dünya yolcusu kendi aklına dediki

Ahmet.1

Well-known member
Sonra o dünya yolcusu kendi aklına dediki: "Madem bu kâinattaki varlıklar vasıtasıyla Mâlikimi ve Hâlıkımı arıyorum. Elbette her şeyden önce bu varlıkların en meşhuru.. düşmanlarının dahi tasdikiyle en mükemmeli.. en büyük kumandanı.. onlara hükmeden en namlı Zât onların sözce en yükseği.. akılca en parlağı.. on dört asrı fazileti ve Kur'an'ı ile ışıklandıran Hazreti Muhammed'i (aleyhissalâtü vessalam) ziyaret etmek ve aradığımı ona sormak için beraber saadet asrına gitmeliyiz" Sonra aklıyla beraber o asra girdi, gördü ki:

O asır hakikaten, o Zât (aleyhissalâtü vessalam) ile insanlığın bir saadet asrı olmuş. Çünkü en bedevî, en ümmî bir kavmi, getirdiği nurla, kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hâkimm eylemiş.

Hem o yolcu kendi aklına, " Biz ilk önce bu fevkalâde zâtın (aleyhissalâtü vessalam) kıymetini, sözlerinin ve haberlerinin doğruluğunu bir derece bilmeliyiz. Sonra Hâlıkımızı ona sormalıyız." diyerek araştırmaya başladı. Bulduğu sayısız, kesin delillerden burada yanlız küllî olan dokuzuna kısaca işaret edilecek:

Birincisi
Bu zâtta (aleyhissalâtü vessalam) -hatta düşmanlarının da tasdikiyle- bütün güzel huyların ve vasıfların bulunması..

*Kamer sûresi, 54/1. , Enfâl sûresi 8/17. ayetlerinin açık beyanıyla, bir parmağının işaretiyle ayın iki parça olması.. düşman ordusuna attığı bir avuç toprağın, o ordudaki herkesin gözüne girmesi ve kaçmaları.. ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından akan kevser gibi suyu yetecek kadar içirmesi gibi - ayet ve hadislerin kesin ve açık hükümleriyle, bir kısmı da tevatür derecesinde haberlerle nakledilen- yüzlerce mucizenin onun elinde meydana gelmesidir. Bu mucizelerin üç yüzden fazla bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan Mucizât-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vessalam) adlı harika ve kerametli bir risalede kesin delilleriyle anlatıldığından, o yolcu bunları oraya havale ederek dedi ki:

"Bu kadar güzel ahlâk ve kemâl vasıflarıyla beraber bu kadar açık mucizeleri bulunan bir zât (aleyhissalâtü vessalam), elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi mümkün değildir."



Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Asâ-yı Musa kitabından alınmıştır.
 

Ahmet.1

Well-known member
...

Asa-yı Musa

İkincisi:
Elinde bu kâinat sahibinin bir fermanı bulunduğu ve o fermanı her asırda üçyüz milyondan ziyade insanların kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olan Kur'an-ı Azîmüşşan'ın yedi vecihle hârika olmasıdır. Ve bu Kur'anın kırk vecihle mu'cize olduğu ve kâinat hâlıkının sözü bulunduğu kuvvetli delilleriyle beraber, "Yirmibeşinci Söz ve Mu'cizat-ı Kur'aniye" namlarındaki, Risale-i Nur'un bir güneşi olan meşhur bir risalede tafsilen beyan edilmesinden; onu, ona havale ederek dedi: Böyle ayn-ı hak ve hakikat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi bir zâtta (A.S.M.) fermana cinayet ve ferman sahibine hıyanet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz!..

Üçüncüsü:
O zât (A.S.M.), öyle bir şeriat ve bir İslâmiyet ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir iman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünki ümmi bir zâtta (A.S.M.) zuhur eden o şeriat; ondört asrı ve nev'-i beşerin humsunu, âdilane ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane, hadsiz kanunlarıyla idare etmesi emsal kabul etmez.

Hem ümmi bir zâtın (A.S.M.) ef'al ve akval ve ahvalinden çıkan İslâmiyet; her asırda üçyüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffisi ve nefislerinin mürebbisi ve müzekkisi ve ruhlarının medar-ı inkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle misli olamaz ve olamamış.

Hem dininde bulunan bütün ibadatın bütün enva'ında en ileri olması ve herkesten ziyade takvada bulunması ve Allah'tan korkması ve fevkalâde daimî mücahedat ve dağdağalar içinde, tam tamına ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklid etmeyerek ve tam manasıyla ve mübtediyane fakat en mükemmel olarak, hem ibtida ve intihayı birleştirerek yapması; elbette misli görülmez ve görülmemiş.

Hem binler dua ve münacatlarından Cevşen-ül Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki; o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münacat'ın başında, Cevşen-ül Kebir'in doksandokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen'in dahi misli yoktur diyecek.

Hem tebliğ-i risalette ve nâsı hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki; büyük devletler ve büyük dinler, hattâ kavim ve kabîlesi ve amucası ona şiddetli adavet ettikleri halde, zerre mikdar bir eser-i tereddüd, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslâmiyeti dünyanın başına geçirmesi isbat eder ki; tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.

Hem imanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve hârika bir yakîn ve mu'cizane bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran bir ulvî itikad taşımış ki; o zamanın hükümranı olan bütün efkârı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve münkir oldukları halde; onun ne yakînine, ne itikadına, ne itimadına, ne itminanına hiçbir şübhe, hiçbir tereddüd, hiçbir za'f, hiçbir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i imaniyede terakki eden başta sahabeler ve bütün ehl-i velayet, onun her vakit mertebe-i imanından feyz almaları ve onu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahe gösterir ki; imanı dahi emsalsizdir.

İşte böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve hârika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihanpesendane bir davet ve mu'cizane bir iman sahibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı ve aklı dahi tasdik etti.

Dördüncüsü:
Enbiyaların (Aleyhimüsselâm) icma'ı, nasılki vücud ve vahdaniyet-i İlahiyeye gayet kuvvetli bir delildir; öyle de, bu zâtın (A.S.M.) doğruluğuna ve risaletine gayet sağlam bir şehadettir. Çünki Enbiya Aleyhimüsselâm'ın doğruluklarına ve peygamber olmalarına medar olan ne kadar kudsî sıfatlar ve mu'cizeler ve vazifeler varsa; o zâtta (A.S.M.) en ileride olduğu tarihçe musaddaktır. Demek onlar, nasılki lisan-ı kal ile; Tevrat, İncil, Zebur ve suhuflarında bu zâtın (A.S.M.) geleceğini haber verip insanlara beşaret vermişler ki, kütüb-ü mukaddesenin o beşaretli işaratından yirmiden fazla ve pek zahir bir kısmı, Ondokuzuncu Mektub'da güzelce beyan ve isbat edilmiş. Öyle de, lisan-ı halleriyle, yani nübüvvetleriyle ve mu'cizeleriyle; kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri ve en mükemmel olan bu zâtı tasdik edip, davasını imza ediyorlar. Ve lisan-ı kal ve icma' ile vahdaniyete delalet ettikleri gibi, lisan-ı hal ile ve ittifak ile de bu zâtın sadıkıyetine şehadet ediyorlar diye anladı. ...


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Bakara, 255. Ayet: Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O'nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O'nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.
 
Üst