insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmamalı.

Ahmet.1

Well-known member
17. Lem’a / 13. Nota’dan

Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk'a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler. Edeb-üd Din Ve-d Dünya Risalesi'nde vardır ki: Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'a itiraz edip demiş ki: "Madem ecel ve herşey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin." Hazret-i İsa Aleyhisselâm demiş ki:
ﺍِﻥَّ ﻟِﻠَّﻪِ ﺍَﻥْ ﻳَﺨْﺘَﺒِﺮَ ﻋَﺒْﺪَﻩُ ﻭَ ﻟَﻴْﺲَ ﻟِﻠْﻌَﺒْﺪِ ﺍَﻥْ ﻳَﺨْﺘَﺒِﺮَ ﺭَﺑَّﻪُ
Yani: "Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenab-ı Hakk'ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin? diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk'ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû'-i edebdir, ubudiyete münafîdir."

Madem hakikat budur, insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmamalı.

Tarîk-ı hak: Hak yol, din yolu.
Mücahede: Din için çalışma ve uğraşma. *Uğraşma, çalışma.
Harekât: Hareketler.
Edeb-üd Din Ve-d Dünya: Maverdî’nin bir eseri.
Risale: Küçük kitap, ilmi konuda yazılmış küçük kitap.
Kader-i İlahî: Allah’ın(cc) her şeyi sonsuz ilmiyle belirlemesi.
Hazret: Büyükleri anarken isimlerinin başına eklenen hürmet ve saygı sözü.
Aleyhisselâm: Selam O’nun üzerine olsun.
Cenab-ı Hak: Allah(cc).
Abd: Kul.
Tecrübe: Deneyim, deneme, sınama.
Tecrübevari: Dener gibi.
Suret: Biçim, tarz.
Rububiyet: Allah’ın(cc) terbiyecilik sıfatı, Allah’ın her şeyin sahibi, ihtiyaçlarının karşılayıcısı ve terbiye edicisi olması.
Sû'-i edeb: Edepsizlik, terbiyesizlik, saygısızlık.
Ubudiyet: Kulluk, Allah’ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Münafî: Zıt, ters, aykırı.
Hakikat: Gerçek.

Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: "Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek." O demiş: "Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir." İşte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.
Müteaddid: Çok sayıda.
Mağlub: Yenilmiş.
Harb: Savaş.
Vüzera: Vezirler, padişah yardımcıları.
Etba: Tabi olanlar, bağlılar.
Muzaffer: Zafer kazanan, yenen.
Galib: Üstün yenen.
Cihad: Din uğrunda çalışma ve savaşma, Allah(cc) yolunda savaşma.
Vazifedar: Görevli.
Zât: Hürmete layık kimse, saygıdeğer kişi.
Sırr-ı teslimiyet: Kendi görevini yerine getirip gerisini bütünüyle Allah’a(cc) samimi olarak bırakmaktaki gizli gerçek ve derin mana.


Evet insanın elindeki cüz'-i ihtiyarî ile işledikleri ef'allerinde, Cenab-ı Hakk'a ait netaici düşünmemek gerektir. Meselâ: Kardeşlerimizden bir kısım zâtlar, halkların Risale-i Nur'a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit zaîflerin kuvve-i maneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki Üstad-ı Mutlak, Mukteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,

ﻭَﻣَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮَّﺳُﻮﻝِ ﺍِﻻ َّ ﺍﻟْﺒَﻼ َﻍُ Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir (Maide Suresi: 99.)

olan ferman-ı İlahîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa'y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünki

ﺍِﻧَّﻚَ ﻻ َ ﺗَﻬْﺪِﻯ ﻣَﻦْ ﺍَﺣْﺒَﺒْﺖَ ﻭَﻟَﻜِﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻳَﻬْﺪِﻯ ﻣَﻦْ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ
Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah(cc) dilediğine hidayet verir (Kasas Suresi: 56.)
Cüz'-i ihtiyarî: Serbest ve hür hareket edebilme yeteneği.
Ef'al: Fiiller, işler.
Netaic: Neticeler, sonuçlar.
Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur’anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
İltihak: Katılma.
Şevk: Çok istek, sevinç, coşku.
Ziyade: Fazla, çok.
Zaîf: Zayıf, kuvvetsiz.
Kuvve-i maneviye: Manevi kuvvet(güç).
Halbuki: Hakikat ve doğrusu şudur ki.
Üstad-ı Mutlak: Tam üstad.
Mukteda-yı Küll: Bütün yönleriyle uyulan, her bakımdan uyulan.
Rehber-i Ekmel: En mükemmel rehber, en mükemmel yol gösterici.
Resul-i Ekrem: En değerli ve üstün Peygamber (Hz. Muhammed(asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salat ve Selam O’nun üzere olsun.
Ferman-ı İlahî: İlahi ferman, Allah’ın(cc) emir ve buyruğu.
Rehber-i mutlak: Mutlak rehber, her durumda ve her bakımdan şaşmaz yol gösterici.
Ziyade: Fazla, çok.
Sa'y ü gayret: Çalışma ve gayret(çaba gösterme)
Ciddiyet: Ağırbaşlılık, ciddilik.
Tebliğ: Bildirmek, ulaştırmak.
Hidayet: Doğruluk. İman edip İslam yoluna girmek.


Öyle ise; işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlık'ınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız!
Harekât: Hareketler.
Hâlık: Yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).
Tecrübe: Deneyim, deneme, sınama.
Vaziyet: Durum.

Said Nursi​
 
Üst