Cehennem nerededir?

Ahmet.1

Well-known member
Birinci Mektub / 3.Sual'den
Cehennem nerededir?

Elcevab:

ﻗُﻞْ ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﺍﻟْﻌِﻠْﻢُ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ٭ ﻻ َ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐَ ﺍِﻻ َّ ﺍﻟﻠَّﻪُ"Gaybı Allah’tan başkası bilmez." "De ki: İlim ancak Allah katındadır." Mülk Sûresi, 67:26.)
Cehennemin yeri, bazı rivayatla "Taht-el Arz" denilmiştir. Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi; Küre-i Arz, hareket-i seneviyesiyle ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, Arz'ın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir. Küre-i Arz'ın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlukat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahluklar gözümüzün önünde olup göremiyoruz.
Rivayat: Rivayetler, aktarılanlar, bildirilenler, iletilenler.
Taht-el Arz: Yerin altı.
Küre-i Arz: Yerküre, dünya.
Hareket-i seneviye: Senelik hareket.
Mecma-ı haşir: Yeniden diriliş ile toplanılacak yer.
Medar-ı senevî: Senelik yörünge, bir senede güneşin etrafındaki dönüş dairesi.
Mesafe-i azîme: Büyük mesafe.
Mahlukat: Yaratılmış varlıklar.
Kamer: Ay.


Cehennem ikidir: Biri suğra, biri kübradır. İleride suğra, kübraya inkılab edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğra yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i Tabakat-ül Arz'ca malûmdur ki: Ekseriya her otuzüç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u Arz, altıbin küsur kilometre olduğundan, ikiyüz bin derece-i harareti câmi', yani ikiyüz defa ateş-i dünyevîden şedid ve rivayet-i hadîse muvafık bir ateş bulunuyor. Şu Cehennem-i Suğra, Cehennem-i Kübra'ya ait çok vezaifi, dünyada ve Âlem-i Berzah'ta görmüş ve ehadîslerle işaret edilmiştir. Âlem-i Âhiret'te, Küre-i Arz nasılki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker; öyle de içindeki Cehennem-i Suğra'yı dahi Cehennem-i Kübra'ya emr-i İlahî ile teslim eder. Ehl-i İtizal'in bazı imamları "Cehennem sonradan halkedilecektir" demeleri, hâl-i hazırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasib bir tarzda inkişaf etmediğinden, galattır ve gabavettir. Hem perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki yerlerini görüp tayin edelim. ﻭَﺍﻟْﻌِﻠْﻢُ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ Gerçek bilgi Allah katındadır.)
Suğra: Pek küçük.
Kübra: En büyük.
İnkılab: Kökten değişiklik, özünden değişme, başka hale geçme.
Menzil: Yer.
Cehennem-i Suğra: Küçük cehennem (Yerin altında, dünyanın merkezindeki ateş tabakası).
İlm-i Tabakat-ül Arz: Yer katmanları ilmi (jeoloji).
Malûm: Bilinen, belli olan.
Ekseriya: Çoğunlukla çoğu zaman.
Hafriyat: Yeri kazıp derinleştirmeler. Kazılar.
Derece-i hararet: Sıcaklık derecesi.
Tezayüd: Artma, çoğalma.
Nısf-ı kutr-u Arz: Arzın çapının yarısı, yerin(dünyanın) yarı çapı. Yani; dünyanın yüzeyinden merkeze olan mesafe.
Câmi': Kendinde toplayan, çok özellikli, toplayıcı.
Ateş-i dünyevî: Dünyadaki ateş.
Şedid: Şiddetli, kuvvetli, sert.
Rivayet-i hadîs: Peygamberimizin (asm) bize iletilen sözleri.
Muvafık: Uygun, yerinde.
Cehennem-i Kübra: Büyük cehennem, âhiretteki cehennem.
Vezaif: Vazifeler, görevler, çalışmalar.
Âlem-i Berzah: Ölmüşlerin ruhlarının kıyamet kopuncaya kadar bulunduğu âlem.
Âlem-i Âhiret: Âhiret alemi, öbür dünya.
Sekene: Oturanlar, yaşayanlar.
Meydan-ı haşr: Yeniden diriliş meydanı.
Emr-i İlahî: Allah'ın(cc) emri.
İtizal: Mutezile mezhebi. insana gerçek tesir gücü veren ve işlerinde ve hareketlerinde yaratıcı kabul eden sapmış bir mezhep.
Ehl-i İtizal: Mutezile mezhebinden olanlar.
Hâl-i hazır: Şimdiki durum, şu anki durum.
İnbisat: Genişleme, yayılma.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma, gelişme, ilerleme.
Galat: Hata, yanlış, yayılma.
Gabavet: Ahmaklık, akıl noksanlığı, anlayışsızlık.
Perde-i gayb: Gayb perdesi, görünmeyi engelleyen perde, görünmezlik perdesi.
Tayin: Belirlemek, belirtmek. *Ayırmak.


Âhiret âlemine ait menziller, bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat bazı rivayatın işaratıyla, âhiretteki Cehennem, bu dünyamızla münasebetdardır. Yaz'ın şiddet-i hararetine ﻣِﻦْ ﻓَﻴْﺢِ ﺟَﻬَﻨَّﻢَ Cehennem sıcağındandır. Hadis-i şerif. Keşfü’l Hafa, 29, Buharî,1:142,162.)
denilmiştir. Demek bu dünyevî küçücük ve sönük akıl gözüyle, o büyük Cehennem görülmez. Fakat ism-i Hakîm'in nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya.
Menzil: Yer.
Dünyevî: Dünya hayatına ait.
Rivayat: Rivayetler, aktarılanlar, bildirilenler, iletilenler.
İşarat: İşaretler.
Münasebetdar: Alakalı, ilişkili, ilgili.
Şiddet-i hararet: Sıcaklık şiddeti, kuvvetli sıcaklık.
İsm-i Hakîm: Allah'ın(cc) herşeyi gayelere ve faydalara uygun düzenleyen manasına gelen Hakîm ismi.


Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübra, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğra'yı güya tevkil ederek bazı vezaifini gördürmüş. Kadîr-i Zülcelal'in mülkü pek çok geniştir. Hikmet-i İlahiye nereyi göstermiş ise Cehennem-i Kübra oraya yerleşir. Evet bir Kadîr-i Zülcelal ve emr-i ﻛُﻦْ ﻓَﻴَﻜُﻮﻥُ e mâlik bir Hakîm-i Zülkemal, gözümüzün önünde kemal-i hikmet ve intizam ile Kamer'i Arz'a bağlamış; azamet-i kudret ve intizam ile Arz'ı Güneş'e rabtetmiş ve Güneş'i seyyaratıyla beraber Arz'ın sür'at-i seneviyesine yakın bir sür'at ile ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şemsüşşümus tarafına bir hareket vermiş ve donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları, saltanat-ı rububiyetine nuranî şahidler yapmış; onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zât-ı Zülcelal'in kemal-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübra'yı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semanın yıldızlarını onunla iş'al etsin; hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan Cennet'ten yıldızlara nur verip, Cehennem'den nâr ve hararet göndersin. Aynı halde o Cehennem'in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın. Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki; dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette o Zât-ı Zülcelal'in kudret ve hikmetinden uzak değildir ki; Küre-i Arz'ın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde Cehennem-i Kübra'yı saklasın.
Medar-ı senevî: Senelik yörünge, bir senede güneşin etrafındaki dönüş dairesi.
Cehennem-i Kübra: Büyük cehennem, âhiretteki cehennem.
Cehennem-i Suğra: Küçük cehennem (Yerin altında, dünyanın merkezindeki ateş tabakası).
Tevkil: İşlerini yürütmek için birisini kendi yerine görevlendirmek.
Vezaif: Vazifeler, görevler, çalışmalar.
Kadîr-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi ve her şeye kudreti(gücü) yeten Allah(cc).
Hikmet-i İlahiye: Allah'ın(cc) gözettiği gaye ve fayda.
Mâlik: Sahip.
Hakîm-i Zülkemal: Kusursuz üstün sıfatların sahibi olan ve herşeyi gayelerle ve faydalarla düzenleyen Allah(cc).
Kemal-i hikmet: Kusursuz ve mükemmel olarak gayeleri ve faydaları gözetmek.
Kamer: Ay.
Arz: Yeryüzü, dünya.
Azamet-i kudret: Güç ve kuvvetin büyüklüğü.
Rabt: Bitiştirmek.
Seyyarat: Gezegenler.
Sür'at-i seneviye: Dünyanın güneş etrafındaki dönüş hızı.
Haşmet-i rububiyet: Allah'ın(cc) herşeyin sahibi ve terbiyecisi olmaklığının sonsuz büyüklüğü.
Şemsüşşümus: Çok gezegenlerin etrafında döndüğü en büyük yıldız; Yani en büyük güneş.
Saltanat-ı rububiyet: Sahiplik ve terbiyeciliğin hakimiyeti.
Zât-ı Zülcelal: Sonsuz yücelik ve gücün sahibi olan Allah(cc).
Sema: Gök, gök yüzü.
İş'al: Alevlendirme.
Nâr: Ateş.
Ehl-i azab: Ceza çekecek olanlar, azab ehli.
Mahbes: Cezaevi.


Elhasıl:
Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır. Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakili aşağı tarafında; nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır. Hem şu seyl-i şuunatın ve mahsulât-ı maneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekânı ise, mahsulâtın nev'ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyalenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu' ettiği yerdedir. Yani habîsatı ve müzahrefatı esfelde, tayyibatı ve safiyatı a'lâdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecelligâhıdır. Tecelligâhın yeri ise, heryerde olabilir. Rahman-ı Zülcemal ve Kahhar-ı Zülcelal nerede isterse tecelligâhını açar.

Elhasıl: Kısacası, özetle, sözün kısası ve özü.
Şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı.
Ebed: Sonu olmamak, sonsuzluk, ebedilik.
Müntehasındadır: Sonundadır.
Silsile-i kâinat: Kâinat zinciri, kâinat dizisi.
Mahal: Yer.
Süflî: Bayağı, aşağı, adi, alçak.
Sakil: Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Nuranî: Nurlu.
Ulvî: Yüksek, yüce.
Seyl-i şuunat: Kâinattaki işler ve olaylar seli.
Mahsulât-ı maneviye-i arziye: Dünyanın manevi ürünleri.
Mahzen: Depo.
Nev': Tür, çeşit.
Cereyan: Akan, hareket eden.
Mevcudat-ı seyyale: Akıp giden varlıklar, göçüp giden varlıklar.
Havz: Havuz.
Seyl: Sel.
Tecemmu': Toplanma, birikme.
Habîsat: Pislikler, kötülükler, alçaklıklar.
Müzahrefat: Çöpler, süprüntüler. *Sahtelikler, yalancılıklar.
Esfel: En alçak, en ağağı.
Tayyibat: İyilikler, güzellikler, iyi ve güzel sözler ve manalar.
Safiyat: Tertemiz olanlar.
A'lâ: En yüksek, en iyi.
Lütuf: İyilik ve yardımda bulunmak, iyi ve güzel karşılık vermek.
Kahr: Mahvetme.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme.
Azamet: Büyüklük.
Tecelligâh: Görünme yeri, kendini belli edip gösterme yeri.
Rahman-ı Zülcemal: Sonsuz güzelliklerin sahibi olup bütün varlıkların her türlü ihtiyaçlarını karşılayan Allah(cc).
Kahhar-ı Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan ve dilediği şeyi çok şiddetli cezalandıran Allah(cc).


Mektubat
 

Ahmet.1

Well-known member
Kadîr-i Ezelî kâinatı çalkalar; kâinatı tasfiye edip cehennem ve cehennemin maddeleri bir tarafa, cennet ve cennetin mevadd-ı münasibeleri başka tarafa çekilir, âlem-i âhiret tezahür eder. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Kâfir, cehennemi inkâr ile nihayetsiz izzet ve gayret ve celal sahibi ve gayet büyük ve nihayetsiz kadîr bir zatı tekzip ve isnad-ı acz ediyor, yalancılıkla ve acz ile ittiham ediyor, izzetine şiddetle dokunuyor, gayretine dehşetli dokunduruyor, celaline âsiyane ilişiyor. Elbette farz-ı muhal olarak, cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa da şu derece tekzip ve isnad-ı aczi tazammun eden küfür için bir cehennem halk edilecek, o kâfir içine atılacaktır. Sözler
 
Üst