Sure-i Amme'ye dikkat edilse öyle bir üslûb-u bedî' ile âhireti, haşri, Cennet ve Cehennem'in ahvalini öyle bir tarzda gösteriyor ki; şu dünyadaki ef'al-i İlahiyeyi, âsâr-ı Rabbaniyeyi o ahval-i uhreviyeye birer birer bakar isbat eder gibi kalbi ikna' eder. Şu suredeki üslûbun izahı uzun olduğundan yalnız bir-iki noktasına işaret ederiz. Şöyle ki:
Sure-i Amme: Nebe Suresi.
Üslûb-u bedî: Şaşırtıcı güzel ifade tarzı.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Ef'al-i İlahiye: Allah'ın(cc) işleri.
Âsâr-ı Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiye edicisi olan Allah'ın(cc) eserleri.
Ahval-i uhreviye: Ahiretin (öbür dünyanın) durumları.
Şu surenin başında Kıyamet gününü isbat için der: "Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hanenize ve hayatınıza defineli direk, hazineli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı rahatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maişet; Güneş'i ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi ondan suyu akıttım. Basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek bize ağır gelemez."
Ünsiyet: Alışkanlık, dostluk, yakınlık.
Hâb-ı rahat: Dinlendirici uyku.
Meydan-ı maişet: Geçim sahası.
Âb-ı hayat: Hayat suyu.
Muhtelif: Çeşitli, farklı, ayrı ayrı.
Yevm-i fasl: Ayrılma günü, ayırım günü.
İşte bundan sonra kıyamette dağların dağılması, semavatın parçalanması, Cehennem'in hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir surette isbatlarına işaret eder. Manen der: "Madem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar." Demek surenin başındaki "dağ", kıyametteki dağların haline bakar ve bağ ise, âhirde ve âhiretteki hadikaya ve bağa bakar. İşte sair noktaları buna kıyas et, ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör.
Semavat: Gökler.
Bostan: Bahçe.
Manen: Mana bakımından, manevî olarak.
Hadika: Sulu, ağaçlı bahçe.
Sair: Diğer.
Âlî: Büyük, yüce, üstün.
Üslûb: Tarz, biçim, anlatma tarzı.
Sure-i Amme: Nebe Suresi.
Üslûb-u bedî: Şaşırtıcı güzel ifade tarzı.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Ef'al-i İlahiye: Allah'ın(cc) işleri.
Âsâr-ı Rabbaniye: Herşeyin sahibi ve terbiye edicisi olan Allah'ın(cc) eserleri.
Ahval-i uhreviye: Ahiretin (öbür dünyanın) durumları.
Şu surenin başında Kıyamet gününü isbat için der: "Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hanenize ve hayatınıza defineli direk, hazineli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı rahatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maişet; Güneş'i ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi ondan suyu akıttım. Basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek bize ağır gelemez."
Ünsiyet: Alışkanlık, dostluk, yakınlık.
Hâb-ı rahat: Dinlendirici uyku.
Meydan-ı maişet: Geçim sahası.
Âb-ı hayat: Hayat suyu.
Muhtelif: Çeşitli, farklı, ayrı ayrı.
Yevm-i fasl: Ayrılma günü, ayırım günü.
İşte bundan sonra kıyamette dağların dağılması, semavatın parçalanması, Cehennem'in hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir surette isbatlarına işaret eder. Manen der: "Madem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar." Demek surenin başındaki "dağ", kıyametteki dağların haline bakar ve bağ ise, âhirde ve âhiretteki hadikaya ve bağa bakar. İşte sair noktaları buna kıyas et, ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör.
Semavat: Gökler.
Bostan: Bahçe.
Manen: Mana bakımından, manevî olarak.
Hadika: Sulu, ağaçlı bahçe.
Sair: Diğer.
Âlî: Büyük, yüce, üstün.
Üslûb: Tarz, biçim, anlatma tarzı.
Said Nursi