Rabita bidatmi hadislerin tahriçi

mucahid_tr

New member
Tasavvuf ıstılahında ise, müridin, ruhî sahada tefek­kür ve muhayyile (hayal) gücünü kullanarak mürşidiyle "Beraber" olmasını ifâde eder. Tasavvufta, ruhî terbiye için bu mana beraberliğine ihtiyaç olduğu söylenmiştir.
müşâhede (Allah-u Tealâ'yı görür gibi olma) mertebesine ermiş kâmil bir şeyhe kalbi bağlayıp huzur ve gıya­bında (yanında ve uzağında) o şeyh efendinin sûreti, sîreti (manevî hali) ve özellikle ruhani­yetini hayalen kendisiyle birlikte farzederek, yanınday­ken takındığı tavrı, ayrıyken de sürdür­meye çalış­mak demektir.[2]
İddiâ: “Râbıta ya adettir veya değildir. Değilse, on­dan ecir beklemek en azından boşuna olur. İbadet ise, neden Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbı zama­nında yok idi de sonra icad edildi. Öyleyse, dinde olmayan bir ibadeti uydurmak, teşri olmakla küfür, haram bid’at olmaz mı?
Bid’at ne demektir? Hükmü nedir?[3]
Feyyûmi el-Misbah’da şöyle dedi: Allah (Celle Celalühü) mahlûkatı ibdâ’ etmekle ibdâ’ etti, onları model­siz olarak yarattı demektir. Ebda’tü ve Ebda’tühü onun çıkardım ve ihdâs ettim, demektir. Bu mana’dan olarak muhâlif hale bid’at denilmiştir. Bidat ibtida’dan isimdir. Nasıl ki, rıf’at (yükseklik) irtifa’dan ise, sonra bulunan (bid’atın) dinde noksanlık ve yahut fazlalık olan şeylerde kullanılması galip oldu. Lakin kimi zaman bir kısmı mek­ruh olmaz ve mübah bid’at olarak isimlendirilir. Feyyümi’nin sözü bitti.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz veya as­habının yapmadığını yapmanın hükmü nedir? Terk, yani bir şeyin Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile as­hâbı tarafından yapılmamış olması onun haram olduğuna veya câiz olamdığına delilmidir? İddia edildiği gibi, râbıta onlar tarafından yapılmadıysa, ona ne hüküm verilecektir? Terk, yapmama işi demektir. Bu yüzden şu husus, usul-î Fıkh’ın Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) efendimizin fiilleri bahsiyle alakalıdır.
Hâfız Ğumârî şöyle diyor: Yalnız başına terk, kendi­siyle beraber, terk edilenin yasaklanan bir şey olduğuna dâir bir nass bulunmadıkça, onun (terk edilen şeyin) haramlı­ğına delâlet etmez. Aksine o işin en fazla, meşru olduğunu gösterir. O terk edilen (yapılmayan) işin mah­surlu oluşu ise tek başına terkten anlaşılmaz.
Selef’in bir şeyi terk etmesi, yani yapmaması da o işin mahzurlu (yasaklanmış) olduğunu göstermez.
İmâm Şâfii şöyle dedi: Şeriat’tan dayanağı olan hiç­bir şey, selef onu yapmasa bile bid’at değildir. (Ğumâri’den nakiller bitti.)[4]
Şu hususta mezheplerde değişik görüşler olduğu farz ve isbat edilse bile, böyle bir ictihâdî genişliğe rağmen, kimse Râbıta’ya küfürdür, diyemez.
من سن فى الاسلام سنة حسنة فعمل بها بعده كتب له مثل اجر من عمل بها، ولا ينقص من اجورهم شيئ ومن سن فى الاسلام سنة سيئة فعمل بها بعده كتب عليه مثل وزر من عمل بها ولا ينقص من اوزارهم شيئ
“Kim İslâm’da iyi bir çığır açar da, kendinden sonraki­ler onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin sevaplarının aynısı, o çığırı açan kimseye yazılır ve öbürleri­nin sevaplarından da hiçbir şey eksiltilmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açar da kendinden sonrakiler onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin günahları­nın aynısı, o kötü çığırı açan kimseye yazılır ve öbürlerinin günahlarından hiçbir şey eksiltilmez.” [5]
Bu, Allah (Celle Celalühü) ve Rasûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) efendimizin emri zıddına olduğu zamandır. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)’ın bu ne güzel bir bid’attir [6] sözü bu türdendir. Bu (terâvîh namazın topluca kı­lınması) hayırlı fiillerden olunca ve methedilen fiillere dâhil bulu­nunca, onu bid’at diye isimlendirip, methetmiştir. Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu bu şekliyle on­lara sün­net kılmamıştır. Onu bazı gecelerde kılmış sonrada terk etmiş, ona devam etmemiş, onun için insanları toplama­mıştır. Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) zamanında da yoktu. Sadece Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) insanları onun için topladı ve ona teşvik etti. Bu yüzden ona bid’at ismini verdi. Hâlbuki o, gerçekte sünnettir. Çünkü (Aleyhi’ssalatü ve’s-selâm) Efendimiz:
“Sünnetime ve benden sonraki raşid halifelerin sünne­tine yapışınız[7] ve benden sonra iki kişiye Ebû Be­kir ve Ömer’e uyunuz” buyurdu.[8] Diğer “Her icad edilen bid’attır”, hadisi bu te’vile hamledilir. Sadece şunu murad etmektedir; Şeriatın asıllarına ters düşen, sünnete uyma­yan şeyler.[9](İbnü’l Esir’in sözleri burada son buldu.)
“İftira atan cennete giremez”
“Sıla-i Rahmi kesen ve ana babaya itaat etmeyen cen­nete giremez” hadis-i şerifleri de aynı şekilde değerlendi­rilmelidir.
Ulema, bu hadisleri izah ederken şu açıklamalarda bulu­nurlar: “Buradaki cennete giremez” ifâdelerinin mana­ları, “böyle yapan kimse ilk olarak cennete giremez” ya da “bunu helal görerek yapan kimse cennete giremez” şeklinde anlaşılmalıdır.
Her halükarda ulema, bu hadislerin zâhirinden anlaşıl­dığı şekliyle değil, te’vil ederek anlamışlardır. Bid’atlerin sapkınlık olduğunu ifâde eden hadisi şerif de diğer benzerleri gibi bu şekilde te’vil edilmiştir. Zira hadisle­rin geneli ve Sahâbeyi kiram’ın tatbikatları, burada bid’atten maksadın, şeriatte asli bir temele istinat etmeyen “bid’ati seyyie” olduğunu açıkça götermektedir.
Bu hadisin böyle anlaşılması gerektiğini Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şu ifâdeleriyle kendisi göstermiştir:
“Kim güzel bir yol ihdas eder ise, bu yolun ve onunla amel eden herkesin sevabı o kimseye de yazılır.”
Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübahların tama­mını işlememiştir. Hatta kendisi işlediği zaman ümmetine farz olması yahut meşakkatli hale gelmesi korkusuyla bazı mendupları kasten terk etmiştir. O yüzden kim Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bir şeyi yapmadı davasıyla bir şe­yin haramlığını iddia ederse, hakkında delil bulunma­yan bir şey iddia etti demektir.
Bida’atle murad edilen Şeriatın kendisine dela­­let edeceği aslı bulunmayan şeyler türünden ya­pılan icadlardır. Şeriat’tan kendisine delalet ede­cek bir aslı bulunan şeyler ise, lugat olarak her ne kadar bid’at ise de şeriat’ça bid’at değildir.
Nevevî şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in her bir bid’at sapıklıktır sözü sınırlandırılmış bir umûmî hükümdür. Kastedilen bid’atların çoğunluğudur. Lugat âlimleri demişlerdir ki: Bid’at demek geçmiş misali olmadan yapılan her bir iştir. Âlimler bid’atın beş kısım olduğunu söylemiştir: Vacip, mendub, haram, mekruh ve mübah. Vacip olan bid’atlerden birisi kelam âlimlerinin mulhid ve bid’atçılara karşı delilleri dizmeleri ve benzeri şeylerdir. Mendub olan bid’atlerden biri de ilim kitaplarını yazmak, medreseleri, tekkeleri ve başka şeyleri bina etmek­tir. Mübah olan bid’atlerden biri de değişik yemek­ler ve benzeri şeylerde genişliktir. Haram ve mekruh olan bid’atler ise açıktır. Bu anlattığım bilinirse hadisin aslında manası genel olan sınırları (başka deliller yüzünden) daraltı­lan bir hadis olduğu bilir. Gelen buna benzer sair hadislerde böyledir. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın ne güzel bid’at sözü de bunu teyid etmektedir.
İmâm Nevevî, Tehzibu’l-Esmâ ve’l-Lügat isimli ese­rinde şöyle demiştir: Şeriat’ta bid’at, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında bulunmayan bir şeyin sonra­dan ihdas edilmesi demektir ki, güzel ve çirkin olarak ikiye ay­rılmaktadır. Abdülaziz b. Abdisselâm el-Kavâid isimli kitabının sonunda şöyle demiştir: Bid’at, vacip, haram, mendup, mekruh ve mübaha ayrılmaktadır. Bundaki yol şeriatın kaidelerine ahzedilmesidir. Eğer vaciplik kâidesine dâhil oluyorsa, vaciptir. (Abdülaziz b. Abdisselâm’ın sözü bitti.)
İmâm Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şafî’de isnadıyla İmâm Şa­fî’den şöyle dediğini rivâyet etti. Sonradan icad edilen iş­ler iki kısımdır: Birincisi bir âyete veya bir hadise yahut bir esere yahut da bir icmaâ ters düşmeyen şeylerdir. Bu­nun hakkında âlimlerden hiç birinin muhâlif görüşü yok­tur. Bu kı­nanmayan, sonradan icat edilen şeydir. Ömer radıyallahu anhu “Terâvîh namazı için bu ne güzel bir bid’attır” derken, “önceden mevcut olmayan, olduğu za­manda kendinde geçmişi inkar bulunmayan bir icat oldu­ğunu kastetmektedir. Bu, Şafî’nin Allah (Celle Celâlühü) ondan razı olsun sözünün sonudur. (Nevevî’’nin sözü bitti.) [10]
İmâm Şafî şöyle demiştir: Şeriattan dayanağı olan her bir şey, selef onu yapmasada bid’at değildir. Zira sele­fin onunla amel etmeyi terk etmesi bazen o anda kendileri için mevcut olan bir mazeret sebebiyle yahut ondan daha üstün bir şey sebebiyle yahut da onun bilgisi tamamına ulaşmaması sebebiyle olmuş olabilir. (Şafî’nin sözü bitti)
Bu hadis (ve buna benzer hadisler) bid’atın hasene ve seyyie diye ikiye ayrıldığını açıkça ifâde etmektedir. Hasene şahsı bakımından bid’at ise de nev’i/türü bakımın­dan, şer’i bir kâide veya bir âyet yahut hadisin geneli al­tına girmesi sebebiyle meşrû’dur. İşte bundan dolayı hasene diye isimlendirilmiştir. Ve ecri o çığırı açan üze­rinde öldükten sonra devam eder. Seyyie de şeriatın kaidele­rine muhâlif olandır. Kınanan sünnet ve sapık olan bid’atta budur.[11](Ğumariden nakiller bitti.)
Mühim bir sual: Râbıta inkârcıları bize sorsalar: Ey Râ­bıta’yı kabul eden Nakşî Tarikatı mensupları! Yukarı­daki nakillerinizden bid’atın hasene/güzel ve seyyie/kötü diye ikiye ayrıldığı görülmektedir. Hâlbuki Râbıta’yı kabul edip onunla emel eden sizlerin imâmlarınızın en büyüklerin­den olan İmâm Rabbânî, bunu kabul etmemekte­dir: Bid’atin hepsi kötüdür, güzeli olmaz demekte­dir;[12] buna ne dersiniz?
Cevap: Bid’atin, hasenesi/güzeli olmaz; Hepsi seyyie­dir/kötüdür diyenler şer’i ıstılahı kastediyorlar; lügat ma’nasındaki bid’ati kastetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler Şer’i ıstılahı kastetmeyip lügat ma’nâsını murad ediyorlar. Yani her iki guruba göre bid’atı hasene Şer’i manada bidd’at değildir. İmâm Rabbânî Şer’i ıstılahı esas alarak şeriat’ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez. Diğerleri de şeklen sonra ortaya çıkmasından dolayı lügat manasıyla bid’at, şeriat esasına dayandığından dolayı hasene demişlerdir. Kısacası hilaf/anlaşmazlık lâfzîdir, ma­nevi değildir. Esasta hepsi bir kapıya çıkmaktadır.[13]
Râbıta’ya şer’i ma’nâda bid’at denemez. Çünkü Kur’ân ve Sünnet’e uymayan bir yanı bulunmadığı gibi, onlarla emredilen zikrin vesilesi olmanın yanında, şer’i delillerden bir nicesinin umûmu/geneli kapsamı çerçeve­sinde düşünülebilecekleri çok açık ve esaslı dayanakları vardır.







Râbıta’nın Şer’î Delilleri
Kimi iyi maksatlı âlim ve fâzıl kardeşlerimiz de Râ­bıta’ya Kur’ândan ve sünnet’den delil aramanın boşuna olduğu meâlinde sözler sarf ederken, ibaresi veya mantûku ile râbıta’ya delalet eden delilleri kastediyorlarsa davaları belki kabul görebilir. Hiç kimse mantûkuyla ibare­siyle olan bir delili bulunduğunu iddia etmemiştir. Yok, eğer, işâreti, delaleti veya iktizası veya kıyas yolu ile vasıtalı olarak Râbıtayı gösteren âyetler ve hadislerin bulun­madığını söylüyorlarsa, bu iddiâ katiyen batıldır. Nitekim esâsen açık olan bu batıl oluş getireceğimiz delil­ler ile daha da açıklık kazanacaktır. Geride geçen Usûl-i Fıkıh kâidesinin delilleri olan deliller de umûmât olarak Râbıta’nın meşruluğunun delilleridir. Nitekim müçte­hitlerimi­zin, birçok fıkhi meseleye dâir getirdikleri sem’i delillerin ekserisi umûmât olmaları haysiyetiyledir.

Râbıta’nın Kur’ân’dan Delilleri
Şurada inşâellah, Râbıtayı da içine alacak geniş mâ­nalı iki âyet getireceğiz.
Birinci Âyet: “Ona (yaklaşmaya ve varmaya) ve­sile arayınız.(Maide: 35)
Âyette hâslık veya tahsis, yani belli bir tahdid sınırlan­dırma yok. O halde aranılabilecek vesileler, hü­küm­leri Farz, [14] Vacip, Sünnet, Müstehap, Mendup ve Mübah olan vesileler olabilir. Öte yanda Mekruh ve Ha­ram [15] vesileler dahi varsa da, Kitab, Sünnet, İcmâ veya Kıyasla sâbit olan mekruh ve haram vesileler (vâsıtalar) ile Allah’a yaklaşılamaz.
Kitab, Sünnet, İcmâ ve Kıyasla sâbit olan farz, vacip, sünnet, müstehab, mendub ve bir kısım mübah vesileler aranması bu âyet içine girer. Hakkında lehte ve aleyhte delil bulunmayan mubahlarda, ameller sadece niyetlerle­dir ve kişi için niyet ettiği vardır hadisi gereğince, kimi za­man mendub veya müstehab olurlar.
Yani farz, vacip, sünnet, müstehab ve mendub vesile­ler yanında, mubah vesileleri niyetlerimiz ile Allah’a yaklaş­maya sebep yapabiliriz. Bunların sınır ve sayısı ol­maz. Yerine göre yalnız yaşamak… Şartlarına uyan uz­let… şer’î ölçüler içersinde kırlarda gezinmek… Kuvvetten düşmeyecek derecede az yemek… Mübah nimetlerden şükretmek için yemek, hesabından kurtulmak için mubah nimetlerden uzaklaşmak… Riyasız ve kibirsiz olarak nurani­lik kazanmak ve hikmet elde etmek için mubah söz­leri sarf etmemek vb…
Hâsılı ibadetlerinize vasıtalı vasıta­sız yardımı olacak her mübah araç, bu haysiyetlerle meşru vesilelerdendir. Dolayısıyla bunun neresi Râbıta delili? diyenler bunu biraz düşünmeleri gerek.
İkinci Âyet: “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, onlar Allah’ın nimetlendirdiği nebiler, sıd­dık­lar, şehitler ve sâlihlerle beraberdirler. On­larda arkadaşlıkları (kendileriyle arkadaş olamak) ne güzel kişilerdir.(Nisâ: 69)
Taberânî (ö.360/971) zararsız bir isnatla, Hz. Âişe(r.anha)’dan rivâyet etti. Ashab’tan bir adam Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e geldi ve “Ya Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şüphesiz ki sen bana, elbette canımdan da daha sevgilisin; şüphe yok ki sen bana el­bette çocuklarımdan daha sevgilisin; ve şüphe yok ki ben, elbette evde oluyor ve seni hatırlıyorum da sabredemiyo­rum; ta ki geliyorum da sana bakıyorum. Ölümümü ve ölümünü hatırladı­ğımda anladım ki sen cennete girdiğinde nebilerle beraber (yüksek mertebelere) yükseltileceksin ve ben de cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden kork­tum.” Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir cevap vermedi. Nihâyet Cib­ril (Aleyhi’s-selâm) ona bu âyeti indirdi.[16]
Bir kâideyi hatırlayalım:
Bir âyetin sebeb-i nüzulunun hâss olması lafzının ma’nasının umumi oluşuna mani olmadığı ehl-i hakk olan ehl-i sünnetin Kur’ânı Kerîm’i anlamadaki temel kaidelerin­dendir. Evet iniş sebebi, mukteza-i hâlin bilinme­sinde çok mühim olduğundan, âyetin anlaşılma­sında büyük bir yardımcı olur. Ancak âyetin manası her zaman onunla sınırlı değildir.
Buna göre âyet, Allah (Celle Celalühü)’e ve Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e itaat edenlerin (âhirette nebi­lerle beraber olacağını haber verdiği gibi, dünyada da bera­ber olacağına, olması icap ettiğini dahi haber vermiş veya talep etmiş olabilir. İtaat ölçüsünde onlarla beraber olacaklarını haber veriyor, bir nisbette beraber olmalarını istiyor olabilir. Hâsılı; ihbârî olan bu cümle ile, inşâî ma­nada ifâde edilmiş de olabilir. Yani onlarla beraber olsunların en güçlü anlatış biçimlerinden biriyle.

Râbıtanın Hadislerden Delilleri:
Burada konuyla ilgili değişik mertebelerde alakalı hadis­leri getireceğiz. Bunlar umumlarıyla râbıtayı da içine al­maktadır.
من سن سنة حسنة كان له اجرها واجر من عمل بها الى يوم القيامة
“Kim İslâm’da güzel bir sünnet yaparsa/bir yol açarsa, onun için o yolun ecri ve kendinden sonra onunla amel edecek olanların ecri vardır.” [17]
Güzel bir sünnet icad etmek, yani güzel bir yol veya çı­ğır açmak elbette mübahlar çerçevesinde düşünülebilir. Yoksa Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve Ashabının yolu zaten açıl­mıştı. O yolu yeniden açmak düşünülemez. Haram veya mekruh sahada da zaten güzel bir yol açıla­maz. O halde bu ancak mübahlar ve ruhsatlar sahasında olabilir.
Râbıtanın hiçbir delili olmasa bile, onu inkâr edenler ve şirk görenler, yasaklığına dair geçerli ve yeterli bir delil bulup getirmedikçe, tecrübelerle birçok hayırlara vasıta ve sebep olduğundan onun şu hadisin umumunun delaletiyle güzel bir amel olduğunu kabul etmeleri gerek tabiî ki sün­neti inkar etmiyorlarsa. Hâsılı, şu hadis, açılan güzel yeni bir çığırın sevap getiren bir amel, yani ibadet olduğunu açık bir biçimde göstermektedir.
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuru­yor:
Allah (Celle Celalühü) Kitab’ında neyi helal yaptıysa, o helaldir. Neyi haram yaptıysa o haramdır. Ne hakkında da sustu ise, o affedilmiş bir şeydir (mübahtır). O halde Allah (Celle Celalühü)’den âfiyetini kabul ediniz. Zira Allah (Celle Celalühü) hiçbir şeyi unutmaz. Sonra Rabbin unutan değil­dir (unutmaz) (Meryem, 64) âyetini okudu.[18]
عن عمر بن الخطاب رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "انما الاعمال بالنيات وانما لكل امرئ ما نوى"
Ömer İbn Hattab (Radiyallahu Anh)’dan rivâyete göre, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Ameller(in kabulü ve sevabı) ancak niyetlere göredir ve herkes için ancak niyet ettiği vardır.” [19]
İmâm Birgivi, Tarikat-ı Muhammediyye’sinde ve Hamevi, Eşbah Şerhi’nde, şöyle diyorlar: Mübahlarla taatler için kuvvetlenmek yahut onlara ulaşılmak kastedi­lirse ibadet olurlar. Yemek, uyumak, mal kazanmak ve (helal yollardan) cima etmek/cinsi ilişkide bulunmak gibi.[20]
عن عبد الله بن مسعود رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ما رأى المسلمون حسنا فهو عند الله حسن، وما رآه المسلمون سيئا فهو عند الله سيئ.
Abdullah İbn Mes’ud (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edi­len bir hadis-i şerifte, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Müslümanların güzel gördükleri, Allah ka­tında da güzeldir. Müslümanların kötü gördüğü, Allah indinde de kötüdür.” buyurmuştur.[21]
Bu hadis-i şeriflerin açık beyanıyla, bu ümmetin âlimle­rinin ve velilerinin güzel gördükleri şeyler Allah in­dinde de makbuldür. Sahâbe-i Kiram’dan bu güne kadar gelen Allah dostlarının kabul etmiş olduğu râbıtayı inkar etmek, icmâ’a karşı gelmektir.
Mühim Bir Tenbih: Hakkında aleyhte delil bulun­ma­yan mübah bir işi, Müslümanlar güzel gördükleri için bu Allah katında da güzeldir. En kamil, en nezih, en mütteki, en zâhid, en âbid ve en zâkir görse, mü’minler topluluğu, bir şeyi güzel görse, güzel bulsa? Şu hadis ve onun vadisin­deki delillere istinaden fıkıhta Örf temeline dayanan nice hükümler vardır. Râbıtanın hiçbir delili ol­masa bu hadis dahi yeterde artar bile.
Ameller (yapılan işler) dinimize göre ya iyi, ya kötü, ya­hut da mübahtır. Buna göre; İyi amelleri, iyi niyetler geçerli, sevap getiren, iyilikte dâim veya daha iyi, kötü niyetler ise ya az sevaplı, ya sevap­sız, ya geçersiz yahut kötü, niyetsizlik, bizâtihi ameli ge­çersiz yapar. Namaz, oruç ve benzerleri gibi. Amelin şartı olan ameli, yani ame­lin amelini, sevapsız yapar. Ab­dest ve gusül gibi.
Kötü işleri, kötü niyetler ya kötülükte daim yahut daha kötü yapar. Kötü işleri, iyi niyet hiçbir zaman iyi yap­maz. Hatta bazen daha da kötü yapar. Meselâ sevap ol­sun diye günah işlemek gibi. Haramı ibadet maksadı ile yapmak küfürdür. İyi niyet, kötü işleri bazen de daha az kötü yapabilir. Domuz olduğunu zannederek adam öldürme­nin günahı yoksa da diyet kul hakkı olduğu için vardır. Kötü işleri niyetsizlik bazen olduğu halde kötü bıra­kır, bazen de daha hafif kötü yapar.
Ne iyi, ne kötü, yani, mübah olan bir ameli, fiilen başka kötülüklere sebep olmamak şartıyla, iyi bir niyet, iyi ve sevap getiren, yapar. Mübah ama güzel ve kıymetli bir elbiseyi, üzerinde Allah’ın nimetinin eseri gözükmesi maksa­dıyla giymek, hesabından kurtulmak yahut bulunma­yanları kıskandırmamak maksadıyla giymemek gibi. Kötü bir niyet de, kötü ve günah getiren bir amel yapar. Aynı elbiseyi, hava atmak ve böbürlenmek için giymek yahut zâhidlik ve âbidlik taslamak için giymemek gibi.
Gerçi i’tiraf etmeliyiz ki, mübahların kötü niyetlerle kötü olmaları ne kadar mümkün ve kolaysa, iyi niyetlerle iyi olmaları, o ölçüde zor, hatta bazen daha da zordur. Zira fiilen başka kötülüklere alet olmayacakları kolay tespit edilemeyeceğinden, iyi niyet silahını mübahlarda kullan­mak çoğu zaman kâr getirmediği gibi, bazen yan zarar­larda getirebilir. Bu silah ancak ilim sahiplerince kullanılabi­lir.
Şüphesiz ki, Allah (Celle Celalühü) günah kıldıklarının iş­lenmesini nasıl sevmez, çirkin bulursa, (iyi ve Salih maksadlarla işlenecek olan ve bazen azimetlere vardıracak olan) ruhsatlarında işlenmesini sever.
Bu ruhsatlar, naslarla bildirilmiş olabileceği gibi, nasların lehte ve aleyhte bir şey söylememesiyle de sabit olabilir. Hele, ibadetlere basamak ve merdiven yapıldıkları takdirde, ruhsatların mendup olacağını bilenler bilir. Mübahların iyi niyet ve maksatlarla ibadet haline gelece­ğini biraz önce âlimlerden öğrenmiştik. Ruhsatlar ise mübahlıktan aşağı düşmez öyleyse vesveseleri defedecek ve Allah (Celle Celalühü)’ün zikrine sebep olacak olan Râ­bıta da ruhsat bile olsa, Allah (Celle Celalühü)’ün dolayısıyla sevdiği bir mendup iş olmaktan aşağı değildir. El verir ki şu ruhsatlar netice bakımından Allah (Celle Celalühü)’ü unuttu­racak cinsten olmasın.
Râbıta mübahtır. Lakin vesvese ve gafletin giderilme­sinde oluşturduğu tecrübe ile sâbittir. O niyetle bu mübah işi işliyor ve maksadımıza ulaşabiliyorsak, bu iş sevap olur. Bir çıkar da, putlara ibadet etmek, onları Allah (Celle Celalühü)’ye yaklaşmaya vesile etmektir. Bir kimseye yapı­lan Râbıta da Allah (Celle Celalühü)’e yaklaşmaya bir vesile­dir. Öyleyse Râbıta da Râbıta yapılana bir ibadettir, gibi bir kıyas veya benzetme yaparsa… Bu, ikisi de yuvar­lak teker gibidir, diye açlar tarafından ekmeği, tezeğe benzet­mekten de öte bir şey olur.
Münâvî (ö.1032/1623) ise bu hadisin şerhinde Hâkim Tirmizî’den şu nakli yapar:
“Kendilerine bakıldığında sana Allah’ı hatırlatan kimse­ler öyle kimselerdirki onların üzerinde Allah tarafın­dan verilmiş zâhirî bir görüntü vardır. Allah’ın nuru, kib­riya ve heybeti, vakar unsü onları kaplamıştır. Bu du­rumda onlara bakan kimse Allah (Celle Celalühü)’ı hatırlar Çünkü, Onun melekût aleminin eser ve nurları vardır. Bun­lar velilerin sıfatıdır. Kalp bu şeylerin madeni ve yerleş­tiği yerdir. Yüz, kalpte olanı (bir şekilde) çekip dışa yansıtır.
Kalpte Allah (Celle Celalühü)’ın marifet nuru ve İlahi emir­lere itaat ziyâsı hakim olunca bu nur yüze etki eder, dışa yansır ve sen böyle bir yüze bakınca sana hayır ve takvayı hatırlatır. Bu da sende iyi hal ve ilme meyli artırır. Bunlar ise sıdk ve hakka sevk eder. Böylece sende istika­met oluşur. Kamil insanın yüzünde parlayan Allah’ın (Celle Celalühü) celal ve cemalinin azametini hatırlatır. Böyle bir nuru görmek insanı nakıs (ve rezil) işlerden alıkoyar.[22]
Nitekim Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) efendi­miz buyurdular:
Allah’ın kullarının en hayırlıları o kimselerdir ki, görül­düklerinde Allah (Celle Celalühü) zikredilir.[23]
Size en hayırlılarınızı haber vereyim mi? Hayırlıları­nız o kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah (Celle Celalühü) zikredi­lir.[24]
Sizin en hayırlınız, görülmesi Allah (Celle Celalühü) zik­retti­ren (hatırlatan akla getiren) kimsedir.[25]
Velilerim o kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah (Celle Celalühü) zikredilir.[26]
Enes (Radiyallahu Anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şe­rifte, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmak­tadır:
عن انس رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "افضلكم الذين اذا رؤوا ذكر الله تعالى لرؤيتهم"
“En faziletli kimseleriniz o kimselerdir ki, onların görül­me­lerinden dolayı Allah (Celle Celalühü) hatırlanır.” [27]
Şu son dört hadisin isnadlarında zayıflık bulunsa bile toplamları itibariyle en azından Hasen li Gayrihi olur­lar. Kaldı ki; aynı manadaki ilk iki hadis zaten hasen idiler. Dolayısıyla bir müşkil kalmamış oluyor.
Şurası akıllı ve insaflı herkesçe bilinebilecek bir şey­dir ki, bir veliyi kafa gözüyle görmek, kişiye Allah’ı hatırlatı­yorsa, gönül gözüyle yani hayali olarak görmesi de Allah (Celle Celalühü) zikrettirir. Hatta kafa gözüyle görememe­sini bununla telafi eder. Öyleyse şu yedi hadis, Râbıtanın zikre se­bep ve vasıta olmasıyla, dolayısıyla bir zikir olduğunu göstermektedir.
Ali’ye (keremellahu vechehü ve radıyallahu anhu’ya) bakmak ibadettir.[28]
Bu hadis, sahih, hatta bazı âlimlerin mütevâtir tarifle­rine uyan mütevâtir bir hadistir. Hâkim bu hadisi İmran b. Husayn’den rivâyet ettikten sonra, bu Buhârî ve Müslim şartlarına göre isnâdı sahih bir hadistir. Abdullah İbn-i Mesud’an rivâyet edilen şahidleri de sahihtirler demiş­tir.
Hâkim’in sözünü ettiği şâhid iki tarikle yaptığı şu rivâ­yet­tir: Abdullah İbn Mes’ud (Radiyallahu Anh)’tan rivâ­yet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عن عبد الله بن مسعود رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: النظر الى وجه على عبادة.
“Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir.” [29]
Zehebî’nin hiçbir sebep göstermeden “şu rivâyet uydur­madır; şahidi ise sahihtir”,[30] demesi bir hatadır. Kabul edilebilir ilmi bir delil göstermeliydi.
Hâfız Muhaddis Ahmed el-Ğumari bu rivâyet münase­be­tiyle kısaca şöyle diyor: Bu İmran hadisi’nin bir başka tarifi vardır; Birinci Tarik: Ebû Müslim el-Keşşi (kecci)nin isnadı… İkinci Tarik: İbnü’l-Âbar, şu rivâyeti Mu’cemu Ashabi’s-Sarfi’de el-Keşşî yoluyla bu şekilde isnad etti. Üçüncü Tarik: Taberânî de el-Keşşi’den bunu rivâyet etmiştir. Onun rivâyetinde şu ifâdeler de vardır. “İmran İbn-i Husayn’i Ali’ye keskin bakışlarla bakarken gördüm. Ona bu hususta söz söylenince şöyle dedi: Ben Rasûlullah’ı şöyle derken işittim: Ali’ye bakmak ibadettir.
Bu, hasen bir rivâyettir. Zehebî el-Mizan’da, İmran İbn-i Halid’i zikretti ve şöyle dedi: Atalarında “Ali’ye bak­mak ibadettir” hadisini rivâyet etti. Bu haberi O’ndan Ya­kup el-Fesevi rivâyet etti. Bu, benim tenkidime göre batıl­dır. Hâfız Alâî, Zehebî’nin şu değerlendirmesini tenkit ede­rek bu hadisin batıl olduğuna hükmetmek hak olmaktan çok uzaktır. Fakat Hatib’in de dediği gibi hadis “ğarib”dir. (Alâî’nin sözü bitti.)
Bir hadis hem garîp hem sahih olabilir. Nitekim sa­hih hadislerin çoğu ğariptir. Bununla beraber şu hadisin ğarip oluşu da kabul edilecek bir şey değildir. Ğarip oluşun­dan isnadının ğaripliğini kasdetmiyorlar, manasının ğaripliğini kastediyorlar. Çünkü Ali’ye bakmanın ibadet olmasını anlamadılar. Manasını kafalarında canlandıramadı­lar. Bu ma’nadan uzak olduklarında onu ğarip buldular. “İmran hakkında Zehebî’nin cerh zikretme­mesi yanında, O, bu hadisi rivâyet etmekte, O’na mütâbaat edilmiş başkası tarafın­dan uyulmuştur.
O halde İmran hadisinin her iki tariki de ayrı ayrı ola­rak sahihtir. Ya bir arada olarak düşünülürlerse ne olur?
Muhaddislerin İmâm Hâfız Ebu’l Ferec İbnü’l-Cevzî, de Telbisü İblis isimli eserinde kendi isnadıyla Abdullah İbn-i Abbas (r.anhüma’dan) şöyle dediğini rivâyet etti: Ehli Sünnet’ten Sünnet’e çağıran ve bid’atten kaçındır­makta olan bir adama bakmak ibadettir.[31]
عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: خمس من العبادة قلة الطعام والقعود فى المساجد والنظر الى الكعبة والنظر فى المصحف من غير ان يقرأه والنظر فى وجه العالم.
Ebû Hureyre (Radiyallahu Anh)’tan rivâyet göre, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuştur:
“Beş şey ibadettendir; az yemek, camilerde otur­mak, Kâbe’ye bakmak, okumadan da olsa mushafa bak­mak, âlimin yüzüne bakmak.” [32]
والنظر فى واجه العالم“Ve’n-nazaru fî vechi’l-âlimi/ âlimin yü­züne nazar etmek” ifâdesine dikkatle bir bakalım. Dilde نظرdüşünerek, tefekkür ederek (ibretle) bakmak ma’nasına gelir.[33]
Kafasının gözüyle bakmak fırsatını kaçıran, kalbinin gö­züyle de baksa fena mı olur?
Mühim bir süal: Burada, şeyhin ruhaniyeti nereden ve nasıl geliyor da mürid onu karşısına alıyor? Bu şekilde bir soru sorulacak olursa…
Deriz ki; Hadiste şöyle buyurulmuştur:
عن عائشة رضى الله عنها قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "الارواح جود مجندة فما تعارف منها ائتلف وما تناكر منها اختلف.
Âişe(Radiyallahu Anhâ) validemizden rivâyete göre: Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ruhlar toplu ordular­dır. Onlardan (ezelde, Allah yolunda) birbiriyle tanışanlar i’tilâf eder (anlaşır, Allah uğrunda), tanışmayan­lar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşırlar.)” buyurdu. [34]
عن عبد الله بن عمرو بن العاص رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان ارواح المؤمنين لتلتقيان على مسيرة يوم وليلة ومارأى واحد منهما صاحبه.
Abdullah İbn Amr İbn Âs (Radiyallahu Anh)’tan rivâ­yet edilen bir hadis-i şerifte Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki mü’minlerin ruhları, daha sahip(ler)i (birbiri)ni görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.” [35]
Abdullah İbn Abbas, Kur’ân’ın (Yusuf aleyhi’s-se­lâm) şâyet Rabbinin bürhanını görmeseydi [36] âyetin tefsi­rinde şöyle dedi: Yakup Aleyhisselâm O’na bir şekle bü­ründü ve göğsüne vurdu da, şehvet parmak uçlarından çıktı.[37]
Yakup (Aleyhi’s-selâm)’ın Yusuf (Aleyhi’s-selâm)’a çok uzaklar­dan bir şekle bürünmesi ve görünmesi rivâyeti, Hâkim, Zehebî, Suyûtî ve diğer büyük hadis hâfızlarınca sahih bulunmuştur. Bizim için bu yeterlidir.
عن عمابرة خزيمة بن ثابت عن ابيه رضى الله عنه انه رأى فى المنام كأنه سجد على جبين رسول الله صلى الله عليه وسلم وذكر ذلك لرسول الله صلى الله عليه وسلم فقال: ان رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: الروح يلقى الروح، فاقنع رسول الله صلى الله عليه وسلم رأسه ثم امره فسجد من خلفه على جبين رسول الله صلى الله عليه وسلم.
Imare İbn Huzeyme İbn Sabit (Radiyallahu Anh)şöyle anlatıyor: Babam Huzeyme bir kere rüyasında sanki Resûlüllah’ın(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) alnı üzerine secde ettiğini görmüş, bunu Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e anlatmıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ruh ruha kavuşur.” buyurmak sûretiyle mübarek başını eğerek ona rüyada gördüğü gibi yapma­sını emretti. Babam da arka tarafından Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in alnı üzerine secde yaptı.[38]
Rü’ya gördüğümüzde rü’yadayken görüştüğümüz kişi­nin çoğunlukla bundan haberi olmaz. Şüphesiz ruhları­mız buluşup görüştü ama başka şey veya şeylerle meşgul olduğu belki ruhunun bir aksi yani yansımasından ibadet olan rûhaniyet ile görüştüğünden haberi yoktur. Böylece her yönüyle sizin ruhunuz onun ruhu ile görüşmüşler ama onun ruhunun yansıması olan rûhaniyetiyle. zira bir kişiyi bir anda bir çok kişi rü’yada görebilir, hatta aynı anda bir çok kişi kendisini rü’yada görmeyen bir başka kişiyi gör­müş olabilir. Bunlar ruhların buluşmasıdır. Ancak ya vâsıta­sız, yahut ruhaniyet vâsıtasıyla. Bu, nasıl ki rüyada böyle ise, uyanıkken de böyledir. Birisine telefon açtığı­nızda, onun size, şu anda seni düşünüyordum yahut şu anda sana telefon etmek üzere ahizeye elimi uzatıyordum dediği olmuştur. Sizi bilmem ama bu benim başıma çok geldi. Bunlar sıradan insanlar için olabilecek şeyler. Velile­rin ki bazen kerâmet icabı, harikulâde biçimde olabilir.
İmâm Rabbânî (ö.1031/1621)’de şöyle buyuruyor: Veli olanın veli ol­duğunu bilmesi illa şart değildir. Keza harikulâde halle­rini de bilmesi şart değildir. Hatta birçok kez veliden insan­lar harikulâde haller naklede de onun bunlardan haberi olmaz. İlim ve keşif sâhibi veliler, hariku­lâde halle­rini bilemeyebilirler. Hatta onların misali sûretleri birçok yerde ortaya çıkar ve o sûretlerden uzun mesafelerden acâib işler ve garip haller zuhur eder, fakat o sû­ret sahipleri­nin bundan haberi olmaz, bunları görmez.
Mısra:
İş sadece Ondandır. Ondan başkası ise sadece ayna­dır.
Şeyhim buyurdu ki: Büyüklerden biri dedi ki; tuhaf­tır et­raftan insanlar geliyor, kimileri, seni Mekke-i Muaz­zama’da gördük, hac mevsiminde oradaydın beraber haccet­tik, bazıları da Bağdat’ta gördük sana sevgi gösteriyor­lardı, dediler. Hâlbuki ben evimden hiç çıkma­dım.[39]
Yani bazen kerâmet îcabı velinin rûhu temessül eder, (bir şekle girer) mürid râbıtasını âyânen (açıkça ve O’na bakarak) yapar. Şeyhinde bundan haberleri olmayabi­lir. Hatta çoğu kez hiç olmaz.
Canım elinde olan Allah (Celle Celalühü) yemin ede­rim ki şâyet siz yanınızdaki şey (hal) üzere ve zikirde de­vamlı olsanız, elbette melekler sizinle yataklarınızda ve yolları­nızda musafahalaşırlardı. [40]
Devamlı olarak Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanındaki şey (hâl) üzere olmak ve zikirde ol­mak… İlim erbabı insaflı her kişi kabul ve teslim eder ki, Râbıta bu seviyeyi yakalamanın ve bu nimeti elde etme­nin çabasından başka bir şey değildir. Hadiste geçen, vez’zikri’deki vav ile atfedilen, atf-ı tefsiri’dir. [41] Öyleyse ma’nâ, “yanımdaki hâl, yani zikir üzere devamlı olsanız” şeklinde olur. O halde onunla beraber olmak ve o hal üzre olmak bir zikirdir.
Şu halde kâmil bir veli ile hissen veya hayalen bera­ber olmak zikirdir. Böyle bir beraberliği temin edecek olan Râbıta da zikrin sebebi veya mukaddimesi olmakla mecâ­zen zikirdir.
(Bu bir hadis kudsidir): Allah (Celle Celalühü) şöyle buyu­ruyor:
“Zira kullarımdan velilerim, yarattıklarımdan seçkin dostlarım o kimselerdir ki, benim zikredilmeme (be­nim hatırlanıp akla getirilmeme) onlar zikredilir (hatırlanıp akla ge­lirler), onların zikredilmesi (hatırlanıp akla getiril­mesi) ile de, ben zikredilirim (hatırlanıp akla gelirim).”[42]



Hadisin Kuvvet Bakımından Tahlili
Nûreddin el-Heysemî hadisi, isnâdındaki râvîlerden Rişdin isimli râvinin çoğu âlimler tarafında zayıf bulun­duğu ve senedinin kopuk olduğu ile illetli buldu.[43]
Derim ki: Bu kesiklik, biz Hanefîlere ve başka birçokla­rına göre ise, hadisin sağlamlığına zarar vermez. Çünkü:
Bir: Biz Hanefîlere göre râviler, isnadı zayıf hale getire­cek derecede zayıf değilse, senedin ilk üç asırdaki kısmında bulunan kesiklik, kopukluk rivâyetin sahihliğine veya hasenliğine zarar vermez. Nitekim İmâm Buhârî tarafın­dan Amr İbn-i Cemuh’tan duymadı denilen Ebû Mansur, yine O’nun (Buhârî’nin) şahitliğiyle sağlam bir kimsedir.[44]
İki: Üstelik sözü edilen bu kesiklik muhtemelen Buhârî’nin şartlarına göre böyledir. Nitekim bu hükme medar olan söz, Buhârî’nin “Ebû Mansur Amr İbn-i Cemuh’tan duymadı” ma’nasındaki sözüdür. Cumhura göre ise böyle değildir. Aynı asırda olmak ve birbirine kavuş­mak imkânı, bitişik olmak için cumhura göre yeterli­dir.
Üç: Rişdin’in ekser/çoğu âlimler tarafından zayıf bulun­ması, bir takım âlimler tarafında sağlam bulunması ihtimalini gösterir demektir. Ahmed İbn-i Hanbel’in onun hakkındaki tavrı da bu ihtimali te’yid etmektedir. Nitekim dördüncü madde de gelecektir. Zira şeriat sahibinin dışında­kilerin sözlerinde Mefhum-i Muhalefet söz birliği ile hüccet olur.
Dört: Sahih görüşe göre, Ahmed İbn-i Hanbel’in, bir ha­dis-i müsnedine alması o hadisin O’na göre hüccet ol­ması demektir.
Hadisi başta Ahmed İbn-i Hanbel rivâyet etmiştir. Sa­hih ve Hasen olduğunu söylemedi. Veya senedinden razı olduğunu ifâde etmedi, ama onu reddetmedi, kitapla­rına yazdı ve dahi aksine fetva vermedi (öyle) ise bu hadis O’nun mezhebidir. Üstelik hadisi alıp bir Sünnet Mecmû’asına koyması ve itiraz etmemesinin zâhiri de bunu gösterir. Şu halde, hadis Hasen Lizâtihî, en kötü ihtimalle de, Hasen Liğayrihîdir. Dolayısıyla cumhura göre hüccettir. Allahu A’lem.
Zikir Ne Demektir? Zikir, zikrâ, zükretü, unutmanın zıddı­dır. Yani unutmamak hatırda tutmak demektir.
Râbıta neydi? Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i veliyi veya ölümü hatıra getirmek hayal etmek. Hayal etmek, hayalen o’na bakmak, cisim olan şeylerde hatırlamanın kemâli, en üst mertebesi… Yani zikir…
Zikir sebebi veya zikir sebebiyle olduğu için sebebi­yet yahut müsebbebiyet alâkasıyla mecâzen zikirdir. Veya zikirden ayrılmayan bir şey olduğu için zikrin mukaddi­mesi yahut zikrin neticesi bir şey olmakla, Bir görüşe göre yine mecazen zikirdir. Bunu kimden öğrendik? Allah (Celle Celalühü)’den ve Rasûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den.

Râbıta İbâdet midir?
Râbıtanın bizzat maksud olan bir ibadet yolu oldu­ğunu hiçbir sûfî iddia etmemiştir.
Sûfilere göre Râbıta, ibadete vesile olması yönüyle ibâ­dettir. Yukarıdaki hadislerden ve âlimlerimizin onlar istikametindeki izahlarındanda anlaşıldığı gibi aslında iba­det olmaya mübahlar iyi maksat ve niyetlerle ibadet olur. İmâm Birgivi, Hamevî ve Akkirmânî öyle dediler. Hâfız Aynî, şeyhi Hâfız Irâkî’den maksadlara göre bazı mübahların güzel olacağını kabullenerek nakletmiştir.
Şöyle bir iddiâ sahibi, ibadetin ne demek olduğunu da bilmiyor demektir. Çünkü Allah (Celle Celalühü)’nün emri ve rızası istikametinde yapılacak her iş tarlada çalış­mak, hanımıyla cinsi ilişkide bulunmak [45]bile olsa geniş manada ibadettir. İbadetlerin namaz ve oruç gibi bir kısmı vardır ki, manası ve muhtevâsı yanında zamanı ve şekli de ta’yin ve tesbit edilmiştir. Çalışmak, bir kısım zikirler ve insanlara hüsn-ü muâmele gibi bazılarının şekli, zamanı ve teferruatı her yönüyle gösterilmemiştir. Bir kısım ibadet­lerde vardır ki, bunların zamanı şekli ve sûreti kısmen belli edildiği gibi kısmen de belli edilmemiştir. Duâ etmek yalva­rıp yakarmak gibi.
Râbıtanın hakkında hiçbir kimse yasaklık delili getireme­diğine ve her hangi bir zararını gösteremediğine göre, Râbıta en azında mübahtır. Mübahlarda güzel maksat­larla ibadet oluyordu. Öyleyse, iyi maksatlarla yapı­lan ve iyi amellere sebep olma ve ibadete vesile ol­ması yönüyle ibadettir. Maksut olan bir ibadet değildir.
İbn Teymiyye’nin Râbıta Hakkındaki Görüşü:
“Sen bir şahsı Allah için seversen, doğrudan Allah’ı sev­miş olursun. Sen o şahsı ne zaman kalbinde tasavvur et­sen, Cenab-ı Hakkın sevgilisi olan birisini tasavvur etmiş olursun ve böylece onu sevmiş olursun. Böylece senin Allah için ve Allah’a olan mahabbetin daha fazla artmış olur. Nitekim sen ne zaman Peygamber’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ondan önceki Peygamberleri ve onların izinden gidenleri hatırlayıp, onları kalbinde veya kafanda tasav­vur etsen senin bu durumun kalbini onlara her türlü nimetleri veren Allahı sevmeye çeker götü­rür. Sen bu insanları Allah için seversen, Allah’ın sevgilisi olan zatda seni Allah sevgisine çeker götürür.”[46]
Burada, görüldüğü gibi İbn Teymiyye’nin sözleri Râ­bıta’nın tarifiyle örtüşmektedir.
عن الحسن بن على رضى الله عنهما سئلت خالى هند بن ابى هالة وكان وصافا عن حلية رسول الله صلى الله عليه وسلم وانا اشتهى ان يصف لى منها شيئا اتعلق به.
Hz. Hasan (Radıyallahu Anh)ın Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i çok iyi tarif eden dayısı (Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’in Hz. Hatice (r.anha)’dan üvey oğlu olan) Hint İbn Ebî Hâle’ye:
“Bana Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vasıfla­rını anlat ki; onu hayalimde canlandırayım”[47] diye­rek, efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şemailini ve özellikle­rini öğrenmek istemesi konumuz açısından ol­dukça önemlidir. Buradaki maksat onu hayalinde canlandır­masından başka bir şey değildir.
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu: Sizin ha­yırlılarınız görülmesi size Allah (Celle Celalühü)’ı hatırla­tan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli ahirete rağbetinizi artıran kimselerdir.[48]
عن ابن مسعود رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان من الناس مفاتيح لذكر الله اذا رؤوا ذكر الله"
İbn Mes’ud (Radiyallah Anh)’tan rivâyet edilen bir ha­dis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­maktadır:
“İnsanlardan, Allah’ın zikri için anahtar olan­lar vardır ki, onlar görüldüğünde Allah hatırlanır.” [49]
Soru: Abdest alarak, tenha bir yerde oturarak, şeyhi­nin şeklini zihinde canlandırarak yapılan râbıta Kur’ân-ı Kerîm’in neresinde ve hangi hadislerde geçmekte ve emre­dilmektedir.[50]
Cevap: Aşağıda zikredeceğim hadislerin bazıları sa­hih, bazıları ise zayıftır. Zayıf hadislerle hangi konularda amel edilip edilmeyeceği tevessül delillerinde geçmiştir. Aşağıdaki hadisleri söylemekten maksadımız Râbıtayı yapanların sahih ve zayıf hadislerden yola çıkarak bu metodu geliştirdiklerini anlatmak içindir. Hal­buki Râbıtayı kabul etmeyenlerin elinde bir insanı gözünün önüne getirip hatırlanması ve ondan fay­da­­lanmasını içeren râbıtayı yasaklayan zayıf ta olsa bir tek delil yoktur. Tama­men yorum yaparak kendileri yasaklıyorlar. Kur’ân’da ve sünnette böyle bir yasak yoktur.
Râbıta bir iki âyetten yola çıkılıpta oluşan bir şey değil­dir. Râbıta bir çok âyet, hadis, sahâbe ve tabiinin söz ve hareketlerinden alınan işâretlerin toparlanıp bir şekle sokulmasından râbıta oluşmuştur. Yalnızca bir âyetin ve hadisin manasına bakarak bu râbıtayı ifâde ediyor demek elbette doğru olmaz.
Hiç kimse bugünkü şekliyle yapılan râbıtanın bire bir Âyette, hadiste, sahâbede olduğunu iddia etmemiş­tir. Yok, eğer işâreti, delaleti veya iktizası kıyas yolu ile vasıtalı olarak Râbıtayı gösteren âyet ve hadisler mevcuttur.
Soru: Allah Teala’dan başka varlık düşünülür mü? Ni­çin Allah’ı düşünmüyoruz da bir insanı, bir mürşidi düşü­nüyoruz? Bu durum insanı şirke götürmez mi?
Cevap: Mevlanâ Hâlid, Hâlidiye risalesi s.16’da buna şöyle cevap vermiştir:
Zat ve sıfatlarıyla hiçbir benzeri eşi ortağı bulunma­yan Allah (Celle Celalühü)ü Teâlayı düşünmek zatını hayâle ge­tirmeye çalışmak mümkün değildir. Çünkü Allâh (Celle Celalühü) zat olarak bizim idrak sahamız dışındadır. Bizler ne kadar istesekte onu tasavvur edemeyiz. Ayrıca insanın bir zatı düşünebilmesi için onu görmesi gerekir göremediği şeyi düşünmek ise imkansızdır. Ayrıca mümkün olmadığı için Allah (Celle Celalühü) zatını düşünmek yasaklanmış bütün tefsir hadis ve akaid kitaplarında bu açıklanmıştır.
عن ابن عباس رضى الله عنهما قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: تفكروا فى خلق الله ولا تتفكروا فى الله، فإنكم لن تقدروا قدره"
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Allah’ın mahlukatı hakkında tefekkür edin. Allah’ın Zatı hakkında tefekkür etmeyin. Zira siz O’nun kadrini takdir edemezsiniz. (Öz Zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.)”[51]
Hadise göre, yaratıkları düşünmek emredilmiştir. Muta­savvıfların anlayışlarından anladığımıza göre, düşü­nül­meye en lâyık olan Allah’ın(Celle Celalühü) en mü­kemmel tecellisi olan insanı kamilin sûretidir. Bundan do­layı yaratıkları düşünmek kabilinden şeyhi düşünme netice­sine varmışlardır.
عن عبد الله بن بسر رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "طوبى لمن رآنى وطوبى لمن رآى من رآنى ولمن رآى من رآى من رآنى وآمن بى".
Abdullah İbn Büsr (Radıyallahu Anh)’dan rivâyet edi­len bir hadis-i şerifte Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Bana imân edip de beni görene müjde olsun! Beni gö­reni görene de müjde olsun! Beni göreni göreni görene de müjde olsun”[52]
Bu hadisten de anlaşılacağı üzere; Rasûlüllah’ı gör­mek büyük bir nimettir. Çünkü nübüvvet nuru insanın üzerinde şimşek gibi çakar ve ölünceye kadar üzerinde bulunur. Bu bereketli insan günahlara düşse de dönüp dolaşıp tövbe eder ve ona layık ümmet olmaya gayret eder.
Soru: Şeyhe râbıta, Allah’ı bırakıpta ondan başka bir ta­kım eşler edinip, onları Allah’ın yerine sevmek anla­mına gelmez mi?.
“İnsanlar içinde Allah’tan başka bir takım eş­ler tutup, onları Allahı sever gibi sevenler vardır.” Bakara: 165
Cevap: Sevenin sevdiğiyle cismen ve ruhen bera­ber ol­ması ve onu çokca hatırlaması ise sevginin en büyük alametidir.
روى عن جماعة من الصحابة رضى الله عنهم قالوا" قال رسول الله صلى الله عليه وسلم "المرء مع من احب."
Sahâbeden bir cemaat tarafından rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muştur: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”[53]
عن عائشة رضى الله عنها قالت: "قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "من احب شيئا اكثر من ذكره"
Hz. Âişe(Radiyallah Anhâ)’dan rivâyet edildiğine göre Resûlüllah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuştur:“Bir şeyi seven onu çok hatırlar.”[54]
Hadis-i şerifler buna açıkça delalet etmektedirler. Her mü’minin nefsi dahil her şeyden çok sevmesi gereken Rasülüllah’ın kalbi şerifine, kendi kalbinden telgraf gibi uzanan nurdan bir hat bulunduğunu mülahaza ederek, hangi hal üzere olursa olsun, feyiz ve nur talep etmelidir. Burada şunu belirtelim ki sevgi gerçekte Allahu Teala’yadır. Onun hakiki sevgilisi olan Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i sevmemiz, O sevdiği ve bize de Onu sevmeyi emrettiği içindir.
Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)dan rivâyet edilen; “Allahü Teala bir kulunu sevdiği zaman Cebrail’e (Aleyhisselâm) Allah falanı seviyor, onu sende sev diye emre­der. Cebrail de onu sever ve gök ehline, Allah falan kimseyi seviyor, sizde onu sevin diye seslenir. Gök ehli de onu severler.
Sonra da onun için yeryüzünde kabul (sevgisi kalp­lere) konulur.”[55]
Velileri sevmemiz de Allah ve Rasülü onları sevdiği ve değer verdiği içindir. O halde kamil bir insanı seven ve ona râbıta yaparak, Allahu Teala’dan gayrı her şeyden yüz çevirme sadetine eren bir kimse, tabiki gerçekte ancak Allahü Teala’yı sevmiş olur.
Ahirette beraber olacağı gibi dünyada da beraber olur. Yahut imân beraberliği.. Zihniyet ve düşünce beraber­liği.. Amel beraberliği.. Hissi beraberlik..Yani, maddi olarak aynı yerde olma beraberliği.
Cemaatte hazır olmanın ecrinin tek başına kılınan­dan kat kat büyüklüğü nereden geliyor, hicret etmeyenlere vaad edilen azab, nedendir dersiniz? Maddi olrak bir yerde bulunulacak ama bu yetmiyor. Maddi olarak salihlerin yanında bulunup günahları işlemek sûretiyle ma'nen onlar­dan uzak olmak da elbette doğru değildir.
(Hakîkî manada) Hicret eden de, Allah (Celle Celalühü)'ün yasakladığını terk eden (ve ondan uzaklaşan) kimsedir.
Bütün bunların yanında hayali olarak, yani, onları hep aklında tutarak, unutmayarak, nebilerle (Aleyhi’s-se­lâm), sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle beraber olmak, beraber olmanın kemalinden değilmidir? Değilse neden? Bunu, şu âyetin manasının umumundan (genelinden) dışarı çıkarta­cak deliliniz nedir? Biz bu çeşit beraber olu­şun da başka birçok nass ve aklın yardımıyla, bu âyetin geniş çerçeve içinde olduğunu söylüyoruz.
Soru: Nakşibendilerce tarikatın birinci halkası sayı­lan Hz. Ebû Bekir Sıddık gerçekten böyle bir tarikatın başı olduğunu biliyormuydu? Bu konuda kesin bir delil varmıdır?
Cevap: Abdulganî en-Nablusî, Reddü’l-Câhil isimli ki­tabında şöyle diyor: (Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) mağa­rada Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) arkadışıydı. Kur’ân-ı Mecid’de bildirildiğine göre, Rasülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir’e (Radıyallahu Anh) maiyyet (Allah ile beraber oluş) mura­kabe­sini telkin etmiştir. Bu böyledir: Çünkü, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir’de (Radıyallahu Anh) beşer olmanın ağırlıklı oluşunun gereklerinden olan üzün­tüyü hissedince onu üzülme sözü ile bu üzüntüden nehyetti. Ve ona “Şüphesiz ki Allah bizimle beraber­dir” yani Allah’ın bizimle beraber oluşunu düşün ve mura­kabe et: Çünkü kim ilâhî beraberliği murakabe ederse ve nurani haletle eriyip yok olursa, onu üzüntü ve diğer beşer olmanın gerektirdiği şeyler istila edemez, dedi.
Muhammed Pârisâ (k.s) hazretlerinin (ki bu şahıs Bu­hârâ’nın hadis âlimlerinin ileri gelenlerindendir.) Fasl-ı Hitab’ından naklederek şöyle yazmaktadır: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir’e (Radıyallahu Anh) kalbi zikri mağarada üçleyerek telkin etti.
İbn Hacer el-Mekkî, el-Fetâvâ el-Hadîsiyye’de şöyle de­miştir: Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) gizli Ömer de açık zikrederdi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara öyle yapma­yın buyurmadı. Aksine onları ikrar etti. (Bu işle­rinde takrir buyurdu.) [56]
Hz. Ebû Bekir es-Sıddık (Radıyallahu Anh) tarikat silsilesi­nin bir halkası olduğunu söylemenin bu yolu bütün teferrua­tıyla o tesis etti, demek olmadığını her akıllı âlim bilir.
Hatta silsilenin birinci halkası Rasülüllah’tır (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Şimdi hiçbir nakşi tarikatı mensubu tari­katı Rasülüllah kurdu iddiasında bulunmaz. Öyleyse onla­rın silsilede yer alması ne demektir? Bunu bilmek lazım bilinen bir gerçek var ki: Bütün mezheplerin ucu Rasülüllah’a dayanır. Yani mezheplerin birinci halkası odur. Evet özü, şekli ve mühim teferruatı itibariyle nakşiliğin ilk kurucusu Şâh-ı Nakşibend’dir (k.s) ondan aşağı­daki zincir halkaları onun tesis ettiği yolu aynen tevarus etmelerinin yanında bir takım ilaveler yaptıkları da olmuştur.
Bunlar bazı teferruatdaki tekmillerdir. Asılda değil­dir. Yu­karıdakiler ise birbirlerinden ilim ve manevi terbiye alıp vermekte olan kimselerdir.
Zikir, murakebe, zühd, takva, terbiye ve sülük noktala­rında umde olan şahıslar, işte bu silsilede birer halka olmuştur. Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) gibi.


[1] (îbni Manzur, Lisânu'l-Arab,5/112-113)


[2] (Şeyh Hâlid en-Nakşibendî, Risâle Fî Hakkı 'r-Râbıta, cem ' ve tahkik, Nizâr Abaza, Sh.25) Cübbeli Ahmet Hocaefendi’nin Râbıta-ı Celiliye.

[3] Râbıta bölümünün bir kısmı Hüseyin Avni Hoca Efendinin Guraba dergisinin 4-5. sayısındaki yazılarından alıntı yapılmıştır.

[4] Hüsnü’t-Tefehhüm ve’d-Derk li mes’eleti’t-Terk, s. 25, hulâsa.

[5] Müslim, İlm 15 “Zekat” 69, Tayâlisî, el-Müsned, s. 92 h. No: 670, Humeydî, el-Müsned, c. II, s. 353 h. No: 805, Ahmed b. Hanbel, c. 4 s. 360-361

[6] (Buhârî, Terâvîh namazı(2010)

[7] (önceki Hadisin kendisi (Ebû Dâvûd ve Tirmizi hadisi)

[8] (Ahmet İbn-i Hanbel (5/382) Tirmizi, Menakıp(3662,3805) İbn Mâce (97)

[9] (En-Nihaye fi Ğaribi’l –Hadis:(1/106, 1/107)

[10] İmam Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ ve’l-Luğât, 3/22-23.

[11] Ğumari’nin ismi geçen risalesinden hulasa

[12] İmâm Rabbânî, Mektûbât:1/159-160, 186.Mektup

[13] Bu bid’at hususunda Allame Leknevi’nin, İkâmetü’l-Hucceh isimli kıymetli bir risalesi vardır.

[14] İman farzları birincisidir.

[15] Küfür ile şirk de harama dahil olup haramların başındadırlar.

[16] (Taberânî, İbn-i Merdûye Ebû Nuaym, Hilye, Zıya el-Makdisi Âişe (r.anha)dan ed-Dürrü’l-Mensûr:2/588

[17] Beyhakî, Enes’ten Azizi bu rivâyetin isnâdı hasendir, dedi: 3/360 (Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (670), Ahmed bin Hanbel (4/357-358-359), İbn Ebi Şeybe (3/109-110), Müslim, Zekat (1/1017), Tirmizî, 2675, Tahavî, Müşkil (243), İbnü Hıbbân (3308). Müslimin şartına göre sahih ve bir çokları Şuayb el-Arnavut el-İhsan tahkiki (8/101-102)

[18] (Bezzâr ve Hâkim Ebu’d-Derda’dan merfu olarak. Hâkim’in isnadı sahihtir. Bezzar da isnadı sahihtir dediler. Benzerlerini, Ebû Dâvûd (3800) Tirmizî (1726) İbn Mâce (3367) Taberânî (es-Sağır:1111 el-Kebir:6124,6159, Darekutni (4/298), Beyhakî 10:12 ve diğerleri merfu ve mevkûf bir çok yolla rivâyet etmişlerdir.) Geniş bilgi ve tahliller için İbn-i Recep el-Hanbelî’nin Câmiu’l-Ulum ve’l-Hikem’ine bakılabilir. 2/150-173, Müessesetü’r-Risâle, 1412

[19] Buhârî, Bedü’l-Vahy: 1, No: 1, 1/3, Müslim, İmare: 45, No: 1907, 3/1515

[20] Nablusi, El-Hadika: 2/366-385, Seyyid Ahmet El-Hamevi Ğemzu Uyuni’l-Besâir Şerhu Kitabi’l-Eşbahve’n-Nezâir:1/78

[21] Hâkim, el-Müstedrek, no: 4465, 3/83, Ebû Dâvûd et-Tayâlesî, sh: 33, Ahmed İbn Hanbel, Müsned, No: 3600, 2/16

[22] Munâvî, Fevzü’l-Kadîr. 111 467-468

[23] Ahmed b. Hanbel, Müsned (H:17921) Abdurrahman b. Ğanem (r.anh)’dan Hadisin isnadı, Heysemî (6/93) ve Münzirî’ye 3/499 göre hasendir. Müsnedi Ahmed dip notu: 14/31, (Dârul-Hadis Kahire)

[24] Ahmed İbn-i Hanbel, İbn Mâce (H:4119, Dârul-Marife), Esma Binti Yezid (r.anha’dan) Müsned Darul-Hadis Kahire) H:27471, İsnadı Hasendir. Müsned-i Ahmed, 18/598.

[25] (Hâkim-i Tirmizi, İbnAmr (r.anhüma’dan), Kenzül- Ummal:1/419, H:1787

[26] (Hâkim-i Tirmizi, İbn Abbas (r.anh’den), Aynı yer H:1783

[27] (Hâkim-i Tirmizi, Enes (r.anh’den) Aynı yer H:1784

[28] Hâkim , el- Müstedrek, sahihtir: 3/141

[29] Hâkim, el-Müstedrek, No: 4683, 82, 81, 3/153. Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, No: 207, 18/109.

[30] Şu halde Zehebî “Ali’ye bakmak ibadettir” rivâyetinin uydurma olduğunu iddia ettiyse de, Şahidi olan “Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir” rivâyetinin sahih olduğunu itiraf ediyor.

[31] İbnü’l Cevzî, Telbisü İblis:16

[32] Deylemi, Müsned-i Firdevs, 2/190, no: 2969. Suyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, no: 6097, 1/566. Ebû Hureyre (r.anh’den), zayıf bir senetle, bu hadisin senedi zayıf ise de, önceki sahih rivâyetleri takviye için getirilmiştir. Dolayısıyla şu zayıflığın, zayıflı hiçbir şekilde delil kabul etmeyenlere göre de burada zararı olmaz. Zira mücerred takviye içindir.

[33] Nazar, bir nesneye bakıp düşünmektir.

[34] Buhârî, Enbiya: 3, no: 3158, 3/1213. Müslim, Birr: 49, no: 2638, 4/2031.

[35] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, no: 7068, Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 263, sh: 89.

[36] Yusuf Suresi: 24

[37] Hâkim, el-Müstedrek. Hâkim, “Bu rivâyet, Buhârî ve Müslim şartlarına göre sahihtir” dedi. Zehebî de Müstedrek telhisinde Hâkim’i tasdik etti.

[38] İbn Ebî Şeybe, Musannef, İman: 18, 7/243. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, no: 21923, 21937, 21943, 21944, 8/201. Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Tabir: 5, no: 7631, 4/384.

[39] İmâm Rabbâni: Mektubat: 1/118, mektup 216

[40] Müslim, Hanzala İbnü Rubeyyi el’Useydiyyi (r.anh.)den Mişkât ve Hâşiye-i Mişkât: 198, Kadim-i Kütübhâne, Karaçi- Pakistan.

[41] Aynı yer

[42]Ahmed İbn-i Hanbel, (12/226 H:15486) Taberânî, el-Kebir (Mecmau’z Zevâid:1/89) el-Evsat, Mecmau’z- Zevâid (1/58) Kenzül-Ummal 1/42 H:101 Kezâ Hakim-i Tirmizi Nevâdiru’l-Usul, Amr İbn-i Cemuh (r.anh’de) Hey şüpheniz olmasın ki, kullarımdan dostlarım yarattıklarımdan da sevdiklerim lafsıyla) Kenzu’l-Ummal: 1/440 H:1902

[43] Heysemî, Mecmau’z- Zevaid 1/88

[44] Müsned hâmişi:12/226

[45] Müslim, zekat: 52, Ebû Dâvûd, Tetavvû 12, Edep:160, Ahmet İbn Hanbel: 5/167,168 Râbıta bölümünde buraya kadar olan kısmı Hüseyin Avni Hocaefendi’nin Gurabâ dergisinden alınmıştır.

[46] Mecmûu’l Fetâvâ, c.10 s.608, birinci baskı, 1381.

[47] İbnu’l-Esir, Üsdü’l-Gâbe No: 5404, 4/619, Tirmizî, eş-Şemâilü’l-Muhammediyye, 1/26, Beyhakî Delâilü’n-Nübüvve, 1/285

[48] Ebû Yala Müsned IV 326 h.No.2437

[49] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 10476, 10/2055. Beyhakî, Şuabu’l-İman, no: 699.

[50] Soru ve Cevap’lar bölümü, Ahmet Mahmut Ünlü Hoca Efendinin Tarikat-ı Aliyye’de Rabıta-ı Celiyye isimli eserinden alıntı yapılmıştır.

[51] Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliya, 6/67. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, No: 5076, 3/106.

[52] Hâkim, el-Müstedrek, No: 6994, 4/96: Taberânî, el-Mu’cemü’s-Sağir, No: 859, sh. 360

[53] Buhârî, Edep; 95 No 5815 5/2282, Müslim, Birr; 50, No: 2639, 4/2032

[54] Ebû Nuaym ve Deylemi, el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, No: 2352 2/222

[55] Buhârî, Bedül Halk: 6, No: 3037 , 3/1175, Müslim Birr: 48 No: 2637, 4/2030

[56] Kevserî, İrgâmu’l-Merîd, 28-29

[57] (İslâm tasavvufu Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz. 1996.)

[58] Tasavvuf ve Bid’at, Doç.Dr. Abdülhakim Yüce. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
 

Anatolian

New member
rabıta Resulullah efendimiz zamanında vardı, kendisine rabıta yapılan kişide Resulullah idi, sahabe gökteki yıldızlar mertebesine Resulullaha uyarak O na benzeyerek ulaştı,

ayeti kerimede buyurur ki, deki; Allah ı seviyorsanız, Bana uyun ki Allah ta sizi sevsin,

peki biz niye günümüzde gökteki yıldızlar mertebesine ulaşamıyoruz, bu soru araştırılmalı bence, bazı insanlar sahabeyi beşer olmaktan cıkarıp tıpkı hırıstıyanların hz İsa'ya yaptıgı gibi ulaşılmaz kılıyorlar, onlar büyük insandır, onlar yaptı biz yapamayız,

vs gibi laflar.. ben şimdi Rabbim den, hz talha gibi olmak istiyorum gibi dua etsem, Rabbim bana bu şansı vermez mi?
 
rabıta Resulullah efendimiz zamanında vardı, kendisine rabıta yapılan kişide Resulullah idi, sahabe gökteki yıldızlar mertebesine Resulullaha uyarak O na benzeyerek ulaştı,

ayeti kerimede buyurur ki, deki; Allah ı seviyorsanız, Bana uyun ki Allah ta sizi sevsin,

peki biz niye günümüzde gökteki yıldızlar mertebesine ulaşamıyoruz, bu soru araştırılmalı bence, bazı insanlar sahabeyi beşer olmaktan cıkarıp tıpkı hırıstıyanların hz İsa'ya yaptıgı gibi ulaşılmaz kılıyorlar, onlar büyük insandır, onlar yaptı biz yapamayız,

vs gibi laflar.. ben şimdi Rabbim den, hz talha gibi olmak istiyorum gibi dua etsem, Rabbim bana bu şansı vermez mi?


KARDEŞİM AHİRZAMANDASIN HATIRLATIRIM ,eğer gercekten de oyle olmak ıstıyorsan ınsanlardan kacıp baska yerlere gıtmen gerek dıyorum gıt daglarda yasa desem gulersın ama hakıkat budur.

yedıgımız ıctıgımız baktıgımız ısıttıgımız kokladıgımızbunca haram veya harama yakın malumatlar varken bu olmaz.
bosuna bekleme bence , bunlar benım fıkırlerım degıl ılgılı kıtaplardan okuduklarımdır kardesım.
allah kolaylık vere ne kadar kendımızı gunahlardan haramlardan kacırsak o kadar kardayız derım

bak mesela bır haramı yıyınce 40 gun ısledıgın sevaplar yazılmıyor gıbısınden bır suru hadıs var, pekı bız nıce katkı maddelerı harama yakın seyler tuketıyoruz

ahırzamandayız zordayız
yanı soyledıklerınızın ıhtımalı yok
 

suphi

New member
" Halk için de Hak'la beraber", olunabilirse olunur.
Devamlı bir rabıta hali (havf ve reca ),dil de ve kalb de zikir.

Bu güzel derleme yazıyı kaynak olarak arşivime alacağım inşaallah.Emeklerin için teşekkür ederim.Allah cc razı olsun.
 

Anatolian

New member
KARDEŞİM AHİRZAMANDASIN HATIRLATIRIM ,eğer gercekten de oyle olmak ıstıyorsan ınsanlardan kacıp baska yerlere gıtmen gerek dıyorum gıt daglarda yasa desem gulersın ama hakıkat budur.

yedıgımız ıctıgımız baktıgımız ısıttıgımız kokladıgımızbunca haram veya harama yakın malumatlar varken bu olmaz.
bosuna bekleme bence , bunlar benım fıkırlerım degıl ılgılı kıtaplardan okuduklarımdır kardesım.
allah kolaylık vere ne kadar kendımızı gunahlardan haramlardan kacırsak o kadar kardayız derım

bak mesela bır haramı yıyınce 40 gun ısledıgın sevaplar yazılmıyor gıbısınden bır suru hadıs var, pekı bız nıce katkı maddelerı harama yakın seyler tuketıyoruz

ahırzamandayız zordayız
yanı soyledıklerınızın ıhtımalı yok

yoo daglara gitmeye gerek yok, eger gidilseydi sahabe yada gecmişte ki Allah dostları giderdi, kardeşim sen hiç daglara gidip orada yasayan Allah dostu duydun mu? benim bildigim hepsi halkın içindeydi, buna Resulullah efendimizde dahil.

haram varsa sonucta bizimde tevbe gibi bir kolaylıgımız var, Resulullah efendimiz en günde 100 defa istiğfar ederdi, biz neden 100 defa etmeyelim ki,

ilgili kitaplarda ne yazıyor bilmiyorum ama ilgilendiğim kitap Kuran da yazıyor ki, sonucta Kuranı Kerimdeki 6666 ayet sana bana tek tek inmedi mi, bu ayetlerin hepsinden ikimizde mesuluz benim bildigim, o zaman ahiret günü diye bilirmiyiz, Allah ım su ayet banadır su ayet benden öncedir, biz surelerin ve ayetlerin hepsinden mesuluz, Allah bizi hesaba cekerken Kendi yolladıgı kitabın tümünden hesaba cekecek sanırım, yada ben öyle biliyorum,

bize lazım olan, bir yol gösterendir, Resulullah efendimizin ahlakı ile ahlaklanmış bir veli.
 
yoo daglara gitmeye gerek yok, eger gidilseydi sahabe yada gecmişte ki Allah dostları giderdi, kardeşim sen hiç daglara gidip orada yasayan Allah dostu duydun mu? benim bildigim hepsi halkın içindeydi, buna Resulullah efendimizde dahil.

haram varsa sonucta bizimde tevbe gibi bir kolaylıgımız var, Resulullah efendimiz en günde 100 defa istiğfar ederdi, biz neden 100 defa etmeyelim ki,

ilgili kitaplarda ne yazıyor bilmiyorum ama ilgilendiğim kitap Kuran da yazıyor ki, sonucta Kuranı Kerimdeki 6666 ayet sana bana tek tek inmedi mi, bu ayetlerin hepsinden ikimizde mesuluz benim bildigim, o zaman ahiret günü diye bilirmiyiz, Allah ım su ayet banadır su ayet benden öncedir, biz surelerin ve ayetlerin hepsinden mesuluz, Allah bizi hesaba cekerken Kendi yolladıgı kitabın tümünden hesaba cekecek sanırım, yada ben öyle biliyorum,

bize lazım olan, bir yol gösterendir, Resulullah efendimizin ahlakı ile ahlaklanmış bir veli.


kardesım oncelıkle sen benı yanlış anladın veya eksık anladın bak şimdi,

Zat-ı Ahmediye Aleyhisselam-ı Vesselam, o yolu açmış, velayetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arkasındaki evliya-i ümmeti, ruh ve kalp ile o cadde-i nuranide, mirac-ı Nebevinin gölgesinde seyr-ü sülûk edip istidatlerına göre makamat-ı aliyeye çıkıyorlar.”

seyr-u süluk, normal tarikatlarda uzun, meşakkatli, zamana muhtaç ve kisp yani çalışma esasına bağlıdır. Velayet-i kübrada ise; bu seyir kısa, manileri az, zamanla kayıtlı değil, kisp ve çalışmaktan daha ziyade, Allah’ın tensip, murad ve yakınlığıyla ilgilidir.

Risale-i Nur'da velayet-i kübraya mazhariyet olsa da; bu, çalışmadan ve irade beyanında bulunmadan velayet-i kübraya mazhar olmak anlamına gelmez. Demek ki külliyatla, evrat ve ezkar ile meşgul olmakla, ayrıca öğrendiklerimizi hayata mal ederek yaşamakla, ancak kısa bir zamanda, Nur Talebeleri Risale-i Nur'daki velayet-i kübra feyizlerine mazhar olabilirler.

Demek ki maneviyatta, gelişim ve aşamalar velayetin; gerek kübrasın da ve gerekse de suğrasında kesinlikle vardır ve şarttır. Ancak tarzları, yolları ve mahiyetleri ciddi manada farklılık göstermektedir...
biz şimdilil velayet-i kübra ile beliki bu yolu katedebiliriz, yoks üstadın dediği gibi seyr-ü süluk zor vede meşakkatlidir.
 
Üst