33. Söz / 19. Pencere

Ahmet.1

Well-known member
ﺗُﺴَﺒِّﺢُ ﻟَﻪُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕُ ﺍﻟﺴَّﺒْﻊُ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽُ ﻭَﻣَﻦْ ﻓِﻴﻬِﻦَّ ﻭَ ﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp, Onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)
sırrınca: Sâni'-i Zülcelal, semavatın ecramına o kadar hikmetler, manalar takmış ki; güya celal ve cemalini ifade etmek için semavatı; güneşler, aylar, yıldızlar kelimeleriyle söylettirdiği gibi, cevv-i semada dahi olan mevcudata öyle hikmetler ve manalar ve maksadlar takmış ki; güya o cevv-i semayı berkler, şimşekler, ra'dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor. Ve kemal-i hikmet ve cemal-i rahmetini ders veriyor. Ve nasıl zemin kafasını, hayvanat ve nebatat denilen manidar kelimeleriyle söyleştirip kemalât-ı san'atını kâinata gösteriyor.

Sâni'-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi sanatkar yaratıcı.
Semavat: Gökler.
Ecram: Cirimler, ruhsuz ve cansız büyük varlıklar, yıldızlar.
Celal: Büyüklük, ululuk, haşmet.
Cemal: Güzellik.
Cevv-i sema: Gökyüzü, gök boşluğu, atmosfer.
Ra'd: Gök gürültüsü.
İntak: Söyletme, konuşturma.
Kemal-i hikmet: Tam bir hikmet, kusursuz ve mükemmel olarak gayeleri ve faydaları gözetmek.
Nebatat: Bitkiler.
Kemalât-ı san'at: Sanattaki kusursuz mükemmellikler.



Öyle de; o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi; yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemal-i san'atını ve cemal-i rahmetini ilân ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup dekaik-ı san'atını ve kemal-i rububiyetini ehl-i şuura talim ediyor. İşte bu hadsiz kelimat-ı tesbihiye içinde yalnız tek bir sünbül ve tek bir çiçeğin tarz-ı ifadesine kulak verip dinleyeceğiz. Nasıl şehadet eder, bileceğiz.

Dekaik-ı san'at: Sanat incelikleri.
Kemal-i rububiyet: Rububiyetin (Rabliğin) mükemmelliği, varlıkları yetiştirme ve terbiye etmekteki mükemmellik.
Ehl-i şuur: Şuurlular, bilinçli olanlar.
Kelimat-ı tesbihiye: Allah'ın (cc) kusursuzluğunu bildiren sözler.
Tarz-ı ifade: İfade tarzı, anlatma şekli, söyleme biçimi.



Evet herbir nebat, herbir ağaç, pekçok lisan ile Sâni'lerini öyle gösteriyorlar ki; ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara "Sübhanallah! Ne kadar güzel şehadet ediyor!" dedirtirler.

Nebat: Bitki.
Sâni': Sanatkar yaratıcı, sanatlı şekilde yaratan.
Ehl-i dikkat: Dikkatliler, inceleyenler.
Sübhanallah: Her türlü eksikliklerden ve noksanlıklardan uzak ve kusursuz olan Allah (cc).



Evet, herbir nebatın çiçek açması zamanında ve sünbül vermesi anında, tebessümkârane manevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zahirdir. Çünki herbir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sünbülün lisanıyla ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimatıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşahede ilmi gösteren bir mizan içindedir.

Tebessümkârane: Tebessüm edercesine, gülümsercesine.
Tekellüm: Konuşmak, söylemek.
Zahir: Açık, görünür, belli.
Mevzun: Ölçülü.
Habbe: Tane, tohum.
Kelimat: Kelimeler, sözler.
Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi, gözönünde olarak.


Ve o mizan ise, meharet-i san'atı gösteren bir nakş-ı san'at içindedir. Ve o nakş-ı san'at, lütuf ve keremi gösteren bir zînet içindedir. Ve o zînet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren latif kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu manidar keyfiyetler, öyle bir lisan-ı şehadettir ki; hem Sâni'-i Zülcemal'ini esmasıyla tarif eder, hem evsafıyla tavsif eder, hem cilve-i esmasını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.

Meharet-i san'at: Sanat mahareti, sanattaki ustalık.
Nakş-ı san'at: Sanat süslemesi.
Zînet: Süs, güzellik.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme.
İhsan: İyilik, lütuf, bağışlama, cömertlik.
Keyfiyet: Özellik, nitelik, kıymet.
Esma: İsimler.
Evsaf: Vasıflar, nitelikler, özellikler.
Cilve-i esma: İsimlerin kendini belli edip göstermesi.
Teveddüd: Kendini sevdirmek.
Taarrüf: Kendini tanıttırma, kendini bildirme.



İşte bir tek çiçekten böyle bir şehadet işitsen, acaba zemin yüzündeki Rabbanî bağlarda umum çiçekleri dinleyebilsen, ne derece yüksek bir kuvvetle Sâni'-i Zülcelal'in vücub-u vücudunu ve vahdetini ilân ettiklerini işitsen, hiç şübhen ve vesvesen ve gafletin kalabilir mi? Eğer kalsa, sana insan ve zîşuur denilebilir mi?

Rabbanî: Rabbe ait, herşeyin sahibi ve terbiyecisiyle ilgili.
Sâni'-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi sanatkar yaratıcı.
Vücub-u vücud: Vücudun vücubu, varlığının zorunlu olması, olmaması imkansız olan varlık.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Zîşuur: Şuur sahibi, bilinç sahibi, şuurlu.



Gel şimdi bir ağaca dikkatle bak! İşte bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin mevzunen açılması, meyvelerin hikmetle, rahmetle büyümesi ve dalların ellerinde, masum çocuklar gibi, nesimin esmesiyle oynaması içindeki latif ağzını gör.

Mevzunen: Ölçülü olarak.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Nesim: Hafif ve yumuşak esen hoş ve güzel rüzgar.



Nasıl bir dest-i kerem ile yeşillenen yaprakların dili ile ve bir neş'e-i lütuf ile tebessüm eden çiçeklerin lisanıyla ve bir cilve-i rahmet ile gülen meyvelerin kelimatı ile ifade edilen hikmetli nizam içindeki adilli mizan; ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli san'atlar, nakışlar ve meharetli nakışlar ve zînetler içinde rahmet ve ihsanı gösteren ayrı ayrı tatlı tatmaklar ve ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mu'cize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zahir bir surette bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm, Muhsin, Mün'im, Mücemmil, Mufaddıl'ın vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Dest-i kerem: Kerem eli, bağış ve cömertlik, iyilik ve yardım eli.
Neş'e-i lütuf: İltifat ve iyiliğin sevinci.
Cilve-i rahmet: Rahmet cilvesi, acıma ve şefkatin belirtisi.
Mu'cize-i kudret: Kudret mucizesi, Allah'ın (cc) sonsuz gücünün mucizesi.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Muhsin: İhsan eden, iyilik ve lütufta bulunan.
Mün'im: Nimet veren, nimetlendiren, Nimetlerin gerçek sahibi olan ve varlıkların her türlü ihtiyaçlarını karşılayan Allah (cc).
Mücemmil: Güzel yaratan, güzelleştiren.
Mufaddıl: Faziletlendiren, yükselten, iyilik eden ve nimet veren.
Kemal-i rububiyet: Rububiyetin (Rabliğin) mükemmelliği, varlıkları yetiştirme ve terbiye etmekteki mükemmellik.


İşte eğer bütün rûy-i zemindeki ağaçların lisan-ı hallerini birden dinleyebilsen,
ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻣَﺎ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﻣَﺎ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ Göklerde ne var, yerde ne varsa, Allah’ı tesbih eder. (Cumâ Sûresi: 1.)
hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın.

Rûy-i zem: Yeryüzü.
Lisan-ı hal: Hal lisanı, durum ve görünüş konuşması.



İşte ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerim-i Zülcemal, tanımak istenilmezse bu lisanları susturmalı. Mademki susturulmaz, dinlemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünki sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdaniyet şahidleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkûm ederler...

Bedbaht: Bahtı kara, mutsuz, talihsiz.
Gafil: Gaflette olan. Düşüncesiz, ilgisiz ve habersiz.
Kerim-i Zülcemal: Sonsuz güzellikler sahibi çok cömert ve iyilik sever olan Allah (cc).
Sükût: Sessiz, suskun, susma.
Vahdaniyet: Birlik, Allah'ın (cc) birliği.
 

Ahmet.1

Well-known member
Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evamir-i İlahiyeye musahharlardır. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Yıldızlar, şemsler arasında mümaselet olduğu gibi filcümle müsavat da vardır. Binaenaleyh onlardan biri ötekilere Rab olamaz. Ve onlardan birine Rab olan, hepsine de Rab olur. Ve keza her şeye de Rab olur. Mesnevi-î Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Şu garib âlemin sahibine her şey musahhardır. Her şey onun hesabına çalışır. Her şey ona bir emirber nefer hükmündedir. Her şey onun kuvvetiyle döner. Her şey onun emriyle hareket eder. Her şey onun hikmetiyle tanzim olur. Her şey onun keremiyle muavenet eder. Her şey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur.

Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Evet, hadsiz cemal ve kemalât-ı İlahiye ve nihayetsiz mehasin ve hüsn-ü Rabbanî ve hesapsız ihsanat ve beha-i Rahmanî ve gayetsiz kemal-i cemal-i Samedanî, ancak vahdet âyinesinde ve vahdet vasıtasıyla şecere-i hilkatin nihayatındaki cüz'iyatın simalarında temerküz eden cilve-i esmada görünür. Şualar
 

Ahmet.1

Well-known member
Bu kâinatta göz ile görünen hakîmane ef'alin ve basîrane tasarrufatın şehadetiyle bu masnuat bir Hâkim-i Hakîm'in, bir Kebir-i Kâmil'in hudutsuz sıfât ve isimleriyle ve nihayetsiz mutlak olan ilim ve kudretiyle yapılıyor, icad ediliyor. Şualar
 
Üst