Nebe Sûresi Hakkında

Ahmet.1

Well-known member
Sure-i Amme'ye dikkat edilse öyle bir üslûb-u bedî' ile âhireti, haşri, Cennet ve Cehennem'in ahvalini öyle bir tarzda gösteriyor ki; şu dünyadaki ef'al-i İlahiyeyi, âsâr-ı Rabbaniyeyi o ahval-i uhreviyeye birer birer bakar isbat eder gibi kalbi ikna' eder. Şu suredeki üslûbun izahı uzun olduğundan yalnız bir-iki noktasına işaret ederiz. Şöyle ki:
Sure-i Amme: Nebe Suresi.
Üslûb-u bedî: Şaşırtıcı güzel ifade tarzı.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Ef'al-i İlahiye: Allah'ın(cc) işleri.
Âsâr-ı Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiye edicisi olan Allah'ın(cc) eserleri.
Ahval-i uhreviye: Ahiretin (öbür dünyanın) durumları.


Şu surenin başında Kıyamet gününü isbat için der: "Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hanenize ve hayatınıza defineli direk, hazineli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı rahatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maişet; Güneş'i ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi ondan suyu akıttım. Basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek bize ağır gelemez."
Ünsiyet: Alışkanlık, dostluk, yakınlık.
Hâb-ı rahat: Dinlendirici uyku.
Meydan-ı maişet: Geçim sahası.
Âb-ı hayat: Hayat suyu.
Muhtelif: Çeşitli, farklı, ayrı ayrı.
Yevm-i fasl: Ayrılma günü, ayırım günü.


İşte bundan sonra kıyamette dağların dağılması, semavatın parçalanması, Cehennem'in hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir surette isbatlarına işaret eder. Manen der: "Madem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar." Demek surenin başındaki "dağ", kıyametteki dağların haline bakar ve bağ ise, âhirde ve âhiretteki hadikaya ve bağa bakar. İşte sair noktaları buna kıyas et, ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör.
Semavat: Gökler.
Bostan: Bahçe.
Manen: Mana bakımından, manevî olarak.
Hadika: Sulu, ağaçlı bahçe.
Sair: Diğer.
Âlî: Büyük, yüce, üstün.
Üslûb: Tarz, biçim, anlatma tarzı.

Said Nursi​
 

Ahmet.1

Well-known member
Mekkî sûrelerden olup 40 âyettir.
EN NEBE': Çok büyük haber.



ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

ﻋَﻢَّ ﻳَﺘَﺴَٓﺎﺀَﻟُﻮﻥَ ﴾١
Neyi soruşturuyorlar?

ﻋَﻦِ ﺍﻟﻨَّﺒَﺎِ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢِ ﴾٢
O büyük haberdenmi?

ﺍَﻟَّﺬِﻯ ﻫُﻢْ ﻓِﻴﻪِ ﻣُﺨْﺘَﻠِﻔُﻮﻥَ ﴾٣
Onlar ki onda ihtilafa düşüyorlar.

ﻛَﻼ َّ ﺳَﻴَﻌْﻠَﻤُﻮﻥَ ﴾٤
Hayır! İlerde bilecekler.

ﺛُﻢَّ ﻛَﻼ َّ ﺳَﻴَﻌْﻠَﻤُﻮﻥَ﴾٥
Hayır! Daha sonra ilerde bilecekler.

ﺍَﻟَﻢْ ﻧَﺠْﻌَﻞِ ﺍْﻻ َﺭْﺽَ ﻣِﻬَﺎﺩًﺍ ﴾٦
Biz arzı döşek yapmadıkmı?

ﻭَﺍﻟْﺠِﺒَﺎﻝَ ﺍَﻭْﺗَﺎﺩًﺍ ﴾٧
Dağları da kazıklar.

ﻭَﺧَﻠَﻘْﻨَﺎﻛُﻢْ ﺍَﺯْﻭَﺍﺟًﺎ ﴾٨
Sizleri de çiftler halinde yarattık.

ﻭَﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﻧَﻮْﻣَﻜُﻢْ ﺳُﺒَﺎﺗًﺎ ﴾٩
Uykuyu da size bir dinlenme yaptık.

ﻭَﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﺍﻟَّﻴْﻞَ ﻟِﺒَﺎﺳًﺎ ﴾١٠
Geceyi örtü yaptık.

ﻭَﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﺍﻟﻨَّﻬَﺎﺭَ ﻣَﻌَﺎﺷًﺎ ﴾١١
Gündüzü de geçim zamanı yaptık.

ﻭَﺑَﻨَﻴْﻨَﺎ ﻓَﻮْﻗَﻜُﻢْ ﺳَﺒْﻌًﺎ ﺷِﺪَﺍﺩًﺍ ﴾١٢
Ve üstünüze yedi sağlam gök bina ettik.

ﻭَﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﺳِﺮَﺍﺟًﺎ ﻭَﻫَّﺎﺟًﺎ ﴾١٣
Işık veren, parıl parıl parlayan güneş ve yıldızlar yaptık.

ﻭَﺍَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤُﻌْﺼِﺮَﺍﺕِ ﻣَٓﺎﺀً ﺛَﺠَّﺎﺟًﺎ ﴾١٤
Sıkışmış yağmur bulutların dan şarıl şarıl akan su indirdik ki,

ﻟِﻨُﺨْﺮِﺝَ ﺑِﻪِ ﺣَﺒًّﺎ ﻭَﻧَﺒَﺎﺗًﺎ ﴾١٥
onunla taneler ve nebat çıkaralım diye.

ﻭَﺟَﻨَّﺎﺕٍ ﺍَﻟْﻔَﺎﻓًﺎ ﴾١٦
Ve ağaçlarının dalları birbirine girmiş bahçeler.

ﺍِﻥَّ ﻳَﻮْﻡَ ﺍﻟْﻔَﺼْﻞِ ﻛَﺎﻥَ ﻣِﻴﻘَﺎﺗًﺎ ﴾١٧
Şüphesiz fasıl günü tayin edilen bir zaman dır.

ﻳَﻮْﻡَ ﻳُﻨْﻔَﺦُ ﻓِﻰ ﺍﻟﺼُّﻮﺭِ
O gün Sûr'a üfürülecek

ﻓَﺘَﺎْﺗُﻮﻥَ ﺍَﻓْﻮَﺍﺟًﺎ ﴾١٨
Ve fevc fevc geleceksiniz.

ﻭَﻓُﺘِﺤَﺖِ ﺍﻟﺴَّﻤَٓﺎﺀُ ﻓَﻜَﺎﻧَﺖْ ﺍَﺑْﻮَﺍﺑًﺎ ﴾١٩
Ve sema açılacak sonra kapı kapı olacaktır.

ﻭَﺳُﻴِّﺮَﺕِ ﺍﻟْﺠِﺒَﺎﻝُ ﻓَﻜَﺎﻧَﺖْ ﺳَﺮَﺍﺑًﺎ ﴾٢٠
Dağlar yürütülecek sanki serap olacak.

ﺍِﻥَّ ﺟَﻬَﻨَّﻢَ ﻛَﺎﻧَﺖْ ﻣِﺮْﺻَﺎﺩًﺍ ﴾٢١
Şüphesiz cehennem hazırlığını yapıp gözetleyendir.

ﻟِﻠﻄَّﺎﻏِﻴﻦَ ﻣَﺎَﺑًﺎ ﴾٢٢
Azgınların dünüş yeridir.

ﻻ َﺑِﺜِﻴﻦَ ﻓِﻴﻬَٓﺎ ﺍَﺣْﻘَﺎﺑًﺎ ﴾٢٣
Onun içinde nice devirler bekleyecekler.

ﻻ َﻳَﺬُﻭﻗُﻮﻥَ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺑَﺮْﺩًﺍ ﻭَﻻ َ ﺷَﺮَﺍﺑًﺎ ﴾٢٤
Orada, ne bir soğukluk tadacaklar ne de içecek birşey

ﺍِﻻ َّ ﺣَﻤِﻴﻤًﺎ ﻭَﻏَﺴَّﺎﻗًﺎ ﴾٢٥
Ancak kaynamış su ve irin tadacaklar.

ﺟَﺰَٓﺍﺀً ﻭِﻓَﺎﻗًﺎ﴾٢٦
Uygun bir ceza.

ﺍِﻧَّﻬُﻢْ ﻛَﺎﻧُﻮﺍ ﻻ َﻳَﺮْﺟُﻮﻥَ ﺣِﺴَﺎﺑًﺎ ﴾٢٧
Şüphesiz onlar hesaba çekileceklerini ummuyorlardı.

ﻭَﻛَﺬَّﺑُﻮﺍ ﺑِﺎَﻳَﺎﺗِﻨَﺎ ﻛِﺬَّﺍﺑًﺎ ﴾٢٨
Ayetlerimiz'i yalanladıkça yalanladılar.

ﻭَﻛُﻞَّ ﺷَﻰْﺀٍ ﺍَﺣْﺼَﻴْﻨَﺎﻩُ ﻛِﺘَﺎﺑًﺎ﴾٢٩
Her şeyin hesabını O kitabta yazıp tesbit ettik.

ﻓَﺬُﻭﻗُﻮﺍ ﻓَﻠَﻦْ ﻧَﺰِﻳﺪَﻛُﻢْ ﺍِﻻ َّ ﻋَﺬَﺍﺑًﺎ ﴾٣٠
Şimdi tadın sizin artık azaptan başka hiçbir şeyinizi arttırmayız

ﺍِﻥَّ ﻟِﻠْﻤُﺘَّﻘِﻴﻦَ ﻣَﻔَﺎﺯًﺍ ﴾٣١
Şüphesiz kurtuluşa ermek, muttakiler içindir.

ﺣَﺪَٓﺍﺋِﻖَ ﻭَﺍَﻋْﻨَﺎﺑًﺎ ﴾٣٢
Bahçeler ve üzüm bağları,

ﻭَﻛَﻮَﺍﻋِﺐَ ﺍَﺗْﺮَﺍﺑًﺎ ﴾٣٣
kadınlık vasfını kazanmış aynı yaşta güzel kızlar,

ﻭَﻛَﺎْﺳًﺎ ﺩِﻫَﺎﻗًﺎ ﴾٣٤
İçeceklerle doldurulmuş kaseler

ﻻ َﻳَﺴْﻤَﻌُﻮﻥَ ﻓِﻴﻬَﺎﻟَﻐْﻮًﺍ ﻭَﻻ َ ﻛِﺬَّﺍﺑًﺎ ﴾٣٥
Orada işitmezler, boş laf ve yalanlamaya ait söz.

ﺟَﺰَٓﺍﺀً ﻣِﻦْ ﺭَﺑِّﻚَ ﻋَﻄَٓﺎﺀً ﺣِﺴَﺎﺑًﺎ ﴾٣٦
Hesap sınırı olmayan, lütuftan verilen. Rabbin den bir mükafattır,

ﺭَﺏِّ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﻭَﻣَﺎ ﺑَﻴْﻨَﻬُﻤَﺎ
Göklerin, yerin ve aralarındaki her şeyin Rabbi'dir.

ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﻻ َﻳَﻤْﻠِﻜُﻮﻥَ ﻣِﻨْﻪُ ﺧِﻄَﺎﺑًﺎ ﴾٣٧
Allah O Rahman ki, O'na hitap edemezler.

ﻳَﻮْﻡَ ﻳَﻘُﻮﻡُ ﺍﻟﺮُّﻭﺡُ ﻭَﺍﻟْﻤَﻠَٓﺌِﻜَﺔُ ﺻَﻔًّﺎ
O gün ruh ve melekler saf olup durur.

ﻻ َﻳَﺘَﻜَﻠَّﻤُﻮﻥَ
Konuşamazlar,

ﺍِﻻ َّ ﻣَﻦْ ﺍَﺫِﻥَ ﻟَﻪُ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦُ
ancak Rahmanın kendisi ne izin verdiği kimse müstesna.

ﻭَﻗَﺎﻝَ ﺻَﻮَﺍﺑًﺎ﴾٣٨
O da doğru olanı söyler.

ﺫَﻟِﻚَ ﺍﻟْﻴَﻮْﻡُ ﺍﻟْﺤَﻖُّ
İşte bugün haktır.

ﻓَﻤَﻦْ ﺷَٓﺎﺀَ ﺍﺗَّﺨَﺬَ ﺍِﻟَﻰ ﺭَﺑِّﻪِ ﻣَﺎَﺑًﺎ﴾٣٩
Artık dileyen kimse Rabbi ne varacak bir yol tutsun.

ﺍِﻧَّٓﺎ ﺍَﻧْﺬَﺭْﻧَﺎﻛُﻢْ ﻋَﺬَﺍﺑًﺎ ﻗَﺮِﻳﺒًﺎ
Şüphesiz biz sizi yakın bir azabın varlığı ile uyarmıştık.

ﻳَﻮْﻡَ ﻳَﻨْﻈُﺮُ ﺍﻟْﻤَﺮْﺀُ ﻣَﺎ ﻗَﺪَّﻣَﺖْ ﻳَﺪَﺍﻩُ
O gün kişi ellerinin ne gönderdiğine bakacak.

ﻭَﻳَﻘُﻮﻝُ ﺍﻟْﻜَﺎﻓِﺮُ
Ve kâfir olan da diyecek:

ﻳَﺎﻟَﻴْﺘَﻨِﻰ ﻛُﻨْﺖُ ﺗُﺮَﺍﺑًﺎ﴾٤٠
"Keşke ben toprak olsaydım!"
 

Ahmet.1

Well-known member
İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat'ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Şuâlar
 

Ahmet.1

Well-known member
Muhammed, 12. Ayet: Şüphesiz Allah, inanıp salih ameller işleyenleri, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. İnkâr edenler ise (dünya zevklerinden) yararlanırlar ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların kalacakları yer ateştir.
 

Ahmet.1

Well-known member
Muhammed, 36. Ayet: Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez.
 

Ahmet.1

Well-known member
Bakara, 28. Ayet: Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O'na döndürüleceksiniz.
 

Ahmet.1

Well-known member
İbrahim, 3. Ayet: Dünya hayatını ahirete tercih edenler, (insanları) Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.
 

Ahmet.1

Well-known member
dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir

Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir. Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir; bâki umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki:
Misafirhane-i askerî: Askere ait müsafirhane.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak.
İz'an: Anlayış, benimseme.
Mertebe-i rıza: Rıza mertebesi, Allah'ın(cc) rızasını (hoşnutluğunu) kazanma derecesi.
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.
Umûr-u uhreviye: Ahirete ait işler.
Hâkeza: Bunlar gibi, bunun gibi.
Şedid: Şiddetli, kuvvetli.
Hissiyat: Hisler, duygular.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Umûr-u dünyeviye: Dünyaya ait işler, dünya ile ilgili işler.


Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılab eder.
Muhabbet: Sevgi, sevme.
Mahbub: Muhabbet edilen, sevilen, sevgili.
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş, bakan.
Elem: Acı, dert, kaygı.
Aşk-ı mecazî: Geçici ve ölümlü varlıklara karşı Allah (cc) adına olmayan sevgi.
Aşk-ı hakikî: Gerçek aşk, Allah'a (cc) ve Allah adına olan sevgi.
İnkılab: Kökten değişiklik, özünden değişme, başka hale geçme.


İşte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde sened yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a'mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılab eder..
Endişe-i istikbal: İstikbal endişesi, geleceğini sağlama alma kaygısı.
Cihet: Yön, taraf.
Taahhüd: Söz verip üstlenme, söz vererek üzerine alma.
Kabir: Mezar.
Teveccüh: Yönelme, dönme, yöneliş. *Alaka, ilgi gösterme.
Câh: Makam.
Muvakkaten: Geçici olarak.
Riya: Gösteriş, iki yüzlülük.
Meratib-i maneviye: Manevî mertebeler, manevi dereceler.
Derecat-ı kurbiye: Yakınlık dereceleri.
Zâd-ı âhiret: Ahiret için için hazırlık. Âhiret azığı. İbadet ve sâlih amel.
A'mal-i sâliha: Salih ameller.
Haslet: Ahlak, huy.
Hırs-ı mecazî: Gerçek ve asıl olmayan aşırı istek ve arzu.
Âlî: Büyük, yüksek, yüce, üstün.
Hırs-ı hakikî: Hakiki hırs, Allah'ın(cc) emrine ve rızasına karşı aşırı istek vedüşkünlük.


Said Nursi
 
Üst