Ve görüyor ve anlıyorum ve öyle iman ediyorum ki; bir zaman gelecek, ..

Ahmet.1

Well-known member
Barla Lahikası

Ey Üstad-ı Muazzam!
Atabey'e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor. Okuduğum her söz, neşrettiğiniz o ulvî hakikatler için âciz lisanım tavsif ve takdirden âciz kalıyor. Ve görüyor ve anlıyorum ve öyle iman ediyorum ki; bir zaman gelecek, bu Risalât-ül Envâr ve Mektubat-ün Nur, için için ateşlenen, feveran eden bir dağ gibi hararetle nur-feşan bir menba' kuvvetine tesahub edecek. Ve belki de etmiştir. Bir düğmesine basmakla her tarafı ziyaya müstağrak eden bir elektrik dinamosu gibi, kendinden çok uzak mesafeleri ikaz ve irşad nuruyla ihata edecektir.


Nur'un eski talebesi merhum
Lütfü'nün arkadaşı Zeki

Üstad-ı Muazzam: Muazzam üstad, büyük üstad.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Tasrih: Açıklama, belirtme, açıkça anlatma, açık açık söyleme.
Neşrettiğiniz: Herkese duyurduğunuz, yaydığınız.
Ulvî: Yüksek, yüce.
Hakikatler: Gerçekler.
Tavsif: Vasıflandırma, niteleme, özelliklerini belirtme.
Risalât-ül Envâr: Karanlıklardan aydınlıklara çıkaran Risale-i Nur eserleri.
Mektubat-ün Nur: Risale-i Nur Külliyatından Mektubat isimli kitab.
Feveran: Coşma, kaynayıp fışkırma.
Nur-feşan: Nur saçan, etrafı aydınlatan.
Menba': Kaynak.
Tesahub: Sahiplenme, sahip çıkma, benimseme.
Ziya: Işık.
Müstağrak: Gark olmuş, dalmış, batmış, boğulmuş.
İrşad: Doğru yolu gösterme.
İhata: Kuşatma, içine alma.
Merhum: Rahmetli, ölmüş.
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
...

(Milas'lı Halil İbrahim'in fıkrasıdır)

Efendim!
İsterim ki Yirmiyedinci Mektub'un tatlı sadâları içerisinde benim de boğuk sesim çıksın. Lâkin heyhat o maden-i esrar bahrinden dem vurmak haddim değil. Benim arzum ve iştiyakım, o gülistana girebilmek ve o güzel güllerden koklamak. Yoksa onun tavsifinde âciz ve kàsırım. Gerçi kalbimde galeyan eden manalar çoktur. Lâkin her nedense, lisan hissiyatımın tercümanı olamıyor.

Şu kadar diyebilirim ki; elimde mevcud risaleler ve fihristede gördüğüme nazaran, Risale-i Nur eczaları bir şecere-i nuraniyedir ki, dalları aktar-ı arza neşr-i envâr ediyor ve ilâ-nihaye edecektir. Karanlıklı bir gecede, semadaki yıldız ve kamerler, zemin yüzünde nasıl rehberlik ederlerse, Risale-i Nur eczaları da öyledir. Ve zulmette nura ihtiyaç ne ise, Risale-i Nur eczaları da odur.

Bahr-i dalalet mevcleri arasında, sefine-i Nuh (A.S.) necat verir; her kim dâhil olsa, tufan-ı maasiden halâs bulur. Risale-i Nur eczaları, küre-i arzın mevsim-i erbaa kütübhanesinde bir bahardır ve bahar kadar letafetlidir ve canbahştır. Ve ölmüş arza o bahar vasıtasıyla hayat verildiği gibi, Risale-i Nur eczaları da ölmüş arz kulûblere taze hayat verir. Risale-i Nur eczaları mürşiddir. İnsanı haksızlıktan hakka döndürür ve hayvanlıktan insaniyete ve esfel-i safilînden, a'lâ-i illiyyîne yükseltir. Otuzüçüncü Söz'ün Yirmidördüncü Mektubu ve emsalleri, insanın ruhunda inşirah hasıl ediyor. Ve kalbinde Sâni'-i Hakîm'in hikmetine karşı pencereler açıyor. Risale-i Nur eczaları, insanın sıkıntılı vaktinde imdadına yetişir ve teselli eder. Bu ciheti aynen gördüm. Ve elhasıl: Risale-i Nur eczaları hakkında her ne desem, yine o Nur'a karşı sönüktür. İşte o fihristeler fihristesi böyle olunca, daha ilerisini ehli olan anlar.


Kardeşiniz
Halil İbrahim (R.H.)
Barla Lahikası
 
Üst