlarıyla beraber, iştirakle mahiyeti değişmez. Herbirisi umuma -gerçi bir cihette ve nezarette- mâlik hükmündedir, fakat istifade edemez.

Her ne ise.. bu iştirak-i emval düsturu a'mal-i uhreviyeye girse; zararsız azîm menfaate medardır. Çünki bütün emval, o iştirak eden herbir ferdin eline tamamen geçmesinin sırrını taşıyor. Çünki nasılki dört beş adamdan iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Herbiri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin herbirinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, herbirinin noksansız, parçalanmadan birer lâmba oda ile beraber âyinesine girer. Aynen öyle de: Emval-i uhreviyede sırr-ı ihlas ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrik-ül mesaî.. o iştirak-i a'malden hasıl olan umum yekûn ve umum nur herbirinin defter-i a'maline bitamamiha gireceği ehl-i hakikat mabeyninde meşhud ve vaki'dir ve vüs'at-i rahmet ve kerem-i İlahînin muktezasıdır.

İşte ey kardeşlerim! Sizleri İNŞÂALLAH menfaat-ı maddiye rekabete sevketmeyecek. Fakat menfaat-ı uhreviye noktasında bir kısım ehl-i tarîkat aldandıkları gibi, sizin de aldanmanız mümkündür. Fakat şahsî, cüz'î bir sevab nerede; mezkûr misal hükmündeki iştirak-i a'mal noktasında tezahür eden sevab ve nur nerede?


Ehl-i dünya: Dünya ehli, yanlız dünya hayatını kabul edip onun için çalışanlar.
Ehl-i siyaset: Siyasettekiler, siyasetçiler.
Hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: İnsanların toplum hayatı.
Âmil: Yapan, işleyen, sebep.
İştirak-i emval: Malların ortaklığı, malları ortak etme.
Sû'-i istimalât: Kötüye kullanmalar, yanlış yerde kullanmalar.

A'mal-i uhreviye: Ahirete ait ameller, ahiretle ilgili işler.
Emval: Mallar.
Mâlik: Sahip. Mal sahibi.
Emval-i uhreviye: Ahirete ait mallar, öbür dünya yaşantısıyla ilgili mallar.
Sırr-ı uhuvvet: Kardeşlikteki gizli gerçek.
Tesanüd: Dayanışma.
Sırr-ı ittihad: İttihad sırrı, birlikteki derin mana ve gizli gerçek.
Teşrik-ül mesaî: Çalışmaların ortak edilmesi
İştirak-i a'mal: Yapılan işlerde ortak olma.
Yekûn: Toplam.
Defter-i a'mal: Herkesin bütün yaptıklarının meleklerce yazılıp kayıt edildiği manevî defter.
Bitamamiha: Tamamen, bütünüyle.
Meşhud: Görünen, görülen.
Vüs'at-i rahmet: Allah'ın (cc) merhametinin genişliği.
Kerem-i İlahî: Allah'ın (cc) ikramı, Allah'ın (cc) iyilik ve yardımı.
Mukteza: İktiza eden, gereken.

Menfaat-ı maddiye: Maddî menfaat.
Menfaat-ı uhreviye: Uhrevî menfaat, ahiretle ilgili fayda.
Ehl-i tarîkat: Tarikata bağlı olanlar.
Mezkûr: Bahsedilmiş, zikredilmiş, belirtilmiş.
Tezahür: Görünme, belirme, ortaya çıkma.
 

Ahmet.1

Well-known member
İkinci Misal: Ehl-i san'at, netice-i san'atı ziyade kazanmak için, iştirak-i san'at cihetinde mühim bir servet elde ediyorlar. Hattâ dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmağa çalışmışlar. O ferdî çalışmanın her günde yalnız üç iğne, o ferdî san'atın meyvesi olmuş. Sonra teşrik-ül mesaî düsturuyla on adam birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve hâkeza herbirisi iğne yapmak san'atında yalnız cüz'î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi' olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet sür'atle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesaî ve taksim-i a'mal düsturuyla olan san'atın semeresini taksim etmişler. Herbirisine bir günde üç iğneye bedel üçyüz iğne düştüğünü görmüşler. Bu hâdise ehl-i dünyanın san'atkârları arasında, onları teşrik-i mesaîye sevketmek için dillerinde destan olmuştur.

İşte ey kardeşlerim! Madem umûr-u dünyeviyede, kesif maddelerde böyle ittihad, ittifak ile neticeler, böyle azîm yekûn faideler verir; acaba, uhrevî ve nuranî ve tecezzi ve inkısama muhtaç olmayarak ve fazl-ı İlahî ile herbirisinin âyinesine umum nur in'ikas etmek ve herbiri umumun kazandığı misil sevaba mâlik olmak, ne kadar büyük bir kâr olduğunu kıyas edebilirsiniz! Bu azîm kâr, rekabetle ve ihlassızlık ile kaçırılmaz.


Ehl-i san'at: Sanatkârlar, sanatla uğraşanlar.
Netice-i san'at: Sanatın neticesi.
İştirak-i san'at: Sanat ortaklığı, sanat kabiliyetinin ortaklığı.
Ferdî: Tek başına, tek kişiyle ilgili.
Teşrik-ül mesaî: Çalışmaların ortak edilmesi, ortaklaşa çalışma.
Hâkeza: Bunlar gibi, bunun gibi.
Meleke: Tecrübelerin veya tekrarlamaların sonucu kazanılan bilgi ve beceri alışkanlığı.
Taksim-i a'mal: Amellerin taksimi, yapılacak işlerin paylaştırılması.
Ehl-i dünya: Yanlız dünya hayatını kabul edip onun için çalışanlar.

Umûr-u dünyeviye: Dünyaya ait işler, dünya ile ilgili işler.

İttihad: Birleşme, birlik.
Azîm: Büyük, yüce.
Uhrevî: Ahirete ait, ahiretle alakalı, öbür dünya ile ilgili.
Tecezzi: Bölünme, parçalara ayrılma, ufalanma.
İnkısam: Kısımlara ayrılma.
Fazl-ı İlahî: Allah'ın (cc) iyiliği, yardımı ve ikramı.
İn'ikas: Aksetme, yansıma.
 

Ahmet.1

Well-known member
İhlası kıran ikinci mani: Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi "şirk-i hafî" tabir edilen riyakârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlası zedeler.

Ey kardeşlerim! Kur'an-ı Hakîm'in hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı; şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip, {(Haşiye): Evet bahtiyar odur ki; kevser-i Kur'anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev'indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir.} onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek" olduğundan, mabeynimizde bu nevi hubb-u câhtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünki mesleğimize bütün bütün münafîdir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i manevîyi, şahsî, hodfüruşane, rekabetkârane, cüz'î bir şerefe ve şöhrete feda etmek; Risale-i Nur şakirdlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.

Evet Risale-i Nur şakirdlerinin kalbi, aklı, ruhu; böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmare bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir. Bir derece hükmünü; kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder. Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı ittiham etmem. Risale-i Nur'un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat nefs ve heva ve hiss ve vehim bazan aldatıyorlar. Onun için, bazan şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefs ve heva ve hiss ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız.

Evet eğer mesleğimiz şeyhlik olsa idi, makam bir olurdu veyahut mahdud makamlar bulunurdu. O makama müteaddid istidadlar namzed olurdu. Gıbtakârane bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir. Gıbtakârane müzahameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur; hizmetini tekmil eder. Pederane, mürşidane mesleklerdeki gıbtakârane hırs-ı sevab ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil: Ehl-i tarîkatın o kadar mühim ve azîm kemalâtları ve menfaatleri içindeki ihtilafatın ve rekabetin verdiği vahîm neticelerdir ki; onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid'a rüzgârlarına karşı dayanamıyor.


İhlas: İçten, gönülden, samimi, Allah'ın (cc) emirlerini Allah (cc) emrettiğinden dolayı ve rızası için yapmak.
Hubb-u câh: Makam sevgisi.
Şöhretperest: Şöhret düşkünü, şöhret tutkunu.
Saika: Sürükleyici sebep, götürücü sebep, sevkeden sebep.
Teveccüh-ü Âmme: Halkın yönelişi, halkın ilgi göstermesi.
Nazar-ı dikkat: Dikkatli bakış, dikkatle bakıp inceleme.
Enaniyet: Benlik, kendine güvenmek ve kendine dayanmak. Kişinin üzerinde görünen iyi ve güzel sıfatları kendinden bilmesi.
Maraz-ı ruhî: Ruha ait hastalık, ruhsal hastalık.
Şirk-i hafî: Gizli şirk olarak Allah'a (cc) ortak koşma.
Riyakârlık: Gösteriş, iki yüzlülük.
Hodfüruş: Kendini beğendirmeye çalışan, öğünen.

Kur'an-ı Hakîm: Hikmetlerle dolu Kur'an.

Uhuvvet: Kardeşlik.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Kevser-i Kur'anî: Kur'ana ait kevser, Kur'anın bitmez ve tükenmez manevî havuzu.
Mabeynimizde: Aramızda.
Münafî: Zıt, ters, aykırı.
Şeref-i manevî: Manevî şeref.
Hodfüruşane: Kendini beğendirmeye çalışırcasına, öğünür şekilde.
Rekabetkârane: Rekabet edercesine.kıskanırcasına, öne geçmeye çalışırcasına.
Risale-i Nur şakirdleri(talebeleri): Risale-i Nuru okuyup yaşamaya ve başkalarına ulaştırmaya çalışanlar.

Süflî: Alçak, aşağı, bayağı, adi.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Hissiyat-ı nefsiye: Nefse ait hisler, zevk ve menfaat, gurur ve inad gibi duygular.
Rağmına: Aksine, zıttına, istememene karşı.
İttiham: Suçlama.
Heva: Boş istek, gelip geçici heves, zararlı ve günaha iten istek ve özenti.
İhtiyat: Tedbirli olmak, ileriyi düşünerek önlemler alma.

Mahdud: Sınırlı, hudutlu, az sayıda.
Müteaddid: Çok sayıda, birçok, çeşitli.
İstidad: Kabiliyet, yetenek.
Namzed: Aday.
Gıbtakârane: İmrenircesine.
Hodgâmlık: Kendi keyfini düşünen, bencil.
Mürşid: İrşad eden.
Müzahame: Zahmet, zahmet verme, sıkıntı, sıkıştırma, itişip kakışma.
Medar: Sebep, vesile.
Muavin: Yardımcı, yardım eden.
Zahîr: Arka çıkan, yardımcı, destekleyen.
Tekmil: Tamamlama, eksiğini giderme.
Mürşidane: Mürşidcesine.
Hırs-ı sevab: Sevab hırsı, sevab kazanma hırsı.
Ulüvv-ü himmet: Gayretin yüceliği.
Ehl-i tarîkat: Kalb ve ruhu geliştirip iman ve islâm hakikatlarına yönlendiren manevî terbiye yoluna bağlı olanlar.
Kemalât: Kemaller, mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
İhtilafat: Anlaşmazlıklar, farklılıklar.
Bid'a: Dine aykırı olarak sonradan uydurulan âdet ve davranışlar, anlayışlar ve hareketler. İbadetle ilgili hükümlerde yani uydurmalar.
 

Ahmet.1

Well-known member
Üçüncü Mani: Korku ve tama'dır. Bu mani diğer bir kısım manilerle beraber Hücumat-ı Sitte'de tamamıyla izah edildiğinden ona havale edip, Cenab-ı Erhamürrâhimîn'den bütün esma-i hüsnasını şefaatçı yapıp niyaz ediyoruz ki: "Bizleri ihlas-ı tâmme muvaffak eylesin... Âmîn..."

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺑِﺤَﻖِّ ﺳُﻮﺭَﺓِ ﺍﻟْﺎِﺧْﻠﺎَﺹِ ﺍِﺟْﻌَﻠْﻨَﺎ ﻣِﻦْ ﻋِﺒَﺎﺩِﻙَ ﺍﻟْﻤُﺨْﻠِﺼِﻴﻦَ ﺍﻟْﻤُﺨْﻠَﺼِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ
ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ

Allahım! İhlâs Sûresinin hakkı için, bizi ihlâs sahibi olan ve ihlâsa eriştirilen kullarından eyle. Âmin, âmin.
"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin." Bakara Sûresi, 2:32.)


Tama': Doymazlık, açgözlülük, hırsla isteme.
Hücumat-ı Sitte: Altı hücum manasına gelen ve altı hücum yolunu gösterip susturan, Risale-i Nur'dan 29.Mektub'un 6.bölümünün adı.
Esma-i hüsna: En güzel isimler.
İhlas-ı tâmm: Tam ihlas.
 
Üst