Mahbublara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılab ettiği gibi, acaba ekser nâsda bulunan dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikîye inkılab edebilir mi?
Mahbub: Sevilen, sevgili.
Aşk-ı mecazî: Geçici ve ölümlü varlıklara karşı Allah(cc) adına olmayan sevgi.
Aşk-ı hakikî: Gerçek aşk, Allah'a(cc) ve Allah(cc) adına olan sevgi.
İnkılab: Kökten değişiklik, özünden değişme, başka hale geçme.
Ekser: Çoğunluk, çoğu.
Nâsda: İnsanlarda.
Elcevab:
Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fena çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esma-i İlahiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmağa muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit, aşk-ı hakikîye inkılaba yüz tutar. Fakat bir şart ile ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını, haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalalet ve gaflet gibi kendini unutup âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer boğulur. Meğer ki hârika olarak bir dest-i inayet onu kurtarsın.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Zeval: Sona erme, son bulma.
Fena: Yokluk, yok olma. *Kötü.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.
Mahbub: Sevilen, sevgili.
Âyine-i esma-i İlahiye: Allah'ın(cc) isimlerinin aynası.
Mezraa-i âhiret: Ahiret tarlası.
Muvaffak: Başarılı, başarmış.
Gayr-ı meşru: Helal olmayan, meşru olmayan, dine aykırı.
Mecazî: Gerçek olmayan.
Zâil: Geçen, geçici, tükenen, sürekli olmayan, devam etmeyen.
İltibas: Birbirine karıştırma, birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar.
Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Âfâk: Görünen bütün varlık dairesi.
Umumî: Herkesle ilgili, genel.
Hususî: Özel.
Dest-i inayet: Allah'ın(cc) iyilik ve yardım eli.
Hakikat: Gerçek.
Tenvir: Nurlandırma.
Temsil: Örnek gösterme, benzetme.
Mahbub: Sevilen, sevgili.
Aşk-ı mecazî: Geçici ve ölümlü varlıklara karşı Allah(cc) adına olmayan sevgi.
Aşk-ı hakikî: Gerçek aşk, Allah'a(cc) ve Allah(cc) adına olan sevgi.
İnkılab: Kökten değişiklik, özünden değişme, başka hale geçme.
Ekser: Çoğunluk, çoğu.
Nâsda: İnsanlarda.
Elcevab:
Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fena çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esma-i İlahiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmağa muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit, aşk-ı hakikîye inkılaba yüz tutar. Fakat bir şart ile ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını, haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalalet ve gaflet gibi kendini unutup âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer boğulur. Meğer ki hârika olarak bir dest-i inayet onu kurtarsın.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Zeval: Sona erme, son bulma.
Fena: Yokluk, yok olma. *Kötü.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.
Mahbub: Sevilen, sevgili.
Âyine-i esma-i İlahiye: Allah'ın(cc) isimlerinin aynası.
Mezraa-i âhiret: Ahiret tarlası.
Muvaffak: Başarılı, başarmış.
Gayr-ı meşru: Helal olmayan, meşru olmayan, dine aykırı.
Mecazî: Gerçek olmayan.
Zâil: Geçen, geçici, tükenen, sürekli olmayan, devam etmeyen.
İltibas: Birbirine karıştırma, birbirine benzeyenleri birbirinden ayırt edemeyip karıştırma.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar.
Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Âfâk: Görünen bütün varlık dairesi.
Umumî: Herkesle ilgili, genel.
Hususî: Özel.
Dest-i inayet: Allah'ın(cc) iyilik ve yardım eli.
Hakikat: Gerçek.
Tenvir: Nurlandırma.
Temsil: Örnek gösterme, benzetme.
Said Nursi
Son düzenleme: