Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek

Ahmet.1

Well-known member
Beşinci Söz
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻣَﻊَ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍﺗَّﻘَﻮْﺍ ﻭَﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻫُﻢْ ﻣُﺤْﺴِﻨُﻮﻥَ

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir. (Nahl Sûresi: 128.)

Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek, ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasib bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:
Hakikî: Gerçek.
Vazife-i insaniye: insana ait görev, insan olmanın gerektirdiği görev.
Fıtrî: Hayat kanunlarına uygun.
Münasib:Uygun, layık, yaraşır.
Netice-i hilkat-i beşeriye: insanlığın yaratılış gayesi
Temsilî: örnekle canlandırılmış.


Seferberlikte bir taburda biri muallem, vazifeperver; diğeri acemî, nefisperver iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer, talime ve cihada dikkat eder, erzak ve tayinatını hiç düşünmezdi. Çünki anlamış ki; onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hattâ indelhace lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi, talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa: Ne yapıyorsun?
Seferberlikte: Savaş hazırlığında.
Taburda: Bölüklerden oloşan askeri birlikde.
Muallem: Eğitilmiş, eğitimli.
Vazifeperver: Görevini çok sever.
Nefisperver: Nefsini çok seven, zevkine ve arzularına çok düşkün olan.
Talim: Öğretmek, eğitmek, yetiştirmek.
Cihad: Düşman ile muharebe. *Din uğrunda çalışma ve savaşma.
Erzak: Yiyecek ve içecekler, ihtiyaç maddeleri.
Tayinat: Belirlenmiş geçim ihtiyaçları.
Cihazat: Cihazlar, aletler.
İndelhace: İhtiyaç vaktinde, gerektiğinde.

-Devletin angaryasını çekiyorum, der. Demiyor: Nafakam için çalışıyorum.
Angarya: Ücretsiz yapılan iş.
Nafaka: Geçimlilik, geçim için gerekli olan.


Diğer şikemperver ve acemî nefer ise, talime ve harbe dikkat etmezdi. "O, devlet işidir. Bana ne?" derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşine dolaşır, taburu terkeder, çarşıya gider, alış-veriş ederdi. Bir gün, muallem arkadaşı ona dedi:
Şikemperver: Aşırı yemeğe düşkün, boğazına düşkün.
Nefer: Asker.
Talim: Eğitmek, öğretmek, yetiştirmek.
Harb: Savaş.
Daim: Devamlı, Sürekli.
Nafaka: Geçim için gerekli olan.
Muallem: Eğitilmiş, eğitimli.


-Birader, asıl vazifen, talim ve muharebedir. Sen, onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et. O, seni aç bırakmaz. O, onun vazifesidir. Hem sen, âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler. Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri, padişahın vazifesidir. Bazan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki, talim ve harbdir. Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır anlarsın!
Talim: Eğitmek, öğretmek, yetiştirmek.
Muharebe: Şavaş.
Padişaha itimad et: Padişaha güven.
Aciz: Güçsüz, gücü yetmez.
Mücahede: Uğraşma, Çalışma, çaba gösterme.
Teshilat: Kolaylaştırmalar, zorlukları gidermeler.
Harb: savaş.
Nefer: asker.
Muallem: Eğitilmiş, eğitimli.


İşte ey tenbel nefsim! O dalgalı meydan-ı harb, bu dağdağalı dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cem'iyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-ı İslâmiyesidir. O iki nefer ise, biri feraiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebairi terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttaki müslümandır. Diğeri: Rezzak-ı Hakikî'yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp, feraizi terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. Ve o talim ve talimat ise, (başta namaz) ibadettir. Ve o harb ise; nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise; birisi, hayatı verip beslemektir. Diğeri; hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır, ona tevekkül edip emniyet etmektir.
Meydan-ı harb: Savaş alanı.
Dağdağa: Faydasız sıkıntı, telaş, zorluk. *Gürültü.
Taksim: Bölme, paylaştırma.
Cem'iyet-i beşeriye: İnsan toplumu.
Cemaat-ı İslâmiyesi: İslam topluluğu, Müslümanlar topluluğu.
Nefer: Asker.
Feraiz-i diniye: Dinin farzları, İslam dinindeki farz(kesin) emir.
Mücahede: Uğraşma, Çalışma, çaba gösterme.
Müttaki: Takva sahibi, günahlardan ve yasaklardan çekinen.
Rezzak-ı Hakikî: Hakiki Rezzak, gerçek rızık verici olan Allah(cc)
İttiham: Suçlama.
Derd-i maişet: Giçim derdi.
Feraizi: Farzlar, dindeki açık ve kesin emirler.
Maişet: Yaşamak için gerekenler, geçimlilik.
Fâsık-ı hâsir: Büyük zararlara düşen günahkar.
Talim: Eğitmek, öğretmek, yetiştirmek.
Talimat: Hareket tarzını bildiren emirler.
Harb: Savaş.
Nefis: İnsandaki günaha itici hisler, günah ve sevap ayırmadan saldıran istekler ve duygular.
*Bir kişinin kendisi öz varlığı.
Heva: Boş istek, gelip geçici heves, zararlı ve günaha iten istek ve özenti.
İns: İnsan.
Mücahede: Uğraşma, Çalışma, çaba gösterme. *Din uğrunda savaşma ve çarpışma.
Ahlâk-ı rezile: Rezil ahlak, aşağılık ahlak.
Helâket-i ebediye: Ebedi felaket, sonsuz yıkılış ve mahvoluş.
Perestiş: Pek çok sevgi ve saygı besleme.
Tevekkül: Allah’a(cc) güvenmek, Allah’a(cc) dayanmak, yapılması gerekenleri elinden geldiğince yapıp gerisini Allah’a(cc) bırakmak.


Evet en parlak bir mu'cize-i san'at-ı Samedaniye ve bir hârika-i hikmet-i Rabbaniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur. Ondan başka olmaz... Delil mi istersin? En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nazik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).
Mu'cize-i san'at-ı Samedaniye: Kendisi hiçbirşeye muhtaç olmayıp her şeyin muhtaç olduğu Allah’ın(cc) sanat mucizesi.
Rızık: Her türlü ihtiyaç maddeleri, yaşamak için gerekli olan şeyler, maddi ve manevi bütün nimetler.
İdame: Devam ettirme.


Evet vasıta-ı rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz u za'f ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları müvazene etmek kâfidir. Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Talimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerim'in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzât gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir. Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru' ve ibadet cihetinde hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.
Vasıta-ı rızk-ı helâl: Helal olan yiyecek ve içeceklerin elde edilme sebebi.
İktidar: Güç, kuvvet. *Devleti ve milleti yönetme görevi.
İhtiyar: İrade, seçme sebestliği.
Acz u za'f: Zayıflık ve güçsüzlük.
Müvazene: Ölçmek, tartmak.
Derd-i maişet: Geçim derdi.
Nefer: Asker
Talim: Eğitmek, öğretmek, yetiştirmek.
Matbaha-i rahmet: Rahmet mutfağı, Allah’ın(cc) merhamet mutfağı.
Tayinat: Belirlenmiş geçim ihtiyaçları.
Bâr: Yük, eziyet, sıkıntı.
Fıtrat: Yaratılış.
Cihazat-ı maneviye: Manevi cihazlar. Manevi duygular, güçler ve yetenekler.
Zira: Çünkü.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
Hayat-ı maneviye: Manevi hayat.
Uhreviye: Ahirete ait, öbür dünya ile ilgili.
İftikar: Fakirliğini ortaya koyma, yoksulluğunu açığa vurma.
Tazarru': Kusurunu itiraf edip yalvarma, kusurlarını bilip kibirden vazgeçerek alçakgönüllülükle yalvarma.
Cihet: Yön, taraf. *Sebeb.
Hayvanat: Hayvanlar.


Demek ey nefsim! Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.
İşte sana iki yol, istediğini intihab edebilirsin. Hidayet ve tevfikı Erhamürrâhimîn'den iste...
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Gaye-i maksad: Kastedilen ve istenilen gaye, temel gaye.
Daim: Devamlı, Sürekli.
Edna: En aşağı, en küçük.
Nefer: Asker.
Hayat-ı uhreviye: Uhrevi hayat, ahirete ait hayat, öbür dünya yaşantışı.
Mezra: Tarla.
Hayvanat: Hayvanlar.
Cenab-ı Hakk: Allah.
Abd: Kul.
Mükerrem: Saygı değer, şerefli, üstün değere ermiş, üstün özellikler kazandırılmış.
İntihab: Seçme
Hidayet: Doğruluk. Kur’anın gösterdiği doğru ve gerçek yol. İman edip İslam yoluna girmek.
Tevfik: Yardım.
Erhamürrâhimîn: Merhametli ve şevkatlilerin en merhametli ve şefkatlisi.


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
İnsan kusur etse istiğfar etmeli: ya rab, kusurumuzu affet. bizi kendine kul kabul et. emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. amin! Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzât taleb edip girmemiş; belki içine düşmüş çıkamıyor. Mesnevî-i Nuriye
 

Ahmet.1

Well-known member
Kısa bir ömürde, az bir lezzet için; ebedî, daimî hayatını ve saadet-i ebediyesini berbad etmek, ehl-i aklın kârı değil. Mektûbat
 
Üst