ölü işitir diyen alim ve mesheb imamlarin görüşü ibn teymiyye işitir diyor

mucahid_tr

New member
Ölülerin işitmediğini söyleyen Vahhâbî ve benzer dü­şünceleri olan kendilerine Selefîler diyenlerin görüşleri­nin kaynağı olan İbn Teymiyye’nin bu konu hakkındaki görüşleri: İbn Teymiyye Ölü İşitir Diyor:
İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur.” demekte­dir.[1]
İbn Teymiyye fetvalarında; ölüler kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi, tanıdıklarından biri geldi mi anlar mı? gibi sorulara cevabında: “Evet bilirler ve anlarlar” diyor. Daha sonra ölülerin buluştuklarını, ve dirilerin yaptığı işle­rin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.[2]
İbn Teymiyye, Ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve ken­disine yapılan konuşmaları işittiklerini, söylüyor.[3]
Ölü işitmez diyenler, âyetin zâhirî manasına göre “Sen ölülere işittire­mezsin.” (Rum Suresi 52.) âyetini delil getirirlerse bir son­raki âyet'te Allâh (Celle Celalühü)(Rum Suresi 53) “Sen an­cak imân edenlere işittire­bilir­sin”, demektedir. Allâh (Celle Celalühü) o za­man âye­tin zâhir manasına göre mü’minlerin işittiğini bil­dirdi. Bu­rada “İşitmenin”, “kabul etmek” demek olduğu bura­dan da anlaşılmaktadır.
“Artık şüphesiz ki sen, o (dinlediklerinden fay­da­­lanmayan) ölüler (durumundaki kafirler)e (hak ve ha­ki­kati) işittiremezsin, o (kalp kulakları) sağır (olan)la­ra da, (hele bir de) arka dönenler halinde kaçtık­ları zaman daveti(ni) duyuramazsın.!” Rum, 52
“(Kötü tercih yaptıkları için basiretlerini bağladığı­mız) o körleri, (yoldan) sapmalarından çevirip doğru yola ulaştırıcı biri de asla değilsin! Sen ancak bi­zim âyetlerimize inanmakta olan kimselere (gerçek­leri) duyurabilirsin (işittirebilirsin). Çünkü (sadece) on­lar (sürekli hakka boyun eğen ihlaslı) Müslümanlardır.” Rum, 53
“Sen ölülere işittiremezsin” demek, (Sen kâfirleri imâ­na kavuşturamazsın) demektir. Dirilerden maksat imân edenler kastedilmiştir. Bunun gibi nice kinâye, me­caz ifâde eden birçok âyet vardır. Bazıları şöyledir:
“Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesi diri olanı uyan­dırmak, nankörlere de azap sözünün gerekmesi içindir.” (Yâsîn, 70) âyetinde (imân/hayat), (mümin/diri) manalarını içerir.
“Biz onu (su bulutunu), (kuraklıktan dolayı) ölü bir memlekete gönderir ve oraya su indiririz.” (A’raf, 57; Yâsîn, 33) âyetlerinde (ölüm/kıtlık, kuraklık) mana­sını içerir.
“Bir belâ gelmez zannettiler de, kör ve sağır ke­sildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Fa­kat çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptık­larını görmektedir.” (Mâide, 71) âyetinde (kör ve sağırlık/ kâfirlerin küfrü) manasını içermektedir.
“Bu sağırlara (gerçekleri) sen mi işittirecek­sin? Ya da (görüp görmezden gelen) bu körleri ve pek açık bir sapıklık içerisinde bulunmuş olanları sen mi hidâyet edeceksin?” (Zuhruf, 40) âyetinde kâfir­ler bildiğimiz kör ve sağır değiller aslında.
عن ابى موسى رضى الله عنه قال النبى صلى الله عليه وسلم: "مثل الذى يذكر ربه والذى لا يذكر مثل الحى والميت
Ebû Mûsâ el-Eş’arî (Radıyallahu Anh)’dan rivâyet edil­miştir ki: Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem) şöyle buyurdu: “Rabbini zikredenle zikretmeyenin du­rumu diri ile ölünün durumu gibidir.” [4]
Buraya kadar zikredilen âyet-i kerîmeler ve hadis-i şe­riflerden anlaşılacağı üzere “Sen ölülere işittiremezsin” (Rum, 52) âyetinden maksat; ölüler değil, imânı kabul etmeye­rek kalpleri ölü olan kâfirlerin ta kendisidir.
Ölüler işitmez diyenlerin itibar ettikleri âlimlerden biri olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyım(ö.751/1350) şöyle demekte­dir: Çünkü bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir. Bu durumda ölülere hitaptan maksat, bedenlere bağlı söz konusu ruhlara hitap­tır. “Ka­birde olanlara sözlerini duyuramazsın.” (Fatır 22) âyeti celilesinin siyakından kâfir bir kimsenin fayda­sına olacak bir biçimde hayatta olanın sözünü duya­maması anlaşılmakta­dır. Nitekim kabirde bulunanlar da söyleneni işle­rine yarayacak biçimde duyamazlar. (Faydalı ve işe yarayacak bir şekilde duymazlar; yani öldüktan sonra se­vap ve imân elde etme yönünden işe yaramaz, ama diğer konuşmaları duyarlar.)
Ancak Yüce Allah (Celle Celalühü) ölülerin hiçbir şey du­yamayacaklarını ifâde etmemiştir. Bu âyetin benzeri de şu­dur: “Sen ölülere duyuramazsın, Arkalarını dön­müş kaçarken sağırlara da davetini işittiremezsi­niz.”(Neml 80) Ölülerle birlikte sağırlarında daveti duyma­ması her ikisininde davete ehil kimseler olmadığına delil­dir. Bu iki kısım insan ölü ve sağır olunca, bunlara bir şey duyurmak anlatabilmek mümtenîdir, demektir. Bu görüş doğrudur ama ölümden sonra bir ölçüde bedenle alaka­sını kesme­miş ruhlara kötü durumların alçaklıklarını duyur­manın imkansızlığını ifâde etmemektedir.
Ömer b. Hattab, İbn Ömer ve Ebû Talha (Radıyallahu Anh) gibi ondan fazla sahâbeden nakledildi­ğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Bedir savaşından sonra müşrik ölülerine hitaben şöyle seslen­miş­tir:
.. فجعل ينادى باسمائهم واسماء آبائهم وقد جيفوا: يا ابا جهل بن هشام ويا عتبة بن ربيعة ويا شيبة بن ربيعة ويا وليد بن عتبة! أيسركم انكم اطعتم الله ورسوله؟ فانا قد وجدنا ما وعدنا ربنا حقا، فهل وجدتم ما وعدكم ربكم حقا؟ قال: فسمع عمر قول النبى صلى الله عليه وسلم فقال: يا رسول الله! ما تكلم من اجساد لا ارواح لها؟ وهل يسمعون يقول الله عز وجل (انك لا تسمع الموتى)؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: والذى نفس محمد بيده ما انتم باسمع لما اقول منهم، والله انهم الان ليعلمون ان الذى كنت اقول لهم الحق ، وفى رواية: انهم ليسمعون، غير انهم لا يستطيعون ان يردوا على شيئا.
“.. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Bedr günü savaştan sonra Kureyş’in ileri gelenlerinden savaşta ölen yirmi dört kişinin cesetlerinin bir araya gömülmesini emretti. Bunun üzerine o cesetler Bedir’deki kör bir ku­yuya atıldılar.
Zaferin üçüncü günü Hz. Peygamber o kuyunun ba­şına durdu ve:
–– Ey Hişam’ın oğlu Ebû Cehil, Ey Rabîâ’nın oğlu Utbe, Ey Rabîa oğlu Şeybe, ve Ey Utbe oğlu Velîd! Allah’a ve Rasûlüne boyun eğmiş olsaydınız bu inanç sizi sevindirir miydi? Biz, Rabbimizin bize va’dettiğinin aynı­sına kavuştuk, siz de Allah’ın va’dettiğinin gerçek oldu­ğunu gördünüz mü?” Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu konuşmasını sahâbe duymuş ve Ömer (Radıyallahu Anh):
––“Ey Allah’ın elçisi! Kendilerinde hiçbir hayat eseri ol­mayan şu cesetlere ne söylüyorsun, onlar duyabilirler mi? Allah, “Sen ölülere duyuramazsın” [5] buyurmuyor mu?” deyince Hz. Peygmaber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
–– “Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duya­mazsınız. Onlar şu anda benim söylediklerimin ger­çek olduğunu anladılar. Onlar şu anda beni duyuyorlar ama bana cevap vermeye güçleri yetmiyor.” [6]
Ahmed İbn Teymiyye: (Kitabü’l-intisar-fi’l-İmâm-ı Ahmed) ki­ta­bında Bedr’de, çukura doldurulan kâfirlerin işitmelerine, Hazret-i Âişe’nin inanmaması, onun için suç olmaz. Çünkü O hadis-i şerifi Resûlullah’tan işit­memiş­tir. Fakat başkalarının inanmaması suç olur, di­yor.[7]
Peygamberimizin “siz onlardan daha iyi duyamazsı­nız” sözü ortada iken orda olmayan, Peygamberimizin sözünü işitmeyen Hz. Âişe’nin (radiyallahu anhâ) yoru­muna yapışmanız ne derece doğru olur?
Bedir’deki çukura doldurulan kâfirlerin işitmez görü­şünde olan Hz. Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemiz bu in­kâ­rın­dan dönmüştür. Bunu İbnü İshâk Meğâzî’sinde O’ndan ceyyid (iyi), İmâm Ahmed b. Hanbel de (ö.241/855) hasen bir isnâd ile rivâyet etmişlerdir. Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin bu rivâyetinde “söylemekte olduğumu siz on­lardan daha çok işitmiyorsunuz” ifâdesi vardır. [8]
Belki de hadîs, Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin ya­nında birçok Sahabînin rivâyetiyle sübût bulunca inkârın­dan döndü ve onlara uyan bir rivâyet yaptı. Bu husustaki mazereti ise Bedr’de bulunmamasıydı.[9]
Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin inkârından dön­mesi­nin delili şudur:
Tirmizî (ö.279/892), Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemiz­den rivâyet etti: Kardeşi Abdurrahmân’ın kabrinin başında durdu, O’na hitap etti ve “vallahi yanında olsaydım, seni ancak öldüğün yerde gömerdim…” dedi. [10]
İbn Teymiyye; ölülerin görebilmesi ile alakalı Âişe (r.anhâ) ve diğer sahâbelerden birçok rivâyet gelmektedir. Allah’ın dilediği zamanlarda da ruh bedenle bir araya geldi­ğinde, tıpkı bir meleğin yeryüzüne inmesi, birden bir ışı­ğın parlaması ya da uyuyan bir kimsenin bir anda uyan­ması gibi bir anlık bir olaydır. Bu mana birçok rivâyette nakledilmektedir. Mücahid şöyle demektedir: “Bazen ruh­lar defnedildikten itibaren yedi gün kabir içinde oda­larda tutulurlar.” Mâlik İbn Enes şöyle demektedir: “Bana ruhla­rın istediği her yere gidebileceği rivâyeti ulaşmıştır” de­mekte­dir. [11]
Hz. Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizden rivâyete göre Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Ruhlar toplu ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah yo­lunda) birbiriyle tanışanlar i’tilâf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşır­lar.)” buyurdu. [12]
عن عبد الله بن عمرو بن العاص رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان ارواح المؤمنين لتلتقيان على مسيرة يوم وليلة ومارأى واحد منهما صاحبه.
Abdullah İbn Amr ibnü’l-Âs (ö.43/663)(Radiyallahu Anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki mü’minlerin ruhları, daha sahip(ler)i (birbiri)ni görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.” [13]
İbn Teymiyye: Peygamberlerin ve örnek davranış­ları ile tanınmış salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerâmetler ve olağanüstü tezahürler de böyledir. Mesela bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanla­rın buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezar­lar­dan veya çevrelerindeki diğer mezarlardan ateş fışkırması, bu mezarlarda yatanların bazı komşu ölülere şefaâtçi olmaları, bazı kimselerin ölünce on­ların yanıbaşında gömülmeyi istemeleri, bazı me­zarların yanında insanın içinde huzur ve sükun his­setmesi ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli ce­zalara çarptırılmaları gibi önemli tezahür­ler, ko­numuzun kapsamına girmeyen gerçeklerdir.
Başka bir deyimle gerek Peygamberlerin ve ge­rekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebilecek Allah’ın kerâmetleri ile buraların Allah (Celle Celalühü) ka­tında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimsele­rin tasavvurunun üzerindedir. Fakat ısrarla söylediği­miz şudur ki, bütün bu tezahürler söz konusu mezarları, namaz yeri edinmeyi veya tercihli duâ ve ziyaret yeri ola­rak seçmeyi gerektirmez, diyor İbn Teymiyye.[14]
Hanefîler: Hanefî imâmlarının bazılarından ölünün işitmeyece­ğine dair gelen bazı ifâdeler, meseleyi kavrayama­yan bir takım insanların anladıkları gibi değil­dir. Bu görüş, söyle­nen sözü kabirdeki ölünün işittiğine dair yapılan yemini­nin geçerli olmayacağı münasebetiyle söylenmiştir. Mesela buna dair nikah üzerine yemin edilse kadın boş olur. Mesele­nin aslı şöyledir. Fıkıhta yeminler örf esasına dayalı­dır. Örfte ise “işitmek” gereğinin yapılabile­ceği ve karşılığı verilebilecek işitmelere denir. Halbuki kabirdeki işiten ölüler cevap veremez ve işittikleri­nin gereğini muhatapla­rına yapamazlar. Yoksa bu sözden “onlar hiç bir şekilde işitemezler” manası çıkmaz. Nitekim bu hususu Hanefî müctehidleri ve imâmlarından Mu­hakkık Kemaleddin İbn Hümam, Fethu’l Kadîr isimli ese­rinde bunu açıkla­mıştır.[15]
Hanefî âlimlerinden Abdulhak ed’Dihlevî (ö. 1176/1762) ve Kadı Muhammed Senâullah el-Mazherî’nin de, ölüle­rin işittiği görüşünde oldukları bildirilmektedir. [16]
Şâfî’ler: İmâm Subki (ö.771/1370) ölülerin işittiği husu­sunda mezheblerde icma olduğunu söylemiştir.[17]
Hanbelîler: Hanbelî âlimlerinden İbn Receb el-Han­belî ölülerin işitti­ğini söylemiştir.[18]
Mâlikîler: Mâlikîlerden İmâm Kurtubî (ö.671/1272) ölülerin işittiğini ve bu ko­nu­da mezheb âlimleri arasında icma’ olduğunu söylemiş­tir.[19]
İnsanın, ruhunu teslim ettikten sonra dünya ile iliş­kisi­nin tamamen kesilmediğini, aksine dirilerin yaptık­ları birtakım hareketlerden haberdâr olduğunu Hz. Peygam­ber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) haber vermektedir.
Enes b. Mâlik (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
ان العبد اذا وضع فى قبره وتولى عنه اصحابه انه ليسمع قرع نعالهم
“Kul kabrine konulduktan sonra dostları başucun­dan ayrılırken onların ayak seslerini duyar..” [20]
Ebû Hureyre’den de (Radıyallahu Anh) nakledilen bu ha­disin isnadının sahih olduğu hususunda ittifak vardır. [21]
Ölünün işitmediğini savunanlar bu hadisler için “ölüle­rin kısa bir an duyduğunu” iddia etmişlerdir. Fakat Peygamberimizden “kısa bir an duyarlar” diye bir haber de yokken neye dayanarak böyle bir hüküm veriyorlar?!
ان الميت ليعذب ببكاء الحى
“Dirilerin ağlamasından dolayı ölü azap çeker.” [22]
Buhârî (ö.256/870) ve Müslim (ö.261/875) bildirdikleri bir hadis-i şerifte Peygam­berimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Meyyit yakınlarının kendisine bağırarak ağlamalarından azap duyar.”
Ölüler kendileri için ağlayanı nasıl işitip azap duyuyor­lar?
İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim’in bu sözlerin­den sonra ölülerin işitmediğini savunanlar, düştükleri zor durumdan kurtulmak için “Onlar da bir insandı. Hata etmiş­lerdir. Bizim için önemli olan Âyetin zâhirî manasıdır derlerse? Biz de deriz ki: “Böyle söylemiş olmanız sa­vundu­ğunuz görüşlerin kaynağı olan İbn Teymiyye ve İbn Kayyım’ın anlaşılması bu kadar basit olan Âyetin zâhir manasını anlayamayıp hata ettiklerini kabul etmiş olursu­nuz. Böylece âlimlerinizin daha karışık ve zor meselelerde de hata edebileceği manasına gelir”. Siz de onların takip­çisi olduğunuzdan dolayı birçok konuda hata edebileceği­nizi itiraf etmiş olursunuz.
عن عائشة رضى الله عنها قالت: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: ما من رجل يزور قبر اخيه ويجلس عنده الا استأنس به ورد عليه حتى يقوم
Hz. Âişe’den (Radıyallahu Anhâ) rivâyet edilen bir ha­diste Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuru­yor:
“Bir adam kardeşinin kabrini ziyaret edip yanına otur­duğunda o kendisini tanıyarak sevinir, verdiği selâma karşılık verir, bu hal kalkıncaya kadar devam eder.[23]
İbnu Abdil Berr (ö.463/1071) Et-Temhid ve El-İstızkar (isimli iki kita­bında) İbn-ü Abbas’ın (Radıyallahu Anh) şöyle dediğini ri­vâyet etmiştir:
“Kim, dünyada tanıdığı bir kardeşinin kabrine uğrar da ve ona selâm verirse mutlaka onu tanır. Ve ona Aleykümus-Selam der.”
Abdül Hakk İşbîlî (ö.852/1185), bu rivâyetin isnadının sahih oldu­ğunu söyledi.[24] Hafız İbnu Recep el-Hanbelî (ö.795/1393) “Bu rivâyetin isnadının sahihliği demek râvîlerinin tamamının güvenilir olduğu demektir, öyledir de. Ancak hadis garib hatta münkerdir” dedi.[25] İbnu Re­cebe göre İmâm Beyhakî ve Hâkim’in rivâyet ettiği ve sahihtir dediği sınırlandırma getir­meyen rivâyet daha sahih­tir. (Yani “tanıdığı” ilavesi bulunmayan hadis.)
İbn Kayyim el Cevziyye (Ruh kitabının 137.) sayfa­sında: Kabir azabı ve nimetiyle ilgili geçen hadisler ve ka­bir ehline selâm vermek, onlarla konuşmak ve ölülerin ziyaretçilerini bilmesi ile ilgili geçen bütün hadisler İbnul Abdül Berr’in mütevatir kabul ettiği hadislerdir, demiştir.
Ebû Süleyman b. Bureyde (Radıyallahu Anh) babasın­dan, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in onlara kabris­tana girdiklerinde “Es-Selâmu alâ ehl-i’d-diyâr”[26] denme­sini öğrettiğini söyler. Bu hadis, Müslim’in lafzında:
السلام عليكم اهل الديار من المؤمنين والمسلمين وانا ان شاء الله اللاحقون اسأل الله لنا ولكم العافية
“Ey mümin ve Müslümanlar olan diyarın sakinleri! Al­lah’ın selâmı üzerinize olsun. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah bize de size de afiyet versin” şeklinde­dir.
Âişe (Radıyallahu anhâ) şöyle demiştir: “Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) benimle olduğu gecenin so­nunda Bakî mezarlığına çıkar ve:
السلام عليكم دار قوم مؤمنين واتاكم ما توعدون غدا مؤجلون وانا ان شاء الله بكم لاحقون اللهم اغفر لاهل بقيع الغرغد
“Müminler topluluğunun yurdu! Es-Selâmü aleyküm! Va’dedilen şey size geldi, yarına ertelendiniz. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah’ım! Bâki Gargad ehline mağfiret et, derdi.”[27]
Muhammed b. Hımyer anlatıyor: “Ömer b. Hattab (Radıyallahu Anh) Garkad kabristanına uğradı ve:
Ey kabir sakinleri! Bizdeki haberler şunlardır: Karı­ları­nız kocaya vardı, evlerinize başkaları yerleşti, serveti­niz bölüşüldü! diye seslendi.
Gaipten gelen bir ses kendisine şu karşılığı verdi: Biz­deki havadisler de şu: Dünyadan gönderdiğimiz hayır­ları burada bulduk, Allah (Celle Celalühü) yolunda harca­dıkla­rımı­zın kârlarını aldık, harcamadıklarımızdan ötürü de zarara uğradık.[28]
Ölülerin işitmediğini iddia edenlerin itibar ettikleri âlim­lerin­den olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyim el-Cev­ziyye (v.751/1350) bakın neler diyor:
Rasulüllah, ümmetinin ölülere: “Ey mü’minler Toplu­luğu Allah (Celle Celalühü)’ın selâmı üzerinize olsun. Esselâmü aleyküm dâra kavmin mü’minin” şeklinde, selâmla­rını alıyormuş gibi selâm vermelerini önermiştir. Haddi zatında bu şekilde selâmı duyan, düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selâmı duyma­mış olsalardı (ki yok olana ve cansıza hitap ola­cağın­dan) abes olurdu. Ölü­nün ziyaretçileri tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef âlimleri de bu konuda müttefiktirler.[29]
İbn Tey­miyye ve talebesi İbn Kayyim’ın fikirlerini alıp savunanlara ve onların yolundan gittiklerini iddia eden­lere sorarız;
İbn Teymiyye; ölünün işitmediğini savunanla­rın suç işlediğini söylüyor. Talebesi İbn Kayyim ise ölülerin işittiğini isbatlamak için tafsilatlı bir kitab yazmış, ayrıca dört mezheb âlimleri ölülerin işittiği yolunda icma’ olduğunu söylemişlerdir. Si­zin ilminiz İbn Teymiyye, İbn Kayyim ve dört mezheb âlimlerinden daha mı fazla? Bu âlimlerin hepsi hatamı yaptı? Yoksa sizmi hata yapıyorsu­nuz.
Allah dostu, evliyâ olarak bilinen insanların ka­bir­lerin­den “bana çocuk, ev, eş ver” şeklinde istekte bu­lunmak, kabirlere çaput bağlamak, kurban kesmek el­bette sakıncalı ve yanlıştır. Aksi takdirde böyle tutumlar insanı şirke düşürür. Doğru olanı ise;
a) Kabirdeki Peygamberimizden veya bir Allah dostu­nun ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesini istemek­tir. Böyle yapılabileceğine dair elimizde delil var­dır.
İleride geniş olarak anlatılacak olan beşinci hadise kı­saca bir bakalım.
Mâlik ed-Dâr anlatıyor: Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) za­manında halk ku­raklık çekerken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine gelerek Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira on­lar helak oldu. Hadis böyle devam ediyor ileride daha geniş anlatılacak (5. Hadiste). [30]
Şimdi Vahhâbîlerin büyük hadis âlimlerinden Aslen Ar­navutlu olan Elbânî bakın hadisi nasıl zayıflıyor.
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâye­tin sahih olmadığını söylemektedir. Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir. O mechul bir râvîdir.[31] di­yor bakalım öylemi?
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılma­sına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesi­nin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görül­mekte­dir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şa­hıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumda­yız.
İbn Sa’d (ö.230/844), onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab (Radıyallahu Anh)’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Sa­lih es-Semman rivâyette bu­lunmuş­tur. O maruf idi”.[32]İmâm Buhârî, Tarihi Ke­bir’inde onu zikrettiği halde aley­hine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hak­kında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer (ö.852/1448) ise bunlara ilaveten şu bilgi­leri vermekte­dir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyet­leri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Tarih”inde[33] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)ın kıtlık senesin­deki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali iş­lerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre O, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[34]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvini (ö.446/1054)’de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii oldu­ğunu ve tabii­nin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmekte­dir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hak­kında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâde­den onun, râvi Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yo­ruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yo­rumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sa­hibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam et­mesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göster­gesi sayılmalıdır. Bu tesbit bize dikkat ederseniz geride geçen hadislerin tahriçlerinde de görüle­ceği gibi Elbânî bunu hep yapıyor. Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görme­diği veya görmezlik­ten geldiği kanatine götürmekte­dir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî ile Heysemî’den naklettiği, “onu tanımıyo­rum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî hadisi zayıflarken, Mâlik ed-Dâr zabt ve ada­leti maruf değildir. Meçhul bir râvîdir demişti. Öyle olma­dığı anlaşıldıktan sonra Elbânî’nin diğer hadislerdeki tarafsızlı­ğına ne kadar itibar edilir? Yorumu size bırakıyo­ruz.
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd (ö.275/888) et-Tayâlisî’nin Müsned’inde Cabirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
إن اعمالكم تعرض على اقاربكم من الأموات فإن كان خيرا استبشروا به وإن كان غير ذلك قالوا اللهم لا تمتهم حتى تهديهم الى ما هديتنا
“Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıkla­rına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi iyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle der­ler.”[35]
Bir hadis-i şerif te Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Mezardaki kardeşlerimiz için Allah (Celle Celalühü)’ü Teala’dan korkunuz: Yaptığınız işler onlara gösterilir.”[36]
Ölmüş olan akrabalarımızın bizim hallerimizden ha­ber­­dar olup, bizim için duâ etmeleri nasıl oluyor? Hadis­lere zayıf diyerek işin içinden çıkmaya çalışmanız ilmi açıdan doğru değildir.
Hadis ilimlerinden anlayanlar bilir ki; zayıflığı yalancı­lık ve fâsıklıktan olmayan râvîlerin rivâyetleri deği­şik isnadlarla zayıflıktan hasenliğe yükselir, hadis usûlü kitablarında araştırabilirsiniz. Hiçbir ha­dis hafızı yukarıdaki isnadlarda yalancı ve yalancılıkla it­ham edilen ve fâsık bir râvînin bulunduğunu söylememiş­tir. O halde yaşayanların yaptıkları amellerin akrabası olan ölülere arz olunacağına dair hadis’in değişik tarikleriyle hasen mertebesine yükselmiş­tir. Yani delil olmaya elverişli­dir.
Üstelik zayıf kaldığı kabul edilse bile bu ehl-i ilimce bir za­rar vermez çünkü hadisle farzlık, vaciblik, haramlık veya mekruhluk isbat edilmiyor. Bir haber veriliyor ki bunda fıkhi bir hüküm isbat edilmiyor. Edilseydi bile müstehablık ifâde etmesinde engel yoktur. Zira “mevzu (uydurma) olma­yan zayıf hadisle müstehablık sabit olur.” [37]

b) Diğer usulüne uygun isteme şekli de şöyle­dir:
“Allah’ım! Peygamberlerin (veya) bu mezarda yatan dostunun hatırına bize yardım et!”
İleride (4. Hadis başlığı altında) daha geniş bir şekilde tahric ve değerlendirmesi yapılacak olan şu hadisi örnek olarak gösterebiliriz:
Enes b. Mâlik şöyle demiştir; “Hz. Ali’nin annesi Fatma binti Esed Vefat ettiğinde kabrine defnedilirken Allah Rasulü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:
"الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
“Allah yaşatan ve öldürendir. O ölümsüz bir hayata sa­hiptir. Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki Enbiyanın hatırı için kabrini genişlet, çünkü ancak sen Erhamür Rahim­sin:”[38]
Bizim elimizde geride görüldüğü gibi, ölülerin ruhla­rını aracı kılarak istenip duâ edileceğine dair delillerimiz vardır. Getirdiğimiz delili zayıflatmaya çalışmanızı Mâlik ed-Dâr hadisinde gördük. Siz sap ile samanı birbirine karıştı­rarak, elindeki delillere dayanarak doğru şekilde duâ edip isteyenle, yanlış hatta şirk işleme durumunda olanları aynı kefeye koyup tekfir ediyorsunuz. Bu yaptığınız yanlış­tır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de ve Peygamberimiz ile Sahebelerde bulunmayan bir metoddur.

[1] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s.499, baskı: 2004

[2] İbn Teymiyye, el-Fetâva'l-Kubrâ, Kıyâmet-Ahiret, sayfa, 207, Hakikat Yayınları Ahmed İbn Teymiyye Harraninin vesikalarından.

[3] İbn Teymiyye Külliyâtı, c:4, s:240, 8 ciltlik, Tevhid Yayınları. (1998)

[4] Buhârî, Deâvât: 66, 7/168

[5] En-Neml, 27/80; er-Rûm, 30/52

[6] Müslim, el-Cenne ve Sıfatü Naîmihâ, 76, 77, 78; Buhârî, Megâzî, 8; Nesâî, Cenâiz, 117; İbn Hanbel, c. I, s. 26, 27.

[7] Minhat’ül-Vehbiyye, Fir’reddil ale’l-Vahhabiyye, s. 15, 2000.

[8] Zürkânî, “bu rivâyet yani Yûnus İbnü Bükeyr’in ceyyid senedli rivâyeti sahihse, Suyûtî’nin de dediği gibi Âişe radıyallahu anhâ validemiz sanki kıssayı rivâyet eden Sahabîleri görünce inkârından döndü; çünki O hâdisede bulunmamıştı” dedi. (Şerhu’l-Mevâhib: 1/434).

[9] Buna göre rivâyeti Mürsel olmuş oluyor. Sahâbe’nin irsâli ise (küçük bir şaz topluluk dışında) Mürsel’i kabul etmeyerlerce de makbûldür. Kaldı ki bu irsâl Sahâbe’den olmakla haydi haydi makbûldür.

[10] Tirmizî, Cenâiz, 60; Mu’cem, 139.

[11] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 24-362

[12] Buhârî, Enbiya: 3, no: 3158, 3/1213. Müslim, Birr: 49, no: 2638, 4/2031.

[13] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, no: 7068, Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 263, sh: 89.

[14]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye, Sırâtı’l Müstakîm, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yayınları, s.494-495

[15] Kemaleddin İbn Humam, Fethul Kadir’den naklen. Hamdullah Et’Dacvi El Basair, s:25, İhlas Yayınları Vakfı, 1999

[16] Tefsir-i Mazherî, cilt: 2, sayfa: 489’da.

[17] Şifâu’s-Sikâm, 162-172, İhlas Yayınları Vakfı, 1995.

[18] Ehvâlü’l-Kubûr, s. 132, Daru’l-Kitabi’l Arabî, 2001.

[19] Et-Tevkire, s.144-145, Dar’ül-Fikir Yayınevi.

[20] Müslim, “el-Cenne ve sıfatu naîmihâ”, 70; Buhârî, Cenâiz, 67; Ebû Dâvud, es-Sünne, 27.

[21] Begavî, Şerhu’s-sünne, c: 3, s. 279, (h.no.1515)

[22] Müslim, Cenâiz, 18,19; Buhârî, Cenâiz, 33; Ebû Dâvud, Cenâiz, 29; Tirmizî, Cenâiz, 24.

[23] Zebidî, İthafu’s-Saâde. XIV/275

[24] Tezkiretül Kurtubi: 145

[25] İ. Receb, ehval-ul Kubur

[26] Müslim, II, s: 671, h: 975; Cenâiz, Kabre girerken ne denir ve ehline nasıl duâ edilir, babı. Nesâî, IV, s: 94; Cenâiz, Müminlere istiğfar edilmesinin emri, babı.

[27] Müslim, II, s: 669, h: 974; Cenâiz, Kabre girerken ne denir ve ehline nasıl duâ edilir, babı. Nesâî, IV, 4, s: 93-94, Cenâiz, Müminlere istiğfar edilmesinin emri, babı.

[28] İbn Ebîd Dünya es-Sem’anî, Kenz, Hayatu’s-Sahâbe, c: 4, s.290

[29] İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, s. 11, İz Yayıncılık. Not: İbn Kayyim bu kitabı Teymiyye’nin talebesi olduktan sonra yazmıştır. Ruh kitabının 32 (dipnot-7) - 46. sayfalarında böyle olduğu açıklanmıştır.

[30] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 482,483; İbn Abdilberr, İstiâb, II, 464.

[31] Elbânî, Tevessül, Arapça sayfa 131

[32] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[33] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[34] İbn Hacer, İsabe, III, 484 Ahmet-el Askalâni

[35] Minhâ, 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir, diyor. Aynı yer

[36] Hakim-i Tirmizinin ve İbn Ebi’d-Dünya’nın ve Beyhakî’nin (Şu’ab-ül-İmân) kitabında Nûman bin Beşir’den.

[37] İbnu Humam- Fethul Kadir 1/467

[38] Taberânî, Mu’cem-il Kebir, no: 871, 24/351. Ebû Nuaym et-Tabarani yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da c.3 sayfa121 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
 
Üst