Demek tesadüf yok, hâdisat(olaylar) başıboş gelmiyor.

Ahmet.1

Well-known member
Yirmisekizinci Mektub / 1.Risale olan 1.Mes'ele / Altıncısı

Rü'ya-yı sadıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübatımla, kader-i İlahînin her şey'e muhit olduğuna bir hüccet-i katı' hükmüne geçmiştir. Evet bu rü'yalar, benim için hususan bu birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki; meselâ yarın başıma gelecek en küçük hâdisat ve en ehemmiyetsiz muamelât ve hattâ en âdi muhaverat yazılı olduğunu ve daha gelmeden muayyen olduğunu ve gecede onları görmekle, dilim ile değil, gözüm ile okuduğum bana kat'î olmuştur. Bir değil, yüz değil, belki bin defa; gecede, hiç düşünmediğim halde gördüğüm bazı adamlar veyahut söylediğim mes'eleler, o gecenin gündüzünde az bir tabir ile aynen çıkıyor. Demek en cüz'î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.
Said Nursi

Rü'ya-yı sadıka: Sadık rüya, doğru ve gerçek rüya.
Hakkalyakîn: Yaşayıp görerek elde edilen kesinlik, gerçeği eksiksiz ve kesin olarak görüp yaşayarak anlama ve bilme.
Tecrübat: Tecrübeler, deneyimler, denemeler.
Kader-i İlahî: Allah'ın(cc) takdiri, Allah'ın herşeyi sonsuz ilmiyle belirlemesi.
Muhit: İhata eden, kuşatan, çevreleyen.
Hüccet-i katı: Kesin delil.
Hususan: Özellikle, bilhassa.
Hâdisat: Hadiseler, olaylar.
Ehemmiyetsiz: Önemsiz.
Muamelât: Muameleler, işlemler, hareketler ve davranışlar.
Muhaverat: Muhavereler, konuşmalar.
Muayyen: Görülmüş olan, kesin olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, kararlaştırılmış.
Kat'î: Kesin. Mutlak. Şüpesiz. Tereddütsüz.
Vukua: Olmaya, meydana gelmeye, gerçekleşmeye.
Mukayyed: Kayıtlı, bağlı, bağlanmış.
Tesadüf: Rastlantı, rast gelme.
 
Üst