Sen ise ey hamiyet-füruş sahtekâr!

Ahmet.1

Well-known member
Şeytanın telkini ile ve ehl-i dalaletin ilkaatıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardeşlerimi aldatmak ve asabiyet-i milliyelerini tahrik etmek için diyorlar ki: "Siz Türksünüz. Mâşâallah Türklerde her nevi ülema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürddür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesaî etmek hamiyet-i milliyeye münafîdir?"
Telkin: Aşılama, fikir aşılama.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar, iman ve islâm yolundan sapanlar, dalalet ehli.
Propaganda: Taraftar toplama çalışmaları ve konuşmaları, düşünce yayma ve benimsetme çalışmaları.
Mühim: Önemli.
Mevki: Konum, yer.
Mülhid: Dinsiz, imansız.
Asabiyet-i milliye: Milliyetçilik damarı, ırkçılık gayreti ve tarafgirliği.
Nevi: Çeşit, tür.
Ülema: Yüksek ilim sahipleri, alimler, din bilginleri.
Ehl-i kemal: Yüksek dereceye ve olgunluğa ulaşmış olanlar.
Teşrik-i mesaî: Çalışmaların ortak edilmesi, ortaklaşa çalışma.
Hamiyet-i milliye: Milletini ve kendi ırkını koruma çabası.
Münafî: Zıt, ters, aykırı.


Elcevab:
Ey bedbaht mülhid! Ben Felillahilhamd müslümanım. Her zamanda, kudsî milletimin üçyüz elli milyon efradı vardır. Böyle ebedî bir uhuvveti tesis eden ve dualarıyla bana yardım eden ve içinde Kürdlerin ekseriyet-i mutlakası bulunan üçyüz elli milyon kardeşi, unsuriyet ve menfî milliyet fikrine feda etmek ve o mübarek hadsiz kardeşlere bedel, Kürd namını taşıyan ve Kürd unsurundan addedilen mahdud birkaç dinsiz veya mezhebsiz bir mesleğe girenleri kazanmaktan yüzbin defa istiaze ediyorum!.. Ey mülhid! Senin gibi ahmaklar lâzım ki, Macar kâfirleri veyahut dinsiz olmuş ve firenkleşmiş birkaç Türkleri muvakkaten, dünyaca dahi faidesiz uhuvvetini kazanmak için; üçyüz elli milyon hakikî, nuranî menfaatdar bir cemaatin bâki uhuvvetlerini terketsin. Yirmialtıncı Mektub'un Üçüncü Mes'elesinde, delilleriyle menfî milliyetin mahiyetini ve zararlarını gösterdiğimizden ona havale edip, yalnız o Üçüncü Mes'elenin âhirinde icmal edilen bir hakikatı burada bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki:

Bedbaht: Bahtı kara, talihsiz.
Felillahilhamd: Allah'a(cc) şükür olsun.
Kudsî: Mukaddes, kusursuz.
Efrad: Fertler, kişiler.
Ebedî: Sonsuz.
Uhuvvet: Kardeşlik.
Ekseriyet-i mutlaka: Tam çoğunluk, mutlak ekseriyet.
Unsuriyet: Irkçılık.
Menfî: Oumsuz.
Hadsiz: Sınırsız, sayısız.
Namını: Adını.
Mahdud: Sınırlı, az sayıda.
İstiaze: Allah'a(cc) sığınmak.
Mülhid: Dinsiz, imansız.
Firenk: Avrupalı, batılı.
Muvakkaten: Geçici olarak.
Nuranî: Nurlu.
Menfaatdar: Menfaatli, faydalı.
İcmal: Özetleme, kısaca anlatma.
Hakikat: Gerçek.


O Türkçülük perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan hamiyet-füruş mülhidlere derim ki: Din-i İslâmiyet milletiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur'anın bayrağını cihanın cihat-ı sittesinin etrafında galibane gezdiren bu vatan evlâdlarına, İslâmiyet hesabına müftehirane ve tarafdarane muhabbetdarım. Sen ise ey hamiyet-füruş sahtekâr! Türk'ün mefahir-i hakikiye-i milliyesini unutturacak bir surette mecazî ve unsurî ve muvakkat ve garazkârane bir uhuvvetin var. Senden soruyorum: Türk Milleti, yalnız yirmi ile kırk yaşı ortasındaki gafil ve heveskâr gençlerden ibaret midir? Hem onların menfaati ve onların hakkında hamiyet-i milliyenin iktiza ettiği hizmet, yalnız onların gafletini ziyadeleştiren ve ahlâksızlıklara alıştıran ve menhiyata teşci eden terbiyede midir? Ve ihtiyarlıkta onları ağlattıracak olan muvakkat bir güldürmekte midir? Eğer hamiyet-i milliye bunlardan ibaret ise ve terakki ve saadet-i hayatiye bu ise; evet sen böyle Türkçü isen ve böyle milliyetperver isen; ben o Türkçülükten kaçıyorum, sen de benden kaçabilirsin!
Hamiyet-füruş: Vatanı ve milleti koruma çabası iddiasında bulunan.
Din-i İslâmiyet: İslam dini.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Cihan: Dünya, âlem, kâinat.
Cihat-ı sitte: Altı taraf, altı yön.
Galibane: Zafer kazanırcasına, üstün gelircesine.
Müftehirane: Övünürcesine, iftihar edercesine.
Tarafdarane: Taraf tutar şekilde, kayırırcasına.
Muhabbetdar: Sevgi besleyen.
Mefahir-i hakikiye-i milliye: Millete ait hakiki iftihar edilenler, milletin gerçek övündükleri.
Unsurî: Irkla ilgili.
Muvakkat: Geçici.
Garazkârane: Düşmanlık edercesine, kin güdercesine.
Heveskâr: Hevesli.
Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Hamiyet-i milliye: Milletini ve kendi ırkını koruma çabası.
Menhiyat: İslâm dinine göre yasak olanlar, islâm dininde haram olanlar.
Teşci: Cesaretlendirme, cesaret verme.
Firenk-meşrebane: Avrupalı gibi düşünür ve yaşar şekilde, batılıların yolunda gidercesine.
Terakki: İlerleme, yükselme, yükseliş.
Saadet-i hayatiye: Hayata ait saadet, yaşantıyla ilgili mutluluk.
Milliyetperver: Aynı milletten olanları seven.


Mektubat
 
Üst