Huseyni
Müdavim
Eğitim ve Yönetim Danışmanı Dursun Sivri ile yaptığımız yaptığımız röportaj...
Risale-i Nur’u nerede ve nasıl tanıdınız?
Risale-i Nur’u Lise ikinci sınıfta iken Bursa’da tanıdım. Bursa’da teknik lisede okurken Vakıflar (Orta Öğrenim) Öğrenci Yurdunda kalıyordum. Çankırı’dan sınavla aynı okul ve sınıfta okuyan üç arkadaş beraber kalıyorduk. Yurtta İmam-Hatip Lisesinden öğrenciler de kalıyordu. Bize göre üst sınıfta İmam-Hatipte okuyan Mehmet Güleç isimli bir Ağabeyimiz vardı. Bizimle yakından ilgilenirdi. Kendisi de ibadetlerine dikkat eden, derslerinde çalışkan, ağırbaşlı beyefendi birisiydi. Benim hemşerim ve sınıf arkadaşlarımı bir yere davet etmiş. Onlar tamam demişler de ben işi geçiştiriyordum. Ben gitmeyince onlar da gitmiyorlar. Bir iki davet derken mazeret kalmayınca hatırı kırılmasın diye evet dedim.
Mehmet Güleç Ağabey bizi bir kuruyemişçi dükkânına götürdü. Dükkân sahibi esnaf o zaman için orta yaşlarda siması nurani bir zat. Fıstık, leblebi çuvallarının arasında taburelere oturduk, tanıştık. Hangi mevzu ve ne vesile ile neler konuştuğumuzu hatırlamıyorum ama konuşan kişi pek esnafa benzemiyordu. Çok derin bir âlim, bilim adamı gibi birilerine benziyordu. Benim ilk dikkatimi çeken ne konuşulduğundan çok nasıl konuşulduğu ve konuşmalardaki bir derinlik hissediliyordu. Bu esnaf kişi (Allah sıhhat ve selamet versin) Ali Çakmak Ağabey idi. Akşam bir eve sohbete davet ettiler. O da bir esnaf olan Yaşar Gülgün’ün eviydi... O sohbette 8. Söz okundu. Konuyu tam anlamasam da temsili hikayeyi biraz anladım.
Sonraları yine Ali Çakmak Abinin dükkanına gider, fıstık çuvalları arasında oturur ders yapardık. O günlerde akşamları birkaç defa derslere de katıldık. Bu ara yaz tatili geldi. Zaten ilk tanışma Mayıs ayı içinde gerçekleşmişti. Yaz tatiline giderken Ali Çakmak Abiye uğradım. Yaz tatili için köye gidecektim. Bana Küçük Sözleri hediye etti. Köyde kırlarda, ormanlık bir yerdi hayvanları güderken bir gün Küçük Sözleri bağıra bağıra seslice okudum. Pek anlamadım ama namaz kılmak için müthiş bir şevk hasıl oldu. Soğuk suların başında abdest aldım, huşu içinde o gün namazlarımı kıldım.
Yaz tatili dönüşü biz yine -gençlik hevesatı- dersleri, sohbetleri terk ettik. Ali Abi iki genç ağabeyi vakıflar yurduna bizimle ilgilenmeleri için göndermiş. Hulusi Kasar ve Müslüm Aslan yurda geldiler, sohbetlere davet ettiler. O davetlerden çok beni o sohbetlere sevk eden, okulda sınıf içindeki sert tartışmalar oldu. Sınıfta bazı arkadaşlar inkar-ı uluhiyet fikirlerini savunuyorlar. Ben sert cevap vermeye çalışıyorum ama aciz kalıyordum. İmanımdan şüphe etmeye başladım. Doğru Ali Çakmak Abinin dükkanına gittim. “Abi durum böyle böyle, iş çok vahim, ne yapabilirim?” diye çaresizliğimi ifade ettim. O da “Cumartesi akşamları falan yerde talebeler Risale-i Nur’dan ders yapıyorlar. Bütün sorularına cevap bulabilirsin” dedi.
Talebe derslerini Bursa Ulu Cami’ye imam olarak yeni tayini çıkmış genç ilahiyat mezunu Mehmet Erdoğan yürütüyordu. Derse başlamadan önce “sorusu olan var mı?” diye sorardı. Ben de bu durumu fırsat bilip okulda cevaplayamadığım soruları peş peşe sıralardım. Her soruya Risaleden yerini bulur okurdu, açıklayarak cevap verirdi.
İşte böyle birkaç vesile ile Risale-i Nurları tanımış olduk. İhtiyaç ve acziyet...
Bu günlerde başka bir yerde Risale-i Nurları tanımış Ramazan Oruç diye bir arkadaşla tanıştım. Talebe derslerine beraber gitmeye başladık. Onunla beraber yurtta kalan öğrencilerin kısmı azamını bir şekilde derslere götürmeyi başarmıştık. Okulda ateist olan arkadaşları bile bir şekilde derslere götürdük. Elhamdülillah.
Ben şımarık, hareketli, ele avuca sığmaz bir gençtim. Ramazan Oruç, Mehmet Güleç ağırbaşlı gençlerdi. Benim Risale dairesine girmem için çok uğraştılar, ilgilendiler. Biraz zor girdim. Cenab-ı Allah vesile olan herkesten razı olsun.
Röportaj: Nurettin Huyut – RisaleHaber
Risale-i Nurun olmadığı zamanlarda ve asırlarda o zamanın insanları bu hakikatlerden mahrum mu kalmışlardır?
Üstadımız tarikat ve hakikat mesleklerinin şeriata yardımcı olmaları gerektiğini ifade ediyor. Yani esas olan şeriattır. Yine Üstadın ifadesiyle “Şeriatın yüzde doksan dokuzu iman, ibadet, ahlâk ve fazilettir, yüzde biri siyasete mütealliktir.”
Bu yüzde doksan dokuza ulaşmanın bir yolu “tarikat” ise diğer bir yolu da “hakikattir”, yani Risale-i Nurun mesleğidir. İnsanların imanlarını tahkiki yapmaları, İslam’ı yaşamada hassasiyet kazanmaları, günahlardan titizlikle uzak durmaları, bütün ömürlerini emir dairesinden geçirip yasaklardan uzak durmaları ana hedeftir. Bu şüphe, tereddüt, sefahat ve dalalet asrında insanların bu gerçeklere kavuşmalarının en kısa yolu Risale-i Nurun mesleğidir. Yoksa tek yol o değildir. Üstadımızın şu ifadeleri konuya açıklık getirir:
“Ehl-i velayetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatlar ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmış” (Emirdağ Lahikası,1)
Üstadın “hakikat-ül hakaik” dediği, Kur’anın talim ettiği, şeriatın ders verdiği hakikatlerdir. Bunlar kısaca “iman, salih amel, takva ve güzel ahlâk” olarak özetlenebilir. Üstad, Kader Risalesinin zeylinde “Cenab-ı Hakka vasıl olacak yollar pek çoktur.” derken bu dört maddeyi ruhlarda ve kalplerde hâkim kılmanın birçok yolları olabileceğini açıkça belirtmiş oluyor.
Şunu da ifade edelim ki, her asrın içtimaî yapısı, sosyal problemleri, akıl ve kalpleri meşgul eden meseleler farklılık gösteriyor. Asrımızda ilim ve teknikte kaydedilen ilerlemeler, radyo, televizyon, internet gibi kitlelere anında ulaşımı sağlayan vasıtaların çoğalmasıyla, ayrıca enaniyet ve sefahatin de geçmiş asırlara nispeten çok ileri boyutlar kazanmasıyla insanlar dine karşı lakayt kalmışlar, kalpler şüphe ve tereddütlerle yaralanmış, akıllar “neden ve niçin”lerle bulandırılmıştır. Böyle bir asırda ancak akılla kalbe birlikte hitap eden ve her ikisini de tatmin eden bir eserle irşat görevi kemaliyle yerine getirilebilir.
Geçmiş asırlarda, Üstadın ifadesiyle “teslim kavi idi”. O asırda insanları hakikate ulaştırmak için tarikat yolu tutulmuş ve nicelerin iman ve marifette terakki ve tealileri sağlanmıştı.
Prof.Dr.Alaaddin BAŞAR
sorularlarisaleinur.com