Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlubiyet gibi vücudumu sarsan ârızalar, bir gaflet zamanıma rastgelip şiddetle alâkadar ve meftun olduğum vücudumu, belki mahlukatın vücudlarını "ademe gidiyor" diye elîm bir endişe verirken, yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: "Manama dikkat et ve iman dûrbîniyle bak!"
Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki: Bu zerrecik vücudum, her mü'minin vücudu gibi hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücudları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymetdar bâki, müteaddid vücudları meyve veren bir kelime-i hikmet bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması, ebedî bir vücud kadar kıymetdar olduğunu ilmelyakîn ile bildim. Çünki şuur-u iman ile bu vücudum Vâcib-ül Vücud'un eseri ve san'atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşi evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz müfarakat ve firakların elemlerinden kurtulup; mevcudata, hususan zîhayatlara taalluk eden ef'al ve esma-i İlahiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peyda eylediğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var olduğunu bildim. İşte iman ile ve imandaki intisab ile, her mü'min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksız envârını kazanır; kendi gitse de onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur.
Hülâsa: Ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır, bâki bir meyveyi sünbül vermektir.
Gaflet: Düncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Alâkadar: Alâkalı, ilgili.
Meftun: Aşık, tutkun.
Mahlukat: Yaratılmış varlıklar.
Adem: Yokluk, hiçlik.
Âyet-i Hasbiye: Hasbünallahü ve ni'mel vekik âyeti.
İnbisat: Genişleme, yayılma, genleşme.
Kıymetdar: Kıymetli, değerli.
Müteaddid: Çok sayıda, birçok, çeşitli.
Kelime-i hikmet: Hikmet kelimesi.
Mensubiyet: Bağlılık, alakalık.
İlmelyakîn: İlim yoluyla varılan kesin bilgi.
Şuur-u iman: İman şuuru.
Vâcib-ül Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan Allah(cc).
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Taalluk: Alakalı olma, ilgilenme.
Esma-i İlahiye: Allah'a(cc) ait isimler.
Uhuvvet: Kardeşlik.
İntisab: Bağlılık.
Envâr: Nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
Visal: Kavuşma.
Tebdil-i mekân: Mekan değiştirme, yer değiştirme.
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.
Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki: Bu zerrecik vücudum, her mü'minin vücudu gibi hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücudları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymetdar bâki, müteaddid vücudları meyve veren bir kelime-i hikmet bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması, ebedî bir vücud kadar kıymetdar olduğunu ilmelyakîn ile bildim. Çünki şuur-u iman ile bu vücudum Vâcib-ül Vücud'un eseri ve san'atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşi evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz müfarakat ve firakların elemlerinden kurtulup; mevcudata, hususan zîhayatlara taalluk eden ef'al ve esma-i İlahiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peyda eylediğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var olduğunu bildim. İşte iman ile ve imandaki intisab ile, her mü'min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksız envârını kazanır; kendi gitse de onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur.
Hülâsa: Ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır, bâki bir meyveyi sünbül vermektir.
Said Nursî
Gaflet: Düncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Alâkadar: Alâkalı, ilgili.
Meftun: Aşık, tutkun.
Mahlukat: Yaratılmış varlıklar.
Adem: Yokluk, hiçlik.
Âyet-i Hasbiye: Hasbünallahü ve ni'mel vekik âyeti.
İnbisat: Genişleme, yayılma, genleşme.
Kıymetdar: Kıymetli, değerli.
Müteaddid: Çok sayıda, birçok, çeşitli.
Kelime-i hikmet: Hikmet kelimesi.
Mensubiyet: Bağlılık, alakalık.
İlmelyakîn: İlim yoluyla varılan kesin bilgi.
Şuur-u iman: İman şuuru.
Vâcib-ül Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan Allah(cc).
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Taalluk: Alakalı olma, ilgilenme.
Esma-i İlahiye: Allah'a(cc) ait isimler.
Uhuvvet: Kardeşlik.
İntisab: Bağlılık.
Envâr: Nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
Visal: Kavuşma.
Tebdil-i mekân: Mekan değiştirme, yer değiştirme.
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.