26. Söz / Birinci mebhas 'dan

Ahmet.1

Well-known member
Kader ve cüz'-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani mü'min herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk'a vere vere, tâ nihayette teklif ve mes'uliyetten kurtulmamak için "Cüz'-i ihtiyarî" önüne çıkıyor. Ona "Mes'ul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemalât ile mağrur olmamak için, "Kader" karşısına geliyor. Der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."

Cüz'-i ihtiyarî: Serbest ve hür hareket edebilme yeteneği.
Mes'ele-i mühimme: Mühim mesele, önemli konu.
Mebhas: Bölüm, kısım.
Hâlî: Boş, ıssız, tenha.
Vicdanî: Vicdana ait, vicdanla ilgili.
Sudûr: Çıkma, meydana gelme, kaynaklanma.
Kemalât: Kemaller, mükemmellikler, üstünlükler.



Evet kader, cüz'-i ihtiyarî; iman ve İslâmiyetin nihayet meratibinde.. kader, nefsi gururdan ve cüz'-i ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler. Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin işledikleri seyyiatının mes'uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in'am olunan mehasinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz'-i ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz'-i ihtiyariyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî mes'eleler değildir.

Meratib: Mertebeler, dereceler.
Adem-i mes'uliyet: Mesuliyetsizlik, sorumsuzluk, sorumlu olmama.
Mesail-i imaniye: İmana ait meseleler, imanla ilgili konular.
Mütemerrid: İnat eden, inatçı, dikkafalılık eden.
Nüfus-u emmare: Emmare nefisler, kötü ve çirkin duygular ve arzular.
Seyyiat: Günahlar, kötülükler, suçlar.
İn'am: Nimetlendirme.
Mehasin: İyilikler, güzellikler, iyi ahlaklar.
İstinad: Dayanma.
Sırr-ı kader: Allah'ın (cc) herşeyi sonsuz ilmiyle önceden belirlemesindeki derin mana ve gizli gerçek.
Hikmet-i cüz'-i ihtiyariye: Cüz-i ihtiyarinin hikmeti, insanın iradesinin gayesi.
 

Ahmet.1

Well-known member
Evet, manen terakki etmeyen avam içinde kaderin cây-ı istimali var. Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki, ye'sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa maasi ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atalete sebeb olsun. Demek kader mes'elesi, teklif ve mes'uliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, imana girmiş. Cüz'-i ihtiyarî, seyyiata merci' olmak içindir ki, akideye dâhil olmuş. Yoksa mehasine masdar olarak tefer'un etmek için değildir.

Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
Avam: Halktan olan. Fakirler sınıfından olan. Cahil tabakadan olan.
Cây-ı istimal: Kullanış yeri.
Maziyat: Geçmiş zamanlar, geçmiştekiler.
Mesaib: Musibetler, felaketler, belalar.
Ye's: Ümitsizlik.
Maasi: Günahlar.
İstikbaliyat: Gelecekler, gelecek zamanlar.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
Atalet: Tembellik, işsizlik, boş durma.
Fahr: Övünme, şeref duyma.
Cüz'-i ihtiyarî: Serbest ve hür hareket edebilme yeteneği.
Merci': Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer.
Mehasin: İyilikler, güzellikler, iyi ahlaklar.
Tefer'un: Firavunlaşmak, çok fazla kibirlenmek ve büyüklenmek.
 

Ahmet.1

Well-known member
Evet Kur'anın dediği gibi, insan seyyiatından tamamen mes'uldür. Çünki seyyiatı isteyen odur. Seyyiat tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir. Müdhiş bir cezaya kesb-i istihkak eder. Bir kibrit ile bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünki hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlahiye ve icad eden kudret-i Rabbaniyedir. Sual ve cevab, dâî ve sebeb, ikisi de Hak'tandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur.

Seyyiat: Günahlar, kötülükler, suçlar.
Tahribat: Tahripler, yıkımlar, bozmalar.
Seyyie: Günah, kötülük.
Kesb-i istihkak: Hak kazanma.
Hasenat: Güzellikler, iyilikler. İyi ameller.
İktiza: Gerekme, lazım gelme.
Rahmet-i İlahiye: İlahî rahmet, Allah'ın (cc) merhameti.
Kudret-i Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah'ın (cc) gücü.
Dâî: Davet eden, sebep olan. *Dua eden.


Fakat seyyiatı isteyen, nefs-i insaniyedir (ya istidad ile, ya ihtiyar ile). Nasılki beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiatı, çok mesalihi tazammun eden bir kanun-u İlahî ile icad eden yine Hak'tır. Demek sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakk'a ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.

Nefs-i insaniye: İnsanlığın nefsi, insanlıktaki, nefis.
İstidad: Kabiliyet, yetenek.
Taaffün: Çürüyüp kokuşma.
Mesalih: Maslahatlar, faydalar. İşler.
Tazammun: İçine almak.
Kanun-u İlahî: İlahî kanun, Allah'ın (cc) kanunu.
Sebebiyet: Sebeplik, sebep olma.
 

Ahmet.1

Well-known member
İşte şu sırdandır ki: Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasılki pekçok mesalihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tenbel bir adam diyemez: "Yağmur rahmet değil." Evet halk ve icadda bir şerr-i cüz'î ile beraber hayr-ı kesîr vardır. Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesîri terketmek, şerr-i kesîr olur. Onun için o şerr-i cüz'î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlahîde şer ve çirkinlik yoktur. Belki, abdin kesbine ve istidadına aittir.

Kesb-i şer: Kötülüğü kazanmak, kötülüğü elde etmek için yönelmek.
Halk-ı şer: Kötülük ve fenalıkların yaratılması.
Şerr-i cüz'î: Cüz'î şer, az ve küçük kötülük.
Hayr-ı kesîr: Çok hayır, çok iyilik.
Şerr-i kesîr: Çok kötülük.
İcad-ı İlahî: Allah'ın (cc) icad etmesi, Allah'ın (cc) yaratması.
Kesb: Kazanma, edinme, işi gerçekleştirmek için yönelme.



Hem nasıl kader-i İlahî, netice ve meyveler itibariyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de: İllet ve sebeb itibariyle dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünki kader, hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zahirî gördükleri illetlere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adaletinde zulme düşerler. Meselâ: Hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sârık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte kader-i İlahî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlahînin adaleti ve insan kesbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek kader ve icad-ı İlahî; mebde' ve münteha, asıl ve fer', illet ve neticeler itibariyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.

Kader-i İlahî: Allah'ın (cc) takdiri, Allah'ın (cc) herşeyi sonsuz ilmiyle belirlemesi.
Münezzeh: Temiz, pak, arınmış.
Kubuh: Kubh, çirkinlik, kötülük.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili.
Sirkat: Hırsızlık.
Sârık: Hırsız.
Şey-i vâhid: Tek şey, tek nesne.
Mebde': Başlangıç, baş taraf. *Kök, temel, kaynak.
Münteha: Son, sonuç.
Fer': Şube, kol. İkinci derecede olan. Dal budak.
 

Ahmet.1

Well-known member
Eğer denilse: "Madem cüz'-i ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kesbden başka insanın elinde birşey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'da, Hâlık-ı Semavat ve Arz'a karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş. Hâlık-ı Arz ve Semavat, ondan azîm şikayetler ediyor. O âsi insana karşı abd-i mü'mine yardım için kendini ve melaikesini tahşid ediyor. Ona azîm bir ehemmiyet veriyor."

Emr-i itibarî: Aslında olmadığı halde var olduğu kabul edilen emir, iş.
Kesb: Kazanma, edinme, işi gerçekleştirmek için yönelme.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Hâlık-ı Semavat: Göklerin yaratıcısı.
Azîm: Büyük, yüce.
Abd-i mü'min: İmanlı kul, inançlı kul.
Melaike: Melekler.
Tahşid: Yığma. Toplama. Biriktirme.



Elcevab: Çünki küfür ve isyan ve seyyie, tahribdir, ademdir. Halbuki azîm tahribat ve hadsiz ademler, bir tek emr-i itibarîye ve ademîye terettüb edebilir. Nasılki bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i îfasıyla, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa'yleri ibtal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüb ediyor. Öyle de: Küfür ve masiyet, adem ve tahrib nev'inden olduğu için, cüz'-i ihtiyarî bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müdhiş netaice sebebiyet verebilir. Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delail-i vahdaniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzib ve bütün tecelliyat-ı esmayı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esma-i İlahiye namına Cenab-ı Hak kâfirden şedid şikayet ve dehşetli tehdidat etmek; ayn-ı hikmettir ve ebedî azab vermek, ayn-ı adalettir.

Seyyie: Günah, kötülük.
Adem: Yokluk, hiçlik.
Tahribat: Tahripler, yıkımlar, bozmalar.
Ademî: Yokluğa ait, hiçlikle ilgili.
Sefine: Gemi.
Netice-i sa'yleri: Çalışmalarının sonucu.
Masiyet: Günah, isyan, emre karşı gelme.
Netaic: Neticeler, sonuçlar.
Çendan: Gerçi, her ne kadar.
Abesiyet: Faydasızlık ve gayesizlik.
Tahkir: Hor görmek, küçük görmek, küçümsemek.
Delail-i vahdaniyet: Birliğin delilleri, Allah'ın (cc) kainattaki birliğinin delilleri.
Tekzib: Yalanlamak.
Tecelliyat-ı esma: Allah'ın (cc) isimlerinin kendilerini eserleriyle belli edip göstermesi.
Tezyif: Küçük düşürme, küçümseme.
Esma-i İlahiye: Allah'a (cc) ait isimler.
Tehdidat: Tehditler, korkutmalar.
Ayn-ı hikmet: Gayeler ve faydalar gözetmenin ta kendisi.
Ayn-ı adalet: Adaletin ta kendisi, tam adalet.



Madem insan, küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor. Az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için ehl-i iman, onlara karşı Cenab-ı Hakk'ın inayet-i azîmine muhtaçtır. Çünki on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhde etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeğe çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; mü'minlerin de, böyle edebsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenab-ı Hakk'ın çok inayatına muhtaçtırlar.

Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
İnayet-i azîm: Büyük iyilik ve yardım.
Deruhde: Üstlenme.
Ehl-i isyan: İsyan edenler.
İnayat: İnayetler, iyilikler, lütuflar, yardımlar.
Paylaş
 

Ahmet.1

Well-known member
Elhasıl: Eğer kader ve cüz'-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemal-i iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenab-ı Hakk'a verir, onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahsetsin. Çünki madem nefsini ve herşeyi Cenab-ı Hak'tan bilir, o vakit cüz'-i ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhde eder. Seyyiata merciiyeti kabul edip, Rabbini takdis eder. Daire-i ubudiyette kalıp, teklif-i İlahiyeyi zimmetine alır. Hem kendinden sudûr eden kemalât ve hasenat ile gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.

Ehl-i huzur: Allah'ın (cc) manevî yakınlığını kazanan ve Allah'ın (cc) sürekli gözetimi altında olduğunu unutmayanlar.
Kemal-i iman: Tam iman, mükemmel ve eksiksiz iman.
Tasarrufunda: İdaresinde, yönetiminde.
Cüz'-i ihtiyarî: Serbest ve hür hareket edebilme yeteneği.
Merciiyet: Mercilik, başvuru yeri olma.
Daire-i ubudiyet: Ubudiyet dairesi, kulluk sahası.
Sudûr: Çıkma, meydana gelme, kaynaklanma.
Hasenat: İyilikler, sevaplar.
Fahr: Övünme.



Eğer kader ve cüz'-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünki nefs-i emmaresi, gaflet veya dalalet saikasıyla kâinatı esbaba verip, Allah'ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir. Mes'uliyeti ve kusuru kadere havale eder. O vakit, nihayette Cenab-ı Hakk'a verilecek olan cüz'-i ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi manasızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes'uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.

Ehl-i gaflet: Gafiller, Allah'a (cc) ve ahirete inandıkları halde ilgisiz kalanlar.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Dalalet: Sapıtma, doğru yoldan ayrılma, iman ve islâm yolundan sapmak.
Esbab: Sebepler.
Temlik: Mal sahibi etmek, mülk olarak vermek, sahiplendirmek.
Medar-ı nazar: Bakmaya sebep, bakıp değer vermeye göz önünde bulundurmaya sebep.
Desise-i nefsiye: İnsandaki kötü zevklerin ve isteklerin hile ve aldatması.
 

Ahmet.1

Well-known member
"Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler." cümlesini izah eder misiniz? Yazar: Sorularla Risale, 10-4-2009

“Kader, nefsi gururdan ve cüz’-i ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler.”(1)

Bu cümlede iki ayrı hakikat birlikte sunuluyor: Birisi, “Kader, nefsi gururdan kurtarır.” Diğeri,“İnsan cüz’i irade ile, sorumluluğu üzerine alır ve günahlarının cezasını çekmeyi hak eder.”

Dünya işlerindeki başarılarımız gibi ibadetlerimiz de birer İlâhî lütuftur. Bunlarda da bizim hissemiz çok azdır. Mesela, namazı Allah emretmiş, nasıl kılınacağını Allah Resulü (asm) öğretmiştir. Dünyayı döndürmekle namaz vakitlerimizi getiren O olduğu gibi, namazda okuduğumuz âyetleri de O inzâl buyurmuştur. İnsana, sadece “namaz kılmaya yahut kılmamaya karar vermek” kalır.

O halde insan, yaptığı ibadet ile övünemez, ancak bu şerefe mazhar olduğu için Rabb’ine şükreder.

“Manen terakki etmeyen avam içinde kaderin cây-ı istimali var. Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa maasi ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atalete sebeb olsun.”(2)

Manen terakki eden ermiş insanlar, evliya ve asfiya, lütufla kahır arasında fark görmezler; Allah’ın her türlü takdirine karşı tam bir teslimiyet ve rıza içindedirler. Bu özel bir durumdur. Bediüzzaman, geniş halk kitlelerine, musibetlerde ve maziye gömülmüş olaylarda kaderi hatırlamalarını tavsiye eder ve bunun faydasını da ümitsizliğe düşmemek ve gereksiz yere üzülmemek şeklinde belirler.

Mazide kaçırdığı fırsatlar için bir ömür boyu üzülüp dövünmenin insana hiç faydası yoktur, ama zararı kesindir. Böyle bir insan, maziyi kadere havale etmeli, “Bunda da bir hayır vardır” diyerek hayatını çileden, azaptan kurtarmalıdır.

İstikbâle gelince, insan, kaderinin ne olduğunu bilmediğine göre, cüz’i iradesini kullanmak mecburiyetindedir. Üzerine düşen görevi yaptıktan sonra, tevekkül yoluna girebilir. Yoksa tembelce oturamaz.


(1) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz
(2) bk. a.g.e.
 

Ahmet.1

Well-known member
Kader, her şeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir. Mesnevi-î Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Her bir zîhayatın müddet-i hayatında geçireceği ahval ve etvarı, o kaderin kalemiyle tersim edilmiş. Çünkü sergüzeşt-i hayatı, bir intizam ve mizan ile cereyan ediyor. Suretler değiştiriyor, şekiller alıyor. Sözler
 
Üst