Şu kelime sarih bir mertebe-i tevhidi gösterir.

Ahmet.1

Well-known member
ﻭَﺣْﺪَﻩُ Allah birdir.) İşte şu kelime sarih bir mertebe-i tevhidi gösterir. Şu mertebeyi dahi, a'zamî bir surette isbat eden gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki:

Biz gözümüzü açtıkça, kâinat yüzüne nazarımızı saldırdıkça, en evvel gözümüze ilişen, âmm ve mükemmel bir nizamdır ve şamil, hassas bir mizandır görüyoruz. Herşey dakik bir nizam ile, hassas bir mizan ve ölçü içindedir.

Daha bir parça dikkat-i nazar ettikçe, yeniden yeniye bir tanzim ve tevziniyet gözümüze çarpıyor. Yani: Birisi, intizam ile o nizamı değiştiriyor ve tartı ile o mizanı tazelendiriyor. Herşey bir model olup, pek kesretli muntazam ve mevzun suretler giydiriliyor.

Daha ziyade dikkat ettikçe, o tanzim ve tevzin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor, bir hak, bir faide takib ediliyor.

Daha ziyade dikkat ettikçe, gayet hakîmane bir faaliyet içinde bir kudretin tezahüratı ve herşey'in her şe'nini ihata eden gayet muhit bir ilmin cilveleri nazar-ı şuurumuza çarpıyor. Demek bütün mevcudattaki şu nizam ve mizan, umuma âmm bir tanzim ve tevzini ve o tanzim ve tevzin, âmm bir hikmet ve adaleti ve o hikmet ve adalet, bir kudret ve ilmi gözümüze gösteriyor. Demek bir Kadîr-i Külli Şey ve bir Alîm-i Külli Şey, şu perdeler arkasında akla görünüyor.

Said Nursi


Sarih: Açık, belirli, belli, aşikar.
Mertebe-i tevhid: Tevhid mertebesi, Allah'ın (cc) birliğine ve ortağı olmadığına inanma derecesi.
Bürhan: Kesin delil, ispat vasıtası.
Âmm: Umumi, genel.
Şamil: Çevreleyen, içine alan, kaplayan, içeren.
Dikkat-i nazar: Dikkatlice bakma, dikkatli bakış.
Tevziniyet: Tevzinlik, ölçülendirmeklik.
Kesret: çokluk, bolluk.
Mevzun: Ölçülü.
Tevzin: Ölçülendirme, ölçülü duruma getirme, tartma.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Maslahat: Fayda, yarar.
Hakîmane: Hikmetli olarak, herşeyde faydalar ve gayeler gözetircesine.
Tezahürat: Görünmeler, meydana çıkmalar.
İhata: Kuşatma, içine alma.
Muhit: Kuşatan, çevreleyen.
Nazar-ı şuur: Şuurlu nazar, şuurlu (bilinçli) bakış.
Kadîr-i Külli Şey: Her şeye kudreti (gücü) yeten Allah (cc).
Alîm-i Külli Şey: Herşeyi bilen sonsuz ilim sahibi olan Allah (cc).
 

Ahmet.1

Well-known member
Hem herşey'in evveline ve âhirine bakıyoruz, hususan zîhayat nev'inde görüyoruz ki: Başlangıçları, asılları, kökleri, hem meyveleri ve neticeleri öyle bir tarzdadır ki; güya tohumları, asılları; birer tarife, birer proğram şeklinde bütün o mevcudun cihazatını tazammun ediyor. Ve neticesinde ve meyvesinde; yine bütün o zîhayatın manası süzülüp onda tecemmu' eder, tarihçe-i hayatını ona bırakır. Güya onun aslı olan çekirdeği, desatir-i icadiyesinin bir mecmuasıdır. Ve meyvesi ve semeresi ise, evamir-i icadiyesinin bir fihristesi hükmünde görüyoruz.

Sonra o zîhayatın zahirine ve bâtınına bakıyoruz. Gayet derecede hikmetli bir kudretin tasarrufatı ve nafiz bir iradenin tasviratı ve tanzimatı görünüyor. Yani, bir kuvvet ve kudret icad eder; bir emir ve irade suret giydirir.

İşte bütün mevcudat, böyle evveline dikkat ettikçe bir ilmin tarifenamesi ve âhirine dikkat ettikçe bir Sâni'in plânı ve beyannamesi ve zahirine baktıkça bir Fâil-i Muhtar'ın ve Mürid'in gayet san'atlı ve tenasüblü bir hulle-i san'atı ve bâtınına baktıkça bir Kadîr'in gayet muntazam bir makinesini müşahede ediyoruz.



Zîhayat: Hayat sahibi, canlı.
Tazammun: İçine almak.
Tecemmu: Toplanma, birikme.
Desatir-i icadiye: İcatla alâkalı düsturlar, yaratılma ile ilgili kurallar.
Evamir-i icadiye: Yaratmayla ilgili emirler.
Zahir: Açık, görünür, görünen, belli. *Dış yüz, görünüş.
Bâtın: İç, görünmeyen, içyüz.
Tasarrufat: İşleri idare etme ve yürütme. Allah'ın (cc) yapıp yürüttüğü işler.
Nafiz: Nüfuz eden, içe işleyen, geçerli, sözü geçen, etkili.
Tanzimat: Tanzimler, düzenlemeler.
Sâni': Sanatkar yaratıcı.
Fâil-i Muhtar: Dilediği şekilde serbest olarak iş yapan Allah (cc).
Tenasüb: Uygunluk, uyumluluk, uyma, uyum.
Müşahede: Görme, seyretme, gözle görme.
 

Ahmet.1

Well-known member
İşte şu hal ve şu keyfiyet, bizzarure ve bilbedahe ilân eder ki; hiçbir şey, hiçbir zaman, hiçbir mekân bir tek Sâni'-i Zülcelal'in kabza-i tasarrufundan hariç olamaz. Herbir şey ve bütün eşya, bütün şuunatıyla, bir Kadîr-i Mürid'in kabza-i tasarrufunda tedbir edilir. Ve bir Rahman-ı Rahîm'in tanzimiyle ve lütfuyla güzelleştiriliyor. Ve bir Hannan-ı Mennan'ın tezyiniyle süslendiriliyor.

Evet başında şuur ve yüzünde gözü bulunana şu kâinat ve şu mevcudattaki nizam ve mizan ve tanzim ve tevzin; bir tek, yekta, Vâhid, Ehad, Kadîr, Mürîd, Alîm, Hakîm bir zâtı vahdaniyet mertebesinde gösterir. Evet her şeyde bir birlik var. Birlik ise, biri gösterir. Meselâ, dünyanın lâmbası olan Güneş birdir; öyle ise, dünyanın mâliki dahi birdir. Meselâ, zemin yüzündeki zîhayatların hizmetçileri olan hava, ateş, su birdir; öyle ise, onları istihdam eden ve bizlere müsahhar eden dahi birdir.



Keyfiyet: Özellik, nitelik, kıymet.
Bizzarure: Zorunlu olarak, ister istemez.
Bilbedahe: Apaçık, açık olarak, besbelli.
Sâni'-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi sanatkar yaratıcı.
Kabza-i tasarruf: Tasarruf (idare) eli.
Rahman-ı Rahîm: Çok acıyıcı ve şefkatli olup sayısız nimetlerin sahibi ve vericisi olan Allah (cc).
Yekta: Tek, yanlız, eşsiz.
Vâhid: Eşi, benzeri, kısımları ve parçası bulunmayan.
Alîm: Sonsuz ilim sahibi.
Vahdaniyet: Birlik, Allah'ın (cc) birliği.
 
Üst