Nasihat istersen, ölüm yeter.

Ahmet.1

Well-known member
Nasihat istersen, ölüm yeter. Mektûbat


Her Nefis Ölümü Tadacaktır
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ﻛُﻞُّ ﻧَﻔْﺲٍ ﺫَٓﺍﺋِﻘَﺔُ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕِ Her Nefis Ölümü Tadacaktır (Al-i İmran Suresi: 185.)
âyetinin külliyetinde: "Nev'-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve Küre-i Arz dahi bir nefistir, bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için o da ölecek!" manası, âyetin işaretinden kalbe açılıyor...

Said Nursi

Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Külliyet: Bütünlük, genellik.
Nev'-i insanî: İnsan türü, insan cinsi.
Nefis: Bir kişinin kendisi, öz varlığı. *Günah ve sevab ayırmadan saldıran istekler ve duygular.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.





İnsan Yalnız Cesedden İbaret Değildir
İnsan yalnız cesedden ibaret değil; Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez, onlar imha edilmez. Onlar da idare ister. Ve madem kabir kapısı kapanmıyor ve madem kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim mes'elesidir. Elbette milletin itaat ve hürmetine istinad eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ı dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir.

Evet yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve her gün
ﺍَﻟْﻤَﻮْﺕُ ﺣَﻖٌّ Ölüm kesin bir gerçektir.) davasını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur.

Madem manevî hacat-ı zaruriyeye istinad eden manevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır ve imanın ders ve takviyesidir. Elbette o vazifeyi gören ehl-i marifet herhalde küfran-ı nimet suretinde kendine edilen nimet-i İlahiyeyi ve fazilet-i imaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir. Kendini, aşağıların bid'alarıyla, sefahetleriyle bulaştırmayacaktır!..

Lem'alar


Endişe-i istikbal: Geleceğini sağlama alma kaygısı, istikbal endişesi.
İstinad: Dayanma.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyadaki yaşantı.
İçtimaî: Toplumla ilgili.
Münhasır: Mahsus, sınırlı, ait.
Ebed: Ebedilik, sonu olmamak, sonsuzluk.
Ehemmiyetli: Önemli.
Tekzib: Yalanlamak.
Hacat-ı zaruriyeye: Zorunlu ihtiyaçlar.
Varaka: Yaprak, belge, kağıt.
Berzah: Ölülerin ruhlarının kıyamete kadar kaldıkları âlem.
Zulümat: Zulmetler, karanlıklar.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Ehl-i marifet: Yüksek anlayış ve bilgi sahipleri.
Küfran-ı nimet: Nimete karşı nankörlük.
Fazilet-i imaniye: İmanla ilgili üstünlükler ve yüksek ahlak.
Sefih: Düşünmeden hareket eden, zevk ve eğlence düşkünü.
Fâsık: Günahkâr.
Sukut: Düşme, alçalma, inme.
Bid'a: Dine aykırı olarak sonradan uydurulan âdet ve davranışlar.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.




Dünya Fânîdir
Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem Allah bir kimseye gücünün yettiğinden başka sorumluluk yüklemez. (Bakara Suresi: 286.) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

Said Nursi


Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Misafirhane-i dünya: Dünya misafirhanesi.
Hakîm: Hikmet sahibi, her şeyi gayeli ve faydalı olarak yerli yerinde yapan.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Müdebbir: Tedbir alıcı, zararları engelleyen ve faydaları sağlayan önlemleri önceden planlayarak yapan.
Teklif-i mâlâyutak: Güç yetmez teklif, yerine getirilemeyecek sorumluluk, yapılamayacaklarla görevlendirme.
Müreccah: Üstün.
Dünyevî: Dünya hayatına ait, dünyadaki yaşantıyla ilgili.
Kabir: Mezar.
Bahtiyar: Talihli, mutlu.
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Malayani: Faydasız, boş, gereksiz.
Telef: Ölmek, zayi olmak.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak.
Misafirhane: Misafir konaklama yeri, misafir evi, konuk evi.
Saadet-i ebediye: Ebedi saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.




İ'lem Eyyühel-Aziz! (Ey saygıdeğer şerefli bil)
İnsanın ba'de-l mevt Hâlık-ı Rahman ve Rahîm'e rücuu hakkında ilânat yapan şu
ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺮْﺟِﻌُﻜُﻢْ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺗُﺮْﺟَﻌُﻮﻥَ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺎَﺏِ
"Dönüş Onadır." Ra’d Süresi, 13:36. "Herkesin dönüşü Onun huzurunadır." Maide Süresi, 5:18. "Hepinizin dönüşü Onadır." Bakara Süresi, 2:245. "Hepinizin dönüşü Onadır." Hüd Süresi, 10:4.)

gibi âyetlerde büyük bir beşaret ve teselli olduğu gibi, ehl-i isyana da büyük tehdidleri îma vardır.

Evet bu âyetlerin sarahatine göre: Ölüm; zeval, firak, adem kapısı ve zulümat kuyusu olmayıp; ancak Sultan-ı Ezel ve Ebed'in huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beşaretin işaretiyle kalb adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur.


Mesnevi-i Nuriye


Ba'de-l mevt: Ölümden sonra.
Hâlık-ı Rahman ve Rahîm: Merhametli çok acıyan ve rızıklandıran yaratıcı.
Rücu: Dönüş, dönme, geri dönüş.
İlânat: İlanlar, duyurular.
Beşaret: Müjde, sevindirici haber.
Ehl-i isyan: İsyan edenler.
Zeval: Sona erme, göçüp gitme, son bulma.
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Adem: yokluk, hiçlik.
Zulümat: Karanlıklar.
Sultan-ı Ezel ve Ebed: Başlangıcı ve sonu olmayıp sonsuz olan Allah(cc).
Medhaldir: Giriş yeridir.
Adem-i mutlak: Sonsuz hiçlik.
Elem: Acı, dert, kaygı.




Ecel Birdir Değişmez
Ey Hâlık'ını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise; hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zahirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.

Evvelâ bil ve kat'î iman et ki: "Ecel mukadderdir, tegayyür etmez." Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

Sâniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz, şübhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.

Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.

Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet için, zulümat-ı ebediye kuyusudur.


Lem'alar


Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Elem: Acı, dert, kaygı.
Tevahhuş: Korkmak, ürkmek, kaçmak.
Cihet: Yön, taraf.
Nazar-ı gaflet: Allah(cc) ve ahiret düşüncesinden yoksun bakış.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili.Evvelâ: İlk önce, birinci olarak.
Kat'î: Kesin.
Mukadder: Belirlenmiş.
Tegayyür: Değişme, başkalaşma.
Sâniyen: İkinci olarak.
Sureten: Görünüş bakımından, şekil olarak.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Vazife-i hayat: Hayat görevi, hayat vazifesi.
Külfet: Zahmet, zorluk.
Talim: Öğretmek, eğitmek, yetiştirmek.
Talimat: Eğitimler, emir ve yasaklar, hareket tarzını bildiren emirler.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Ebedî: Sonsuz.
Makam-ı saadet: Mutluluk yeri.
Zindan-ı dünya: Dünya zindanı, karanlık ve sıkıntılı dünya hapishanesi.
Bostan-ı cinan: Cennet bahçesi.
Hâlık-ı Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli yaratıcı.
Mukabil: Karşılık.
Ahz-ı ücret: Ücret alma.
Mahiyet: Temel özellik, temek gerçek, asıl, esas.
Bilakis: Aksine, tersine.
Rahmet: Acıma, şefkat etme, esirgeme, merhamet.
Mukaddeme: Başlangıç, giriş, önsöz.
Ehlullah: Allah'ın(cc) sevgisini kazanmış üstün kimseler, veliler, ermişler.
Belki: Kat'iyyetle. Şüpesiz. *Hattâ. *İhtimal, olabilir.
İdame: Devam ettirme.
Hayrat: Allah(cc) rızası için yapılan hayırlar ve iyilikler.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar, iman ve islâm yolundan sapanlar.
Zulümat-ı ebediye: Sonsuz ve tükenmez karanlıklar.
 

Ahmet.1

Well-known member
Madem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mesele karşısında bîçare insan; o idam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkiye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi; o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir. Lemalar
 

Ahmet.1

Well-known member
Gündüz nasıl şu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi, öyle de senin ömrünün gündüzü de geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatın yazı dahi ölümün kış gecesine inkılab edeceğini kalbimin kulağına söyledi. Lemalar
 

Ahmet.1

Well-known member
Bu senin etrafındaki kabristanın yüz İstanbul içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul’un halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr’in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın, sen de gideceksin. Lemalar
 

Ahmet.1

Well-known member
Yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi ebed tarafına giden yolculara da hem vesika hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki hiçbir vazife, o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve her gün اَلْمَوْتُ حَقٌّ davasını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuz bin şahidin şehadetini tekzip ve inkâr etmekle olur. Lemalar
 

Ahmet.1

Well-known member
Mevt, ehl-i dalalet için bütün mahbubatından elîm bir firak-ı ebedîdir. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahşet ve yalnızlık içinde zindan-ı mezara idhal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur’an için öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir. Hem hakiki vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir. Hem Rahman-ı Rahîm’in fazlından kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubudiyet ve imtihanın talim ve talimatından bir paydostur. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle “El-mevtü hak” hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Mektubat
 

Ahmet.1

Well-known member
İhtiyarlık gibi şerait-i hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki mevti, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Mesela, sana ızdırap veren pek ihtiyar olmuş peder ve validen ile beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı hayat ne kadar nıkmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem mesela, güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin kışın şedaidi içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır. Mektubat
 

Ahmet.1

Well-known member
Nasihat istersen ölüm yeter. Evet ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddi çalışır. Mektubat
 

Ahmet.1

Well-known member
Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahâzâ ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan! Mesnevi-î Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Bu gaflet, nisyan nedir? Deve kuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki Allah seni görmesin veya sen onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin? Mesnevi-î Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
İnsan, yaşayış vaziyetince bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir. Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını süratle çalıştırıyor. Mesnevi-î Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Her şeyden evvel, ölüm idamına karşı din-i haktaki bir hakikati arıyor ki kendini kurtarsın. Hutbe-i Şâmiye
 

Ahmet.1

Well-known member
Ölüm, o kadar kat’î ve zahirdir ki bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Bu hapishane nasıl ki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir. Öyle de bu zemin yüzü dahi acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var. Şualar
 

Ahmet.1

Well-known member
Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel celladının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa insanın en büyük ve her şeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesidir. Şualar
 
Üst