Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.

*Ramazan*

Member
Dünya hayatı aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir. (Âl-i İmran Suresi: 185.)

[Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.]

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.
Gafil: Gaflette olan. Düşüncesiz, ilgisiz ve habersiz.
Ders-i ibret: İbret dersi.
Bedbaht: Bahtı kara, mutsuz.


Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalbeder.Meselâ; şu karyede (yani Barla'da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse "Oraya git", sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.
Nefis: Bir kişinin kendisi, öz varlığı. *Günah ve sevab ayırmadan saldıran istekler ve duygular.
Hasr-ı nazar: Bütün dikkatini verme.
Elîm: Acı veren.
Karye: Köy.
Müştak: Çok istekli.
Bîçare: Çaresiz.
Ünsiyet: Alışkanlık, dostluk, tanışıklık, yakınlık.
Âlâm-ı firak: Ayrılık acıları.

Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.
Habibullah: Allah'ın(cc) rızasını ve sevgisini kazanan.
Merdane: Erkekçesine, yiğitçesine.
Kabr: Mezar.
Taleb: İsteme, dileme, istek.
Gafil: Gaflette olan. Düşüncesiz, ilgisiz ve habersiz.

Ey nefsim! Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur." Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.
Perestiş: Pek çok sevgi ve saygı besleme.
Derd-i maişet: Geçim derdi.
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Acz-i beşerî: İnsanın güçsüzlük ve çaresizliği.
Fakr-ı insanî: İnsanın fakirliği, insanın sayısız ve sonu gelmez ihtiyaçlarının olması.
Peyda: Olma, meydana çıkma, belirme.

Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ: Zemine nebatat ve hayvanat enva'ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler; baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde kemal-i intizam ile meczub mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın benî-Âdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi {(Haşiye): İzmir'in zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır.} mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz hebaen-mensur gösterip, müdhiş bir ye'se atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm'in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir. Nasılki bir gün gelecek, şu müsahhar zemin yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp, çirkin bulur. Hâlık'ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah'ın emriyle ehl-i şirki Cehennem'e döker. Ehl-i şükre "Haydi, Cennet'e buyurun" der.
Misafirhane-i dünya: Dünya müsafirhanesi.
Nazar-ı hikmet: Gayeyi ve faydayı araştırıcı göz.
Hâdisat-ı kevniye: Dünya ve kâinattaki olaylar.
Münakkaş: Nakışlı, süslü, işlemeli.
Mücehhez: Cihazlanmış, donatılmış.
Meczub mevlevî: Allah(cc) sevgisinden kendinden geçip dönmeye başlayan mevlevi tarikatına bağlı olan.
Etvar-ı gaflet: Gafletli tavırlar.
Sıklet-i maneviye: Manevî ağırlık.
Mevt-âlûd: Ölümle karışık, ölüm bulaşmış.
Hâdisat-ı hayatiye: Hayati olaylar.
Mülhid: Dinsiz, imansız.
Hebaen-mensur: Boşuboşuna, faydasız olarak.
İbka: Bakileştirme, devamlı olmasını sağlama.
Küfran-ı nimet: Nimete karşı nankörlük.
Âsâr-ı beşeriye: İnsanların eserleri.
Şirk-âlûd: Allah'a(cc) ortak koşma anlayışı karışmış.
Hâlık: Yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).
Ehl-i şirk: Allah'a(cc) ortak koşanlar, varlıkları ve olayları Allah'tan başka şeylere dayandıranlar.
Ehl-i şükr: Bütün nimetleri Allah'tan(cc) bilip şükredenler.

Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Eğer şu fâni dünyada beka istiyorsan; beka, fenadan çıkıyor. Nefs-i emmare cihetiyle fena bul ki, bâki olasın. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def’edecek yalnız o zat olabilir ki istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı semavat ve arz’dan başka hangi sebep var ki en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvacından kurtaracak? Hâşâ, Zat-ı Vâcibü’l-vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdat edemez ve halâskâr olamaz. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. - Lemalar
 
Üst