Ali İhsan Tola

Biyolog

Member
149874.jpg



Bediüzzaman'ın talebesi Hakk'a yürüdü
Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinden Ali İhsan Tola (82) Isparta'nın Senirkent ilçesinde bu sabah hakkın rahmetine kavuştu.

Uzun bir süreden bu yana yaşadığı sağlık problemleri nedeniyle dışarıya çıkamayan Tola, Türkiye'nin dört bir yanından gelen ziyaretçileriyle evinde görüşüyordu.

Yanına gelenlere hep müspet hareket ve sabrı tavsiye ettiği öğrenilen Tola'nın vefat haberini alan talebeleri ve sevenleri, ilçeye akın etti.

Eczacılık da yapan Tola, bitkilerden elde ettiği ilaçları ve terkipleri hastalara ücretsiz dağıtıyordu.

1960 yıllardan bu yana ömrünü iman ve Kur'an hizmetine adayan Tolan'ın cenazesinin yarın öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verileceği öğrenildi.

Dr. TAHSİN TOLA

Halim-selim, melekler gibi temiz bir şahsiyet. Senirkent'te kendisine "Kara Melek" diyorlar.

Türkiye'de demokrasi mücadelesinde, vatan, millet ve İslâmiyete hizmetleri büyük olmuştur.

Halk Partisi istibdadına karşı büyük mücadele vermiş, Senirkent faciasında ve Milliyetçiler Derneği çalışmalarında da yine ön saflarda yer almıştır.

Nihayet masum ve mazlum Nur Talebelerinin yardımına koşarken görüyoruz onu.

Dr. Tahsin Tola'dan bahsetmek istiyorum.

Nureddin Topçu, Yarınki Türkiye isimli eserinde "Zafer" isimli yazısında ondan bahseder:

"Zaferimiz ebedi olmalıdır ve iyi araştırılırsa her zaferin gayesi ebediliği kazanmak, ebedîlik âleminde bir ülkeyi ele geçirmektir.

"Siz çok istiyorsunuz ve sanki iradenizle bir şey istemiyorsunuz. Sizin elinizden bir ekmeğiniz alınmış. Onun yerine iki ekmek istiyorsunuz. Çok bir şey isteyebilmiş değilsiniz.

"Ve iradenin sonsuzluğa giden hareketini bu noktada durdurup bitiriyorsunuz. Halbuki bir ekmeğinizi elinizden alana siz bir ekmek daha verseniz, hem ruh inceliğiyle, hem de güleryüzle verseniz, iradeniz sonsuzluğa doğru gidişinde yol alacaktır.

"Senirkent köylüleri gibi olunuz. Size zulmeden jandarmaları doyurunuz. Muvaffak olursunuz. Böyle yaparsanız kaynağı aynı olan iradelerimiz çatışmaz. Aynı âhenkte birleşir ve kendinden geldiği Allah'a doğru ilerler.

"Gandi dünyaya, Dr. Tola Anadolu insanının ruhunu tanıtmak istedi."

Büyük bir fedakârlıkla, Senirkent köylülerinin yardımına koştuğu gibi, aynı fedakârlıkla Bediüzzaman'ın ve Nur Talebelerinin de yardımına koşmuştu.

"Üstadı ilk ziyaretim"

Bediüzzaman ile tanışmasını, ziyaretini o tatlı diliyle sakin sakin şöyle anlatıyor:

"Hz. Üstad ilk görüşüm ve ziyaret edişim şöyle olmuştu:

"Senirkent'ten Isparta'ya gitmiştim. Milletvekili olduğum için, içimde bir endişe vardı. Gazeteciler görmesin diye düşünüyordum. Onların görüp de yaygara yapmalarından çekiniyordum.

"Isparta'da Bey Mahallesindeki evine gittim. Her zaman kullanmadığım halde, o gün hilaf-ı âdet olarak, başımda bir şapka vardı. Evine gidince şapkayı salona asarak abdest aldım.

"Üstad Bediüzzaman'ın huzuruna abdestli olarak, hürmet ve edep içinde çıktım.

"Elini öperek gösterdiği yere oturdum. Hatırımda kalan Üstadın bana ilk sözleri şöyle olmuştu:

"Şapkaya fetva verdim"

"Kardeşim size şunu söyleyeyim; şapka için ben fetva verdim: Şapkayı giyen kâfir olmaz. Eğer ben o fetvayı vermeseydim, yirmi Şeyh Said daha çıkardı, isyan ederdi. Binlerce masumun kanı dökülürdü. Otuz sene eziyet ve sıkıntı çektim, helâl olsun... Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemâli Efendinin şapka hakkındaki fetvasını bildiğim halde, mukabil fetva verdim. Bu şapka için sevap kazanayım diye, yirmi Şeyh Said çıkar isyan ederdi. Bu yüzden yüz bin insan öldürüldü. Benim çektiğim eziyetler helâl olsun. Pişman değilim."

"Menderes'e söyle: Risale-i Nurları neşretsin"

Tahsin Tola, daha sonraki hatıraların şöyle anlatıyor:

"Afyon mahkemesi neticelenmesi ve temyizin beraet kararını tasdiki üzerine, Üstad beni Adnan Menderes'e gönderdi. Selâmlarını mektup ve medrese ehlini birleştiren şarkta uhuvvet-i İslâmiyeyi temin eden aklen ve kalben İslamiyeti ders veren Risale-i Nur'un neşrini söylememizi istedi.

"Isparta milletvekili İrfan Aksu ile birlikte rahmetli Adnan Menderes'e gittik. Üstadın selâmını tebliğ ettik. Adnan Bey bu selâmı hürmetle aldı. Daha sonra Risale-i Nur'un mahiyetini anlattım.

"Ayrıca Nur'ların neşredilmesi, hariçte, İslâm âleminin bu vatan ahalisine kardeşlik ve alâkasını celbedecek, dahilde ise umumî bir hoşnutluk meydana getirecek. Adnan Menderes'e bütün bunları söyleyince, merhum Menderes hiç itiraz etmedi. Daha bir iki cümle söylemeden , 'Tamam' dedi.

"Sizi vazifelendiriyorum. Hemen faaliyete geçin. Diyanet İşlerine gidin... Eyüb Sabri Efendi (Hayırlıoğlu) ile görüşün... Risale-i Nur'ları neşretsin!' dedi.

"Mebus maaşlarına zam"

"Millevekili maaşlarına zam yapılmıştı. Bu duruma Üstad üzülmüştü.

"Kırk kişi çıkmayacak mı? Bu parayı kabul etmeyecek, çıkmayacak mı? Kırk kişi fedakârlık edin, bu parayı kabul etmeyin' dedi.

"Bediüzzaman'ın bu sözlerini bir işaret olarak kabul ettim. Millevekili olan arkadaşlarım Gazi Yiğitbaşı'na söyledim. O da cevaben, 'Nerede kardeşim o fedakâr insanlar? Bizim dindarlar bu parayı istiyorlar. Maaşlarının artmasını talep ediyorlar' diye cevap verdi.

"Ben Gazi Yiğitbaşı ile konuştuktan sonra, belki kırk kişi bulabilirim ümidiyle çalışmaya başladım. Maalesef muvaffak olamadım.

"Ben Tahsin'i alıyorum"

"1957 seçimlerinde Senirkent ile Eğirdir arasında ihtilâf vardı. Ben ihtilâflar büyümesin diye, adaylığımı koymadım. Sonra benim haberim olmadan merkezden, beni Bingöl adayı olarak koymuşlardı.

"Bingöl'e giderken Isparta'da Üstadı ziyaret ettim. Üstad Hazretleri:

"Bingöl'de çok şehit var. Mübarek bir beldedir' diye konuştu. Ayrıca Hulusi Beye, Mehmed Kayalar'a selâm gönderdi, bizi desteklemelerini söyledi.

"Ben Bingöl'e gittikten sonra Üstad Hazretleri bizim çocuklara:

"Ben Tahsin'i alıyorum içlerinden demiş.

"Kazanamadığınızı tebrik ederim"

"Eğirdir'de Nur Risalelerine dost olan Ali Çetin isminde maliyede memur bir arkadaş vardı.

"1957 seçimlerinde aday olamamıştı. Üstadı ziyaret ederek dert yanmıştı.

"Efendim nasıl olur. Tevfik Tığlı kazandı. Ben kazanamadım?'

"Üstad ise, 'Tebrik ederim, tebrik ederim... ' diyordu.

"Ali Çetin, Üstad herhalde anlamadı diye, yine kazanamadığından bahsediyor, Üstad yine,

"Tebrik ederim, tebrik ederim...' diyor. Bu şekilde tam üç sefer Ali Çetin söyleyince, nihayet Üstad,

"Tebrik ederim, kazanamadığınızı tebrik ederim' diye kazanmadığını açıkça tebrik ediyordu.

"Biz 1957'de kazanamadık. Böylece ileride gelen ihtilâl hapishanelerinden, Yassıada'dan da, Üstadın himmet ve duasıyla kurtulmuştuk.

"Adnan Bey kardeşime selâm söyle"

"Ankara'ya gideceğim zaman Isparta'da Üstada uğradım. Üstad daima,

"Adnan Bey kardeşime selâm söyle... O bizim himayemizdedir. Eğer biz onu himaye etmezsek (eliyle işaret ederek) bir anda altı üstüne gelir. Bizi âlem-i İslâmdan, Pakistan'dan çağırıyorlar. Eğer burayı bırakıp gitsek, bir anda altı üstüne gelir. Burayı biz muhafaza ediyoruz' diye dersler verirdi.

"Adnan Menderes'in Londra seyahati sırasında, Üstad çok telaşlanmıştı. Ali İhsan Tola ile Atıf Ural'ı Menderes'e göndermişti. Seyahatini tehir etmesini istiyordu. Arkadaşlar Menderes İstanbul'a gittiği için görüşemediler. Üstadın çok mühim bir arzusunu Menderes'e ulaştıramadık. Daha sonra Üstadın bu derece telaş sebebi ortaya çıktı. Menderes uçak kazası geçirdi, fakat inayet-i İlâhî ile kurtuldu.

"Üstadın son Ankara seyahati"

"Üstad son Ankara seyahatinde, beni Ankara Valisine gönderdi, görüşmek istedi.

"Ben kendisinin makamına gitmek isterdim, fakat çok hastayım. Çok mühim bir meseleyi görüşeceğim kendisiyle, selâmımı söyle, buraya gelsin' diye haber gönderdi.

"Valiye gittiğimde yerinde yoktu. Tekrar dönerek Üstada bulamadığımı söyledim. Bu sefer de Üstad beni savcıya gönderdi. Mutlaka bir devlet adamıyla görüşmek istiyordu.

"Savcıyı yerinde bularak durumu arzettim. Savcı gelmek istemedi:

"Biz onun kitaplarını iade ettik' dedi. O günlerde Sikke-i Tasdik-i Gaybi'nın davası vardı.

"Üstad:

"Yok... Yok... Ben onun için, kitaplar için çağırmadım. Başka çok mühim bir mesele için çağırdım' diyerek tekrar savcıyı çağırmamı istedi. Hattâ hiç unutmam aynen şöyle dedi:

"Git çağır gelsin... Yoksa o demokrat değil mi?'

"Tekrar acele ile savcıya gittim. Bu sefer savcı daha da evhamlandı. Korktu ve telaşlandı. Gelmek istemedi.

"Üstad çok telaşlı idi. Gelen bir musibeti, bir felâketi önlemek istiyordu. Daha sonra şu haberi gönderdi:

"Ayasofya'yı tekrar camiye çeviriniz. Risale-i Nur'un serbestiyetini resmen ilân ediniz. 'Eğer bunları yaparsanız, biz de sizlere resmen dua etmeye karar vereceğiz.'

"Bizi başka yerlerden, âlem-i İslâmdan, Pakistandan çağırıyorlar. Ben gitmiyorum. Eğer ben gitsem böyle böyle olur burası.' (Eliyle Türkiye'nin karışacağını, hükümetin yuvarlanacağını, tepe taklak olacağını işaret ediyordu.)

"Yine Ankara'da Üstad bana bir Gençlik Rehberi verdi, arkasına bir dua yazdı. Bu kitabı Demokrat Partinin Adliye Bakanlığını yapan, daha sonra da Millî Emniyet Başkanı olan Prof. Hüseyin Avni Göktürk'e vermemi söyledi.

"Kitabı alarak Ali İhsan Tola ile birlikte, Hüseyin Avni Beye gittik. Kitabı kendisine Üstad Hazretlerinin gönderdiğini ifade ettik. Hüseyin Avni Bey çok memnun oldu.

"Kendisinin dindar bir Müslüman olduğunu söyleyerek, cebinden bir Kur'ân-ı Kerim çıkarıp gösterdi.

"Üstadın son günleri"

"Üstadın son günleriydi. Yine yanına ziyarete gittim. O zaman içimden, emr-i Hak vuku bulduğu zaman 'Üstada Isparta'da bir türbe yaptırırız' diye düşünüyordum.

"Üstadın elini öpüp oturunca, Hazret-i Üstad,

"Gel kardeşim... ' diye yanına çağırdı, yer gösterdi. Bana şunları ifade etti:

"Ben şimdi vasiyetnamemi yazdırdım. Ben sağlığımda olduğu gibi, vefatımda da kimsenin ziyaret etmesini, türbe vesaire gibi şeyler istemiyorum... "

Dr. Tahsin Tola, Isparta gülistanının, mübarek bir meleğidir. Üstad Bediüzzaman'a ve onun kudsî dâvasına yaptığı hizmetler genç nesillerin şükranını celbetmiştir. Isparta'nın bu "Kara Meleği" bir tevazu burcudur.

Arif Nihat Asya'nın şu mısralarını, Dr. Tola'nın Anadolu insanının ruhunu kurtarmak dâvasındaki erenlerden birisi olarak takdim ediyorum:

Isparta

Koru koru, bahçe bahçe

Kuşlar ses verir, ses alır...

Parkında çiçek tarhları,

Halılarından ders alır;

Isparta'nın erenleri

Gülsuyuyla abdest alır...

Çiçekten, yemişten, aşktan

Muradını herkes alır...

Isparta'da göğüsler, gül

Kokusundan nefes alır...

Isparta'nın erenleri,

Gülsuyuyla abdest alır...

Arif Nihat ASYA

13.Mayıs.2009
 

nkulunk

Yeni Üye
Nur'dan Bir Adamın Gölgesinde

Ormanın ağaçları, çiçekleri, kuşları, kurtları, suları kimi bekliyor acaba? İnsanın içini ürperten bu sessizlik sesinde beklenen kim? Belli, birisi veya birileri bekleniyordu. Hazırlık yapıyorlar. Arslan, Kaplan, Ayı, Kurt, Tilki, Kuş, Yılan ve daha niceleri en güzel elbiselerini giymişler. Birbirlerine; "En yakışıklı benim, ben." der gibiler. Ağaçların havası daha başka. Rüzgâra emir veriyorlar. "Bizden emir almadan, ormana gelme" der gibi. Herkesimde bir merak. İlçenin istihbarat birimleri haber almışlar! "Bu adam dağa çıkacak!" Her ihtimal üzerinde duruyorlar. Kim bilir dağda neler olacak? Dağ başlarında bir adam, adanmış yüreği ile dağın başında güneş gibi doğacak. Polis ve istihbarat yıllardır NUR'un çocuklarına ACABA'lar ile bakmadı mı? Ormanı keşfetmek için Allah (CC) adeta Senirkent'in dağ eteğinde dünya'ya teşrif ettirmişti. Ormanın mühendisi olmak kolaydı. Bediüzzaman'ın talebesi olmak. İşte bütün mesele. Orman O'nun ilham kaynağı olmuş. Kâinat mektebinin bir cüzünü tahsil ederek, Nur fırınına hazırlamıştı. NÂR ile NUR arasında kalan bir insanın elini ve gönlünü tutacak VELİ'ler de olmaz ise? Eyvah, kayıyorum. Elimi kim tutacak? Canıma kıymak ve bu hayattan çekilmek istiyorum!.. Çılgınca arabasını sürüyordu. O çılgınlaştıkça, altındaki arabası da çılgınlaşıyordu. İstiyordu ki, kaza olsun ve ölsün!.. Ölüm bu kadar arzu edilir mi? O da ne? O'nun huzurunda. Boylu boyunca günlerce yerde yatış. Öldü mü, kaldı mı? Üzerinde müthiş bir tebessüm güneşi.
Ormanı terk ederek, insanlık ormanına dahil olmak istiyordu. Oysa insan ne ağaca, ne kurda, ne kuşa benzemiyordu. Nasıl tahammül edecekti? Kim öğretecekti? 1950 yılında Bediüzzaman Said-i Nursi'ye intisap etmişti. İntisap ama şartsız, hilesiz, gösterişsiz. Nur Risaleleri ruhunu doyurmuş, doyurmuştu. Mühendislik O'na çelik çomak oyunu gibi gelmeye başlamıştı. Sav ilçesinde teksir makinesinin başında bir nur işçisi. Bir kişiye daha ulaşabilmenin derdi ile dertlenen, nur damlası bu adam: Adam gibi bir adam. Yüreği Allah'a adanmış bir eren. Üstadın adeta siyasi danışmanı gibi. Dayısının oğlu Tahsin Tola Adnan Menderes döneminde Demokrat Parti Milletvekilidir. 1953- 1956 yılları Risale-i Nurların Lâtin harflerine çevrilerek matbaalarda basılmasında fiilen görev almışlar. Kâğıdın karaborsada olduğu yıllarda Merhum Ali İhsan Tola amcamız, kâğıt temini hususunda büyük gayretler göstermiş.
Ben Ali İhsan Tola amcayı nasıl tanıdım? Kardeşim Metin vesile oldu. Sonra, Isparta adeta doğum yerim gibi oldu. Ali İhsan amcanın manevi kızı Leylâ hanımın zevcem ve çocuklarımla yakından ilgi ve eğitimi, bizi ailece Isparta'lı yapmaya yetmişti. En çok dikkatimi çeken Ali İhsan amcada, meşrep taassubu yoktu. Saatlerini bizlere ve aile ve çocuklarıma ayırırdı. Öyle ki büyük kızım Firdevs hanım "DEDEM"i öylesine telâffuz ederdi ki, işitenler "Deden mi?" sormadan edemezlerdi. Din kardeşliğini bize bir NUR ustası olarak o kadar güzel yaşatıyordu ki... Mehmet Zahid Kotku, Hacı Dursun, Mahmut efendi gibi zatların sohbet halkalarında bulunmuş bir garip kul olarak, Ali İhsan Amcanın sohbet sofrası da zengin ve yüreklere işleyiciydi.
Bir gün Bediüzzaman hazretleri Ali İhsan Tola amcaya bitkilerdeki, madenlerdeki ve sulardaki özellikleri anlatır. Bitkilerden havaya yansıyan iyonlardan bahseder. Teneffüs yoluyla alınan iyonlar da gıda olabilir, diyor Bediüzzaman Ali İhsan amcaya.
Ben kendisine bir tıp doktoru yakıştırması yapmam. Ancak, tıp doktorlarının kendisinden çok şeyler öğreneceğini söylerim.
19 Mayıs 2013 Pazar günü zevcem, Havva Firdevs kızım, Leylâ abla, evlâtları İbrahim ve Mehmet ile birlikte Senirkent'te Ali İhsan Amcanın yıldönümü programına katıldık. Odasına hiç el sürülmemiş. Kocaman bir fotoğraf. Çerçevelenmiş. O bana bakıyor, ben O'na. Yok, yok bakmıyor. Konuşuyoruz. Türkiye siyasetinden konu konuyu açıyor. Barış sürecini kendilerine anlatıyorum. Biraz sonra tepsi içinde yemeğimiz geliyor.
Hele o Bamya?!..
Mermer mezarın başında oturdum. Programı oradan izliyorum. Kalabalığa baktım. Samimi ve gösterişten ırak. Sermaye ve siyasetin kuşatması altında olmayan Müslümanlar topluluğu.
Hapishanelerin Medrese-i Yusufiyye diye adlandırıldığında, riyanın kokmadığı bir toplulukta olmaktan lezzet aldım.
Ali İhsan Amca, biliyorum elin elimde, gönlün gönlümde.
Allah rahmet etsin.

Nejdet KÜLÜNK
 
Üst