Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir.

Ahmet.1

Well-known member
Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan; elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten-lil-âlemîn Zât'ın (A.S.M.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalalete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sekam-ı kalbîdir.

Meselâ:

Kâfir ve münafıkların Cehennem'de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak; Kur'anın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünki masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedid bir gadir ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın sû'-i akibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni' bir gadirdir.

Risale-i Nur'da kat'iyyetle isbat edilmiş ki; küfür ve dalalet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki; "İstirahatımızın selbine sebeb oldular" diye rivayet-i sahiha vardır. O halde kâfirin azab çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman masumlar da yanarlar, onlara acımamak olmuyor. Fakat cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.

Bir zaman, eski Harb-i Umumî'de, düşmanların ehl-i İslâma ve bilhâssa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azab çekerdim. Birden kalbime geldi ki: O maktul masumlar şehid olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor ve zayi' olan malları sadaka hükmünde olup, bâki bir mal ile mübadele olur. Hattâ o mazlumlar kâfir de olsa, âhirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belalara mukabil rahmet-i İlahiyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki; eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, "Yâ Rabbi! Şükür Elhamdülillah" diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.

Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Şefkat-i insaniye: İnsana ait şefkat, insanın şefkati.
Merhamet-i Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah'ın (cc) acıması ve yardım etmesi.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme, esirgeme.
Rahmeten-lil-âlemîn: Âlemlere rahmet, bütün dünyalar için rahmet olan (Hz. Muhammed (asm)).
Mertebe-i şefkat: Şefkat mertebesi, şefkat derecesi.
Dalalet: Sapıtma, doğru yoldan ayrılma, iman ve islâm yolundan sapmak.
İlhad: Dinsizlik, imansızlık.
Sirayet: Yayılma, bulaşma, geçme.
Maraz-ı ruhî: Ruha ait hastalık, ruhsal hastalık.
Sekam-ı kalbî: Kalbin hastalığı, kalbin bozukluğu.
Tevil: Bir sözden gaye edilmiş olması mümkün olan mana, bundan kasdedilen mana bu olabilir diyerek yapılan açıklama, bu mana bundan kasdedilmeş olması mümkündür ve olabilir demek.
Edyan-ı semaviye: Semavi dinler, Allah'ın (cc) gönderdiği gerçek dinler.
Kısm-ı azîm: Büyük kısım.
Tekzib: Yalanlamak.
Zulm-ü azîm: Büyük zulüm, büyük haksızlık.
Himayetkârane: Korurcasına, korur şekilde.
Bîçare: Çaresiz.
Şedid: Şiddetli, kuvvetli, sert.
Gadir: Haksızlık etmek, acımasızlık, hainlik.
Hayat-ı ebediye: Ebedî hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Şefkatkârane: Şefkatlicesine, şefkatli şekilde.
Şeni': Kötü, çok fena, çirkin.
Kat'iyyet: Kesinlik.
Zulm-ü azîm: Büyük zulüm, büyük haksızlık.
Selb: Kaldırma.
Rivayet-i sahiha: Peygamberimizce (asm) söylendiği kesin ve şüphesiz olan ve sağlam yollardan bize iletilen sözü.
Ehl-i İslâm: Müslümanlar.
Katl: Öldürme.
Müteellim: Acı çeken, acı duyan.
Rikkat: Acıma, incelik, yufka yüreklilik, kalb inceliği.
Maktûl: Öldürülmüş.
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.
Mübadele: Karşılıklı değiştirme, değiş tokuş.
Rahmet-i İlahiye: Allah'a (cc) ait rahmet, Allah'ın (cc) merhameti.
Perde-i gayb: Gayb perdesi, görünmeyi engelleyen perde.
Tezahür-ü rahmet: Rahmetin tezahürü, Allah'ın (cc) merhametinin ve acımasının meydana çıkması.
Elhamdülillah: Bütün hamdler (şükürler) kim söylese ve kime söylese sadece Allah'a (cc) mahsustur.
İfrat-ı şefkat: Şefkatte aşırılık.
Elem: Acı, dert, kaygı.
 

Ahmet.1

Well-known member
Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten li’l-âlemîn Zat’ın mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir belki dalalete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sekam-ı kalbîdir. Kastamonu Lahikası
 
Üst