Kelime Analizi 162: Dümdar-Pişdar

kenz-i mahfi

Sorumlu
DÜMDAR ---> Farsça (دمدار)
Askerlikte gerideki güvenliği sağlamakla görevli, geriden gelen ve askeri takip eden birlik, ordunun geriden gelen emniyet kuvveti manalarına gelmektedir. "Kuyruk sahibi ve kuyruklu olan" gibi manalara gelmektedir. Askerin geri tarafından gelip askerleri muhafaza ve geri kalanları koruma maksadıyla gerileyen bölüktür.

Bu kelimenin mukabili yani karşı anlamlısı "pişdâr" kelimesidir. "Pişdâr" (پيشدار) kelimesi yürüyüş halindeki askeri birliğin önünde giden, keşif ve güvenlik hizmeti gören öncü kuvvet manasına gelmektedir. Farsça bir kelimedir.

"Dümdar" kelimesi Farsça bir kelime olup "artçı" manasında kullanılmaktadır. Ordunun geriden gelen kuvvetidir. Kelime olarak Orta Farsça'da "kuyruk" manasına gelen "dumb" kelimesinden türetilmiştir. "-dâr" kelimesi Farsça bir ek olup "sahip, malik, tutan" manalarına gelmektedir.

Selçuklu Devleti'nde savaş meydanında ordu, diğer Türk ve İslam ordularında olduğu gibi merkez (kalb-ül ceyş), sağ kol (meymene), sol kol (meysere), öncü kuvvet (pişdar) ve artçı kuvvet (dümdar) şeklinde yerleştirilirdi.

Pişdarların Osmanlı Devletindeki adı akıncılar idi.

Osmanlı Devleti askeri teşkilatında sınır bölgelerinde, dtüşman memleketlerine ani baskınlar tertileyerek yıpratma harekatında bulunan hafif süvari birliklerine akıncılar denilmiştir. Akıncıların vazifesi düşmanın durumunu, yolları ve kuvveti hakkında bilgi toplamak, istihbarat yapmak, araziyi öğrenmek, esir ele geçirerek istihbarat görevi yapmak, ordunun 4-5 günlük mesafede önünde giderek orduya yol açmak gibi vazifeleri bulunurdu. Türklere has bir askeri birlik olup babadan oğula geçmekteydi. Günümüzün komanda birlikleri akıncılara benzetilebilir. Savaş zamanında düşman arazisini dolaşıp, orduya yol açmak, kurulması muhtemel pusuları ani ve süratli hareketleri ile bozmak vazifeleri idi. Atları, kendi hayat tarzlarına uygun olarak hızlı ve dayanıklı idi. On akıncıya "onbaşı", yüz akıncıya "yüzbaşı", bin akıncıya "binbaşı" komutanlık ederdi. Bu birliklerin başında ise Akıncı Beyi bulunurdu. Bir seferin akın olarak adlandırılabilmesi için akıncı beyinin iştirak etmesi şarttı. Akıncı beylerinin rütbeleri sancak beyi ile eşit derecede olup, fevkalade bir salahiyetle doğrudan padişahtan emir alırlardı. Akıncılar mensup oldukları kumandanların sülale isimleriyle anılırlardı. Malkoçoğulları, Turhanoğulları, Mihallioğulları gibi... Osmanlı Devletinin ilk akıncı beyi Evrenos Bey'dir. Akıncıların belirli bir maaşı bulunmayıp, ele geçirdikleri ganimetlerin 5'te 1'ini verdikten sonra geriye kalanı ile geçinirlerdi. Akıncıların belirli bir sayısı bulunmayıp 15. ası ortalarına kadar 40.000 kaa olduğu tahmin edilmektedir. Bilhassa Avrupa'ya yapılan seferlerde akıncıların büyük başarıları olmuştur. Öncü kuvvet olan akıncılar 1595 yılında Sadrazam Sinan Paşa'nın Eflak seferi sırasındaki mağlubiyetinden sonra güçlerini yitirmeye başlamışlardır.
Akıncılar sürekli ordu birliği olmayıp Rumeli'de serhad boylarına yakın yerlerde otururlar ve genellikle yaz aylarında, zaman zaman düşman topraklarına akın düzenlerlerdi. Devlet tarafından akıncılar için kışla tayin edilmez ve maaş bağlanmaz, teçhizat ve silah sağlanmazdı. Akıncılar silahlarını kendileri sağlarlar ve ele geçirdikleri ganimetler ile geçimlerini sağlarlardı. Vergiden muaf tutulurlardı. Akıncı olabilmek için güçlü ve genç olmak gerekirdi. Akıncıların defteri düzenli bir şekilde tutulur ve muhafaza edilirdi. Akıncı sıfatı babadan oğula geçmekte idi. Osmanlı Devleti'nde yaklaşık olarak 250 yıl boyunca en önemli teşkilatlardan biri olarak yerini korumuş daha sonra ise önemini yitirmiştir. Akıncılar hafif silah ve techizat taşıdıkları için kale muhasaralarına pek katılmazlardı.

Akıncılar kendi içlerinde yaptıkları görevlere göre çeşitli isimler alırlardı. Deli, serdengeçti, dalkılıç gibi isimler alırlardı. Akıncı fedaileri olan serdengeçtiler kuşatılan kalelere girerler, dalkılıçlar ise düşman içerisine birden dalarlar ve bunların çoğu geri dönemez, şehit olurlardı.

Risale-i Nur Külliyatı'nda "dümdar" kelimesi 4 yerde geçmektedir. Bunlar;
1-"Fakat o ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi olduğumu zannediyorum." (Barla Lahikası, sayfa 283) Burada "dümdar" ve zıt anlamlısı "pişdar" kelimesi aynı cümlede kullanılmıştır.
2-"Bu srra binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var." (Kastamonu Lahikası, sayfa 7) ----> Aynı cümle Sikke-i Tasdik-i Gaybi'de 187.sayfada geçmektedir.
3- "Ve derdim: "Onlar bunlar oldu veya bunlar onların dümdarlarıdır." (Kastamonu Lahikası, sayfa 251)

"Pişdar" kelimesi 12 defa zikredilmiştir.
1- "Kur'an-ı Hakîm, enbiyaları, insanların cemaatlerine terakkiyat-ı maneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdii gibi..." (Sözler, sayfa 254)
2-"...bizi hilafet komitesiyle ve Nakşi tarikatının gizli cemiyetiyle tam alakadar, belki pişdar gösterip hükümeti büyük bir telaşa sevkederek, Nur'un büyük mecmualarının İstanbul'da cildlenip alem-i İslam'a intişarını ve gayet makbuliyetlerini bir delil gösterip, hükümeti korkutup, kıskanç resmi hocaları ve vehham memurları aleyhimize insafsızca çevirdiler." (Şualar, sayfa 536) ---> Aynı ibare Tarihçe-i Hayatı kitabında 608.sayfada geçmektedir.
3-"Başımızan rezail ve ihtilafatın gubarını silkip, hakiki münevver ve müttehid olarak kervan-ı beni beşee pişdarlık edeceğiz." (Tarihçe-i Hayatı, sayfa 82)
4-"Evet Türk Milletini ve bu vatan ahalisini ve alem-i İslam'ı ebede kadar şerefle yaşatacak ve mazide olduğu gibi istikbalde de, tarihin altn sahifelerine, Kur'an ve İslâmiyet hizmetinde âlem-i İslâm'ın pişdarı ve namdar kumandanı olarak kaydettirecek medar-ı iftiharı Risale-i Nur'dur." (Tarihçe-i Hayatı, sayfa 155)
5-"Bin senedir insanların aradığı Mehdi Hazretlerinin pişdarı ve müjdecisi üstadımın neşrettii Risale-i Nur'dur." (Barla Lahikası, sayfa 146)
6-"Madem ki, gayemiz neşr-i envâr-ı hakaik-i Kur'an'dır. Bu mübarek ve kıymetdar eser-i giranbaha ise hakaik-i Kur'aniyenin hülâsası ve zübdesi ve tabiri caiz ise, tam bir pişdarıdır." (Barla Lahikası, sayfa 193)
7-"...yalnız o büyük adamın bir pişdar neferi olduğumu zannediyorum." (Barla Lahikası, sayfa 208)
8-"...o ali ruhlar önümüzde pişdar, etrafımızda zırh gibi ve muhafz ve muavin olduklarını göstermekle..." (Barla Lahikası, sayfa 280)
9--"Fakat o ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi olduğumu zannediyorum." (Barla Lahikası, sayfa 283) Burada "dümdar" ve zıt anlamlısı "pişdar" kelimesi aynı cümlede kullanılmıştır.
10-"Fani ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bazı cihetlerle birinci vazifede pişdarlık eden Nur şakirdlerinin şahs-ı manevisini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sayfa 10)
11-"Belki müceddiddir, onun pişdarıdır, denilebilir." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sayfa 10)
 
Üst