Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir.

Ahmet.1

Well-known member
Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir. Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir; bâki umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki:
Misafirhane-i askerî: Askere ait müsafirhane.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak.
İz'an: Anlayış, benimseme.
Mertebe-i rıza: Rıza mertebesi, Allah'ın(cc) rızasını (hoşnutluğunu) kazanma derecesi.
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.
Umûr-u uhreviye: Ahirete ait işler.
Hâkeza: Bunlar gibi, bunun gibi.
Şedid: Şiddetli, kuvvetli.
Hissiyat: Hisler, duygular.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Umûr-u dünyeviye: Dünyaya ait işler, dünya ile ilgili işler.


Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılab eder.
Muhabbet: Sevgi, sevme.
Mahbub: Muhabbet edilen, sevilen, sevgili.
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş, bakan.
Elem: Acı, dert, kaygı.
Aşk-ı mecazî: Geçici ve ölümlü varlıklara karşı Allah (cc) adına olmayan sevgi.
Aşk-ı hakikî: Gerçek aşk, Allah'a (cc) ve Allah adına olan sevgi.
İnkılab: Kökten değişiklik, özünden değişme, başka hale geçme.


İşte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde sened yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a'mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılab eder..
Endişe-i istikbal: İstikbal endişesi, geleceğini sağlama alma kaygısı.
Cihet: Yön, taraf.
Taahhüd: Söz verip üstlenme, söz vererek üzerine alma.
Kabir: Mezar.
Teveccüh: Yönelme, dönme, yöneliş. *Alaka, ilgi gösterme.
Câh: Makam.
Muvakkaten: Geçici olarak.
Riya: Gösteriş, iki yüzlülük.
Meratib-i maneviye: Manevî mertebeler, manevi dereceler.
Derecat-ı kurbiye: Yakınlık dereceleri.
Zâd-ı âhiret: Ahiret için için hazırlık. Âhiret azığı. İbadet ve sâlih amel.
A'mal-i sâliha: Salih ameller.
Haslet: Ahlak, huy.
Hırs-ı mecazî: Gerçek ve asıl olmayan aşırı istek ve arzu.
Âlî: Büyük, yüksek, yüce, üstün.
Hırs-ı hakikî: Hakiki hırs, Allah'ın(cc) emrine ve rızasına karşı aşırı istek vedüşkünlük.


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Eğer insan, enaniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek derd-i maişet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur gider. Sözler
 
Üst