İnsan ve eşya

durmuþ göktekin

Active member
İnsan ve eşya!

Allah (cc); “Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?..” [Lokman, 20] buyuruyor. Allah (cc) bize ne vermişse emanet olarak vermiştir. İnsanın kendisi dahi kendine emanettir. Emanet, emniyet ve güven içinde muhafaza edilmelidir. Organlarımızı günah kirleriyle kirlendirmeden kullanmalıyız. Ağzımıza haram lokma koymamalıyız. Ellerimizi harama uzanmamalıyız. Ayaklarımızla harama yürümemeliyiz. Gözlerimizle harama bakmamalıyız. Kulaklarımızla, haram sesleri ve sözleri dinlememeliyiz. Dilimiz, ya hakkı söylemeli veya susmalı. Aynı zamanda organlarımızı temiz tutmalıyız. Bize bunlar başlangıçta nasıl temiz teslim edilmişse, biz de sahibine öyle teslim etmeyi gaye edinmeliyiz. Ki, bir azarlanma ve cezalandırılmayla karşılaşmayalım.

Eşya ve varlıklar, insanın hizmetinde, insanla mukayyettir. Yani insana bağlı, insana kayıtlıdır ve insanın emrindedir. Bugün, eşya ve varlık insanı teslim almış, insan eşya ve varlığın emrine girmiştir. Evlerde eşyanın esiri olan insan kendine yer bulamamıştır. Katına, yatına, otomobiline, yazlığına, kışlığına, köşküne, villasına esir olanların sayısı günden güne artmaktadır.
Ama biz bunlarla yetinmeyip modern dünyanın sunduğu, salgın haline gelen eşya hastalığına yakalanmışız. Yemeye ekmeğim olmasın ama evimde koltuğum, kanepem, odamda avizem, mutfağımda bulaşık makinem, yemek masam, çeşitli elektrikli eşyalarım, yatak odam, makyaj malzemelerim bulunsun istiyoruz. İnsanın kullanacağı o kadar çok çeşitli malzemeler üretilmiş ki sayısı belli değil. Çarşıya çıkan herkes ne alacağını şaşırıyor. Her gördüğünün lüzumlu olduğunu zannediyor ve almaya çalışıyor. Alırsa mutlu, alamaz ise mutsuz oluyor. Neyin neyden önce geldiğini bilmiyor.

Biz, Müslüman bir toplumuz. Müslümanların İlmihal kitaplarında (hacet-i asliye), asıl ihtiyaçlar diye bir kural vardı. Hayatımızı devam ettirebilmemiz için lüzumlu ürün ve eşyalardan eksik olanlar varsa onlar alınır, kullanılırdı. Bunun dışındakilere itibar edilmezdi. Müslüman mütevazı yaşar, düşmana karşı güçlü olurdu. Dün, Müslümanlar arasında diyargamlık vardı. Bugün, bunun yerini bencillik aldı. Bencillik de iyilik adına ne varsa silip, süpürdü, çöpe attı.

Pek çok eşya bas, bas bağırıyor. “Ey insan, ben olmasam da sen hayatını devam ettirebilirsin” Bu ses çokları tarafından duyulmuyor. Komşuda görüyor, çarşıda gözüne takılıyor, beynini kemiriyor. Gözüm çıkacağına, beynim patlayacağına, ne yapıp yapmalıyım, bunu almalıyım diyen kendini altından kalkamayacağı sorumluluğa sokuyor. Yıkılıp kaldığında da avaz, avaz bağırmaya başlıyor. Şimdi, böyle yapanlara acıyacak mıyız, merhamet mi edeceğiz, bilmiyorum? İnsan, bu duygular içinde şaşırıp kalıyor. Neden acıyacağız, kime merhamet edeceğiz, belinmiyor! Doyumsuzluk perişanlığına düştük. Dertlerimiz öyle çoğaldı ki hangisine yanacağız belli değil!

İnsan, mahlûkat âlemine mahkûm değil, hâkimdir. İnsan, eşyanın memuru değil amiridir. Eşyaya amir olmak için Allah’a kul olmalıyız. Allah’a kul olana her şey hizmetkâr olur. Allah’ı bulan her şeyi bulur. Allah’ı kaybeden hiçbir şeyi bulamaz! En büyük imtihanların başında gelir bu amansız hastalık. Bugün değil eşyanın amiri olmak, kölesi durumuna düşmüşüz. Artık evlerimizdeki eşya görev görme durumundan çıkmış bize hükmeder, efendilik eder duruma gelmiştir.

Eşya, kutsallaştırılmamalı, nankörlük de edilmemelidir. Her şeye Allah’ın verdiği değerle bakılmalıdır. İnsana göre güzellik ve çirkinlik farazidir, görecelidir. Yaratılışta her şey güzeldir. Çirkinlik insan anlayışındadır. Hayvan mayısı pis ve çirkin görünür. Onun mahiyetindeki güzelliği, bağlarda, bahçelerde, bir saksı çiçekte, bir domateste, elmada aramalıyız. Herkes mesleğine, ilgisine, bilgisine, göre bir görüş sahibidir. Bir marangoz ağaca ham madde açısından bakar, fizikçi ağacın yeryüzündeki konumuna dikkat çeker. Bir âlim yaprakların hışırtısını zikre benzetir. Sahip olduğumuz her şey bir nimettir. Her nimetin de bir şükrü vardır. Elimizdeki nimetlerle mutlu olmalıyız, şükretmeliyiz!
20. 04. 2016
Durmuş Göktekin
 
Üst